“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd- 20)

CUMA

İbn Kayyım, “İnsanoğlunun ömrü gibi, musibetlerin de ömrü ve eceli vardır ve mutlaka sona erer” der. Aslında bu ifadenin altında derin bir hakikat yatar. İnsanoğlunun bazen içinde yaşadığı zamanın maddi ve manevi daraltması içerisinde düştüğü çaresizlik duygusundan çıkısı içinde bir referans noktası oluşturuyor. Bugün en küçük meselelerde bile sanki dünyası başına yıkılmış gibi davranan insanların bu hale gelmesinde insanın modern hayatin vadettikleri ile kültürel bir inancın yüzeyselliği arasında sıkışmışlığının payı hayli fazladır.

Hele zaman zaman devleti yönetenlerin ve onları desteklemekte birbirleriyle yarışan dindar görünümlü tiplerin kimi olaylar karşısında insanları teskin etmek maksadıyla dinden getirdikleri teselli cümlelerinin teselliden çok insanların inançlarında oluşturduğu çatlakların bu çaresizlik duygusuna düşüşte önemli bir rolü olduğunu görüyoruz. Daha fazla kazanmak için yapılması gereken birçok şeyden kaçınıp sonra da orada ortaya çıkan bir felakette, orada yaşanan kayıpları hafifletmek için kullanılan “kader” gibi ifadelerin insanların inançlarını derinden sarstığını ve insanları büyük bir çelişkinin içinde bıraktığını görebiliyoruz.

Bugün insanımızın ne denli kırılgan ve her gecen gün maneviyatının daha da zayıfladığını sokakta, çarsıda, pazarda ya da birçok sosyal olayda görebiliyoruz. Bu durum bir ülkenin insanlarının dayanıklılığını da orta yere çıkartıyor. Belki her ortamda “yükselen milliyetçilik” gibi bir takım görece analizler işitiyorsunuzdur ancak bunlar bir takım duygusal ve maddi konular ile ilgili olduğu gibi içerisinden geçilen konjonktürün kendini güvende hissedebilmesi için oluşturduğu bir algıdan başka bir şeye denk gelmiyor. Bir bütün olarak aynı hissiyat, aynı inanç ve aynı ortak gelecek için birlikte bir iklim oluşmuyorsa ortada yükselen sadece keyfe keder kuru bir söylemdir.

Bugün içerisinde sürekli debelenip durduğumuz ekonomik sosyal buhranların bir türlü gitmemesi bizim birtakım saplantılarımızın musibet olarak bize geri dönüşünden ibarettir. Nedir bizi çepeçevre saran bu fasit döngü? ‘İstikrar’ diyerek kötülüklerin eksikliklerin bir yaşam biçimi haline gelmesine rıza göstermek, yanlışlarda ısrar etmek, sırf sana benziyor diye yanlış yapanın yanlışına ses çıkarmamak ve hatta onu savunmak gibi birçok konuyu aşağıya sıralayabilirsiniz. Elbette ki ümitsizlik ile değil ümit ile ve sahih bir gayret ile bu cendereden çıkılabilir. Bir de yeniden maddi ve manevi gelişimi insanımızın hayatında belirgin hale getirmek gerekiyor. Onun için her başlayan biter ama bu süreçte senin ne yapıp yapmadığın senin için önemlidir. Biz sadece yaptıklarımızdan değil belki daha çok yapmamız gerekip de yapmadıklarımızdan mesulüz.

CUMARTESİ

Her diyarın bir dirilişi vardır;

Her şafak da bir devrim barındırır. | Mahmud Derviş

Gecen gün bir arkadaşım bir duvar yazısı görüntüsünü mesaj atmış, içler acısı halimizin dışa vurumu gibi bir şeydi. Ürdün menşeili bu yazıda; “Biz size ağlamıyoruz; sizden ölenler şehit oluyor, yaşayanlar ise aziz olarak yaşar. Biz kendimize ağlıyoruz” diyor. Ne kadar da isabetli bir tespit olmuş. Hepimizin içinde taşıdığı o burukluğu o utancı az da olsa dışa vurmuş bir ifade. Sessizliğin bir sınırı yoktur. O yüzden sessizlikten korkarız. Ama bu kadar acıya, bu kadar büyük bir soykırıma karşı sessizliğimiz içimizde yanardağlar biriktirdiğimiz anlamına da gelmiyor. Korkularımız başka şeylerden belli ki. Bize verilen bir takım konfor alanlarını kaybetmekten korktuğumuzu ifade edemesek de belli ki en büyük alanı bu kaplıyor.

