Dünyanın hiçbir coğrafyasında aynı düşünceye sahip, aynı dili konuşan ya da aynı kimlik ve inanca sahip insan görmemiz mümkün değildir. Bu yüzden farklı görüşteki, inanıştaki, kimlikteki insanların aynı coğrafyayı paylaşması ihtiyari değil mecburidir. Belki belirli bir olgunluğa geldikten sonra insanların başka coğrafyaları tercih ettiği olmuştur ama ulus devletin sınırlarını aşıp başka ülkelerde yaşama şansı istisnai bir durumu göstermektedir. Kaldı ki, gittikleri yerde de yeni farklılıklarla karşılaşacakları muhakkak. Bundan dolayı insanlar farklılıklarıyla birlikte ülkelerinin nimetini, külfetini, acısını ve sevincini paylaşmak zorundadır. Ancak bu şekilde toplumsal ahenk sağlanabilir. Aksi durumda halkın çoğunluğu çatışma ve karşılıklı yaftalarla tatmin olurken küçük azınlık ise zenginliklerine zenginlik katacaktır.

Toplumsal ahengin kaybolması öncelikli olarak dışarıdan bir saldırı ile mümkün olabilir. Eğer böyle bir durum söz konusu değilse toplumsal yapı içerisinde bir tedirginlikten ve endişeden bahsetmemiz gerekecektir. Bu endişeler farklılıklar arasındaki güven sorunundan, ön yargılardan, tahammülsüzlükten ve başkalarının cahili olmaktan kaynaklanır. Kendinizden başkalarının kötülüğünden emin olmadığınızda onlara karşı önleyici tedbirler almak istersiniz. Zaten ön yargılarınız sizi başkalarının kötü olduğu fikrine götürüyor. Güven sorunu ve ön yargılar aradaki sevgi ve muhabbeti öldürüyor ve bu, sizi başkalarına karşı tahammülsüz kılıyor. Bu durumların doğal sonucu olarak başkalarıyla iletişim kurulamadığından onları tanıma ve anlama fırsatı olmuyor. Aslına bir bakıma onların yaptıklarının, düşündüklerinin ve hissettiklerinin cahili oluyorsun.

Bu durumu ülkemizde birebir yaşıyoruz. Günden güne artan gerilimi hissetmek için uzman olmaya gerek yok. Karşılıklı anlayış üzerine dil oluşturmaya çalışanlara inat yayı germekten beslenenlerin nasıl bir kötülüğe sebep olduklarını görmeleri gerekiyor. Yoksa bu toprakları kendilerine yurt edinenler için ne bu topraklar güvenli bir liman olacak ne de özgürlükler sunabilecektir. Kutuplaştırıcı ve kışkırtıcı dilin kimlere neler kazandırdığının ya da neleri gizlediğinin görülmesi bu anlayıştan beslenen psikolojiyi deşifre edecektir.

Ne yazık ki; insanlarımızın adalet terazilerinde bir bozukluk var. Bunu toplumun her kesimi için görebiliyoruz. Seküleri, muhafazakârı, Kemalist’i, sağcısı, solcusu fark etmiyor. Hiçbir kesim genel itibarıyla vicdani muhasebe yapma gereğini duymuyor. Sloganların, hamasetin, aforizmaların ve sosyal medyanın terazisinde hüküm veriyor. Herkes mahallesinin kötülüğüne mazeret üretirken başkalarının kötülüğüne yargıç kesiliyor. Bu da kuyunun içinde debelenip durmamıza neden oluyor. Çünkü kuyudan çıkmak istiyorsak birbirimize omuz vermeliyiz. Hâlbuki omuz vermek yerine insanlar birbirlerini bacağından aşağıya tekrar çekiyor.

Bu coğrafyanın aklıselimi pinpon topu gibi bir bu rakette bir diğer rakette sekmek zorunda değil. Konuşmayı, anlamayı, anlayış göstermeyi, saygı duymayı bir şekilde başarmalıyız. Eğer toplumsal huzuru sağlamak ve bu toprakları yaşanabilir kılmak istiyorsak karşılıklı iletişim kanallarını açık tutmak zorundayız. Kulaklarımız sadece kendi sesimize duyarlı olmamalı, her sesi duymaya, uzatılan her ele el vermeye ihtiyacımız var.

QOSHE - Başkalarının yargıcı olmak - Muhammet Esiroğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Başkalarının yargıcı olmak

6 0
07.01.2024

Dünyanın hiçbir coğrafyasında aynı düşünceye sahip, aynı dili konuşan ya da aynı kimlik ve inanca sahip insan görmemiz mümkün değildir. Bu yüzden farklı görüşteki, inanıştaki, kimlikteki insanların aynı coğrafyayı paylaşması ihtiyari değil mecburidir. Belki belirli bir olgunluğa geldikten sonra insanların başka coğrafyaları tercih ettiği olmuştur ama ulus devletin sınırlarını aşıp başka ülkelerde yaşama şansı istisnai bir durumu göstermektedir. Kaldı ki, gittikleri yerde de yeni farklılıklarla karşılaşacakları muhakkak. Bundan dolayı insanlar farklılıklarıyla birlikte ülkelerinin nimetini, külfetini, acısını ve sevincini paylaşmak zorundadır. Ancak bu şekilde toplumsal ahenk sağlanabilir. Aksi durumda halkın çoğunluğu çatışma ve karşılıklı yaftalarla tatmin olurken küçük azınlık ise zenginliklerine zenginlik katacaktır.

Toplumsal ahengin kaybolması öncelikli olarak dışarıdan bir saldırı ile mümkün olabilir. Eğer böyle bir durum söz konusu değilse toplumsal yapı içerisinde bir tedirginlikten ve endişeden bahsetmemiz gerekecektir. Bu endişeler farklılıklar arasındaki güven........

© Milli Gazete


Get it on Google Play