İslam dünyası 2024 yılına eşine az rastlanır sorunlar, çatışmalar ve sıkıntılarla girdi. 2023 yılının sonunda Gazze'de başlayan katliam, soykırım hız kesmeden devam ediyor. Üstelik Gazze’de yaşananlara bağlı olarak Lübnan, Irak ve Suriye'de de endişe verici gelişmeler yaşanıyor. Husilerin İsrail’in Gazze saldırılarına tepki olarak yönü İsrail limanları olan ticaret gemilerine karşı yaptıkları baskınların ardından, ABD ve İngiltere’nin öncülük ettiği koalisyon güçleri, Kızıldeniz krizinin derinleşmesine sebep oldu ve Yemen’i vurmaya başladılar.

Türkiye’de ise terör örgütünün saldırılarında artışlar görülmeye başlandı. Kısa zaman aralıklarıyla 21 askerimizin şehit verilmesi doğal olarak bakışları bu yöne çevirdi. Kimi kaynaklar, bu saldırıların PKK’ya dışarıdan istihbarat desteği sağlanarak yapıldığına dair ciddi iddiaları ortaya atıyorlar. Ayrıca bu saldırıların bölgede yaşanan gelişmelerden bağımsız olmadığına dair kanaatler de yaygın bir hal almaya başladı.

Bölge genel olarak bu sorunlarla meşgul durumdayken, bir başka kriz de İran-Pakistan sınırında patlak verdi.

Kirman'da sivil halka, ardından Sistan'da güvenlik güçlerine yönelik saldırıların ardından İran; Irak, Suriye ve Pakistan'da hava operasyonları gerçekleştirdi. Pakistan ise İran'ın kendi topraklarında böyle bir operasyona kalkışmasına misillemede bulunarak yanıt verdi.


İslam dünyasının iki önemli ülkesi olan Pakistan ve İran arasındaki krizin bir an önce çözülmesi, doğru zeminde, her türlü tedbirin karşılıklı olarak alınması gerekir.

Son yapılan kimi açıklamalar her iki ülkenin de tansiyonun düşmesi konusunda bir uzlaşıya vardığını gösteriyor.

Bu gelinen aşama, aklıselimin hâkim olmaya başladığının işaretidir. İki komşu ve kardeş ülkenin süreç yönetiminde iradeyi kendi ellerinde tutmaları çok önemlidir.

Ben burada "kim haklı, kim haksız" hakemliği yapmak yerine soruna tarihsel ve politik perspektiften bakmak istiyorum.

Bugünü araştırırken düne bakmak, sorunu anlamak adına her zaman önemli katkılar sağlar. Çünkü aslında yaşananlar veya yaşanacaklar tarihin belli bir ölçüde yansıması ve tezahürüdür.

Bu doğrultuda tarihten bir örnek vererek bugünü daha sağlıklı değerlendirmemize katkı sunmaya çalışacağım.

1980 yılında dönemin Irak lideri Saddam Hüseyin, geçerli, anlaşılabilir hiçbir sebep olmaksızın İran topraklarına saldırdı. Saddam görünürde her ne kadar "Büyük Irak", "Tarihi topraklarımıza kavuşacağız ve daha fazla petrolümüz olacak" dese de aslında işin perde arkasında Sovyetler Birliği ve ABD’nin desteğiyle İran'da yeni kurulan yönetimi devirmek gibi bir amaçla hareket ediyordu.

Hırslarına yenilen, büyük güçlerin tuzağına düşen Saddam Hüseyin, 8 yıl süren, yüz binlerce insanın ölümüne sebep olan ve her iki ülkeye de, bölgemize de ciddi zararlar veren bir tükeniş savaşı başlattı.


Öncelikle şunu ifade edelim; elbette maksadım bugün yaşanan krizi kanlı bir savaşla kıyaslamak değildir. Sadece burada dikkat çekmek istediğim nokta o günlerde bir liderin takındığı tavır, gösterdiği çabadır. İran-Irak Savaşı döneminde olaylara geniş açıdan bakanlar hariç çok sayıda gruplar veya ülkeler farklı gerekçelerle İran'ı veya Irak'ı destekliyordu.

İşte bu cepheleşme döneminde, oynanan oyunu ve sonuçlarını gören bir lider iki kardeş ülke arasındaki akan kanı durdurmak için arabulucu oldu. Bu kişi, dönemin Pakistan Cumhurbaşkanı merhum Muhammed Ziya Ül’hak'tan başkası değildi.

İktidara geldiği günden itibaren iç sorunlarla birlikte bir taraftan Afganistan işgaline, diğer taraftan Keşmir sorununa çözüm bulmaya çalışan Ziya Ül’hak,

İran-Irak Savaşı’nın sona erdirilmesi için de kolları sıvamıştı.