Her anını tıka basa doldurduğumuz ve bunun gerekliliğine inandığımız böylesi bir zamanda hatta belki de için için Gazzelilere kızıyoruzdur. Bıraktığımız, kaderlerine terk ettiğimiz o masum çocukları, insanları bir bomba bulmuyorsa terkedildikleri açlık buluyor. Dünyanın içine düştüğü sessizlik bize bir vicdani yük bile yüklemiyor. Hattı zatında öyle olsa biraz daha dertlenir en azından bir kahve için gösterdiğimiz tepkiyi ticaret gemilerine gösterebilirdik. Ama statlarda toplanıp yöneticileri asla üzmeyecek konuşmaları dinleyip evimize biraz daha rahatlamış bir şekilde döndüğümüzde biz üzerimizdeki yükü atmış oluyoruz. Elbette konuşmacı da yöneticileri üzmeden hem konuşmuş hem de kanalda bir program kotarıp konuklarına başını uslu bir şekilde eğip, emme basma tulumba gibi sallayarak şöhretinin ve zekâsının büyüklüğü ile gurur duyuyor oluşunu bir de ekrandan gösteriyor bize. Ne güzel dünya!

Bu şekilde kontrolü elimizden kaybetmeden hem protesto yapıp hem de hayatımıza devam edebilmenin yolunu da öğrenmiş oluyoruz. Aksi halde kontrolün elimizde olmadığı duygusu bizi ürkütür. Eve gelir gelmez radyo veya televizyonu açarız ne kadar kutlu bir topluluk olduğumuz, ne kadar büyük olduğumuzu aynı anda kırk kanaldan dinleriz. Sahte olsa da bir ses dış ve iç dünyamızı doldursun isteriz. Giden gemilerin taşıdığı mühimmatları, yapı malzemelerini unuturuz. İsrail’e verdiğimiz bu büyük destekle Gazze’deki bir avuç güzel insanı daha büyük bir sessizliğe hapsederiz. İnsan sessizlikle içini duyabilir ama içimiz ne kadar kirlenmişse gürültüden, gurultudan başka bir şey duyamıyoruz. Ve aradığımız insan sadece bir et yığını olarak dolaşıyor çünkü ruhundan eser yok.

***

PAZAR

Necib Mahfuz, “Her şeyin daha iyi olacağı ümidiyle yaşayacağım. Zira ol deyince olduran bir Rabbimiz var” diyor. Bu güzel ve güçlü bir bakış açısı. Bu pazar şehirlerimizin yeni yöneticilerinin belirleneceği bir seçim yapacağız. Seçimin sonuçları ne şekilde tezahür ederse etsin belli ki her ihtimalde kazanan bir grup var. Onlar insan üstü bir gayretle bütün vatandaşlara dokunmaya onlar ile gerçek manada hem hal olmaya çalıştılar. Elbette ki Saadet Partili adaylar ve Saadet Partisi’nin bütün seçim çevrelerindeki güzide temsilcileri… Hepsi gerçek manada büyük bir teşekkürü hak ediyorlar. Hepsinden Allah razı olsun.

