Devletlerin varlığını daim ve güçlü kılan en önemli sorumluluk alanı güvenliktir. Toplum Sözleşmesi kuramcılarının çıkış noktasını da yine güvenlik meselesinde aramak gerekir. Çünkü onlar toplumun güvenli şekilde yaşayabilmesi için kurumsal bir organizasyona atıf yaparlar. Bazıları bunu doğa halinin karmaşasından bir düzen kurularak toplumsallığın oluşmasına vurgu yaparken, bazıları ise doğa halinde var olan düzenin bozulmasından kaynaklı karmaşadan yeni bir düzen kurularak toplumsallığın inşa edilmesine vurgu yapar. Her iki durumda da karmaşanın güvensizlik halinden düzenin güvenlilik haline geçişi görüyoruz.

Güvenlik kavramının içeriğini doğru verilerle doldurmadığımızda büyük sorunlara gebe olduğumuzu bilmeliyiz. Çünkü devletin güvenlik algısı önce kurumsal kimliğinden başlar. Yönetim mantığının doğasında bu vardır. Bir defa devletin varlık amacı toplumsal ahengi sağlamaktır. Bunun içerisinde can ve mal güvenliği girdiği gibi hak ve özgürlükler de girmektedir. Aslında devlet güvenlik kavramını öncelikli olarak toplumsal ahengin dinamiklerinden almadığı sürece, kendi yönetim tarzına yönelik her türlü tutumu güvenlik kavramının içinde değerlendirir. Bir de buna dış tehditleri ve terör eylemlerini eklediğimizde devletin güvenlik algısı beka kavramıyla açıklanmaya çalışılır.

Devlet sonuçta insanların bir arada yaşayabilmeleri için oluşmuş bir yönetsel aygıttır. Burada her bir insanın bu aygıta olan inancı aynı zamanda güvenliğini de oluşturur. O yüzden güvenlik meselesini sadece asayişe indirmeden insanların devletlerine olan inançlarını da dikkate almak gerekiyor. Burada devletin insanların hak ve özgürlüklerini teminat altına almasını da güvenlik kavramı içerisinde değerlendirmeliyiz. İnsanlar birbirleriyle olan ilişkilerinde asayiş anlamında güven sorununu hallettikten sonra en temel insani hak ve özgürlüklerine riayet edilmesini ister. Eğer devlet aygıtı bunu sağlayamazsa kendi kurumsal kimliği açısından da güvenlik sorunuyla karşı karşıya kalmış demektir. Çünkü insanların bir arada yaşamak için bir sistem tesis etmesini sadece dar anlamdaki bir güvenlik kaygısıyla açıklayamayız. İnsan güvenliğinin sağlandığı kadar hak ve özgürlüklerini de rahatça kullanabilmeyi bekler.

Güvenliği dar anlamına hapsettiğimizde toplumsal ahengi de bu zemine hapsetmiş oluruz. Bu durumda hak ve özgürlüklerin varlığı güvenliğin karşısında rahatça feda edilebilir olur. Bu aslında kurumsal anlamda güvenliğin gerçek anlamıyla sağlandığını göstermez, devlet erkini kullanan kurumların ya da kişilerin otoriterleştiğini gösterir. Çünkü temel insani vasıflarından mahrum kalan bir kişinin toplumsal birlikteliğe riayet edecek olgunluğu göstermesi beklenilemez. Nihayet oluşan güvenlik açığı da otoriterleşmeyi beraberinde getirir.

Devlet aygıtının sahip olduğu gücün verdiği imkânla yönetme yetkisine sahip olanlar, bu yetkiyi kaybetmemek adına kendileriyle devletin güvenlik kaygısını özdeşleştirirler. Daha açık ifade edecek olursak; gücü elinde bulunduranların gücünü muhafaza etme isteği devletin güvenlik kaygısı olarak sunulur. Böylece devletin işlerini yürütmekle görevlendirilen yetki sahipleri devletin bizzat kendisi olarak algılanır. Bu yetkinin yanlış kullanımına karşı söylenecek her söz, yapılacak her eleştiri devletin güvenlik mekanizmalarına atıf yapılarak kriminalize edilmeye imkân tanır.

QOSHE - Devlet ve güvenlik algısı - Muhammet Esiroğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Devlet ve güvenlik algısı

13 11
11.02.2024

Devletlerin varlığını daim ve güçlü kılan en önemli sorumluluk alanı güvenliktir. Toplum Sözleşmesi kuramcılarının çıkış noktasını da yine güvenlik meselesinde aramak gerekir. Çünkü onlar toplumun güvenli şekilde yaşayabilmesi için kurumsal bir organizasyona atıf yaparlar. Bazıları bunu doğa halinin karmaşasından bir düzen kurularak toplumsallığın oluşmasına vurgu yaparken, bazıları ise doğa halinde var olan düzenin bozulmasından kaynaklı karmaşadan yeni bir düzen kurularak toplumsallığın inşa edilmesine vurgu yapar. Her iki durumda da karmaşanın güvensizlik halinden düzenin güvenlilik haline geçişi görüyoruz.

Güvenlik kavramının içeriğini doğru verilerle doldurmadığımızda büyük sorunlara gebe olduğumuzu bilmeliyiz. Çünkü devletin güvenlik algısı önce kurumsal kimliğinden başlar. Yönetim mantığının doğasında bu vardır. Bir defa devletin varlık amacı toplumsal ahengi sağlamaktır. Bunun içerisinde can ve mal güvenliği girdiği gibi hak ve özgürlükler de girmektedir. Aslında devlet güvenlik kavramını öncelikli olarak toplumsal ahengin dinamiklerinden almadığı sürece, kendi yönetim tarzına........

© Milli Gazete


Get it on Google Play