Mısır’ın Mahmudiye kasabasında 1906 yılında dünyaya gelen Şehid İmam Hasan el- Benna alimler yetiştiren bir aile içinde büyümüştü. Babası Ahmed Abdurrahman el-Benna Hadis alanında son dönemde yetişen ileri gelen alimlerden birisi idi. Hasan el-Benna ilimden söz edilen ve herkesin ilim ile uğraştığı bir ortamda büyümüştü. Bunun yanısıra takva ve ibadetin en çok yaygın olduğu bir aile içinde yetişmiş olması da onun ilim ve takva sahibi olmasında büyük bir rol oynamıştır.

İmam’ın, ilk, orta ve lise öğrenimini sürdürdüğü yıllarda arkadaşlarıyla birlikte hep ahlaktan ve İslam’ın genel prensiplerini dile getirip bunları yaygınlaştırmaktan başka bir uğraşı alanı olmamıştı. Adab ve Ahlak Cemiyeti ile Haramlardan kaçınma cemiyeti gibi sivil toplum kuruluşlarının oluşmasında önayak olmuş ve bu konularla ilk günden beri ilgilenmişti. 14 yaşından önce hafız olmuş ve bu yıllarda Mısır’ın İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine arkadaşlarıyla birlikte işgal kuvvetlerine karşı mücadeleye girişmişti. Üniversite öğrenimi için geldiği Kahire’de yeni bir bakış açısı kazanmış, önemli ilim ve fikir adamlarıyla tanışmış ve yaşı çok genç olmasına rağmen girişkenliği ve sosyal yönünün gelişmiş olmasından dolayı önemli şahsiyetlerle dostluklar kurmuştu. Ezher ulemasından bir hayli arkadaş edinen Şehid İmam Hasan el- Benna İslam’ın kitlelere yeniden anlatılması gerektiği kanaatine sahip olmuş ve aynen İslam’ın ilk döneminde olduğu gibi bu dinin ferd bazında insanlara tebliğ edilmesinin zaruretini görmüştü. Bunun için de altı arkadaşı ile birlikte İsmailiyye’de “Müslüman Kardeşler Cemiyeti” adı altında bir sivil toplum kuruluşu oluşturmuştu. Bu kuruluş bir yandan İstanbul’da yaşayan Halifenin görevine son verilerek Hilafetin askıya alınması üzerine tekrar yeniden ümmetin başı Hilafet makamının ihyası için çalışmalar yaparken diğer yandan İngiliz işgaline karşı mücadele veriyor bir diğer yandan da İslam’ı her yerde insanlara tebliğ etmek için çalışıyordu.

İslam’a daveti kahvehanelerden evlere, ilim Meclislerinden kişilere kadar her yerde yaymaya çalışan Hasan el-Benna her türlü zorluğa karşı direnebilen bir kişiliğe sahip olduğu gibi Müslüman Kardeşler Cemiyeti mensubu olan herkesi de bu zorluklara ve sıkıntılara karşı sabredebilen kişiler olmaya davet ederken her türlü zorluğu göğüsleyebilecek özelliklerde olmalarını istiyor ve şöyle diyordu: “Davet yolu çiçekler ve güllerle süslü bir yol değildir. Bu yol dikenlerle kaplı, şehid kanlarıyla sulanan, sağdan ve soldan tağut ve zalimlerin saldırılarının her an gelebileceği bir yoldur. Bu sıkıntılara katlanabilenler bizimle gelsin.” İslam davasına gönül veren ve bütün sıkıntılara göğüs geren bu ilk nesil gerçekten bedel ödedi. Gerek İngiliz işgali döneminde gerek Kral Faruk ve gerekse zalim diktatör Cemal Abdunnasır zamanında büyük sıkıntılar yaşayan İhvan-ı Müslimîn Cemaati bu sabırla bu güne kadar yaklaşık yüz yıldan beri mücadelesini sürdürebilmiştir.