Bizler inançlı insanlarız. Yaptığımız her çalışmayı Allah’ın rızasını kazanmak için yaparız. Elimizden gelenin en iyisini, takatimizin sonuna kadar yaparız ve biliriz ki biz yapmakla, yolda olmakla ve yolu belirginleştirmekle mükellefiz. Onun için rahmetli Erbakan Hoca’mız her seçimden sonra gerçek kazananlar olarak hep Saadetlileri işaret etmiştir. Bunun altında büyük bir inanç vardır. Biz sadece bir anın bir sürecin bir parçası olmak için değil, içinde bulunan zamandan sonrasına doğru büyük bir yolculuk için hareket ederiz. Onun için bizim büyüklüğümüz, kıymetimiz öyle küçük duraklar olarak adlandırabileceğimiz zaferlerle, rakamlarla sınırlandırılamaz. Biz her gece kafamızı yastığa 6 milyon insanın saadetini ve selametini düşünerek koyarız. Ve aynı şuurla güne başlarız. Hepimiz biliyoruz ki pazartesi günü, güne, yeniden ‘haydi bismillah’ diyerek başlayacağız ve yılmadan, bıkmadan, usanmadan insanımızın saadeti için koşuşturacağız.

Çok şükür ki bitmeyen bir yolun yolcuları olma bahtiyarlığını yaşıyoruz, Yolumuz uzun, yolumuz çetin çünkü biz sadece bir anlık mevzilerin değil ebet yolunun yolcularıyız. Birbirlerinden sadece tonlarla ayrılmış diğer partilere bakıp da kendimizi mukayese edecek değiliz. Çünkü biz yeni bir dünya istiyoruz, adil bir dünya istiyoruz. Ve bu dünya düzeninin değişmesini istiyoruz. Bunun için hayallerimiz, umutlarımız, inancımız var ve buna ulaşacak gayrete ve birikime de sahibiz. Biz yolda olmaya devam edeceğiz. İşin sahibi dilerse olur bize düşen yolda olmak.

PAZARTESİ

YOKTUR GÖLGESİ TÜRKİYE'DE

“Sabahları gün doğmadan uyanır

Dilini yutacak olur içi kanlanır

Gün boyu çalışır aydınlanır

Kederini anlarsanız size ne mutlu

Acır fakir çalışan kadınlara

Titrer bir gönül kıracak diye hanım dizi

İncedir billurdandır yoktur gölgesi Türkiye'de

Bir meçhul Meryem mermerden değil ama kutlu

Gözlerine baksanız erirsiniz kar gibi

Elinizi sallasanız rüzgârından sallanır

Bir geyik olur sizi arar melûl ve bakır

Görür gibi uyur konuşur gibi susar güler ağlar gibi” (Sezai Karakoç)

Sezai Bey’in ifadesi ile en büyük gizli gayb silahımız olarak tarif ettiği “oruç” bize veda etmeye hazırlanıyor. Ne kadar dirildik ne kadar istifade ettik bilemiyorum. Çünkü yine büyük bir gürültünün içinde Ramazan’ı karşıladık. Galiba iklimin tam olarak bizi yakalamasına da hazır değildik ama çok şükür ki Ramazan’ın o kuşatıcı, o diriltici etkisi gelip bizi sarıp sarmaladı. Biz hazırlıksız olsak da o her şeyi ile bizi yeniden diriltmek için hazırdı.

Orucun getirdiği o diriliş ruhu ile içimizi yeniden inşa etme fırsatı bulduk. Azgın zamanın içerisinde yasayan bizlerin azgınlaşmaya yüz tutmuş yanlarını koparıp atarken bizi de yeniden maddenin kölesi olmaktan çıkarıp asli kimliğimize kavuşturmuştur. Dünyanın debdebesi içerisinde kaybolmuş ruhumuzu adeta yeniden cilalamıştır. Ramazan’ın sonunda saklı olan hazineye, gündemin yorgunluğundan sıyrılıp asılmak için bizleri ikaz etmektedir. Bu ana kadar intibak sağlayamadıysanız bu son bölümü yakalamaktan geride kalmayın diyor adeta lisanıhâl ile.

