Yirmi küsur yıllık AKP iktidarında “Zabıt Katibi” karakterli medya elemanı çoğunluğunun yazdıklarını tarihin çöplüğüne döktürtecek “Muhalif inançlı ve inatlı” gazetecilerimiz de var çok şükür; tavını ve tavrını akredite borsasına düşürmeyenler sınıfından.

MB Başkanı’nın sipariş bir röportajını tercüme ettiler, yorumladılar ve bir balonu daha uçma vaktinde patlattılar.

Yeşilçam, senaryo kıtlığı çektiğinde her türlü kılıf kıyafeti kullanabileceği garnitür filmler çekerdi; “Uzaydan gelen adam” gibi isimler koyarak.

“Denileni yapmayan” MB Başkanlarının görevden alınmalarından sonra atananın, halk arasındaki karşılığının “Amerika’dan gelen kadın” çağrışımıyla sınırlandırılmasına son vermek amaçlı o sipariş röportajın şifrelerini iyi ki varlar dediğimiz muhalif gazeteciler hemen çözüverdiler.

Barınma sorunlu, geçim sıkıntılı bir bürokrat algısıyla “Bizden biri imiş” dedirtmek istedikleri MB Başkanı Hafize Gaye Erkan, İstanbul’da ev bulamayıp, annesinin evine yerleştiğini söyleyince, bekliyorlardı ki herkesi bir anneli ev sıcaklığı, anneli ev kızı mazlumluğu sarıversin. Fakat olmadı. Tutmayan TV dizilerinin bilmem kaçınca bölümüne sokulan “Buluntu anne”den öteye geçemedi o planı.

“İstanbul’da kiralar Manhattan’tan pahalı” isyanıyla, kiralardan şikayet eden, ay sonunu getiremeyen halktan biri mağduriyetini oynamak sanılanın aksine, ‘’Yerli ve Milli’’ yapmadı MB Başkanını.

“İstanbul’da kiralar Amerika’dan pahalı” derse, “Amerika’dan gelen kadın” imajının sabitleneceğini bilenler, “Manhattan” diyen birinin, halkın indinde “Öz ve Hakiki Amerikalı” sayılacağını hesap mı etmediler yoksa çaresiz mi kaldılar? Galiba ikinci şık geçerli.

MB Başkanı Sayın Hafize Gaye Erkan’ın röportajını konu eden gazeteciler gaz, toz, buz, yıldız ve patlama kelimelerini çok kullandılar yorumlarında; acaba ne olacak merakıyla.

O gazetecilerden birinin sorduğu sorunun ilk üç kelimesi dikkatimi acayip çekti. “Yukarıyı rahatsız ettiyse” diye başlıyordu cümlesi.

Sarayın varlığının “Yukarı” olarak tescil edilmesiydi bu. Kim bilir, belki daha bir sempatili olur Saray tanımı; günlük giderinin rakamlara dökülmediği.

Siparişliği konuşulan ve fakat siparişi hazırlayanın pek fazla anılmamasına da takıldım biraz. Bahse konu o röportaj, MB Başkanı Sayın Hafize Gaye Erkan’ın dallandırılıp budaklandırılmasından ziyade, siparişçiyi yenileştirme, yeniden cilalama çabasının bir ürünü gibi geldi. Bu ihtimal doğru ise yakında ona çok işler düşecek demektir.

TRT’de yayımlanan bir “Yabancı sinema” filminde şöyle bir sahne vardı: Gümrük kontrolündeki memur, çıkabilir izin verdiği sıradan bir vazonun, işlenmiş tahta kutu içinde taşınmasına bir mana verememişti. Sınır geçildikten sonra anladı olayı seyirci de. Gümrükten kaçırılan itina gösterilen o basit vazo değil, onun konulduğu tahta kutu idi.

Verdiğimiz bu örnekten kimse ambalaj malzemesini çok önemsiyoruz sanmasın. Bunu da bu ülkede yaşanmış ve şimdi yaşanılmasına izin ve imkan verilmeyen bir tiyatrocu fıkrası ile açıklayalım.

Komik-i Şehir Naşit, her oyunun sonunda sahneyi, çalımsı bir süpürge ile süpürürken, seyircilere bakar ve “Böyle saraya, böyle süpürge” dermiş.

YAYANLAR ATEŞ Mİ KESER SAP DÖNER, DÖNER KESER

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz’ın, “10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü” dolayısıyla paylaştığı bir mesaj dolaşıyordu sosyal medya ekranlarında.