Bu cemaatin imamı Şehid el-Benna son derece itidal ile hareket eden, herkesi kucaklamasını bilen bir dava ve davet adamıydı. Hasan el-Benna İslam’ın değişmez ve vazgeçilmez nasslarına bağlı bir dava adamı olarak ahlâk ve ibadetin en mükemmel şekilde yaşanması için cemaatinin fertlerine telkinatta bulunuyor ve onları bu ilkelerle yetiştiriyordu. İslam Medeniyetinin İslam’ın temel kaynakları olan Kur’an ve Sünnet temeli üzerinde yükselmesi onun vazgeçilmez ilkesiydi. Davetin sürekli olarak günün şartlarına zaman ve mekâna göre her zaman değişim gösterebilmesi gerektiğini söylerdi. Daima orta yolu izler, her konuda mutedil herkese karşı eşit mesafede, düşmanına bile insaflı olmayı ilke kabul eden bir kişi idi. Konuşurken herkesin anlayabileceği bir üslûbu tercih eder, hitapta bu üslûbun daha etkili olduğunu bildiği için kalpleri bu yöntemle kazanırdı. Eğer hitap ederken kalbin derinliklerinden kelimeler çıkartılır, samimi bir yaklaşım sergilenirse karşıdaki şahıs mutlaka etkilenir. İmam el-Benna’nın üslubu bu idi. Davetini sürdürürken hanımı, çocukları, evi, cemiyet merkezi, İslamî mücadelesi, daveti ve genel olarak İslamî hizmetleri arasında tam bir denge kurar hiç birini ihmal etmemeye çalışırdı. Gerektiğinde Filistin’deki Siyonist işgal kuvvetlerine karşı mücadele için ordu hazırlarken çocuğuna ayakkabı satın almak için vakit ayırırdı. Bütün bunları gerçekleştirebilmenin sırrı onun üstün idari meziyetleri ve vakti iyi kullanmasıydı. Çok yönlü bir şahsiyet olarak davetçiliğinin yanı sıra o bir mücahid, bir eğitimci, bir araştırmacı, bir hatip, bir siyaset adamı, bir davet fakîhi, bir yönetici ve aynı zamanda bir gazeteci idi. Bunun için samimi olan bütün vatandaşların gönlünde taht kurmuş bütün Müslümanların sevgisini kazanmıştı. O, başta Mısır ve Filistin olmak üzere bütün İslam dünyasının özgürlüğüne kavuşması için büyük gayret içinde idi. Kendisi ileri düzeyde bir akademisyen olmadığı halde bir çok Ezher âlimi, bir çok mütefekkir, bir çok ilim adamı onu rehber ve önder olarak kabul etmiş ve onun kurduğu Müslüman Kardeşler Cemiyetine bağlanmışlardı. Onun cemaat ve cemiyetçiliği Mısır içinden ve dışından birçok dost kazanmasına neden olmuştu. Herkese karşı müsamahakâr, sevgi dolu ve saygılı olduğu için Mısır’da kıptîler dahil onu sevmeyen yoktu.

Şehid imam Hasan el-Benna’nın gerçekten 20. yüzyılın müceddidlerinden birisi olduğu müşahede edilmektedir. İslam dünyasının birçok ülkesinden izleyenleri vardır. Onunla aynı dönemi paylaşan onun rehberliğinde Mısır’da Müslüman Kardeşler Cemiyetine bağlanan, 1949 yılı öncesinde Kahire’de bulunanlardan geriye çok kimse kalmamış gibidir. Ama buna rağmen bu dönemi gören asrın şahidlerinden Ürdün’ün eski Vakıflar Bakanı Prof. Dr. Abdülaziz el-Hayyat, Halen Kuveyt’te yaşayan Prof. Dr. Tevfik el-Vâî ve 1948 Filistin savaşında el-Benna’nın kurduğu mücahidler ordusunda yer alan Kâmil eş-Şerif gibi şahsiyetler ondan ve onun samimiyetinden hatıralar nakletmektedirler.