İçerisinde bin aydan daha hayırlı bir günü barındıran bu son düzlükte daha bir titizlenmemizi istiyor. Ramazan’ın ardından bütün bir yıla yayılacak o ruhu elde etmek için çok önemli bir fırsat var önümüzde. Oruçta dirilmeyecek bir insanı ne diriltebilir ki? Bu ramazanın bizlere yeni bir ruh kazandırması ve de kör ve zalim bir madde bağımlılığından bizi çekip almasını, kanatlandırmasını yüce Mevla hepimize nasip etsin. Hoşça bakın zatınıza…

QOSHE - Ruhundan eser yok - Mehmet Biten
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ruhundan eser yok

17 0
31.03.2024

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd- 20)

CUMA

İbn Kayyım, “İnsanoğlunun ömrü gibi, musibetlerin de ömrü ve eceli vardır ve mutlaka sona erer” der. Aslında bu ifadenin altında derin bir hakikat yatar. İnsanoğlunun bazen içinde yaşadığı zamanın maddi ve manevi daraltması içerisinde düştüğü çaresizlik duygusundan çıkısı içinde bir referans noktası oluşturuyor. Bugün en küçük meselelerde bile sanki dünyası başına yıkılmış gibi davranan insanların bu hale gelmesinde insanın modern hayatin vadettikleri ile kültürel bir inancın yüzeyselliği arasında sıkışmışlığının payı hayli fazladır.

Hele zaman zaman devleti yönetenlerin ve onları desteklemekte birbirleriyle yarışan dindar görünümlü tiplerin kimi olaylar karşısında insanları teskin etmek maksadıyla dinden getirdikleri teselli cümlelerinin teselliden çok insanların inançlarında oluşturduğu çatlakların bu çaresizlik duygusuna düşüşte önemli bir rolü olduğunu görüyoruz. Daha fazla kazanmak için yapılması gereken birçok şeyden kaçınıp sonra da orada ortaya çıkan bir felakette, orada yaşanan kayıpları hafifletmek için kullanılan “kader” gibi ifadelerin insanların inançlarını derinden sarstığını ve insanları büyük bir çelişkinin içinde bıraktığını görebiliyoruz.

Bugün insanımızın ne denli kırılgan ve her gecen gün maneviyatının daha da zayıfladığını sokakta, çarsıda, pazarda ya da birçok sosyal olayda görebiliyoruz. Bu durum bir ülkenin insanlarının dayanıklılığını da orta yere çıkartıyor. Belki her ortamda “yükselen milliyetçilik” gibi bir takım görece analizler işitiyorsunuzdur ancak bunlar bir takım duygusal ve maddi konular ile ilgili olduğu gibi içerisinden geçilen konjonktürün kendini güvende hissedebilmesi için oluşturduğu bir algıdan başka bir şeye denk gelmiyor. Bir bütün olarak aynı hissiyat, aynı inanç ve aynı ortak gelecek için birlikte bir iklim oluşmuyorsa ortada yükselen sadece keyfe keder kuru bir söylemdir.

Bugün içerisinde sürekli debelenip durduğumuz ekonomik sosyal buhranların bir türlü gitmemesi bizim birtakım saplantılarımızın musibet olarak bize geri dönüşünden ibarettir. Nedir bizi çepeçevre saran bu fasit döngü? ‘İstikrar’ diyerek kötülüklerin eksikliklerin bir yaşam biçimi haline gelmesine rıza göstermek, yanlışlarda ısrar etmek, sırf sana benziyor diye yanlış yapanın yanlışına ses çıkarmamak ve hatta onu savunmak gibi birçok konuyu aşağıya sıralayabilirsiniz. Elbette ki ümitsizlik ile değil ümit ile ve sahih bir gayret ile bu cendereden çıkılabilir. Bir de yeniden maddi ve manevi gelişimi insanımızın hayatında belirgin hale getirmek gerekiyor. Onun için her başlayan biter ama bu süreçte senin ne yapıp yapmadığın senin için önemlidir. Biz sadece yaptıklarımızdan değil belki daha çok yapmamız gerekip de yapmadıklarımızdan mesulüz.

CUMARTESİ

Her diyarın bir dirilişi vardır;

Her şafak da bir devrim barındırır. | Mahmud Derviş

Gecen gün bir arkadaşım bir duvar........

© Milli Gazete


Get it on Google Play