“Gazze’de yaşananlar insan hakları konusunda samimiyet testidir” başlığı altında diyormuş ki Sayın Cevdet Yılmaz:

“Gazze için ateşkese dahi evet diyemeyenlerin, insan hakları konusunda söz söyleme hakları yoktur.”

“Hakları”nı söz konusu edecek politikacıların demeç vermesini veya paylaşım yapmasını teşvik için ‘’Gün’’ tespit edilmiş “İnsan”ları, ikiye ayırmış Sayın Cevdet Yılmaz.

Hakları konusuna söz söyleme hakları olanlar ve olmayanlar.

İnsan hakları olan insanlar,

İnsan hakları olmayan insanlar.

Kural koyucu olarak Sayın Cevdet Yılmaz’ı elbette birinci grup içinde sayacağız. Lakin ikinciler kim, sorusuna da cevap arayacağız. Paylaşılan özdeyişi bir daha okuyalım.

“Gazze için ateşkese dahi evet diyemeyenlerin, insan hakları konusunda söz söyleme hakları yoktur.”

“Ateşkese dahi”

Ya ateşkese gelene kadar olanlar?

İşgal var, savaş var, katliam var, soykırım var!

Bunlar ateşkesten daha önce, yani insanlar sınıflandırılmadan gündem olmalı, değil mi Sayın Cevdet Yılmaz?

İnsan hakları olan insanlar, bunlar için bir şey demiş olacaklar mı? Yoksa mevzu olsun diye yapılacak ateşkes çağrısı mı beklenecek?

Ateşkese evet diyebilmesi birilerinin, onlara, insan hakları konusunda söz söyleme hakları kazandırıyorsa, gemilere ne kazandıracak? Gidip gelen ve Meclis kayıtlarına geçen o gemilere, Sayın Cevdet Yılmaz?

“Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat”

Bunu da Ziya Paşa söylemiş!

YANKISI EFKAN ALA OH NE ALA, NE ALA

Geçen hafta yazmıştık Efkan Ala’yı. Sahiplendikleri ambargo bilgilerinin derinliğinden bahsetmiş, Filistin’e niçin yardım etmediklerini anlatmıştı. O konuşmasının üst cümleleri de önemli imiş; yaptığı AKP savunması kadar. Sonra gördük.

“Bize Filistin’den bahsediyorsunuz ‘One minute’nin sesi Avustralya’dan Kanada’ya, Sibirya’dan Afrika’ya kadar yankılanıyor. Siz ambargo nedir biliyor musunuz?”

Filistin’i bize sormayın diyor Efkan Ala. Biz o görevi yaptık diyor. Neyle, nasıl yaptınız sorusu akıllara düşmeden izahını veriyor: “One minute” dedik ya.

Yankılarını da ölçtürmüşler. Dünyanın yedi iklim, dört bucağı çıkmış sonuç.

AKP yöneticisi Efkan Ala’ya Sayın Erdoğan’ın başka dediklerini de hatırlatsak ve sorsak, acaba cevabı ne ola? Fakat önce niçin “One minute” dendiğini açıklamalı Efkan Ala.

Bu iki İngilizce kelime Türkçe’mize ne zaman yerleşti? İngilizce bilmeyen insanlarımız, “Bir dakika” demek istediklerinde “One minute” mi diyorlar? Mesela siz kaç kere yazdırdınız Meclis tutanaklarına “One minute” itirazınızı?

Bu ülkede genellikle müsaade istenirken veya karşıdaki muhatabın sözü kesilirken, “Bir saniye” veya “Bir dakika” denilir. Sayın Erdoğan neden o anda “One minute” dedi? İngilizce mi düşünüyordu?

Yahut soruyu şöyle soralım Efkan Ala’ya: Bir saniye ya da bir dakika deseydi Sayın Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres maksadı anlamayacak mı idi? Ki onun da tercümanı vardı. Dahası, yapılan o yankı ölçümleri, Meclis’te övünecekleri kadar olmayacak mı idi?

Filistin’i anlatırken, “Mavi Marmara Gemisi”nden niçin bahsetmedi Efkan Ala? İsrail’e giden gemilerden dolayı mı?

Hal buki Sayın Erdoğan, ‘’Marmara Gemisi Şehitleri’’ için de konuşmuştu: “Bana mı sordular” demişti.