Bir ekol gibi olan bu abide şahsiyet tam bir ahlak numunesi idi. Onu bizzat gören ve onunla çalışan birçok ilim adamının günümüze ve bizlere naklettikleri el-Benna’nın gerçekten sevilmemesi mümkün olmayan bir şahsiyet olduğu müşahede edilmektedir. Özellikle Filistin’in o günlerde İngilizler tarafından işgal edilmesi ve buraya Yahudilerin yavaş yavaş yerleştirilmesi sürecini 1922 yılından beri izlemekte olan İmam el-Benna’nın 1948 yılında patlak veren savaşa büyük katkıları olmuştu. İmam’ın bizzat kurduğu mücahidler ordusunun tam bir milis kuvvet olarak görev yapması ve tam düzenli bir ordu gibi savaşması Yahudilere büyük zayiatlar verdirmiş, hatta İngiliz ordusunun bile İhvan ordusu karşısında yer yer yenilgiye uğramasına yol açmıştı. Ama hile ve desiselerle bu ordu cepheden uzaklaştırılmış ve sonunda tamamen devre dışı kalmıştı. Sömürgeci İngilizler Kral Faruk yönetimine yaptıkları baskılar sonunda İhvan ordusu Filistin’de istediği gibi cihada katılamamıştı. Bu son durumları yukarıda adını kaydettiğimiz Kâmil eş-Şerif ile görüşen Hasan el-Benna Filistinlilerin kötü durumda olduklarını öğrenmesi üzerine Kamil eş-Şerif’e telefonda şöyle demişti: “Yakında Allah nasip ederse elli bin kişilik bir ordu ile Filistin’e geliyorum.” Bu sözler onun şehid edilmesine yol açmıştı. Bu telefon görüşmesinden bir hafta sonra İmam Hasan el-Benna şehid edilmişti. Olayı anlatan asrın şahidlerinden Kamil eş-Şerif Filistin’de ihvanın cihad hareketini durdurmak için Yahudilerin ve İngilizlerin Kral Faruk yönetimi ile yaptıkları işbirliği sonucunda imam Hasam el-Benna’nın şehid edildiğini yazmış ve anlatmıştır.

Şehid İmam’ın Filistin’e verdiği gönül ve ortaya koyduğu mücadele tarzı ve anlayışı ihvanın programında hiç kesintiye uğramadan bu güne kadar devam etmiştir. Hamas’ın şahsında ortaya çıkan mücadele ve cihad azmi Mısır’ın eski bir vilayeti olan Gazze’de kendini göstermiş ve Ahmed Yasin ile Rantisi’nin şehadetiyle bir ihvan hareketi devamı olarak devam etmiştir. İhvan hareketi cihad prensibi üzerinde bina edilmiş İslam akidesinin gereği olarak bu anlayışını günümüze kadar akıllı ve yerinde bir strateji izleyerek sürdürmüştür. Filistin davası İslam davasının önemli bir parçası olarak ihvanın hareketinde ve Hasan el-Benna’nın mücadele programında yer almıştır. Filistin’e yardım maksadıyla İhvan Cemaati içinde o gün “Filistine Yardım Birimi” adıyla 1936 Mart ayında kurulan bir birim günümüze kadar faaliyetlerini devam ettirmiştir.

İmam Hasan el-Benna’nın her adımını atışında mutlaka geçerli olan tek referans ve ölçünün İslamî hükümler idi. O son derece mütevazı yaşayışı, kanaatkârlığı, ihtiyacını hiç kimseye açmaması, 1946 yılında görevinden ayrılmasından sonra bir hayli maddi sıkıntılar yaşamasına rağmen kimsenin bundan haberdar olmaması onun üstün izzet-i nefis ve afifliğinden kaynaklanıyordu. Kanaatkârlığın büyük bir zenginlik olduğunu kardeşlerine yaşayarak anlatmıştı.