Merhum Ziya Ül’hak, Tahran ve Bağdat'ta yaptığı temaslarda bu savaşın beyhude olduğunu, kazananın emperyalist güçler olacağını ve bu savaşın bölgede daha büyük sorunlara neden olabileceğini defalarca anlattı.

Nitekim tarih Ziya Ül’hak’ı haklı çıkardı. 8 yıllık savaş sonuçsuz bitti. Ve bu kanlı savaş, ileride Irak'ın işgali için ABD'ye zemin oluşturdu.

İşte bugün Pakistan ve İran, merhum Ziya Ül’hak tarafından ortaya konulan çabayı bir kez daha hatırlamalıdır. Çünkü Gazze'nin, Yemen'in, Lübnan'ın bombalandığı İslam dünyasının Siyonist soykırıma maruz kaldığı bir dönemde iki kardeş ülke arasındaki kriz sadece emperyalist güçleri sevindirir.

Diğer yandan Pakistan ve İran arasında krize neden olan örgütler aslında iki ülkenin de ortak sorunudur. Bu nedenle hem Pakistan'ın hem de İran'ın toprak bütünlüğünü hedef alan bu terör örgütlerine karşı Tahran ve İslamabad iş birliği yapmalı ve ortak mücadele planları geliştirmelidir.

Dikkatimi çeken bir başka husus da hem Belucistan Kurtuluş Ordusu’nun hem de Ceyş el-Adl'ın son yıllardaki saldırılarının hedefleridir. Her iki örgüt de Pakistan ve İran güvenlik güçlerinin yanı sıra Pakistan-İran ve Pakistan-Çin-İran ortak projelerini hedef alıyor.

İşte bu sebeple saldırıların özellikle Çin-ABD arasında rekabetin güçlendiği Güney Batı Asya'da gerçekleşmesinin nedenleri de dikkatle irdelenmelidir.

İran ve Pakistan, bu tür örgütlerin kendilerine daha fazla yerelde destek bulmaması için hassas bölgeler olan Sistan ve Belucistan politikalarında ve yerel halklarla ilişkide çok daha özenli ve dikkatli davranmalıdır.

D-8 üyesi olan bu iki kardeş ülkenin güvenliği İslam dünyası için çok önemlidir. İran ve Pakistan arasında her zaman provokatif girişimler olabilir. Kurulan tuzakları tersine çevirmek için herkes sorumluluklarını kuşanarak hareket ederse bütün bu provokasyonlar boşa düşürülecektir.

QOSHE - Pakistan ve İran neden karşı karşıya geldi? - Mustafa Kaya
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Pakistan ve İran neden karşı karşıya geldi?

14 3
21.01.2024

İslam dünyası 2024 yılına eşine az rastlanır sorunlar, çatışmalar ve sıkıntılarla girdi. 2023 yılının sonunda Gazze'de başlayan katliam, soykırım hız kesmeden devam ediyor. Üstelik Gazze’de yaşananlara bağlı olarak Lübnan, Irak ve Suriye'de de endişe verici gelişmeler yaşanıyor. Husilerin İsrail’in Gazze saldırılarına tepki olarak yönü İsrail limanları olan ticaret gemilerine karşı yaptıkları baskınların ardından, ABD ve İngiltere’nin öncülük ettiği koalisyon güçleri, Kızıldeniz krizinin derinleşmesine sebep oldu ve Yemen’i vurmaya başladılar.

Türkiye’de ise terör örgütünün saldırılarında artışlar görülmeye başlandı. Kısa zaman aralıklarıyla 21 askerimizin şehit verilmesi doğal olarak bakışları bu yöne çevirdi. Kimi kaynaklar, bu saldırıların PKK’ya dışarıdan istihbarat desteği sağlanarak yapıldığına dair ciddi iddiaları ortaya atıyorlar. Ayrıca bu saldırıların bölgede yaşanan gelişmelerden bağımsız olmadığına dair kanaatler de yaygın bir hal almaya başladı.

Bölge genel olarak bu sorunlarla meşgul durumdayken, bir başka kriz de İran-Pakistan sınırında patlak verdi.

Kirman'da sivil halka, ardından Sistan'da güvenlik güçlerine yönelik saldırıların ardından İran; Irak, Suriye ve Pakistan'da hava operasyonları gerçekleştirdi. Pakistan ise İran'ın kendi topraklarında böyle bir operasyona kalkışmasına misillemede bulunarak yanıt verdi.


İslam dünyasının iki önemli ülkesi olan Pakistan ve İran arasındaki krizin bir an önce çözülmesi, doğru zeminde, her türlü tedbirin karşılıklı olarak alınması gerekir.

Son yapılan kimi açıklamalar her iki ülkenin de tansiyonun düşmesi konusunda bir uzlaşıya vardığını gösteriyor.

Bu gelinen aşama, aklıselimin hâkim olmaya başladığının işaretidir. İki komşu ve kardeş ülkenin süreç yönetiminde........

© Milli Gazete


Get it on Google Play