Medyada gündem olmuş, Efkan Ala’nın bahsettiği yankılardan nasiplenmiş başka cümleleri de var Sayın Erdoğan’ın. Mesela “Giderlerse, gitsinler” demesi. Gerçi bu söz İsrail’e giden ticaret gemilerini kapsamadığı için Efkan Ala önemsemeyebilir. Fakat gitmeyi konu eden, “Giderler” diyen Türk büyükleri olduğu da hatırlanacaktır.

“Sende vicdan var mı?” başlığıyla paylaşılan Sayın Erdoğan’ın ev sahiplerine siteminden de haberlidir sanıyoruz Efkan Ala. O konuşmanın son üç kelimesi de slogan gibiydi.

“Bu ne vicdandır?”

Kanada’dan değil ama onun biraz altından, Amerika’dan yankı geldi. Efkan Ala’ya hatırlatalım; muhalefete cevap yetiştirirken, kullanabilir.

MB Başkanı dedi ki: “İstanbul’da kiralar Manhattan’dan pahalı.”

Mevzu çok. Konuş Efkan Ala.

QOSHE - Bir Taşla Vurulan Çok Kuşlardan Biri - Necati Tuncer
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bir Taşla Vurulan Çok Kuşlardan Biri

8 1
23.12.2023

Yirmi küsur yıllık AKP iktidarında “Zabıt Katibi” karakterli medya elemanı çoğunluğunun yazdıklarını tarihin çöplüğüne döktürtecek “Muhalif inançlı ve inatlı” gazetecilerimiz de var çok şükür; tavını ve tavrını akredite borsasına düşürmeyenler sınıfından.

MB Başkanı’nın sipariş bir röportajını tercüme ettiler, yorumladılar ve bir balonu daha uçma vaktinde patlattılar.

Yeşilçam, senaryo kıtlığı çektiğinde her türlü kılıf kıyafeti kullanabileceği garnitür filmler çekerdi; “Uzaydan gelen adam” gibi isimler koyarak.

“Denileni yapmayan” MB Başkanlarının görevden alınmalarından sonra atananın, halk arasındaki karşılığının “Amerika’dan gelen kadın” çağrışımıyla sınırlandırılmasına son vermek amaçlı o sipariş röportajın şifrelerini iyi ki varlar dediğimiz muhalif gazeteciler hemen çözüverdiler.

Barınma sorunlu, geçim sıkıntılı bir bürokrat algısıyla “Bizden biri imiş” dedirtmek istedikleri MB Başkanı Hafize Gaye Erkan, İstanbul’da ev bulamayıp, annesinin evine yerleştiğini söyleyince, bekliyorlardı ki herkesi bir anneli ev sıcaklığı, anneli ev kızı mazlumluğu sarıversin. Fakat olmadı. Tutmayan TV dizilerinin bilmem kaçınca bölümüne sokulan “Buluntu anne”den öteye geçemedi o planı.

“İstanbul’da kiralar Manhattan’tan pahalı” isyanıyla, kiralardan şikayet eden, ay sonunu getiremeyen halktan biri mağduriyetini oynamak sanılanın aksine, ‘’Yerli ve Milli’’ yapmadı MB Başkanını.

“İstanbul’da kiralar Amerika’dan pahalı” derse, “Amerika’dan gelen kadın” imajının sabitleneceğini bilenler, “Manhattan” diyen birinin, halkın indinde “Öz ve Hakiki Amerikalı” sayılacağını hesap mı etmediler yoksa çaresiz mi kaldılar? Galiba ikinci şık geçerli.

MB Başkanı Sayın Hafize Gaye Erkan’ın röportajını konu eden gazeteciler gaz, toz, buz, yıldız ve patlama kelimelerini çok kullandılar yorumlarında; acaba ne olacak merakıyla.

O gazetecilerden birinin sorduğu sorunun ilk üç kelimesi dikkatimi acayip çekti. “Yukarıyı rahatsız ettiyse” diye başlıyordu cümlesi.

Sarayın varlığının “Yukarı” olarak tescil edilmesiydi bu. Kim bilir, belki daha bir sempatili olur Saray tanımı; günlük giderinin rakamlara dökülmediği.

Siparişliği konuşulan ve fakat siparişi hazırlayanın pek fazla anılmamasına da takıldım biraz. Bahse konu o röportaj, MB Başkanı Sayın Hafize Gaye Erkan’ın dallandırılıp budaklandırılmasından ziyade, siparişçiyi yenileştirme, yeniden cilalama çabasının bir ürünü gibi geldi. Bu ihtimal doğru ise yakında ona çok........

© Milli Gazete


Get it on Google Play