İmam el-Benna’nın İslam davasına hizmet konusunda büyük bir azim sahibi olduğunu herkes bilir. İslamî mücadelesini muhalifleriyle çatışarak değil, gerçekleri görerek sürdürmeyi tercih ederdi. Müslüman olmayanlara karşı olan şefkatli yaklaşımı birçok Kıpti Hıristiyan’ın İslam’a girmesine sebep olmuştu. Konuştuğu her şahıs İmam’ın en çok kendisini sevdiğini hissederdi. Çünkü herkese aynı sevgi ve saygı düzeyi ile yaklaşır herkese Müslümanca bir tavırla hitap ederdi. Son derece mükemmel bir ahlaka sahip olan İmam’ın bu kadar mücadele ve savaş yıllarının getirdiği musibet ve sıkıntılar içinde arkadaşlarıyla oturup sohbet ederken veya yemek yerken Mısırlı bir şahsiyetin en latif örneğiyle nazik nükteler yaptığını ve zaman zaman arkadaşlarını nükte ve fıkralar anlatarak neşelendirdiği bilinmektedir. Onun letafet ve zerafetini bunu dost ve arkadaşları her ortamda dile getirmektedirler. Takvası ve hatta kerametlerinden bahsedilerek gerçekten Allah’ın kendisine lütufta bulunduğunu bizzat müşahade ettikleri olaylarla dile getirilmektedir.

Onunla yaşayanlar bu ulvi şahsiyetin farklı meziyetlere sahip olduğunu bizzat gözleriyle görenler onun Rabbanî bir kişiliği olduğunu anlatıyorlar. Verdiği sözü ve verdiği randevü ve buluşma zamanını bir defa bile ihlal etmediğine şehadet ediyorlar. Doğruluğu sadakati, samimiyeti, ibadete olan düşkünlüğü, Allah korkusu, ameldeki ihlası, sade yaşayışı, afifliği, yöneticilikteki ustalığı, herkesi sevmesi, herkesi memnun etmesi, eğitime verdiği önemi ve bu konudaki azmi, bitmez tükenmez gayreti onun bilinen özellikleri idi.

Sürekli Kur’an okuması, sabah ve yatsı vakitlerinde farz namazın dışında bol bol sünnet ve nafile namaz kılması, teravih namazını sekiz rek’at olarak fakat hatimle kılması, gece namazını asla ihmal etmemesi, Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutması, eline geçtikçe sadaka vermesi, sıkıntılı ve muhtaç kimselerin sıkıntılarını giderip ihtiyaçlarını karşılamaya çalışması hep anlatılan yazılan hatıralardır.

Diktatörlük ve firavunî rejimin zalimce ve insafsızca baskılarına, zindan ve idamlarına rağmen yirminci yüzyılda İslam dünyasının en köklü bir cemaatini kurup bunca zulme karşı direnerek bugüne kadar bir çok ülkede milyonlarca mensubu ile canlı bir şekilde yaşamasında onun samimi nefesinin etkisi vardır. Mısırd başlayıp Suriye, Irak, Malezya’den Fas ve Cezayire kadar yaygın olan bu yapının mensupları ve temsilcilerinin bulunması da ayrı bir gerçektir.

Prof. Dr. Ahmet AĞIRAKÇA

MİRATHABER.COM -YOUTUBE-

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

QOSHE - Hasan el- Benna Ve Müslüman Kardeşler   - Ahmet Ağırakça
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hasan el- Benna Ve Müslüman Kardeşler  

13 0
03.03.2024

Mısır’ın Mahmudiye kasabasında 1906 yılında dünyaya gelen Şehid İmam Hasan el- Benna alimler yetiştiren bir aile içinde büyümüştü. Babası Ahmed Abdurrahman el-Benna Hadis alanında son dönemde yetişen ileri gelen alimlerden birisi idi. Hasan el-Benna ilimden söz edilen ve herkesin ilim ile uğraştığı bir ortamda büyümüştü. Bunun yanısıra takva ve ibadetin en çok yaygın olduğu bir aile içinde yetişmiş olması da onun ilim ve takva sahibi olmasında büyük bir rol oynamıştır.

İmam’ın, ilk, orta ve lise öğrenimini sürdürdüğü yıllarda arkadaşlarıyla birlikte hep ahlaktan ve İslam’ın genel prensiplerini dile getirip bunları yaygınlaştırmaktan başka bir uğraşı alanı olmamıştı. Adab ve Ahlak Cemiyeti ile Haramlardan kaçınma cemiyeti gibi sivil toplum kuruluşlarının oluşmasında önayak olmuş ve bu konularla ilk günden beri ilgilenmişti. 14 yaşından önce hafız olmuş ve bu yıllarda Mısır’ın İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine arkadaşlarıyla birlikte işgal kuvvetlerine karşı mücadeleye girişmişti. Üniversite öğrenimi için geldiği Kahire’de yeni bir bakış açısı kazanmış, önemli ilim ve fikir adamlarıyla tanışmış ve yaşı çok genç olmasına rağmen girişkenliği ve sosyal yönünün gelişmiş olmasından dolayı önemli şahsiyetlerle dostluklar kurmuştu. Ezher ulemasından bir hayli arkadaş edinen Şehid İmam Hasan el- Benna İslam’ın kitlelere yeniden anlatılması gerektiği kanaatine sahip olmuş ve aynen İslam’ın ilk döneminde olduğu gibi bu dinin ferd bazında insanlara tebliğ edilmesinin zaruretini görmüştü. Bunun için de altı arkadaşı ile birlikte İsmailiyye’de “Müslüman Kardeşler Cemiyeti” adı altında bir sivil toplum kuruluşu oluşturmuştu. Bu kuruluş bir yandan İstanbul’da yaşayan Halifenin görevine son verilerek Hilafetin askıya alınması üzerine tekrar yeniden ümmetin başı Hilafet makamının ihyası için çalışmalar yaparken diğer yandan İngiliz işgaline karşı mücadele veriyor bir diğer yandan da İslam’ı her yerde insanlara tebliğ etmek için çalışıyordu.

İslam’a daveti kahvehanelerden evlere, ilim Meclislerinden kişilere kadar her yerde yaymaya çalışan Hasan el-Benna her türlü zorluğa karşı direnebilen bir kişiliğe sahip olduğu gibi Müslüman Kardeşler Cemiyeti mensubu olan herkesi de bu zorluklara ve sıkıntılara karşı sabredebilen kişiler olmaya davet ederken her türlü zorluğu göğüsleyebilecek özelliklerde olmalarını istiyor ve şöyle diyordu: “Davet yolu çiçekler ve güllerle süslü bir yol değildir. Bu yol dikenlerle kaplı, şehid kanlarıyla sulanan, sağdan ve soldan tağut ve zalimlerin saldırılarının her an gelebileceği bir yoldur. Bu sıkıntılara katlanabilenler bizimle gelsin.” İslam davasına gönül veren ve bütün sıkıntılara göğüs geren bu ilk nesil gerçekten bedel ödedi. Gerek İngiliz işgali döneminde gerek Kral Faruk ve gerekse zalim diktatör Cemal Abdunnasır zamanında büyük sıkıntılar yaşayan İhvan-ı Müslimîn Cemaati bu sabırla bu güne kadar yaklaşık yüz yıldan beri mücadelesini sürdürebilmiştir.

Bu cemaatin imamı Şehid el-Benna son derece itidal ile hareket eden, herkesi kucaklamasını bilen bir dava ve davet adamıydı. Hasan el-Benna İslam’ın değişmez ve vazgeçilmez nasslarına bağlı bir dava adamı olarak ahlâk ve ibadetin en mükemmel şekilde yaşanması için cemaatinin fertlerine telkinatta bulunuyor ve onları bu ilkelerle yetiştiriyordu. İslam Medeniyetinin İslam’ın temel kaynakları olan Kur’an ve Sünnet temeli üzerinde yükselmesi onun vazgeçilmez ilkesiydi. Davetin sürekli olarak günün şartlarına zaman ve mekâna göre her zaman değişim gösterebilmesi gerektiğini söylerdi. Daima orta yolu izler, her konuda mutedil herkese karşı eşit mesafede, düşmanına bile insaflı olmayı ilke kabul eden bir kişi idi. Konuşurken herkesin anlayabileceği bir üslûbu tercih eder, hitapta bu üslûbun daha etkili olduğunu bildiği için kalpleri bu yöntemle........

© Mir'at Haber


Get it on Google Play