Günlük hayatımızda sıkça “Allah aşkına” der, fakat “Allah sevgisi” nden yeterince söz etmeyiz. Nedense aşk sözcüğünü çok beğenir, sevgiye o kadar da iltifat etmeyiz. Aşk nedir? Sevgi ile olan farkı nedir? Ki aşk üzerinde bu kadar önemle duruluyor. Lügatte aşk, “Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu”[1]; sevgi ise “İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu” [2] olarak tanımlanıyor. Bu tanımdan da anlaşılıyor ki sevgide normallik, aşk da ise aşırılık söz konusudur.

Bir benzetme ile söyleyecek olursak, “aşk” zirvedir, sevgi ise zirveye giden yolun başlangıcıdır. Bu nedenle bir işe sevgi ile değil de, aşk ile başlanıldığında, seyir yukarıya değil aşağıya doğru olur ve iniş başlar. Zira zirveden daha ilerisi yoktur. Sevgi öyle değil. Sevgi, zirveye çıkan yolunun başı olduğu için, daha da yukarıya çıkma potansiyeline sahip bulunuyor. Zamanla aşka dönüşme potansiyeline sahip olsa da, kontrol edildiğinde aşka dönüşmeyebiliyor. Bu nedenledir ki aşk evliliklerinde yıpranma, sevgi evliliklerine oranla daha fazla görülüyor.

Bir hatibin veya yazarın kullandığı kavramlar, nasıl ki onun düşünce dünyasını, arzu ve isteklerini gösterirse; Allah Tealâ’nın Kur’an’da kullandığı kavramların hem kendisi hem de ve sayısı, O’nun bu konudaki iradesini, arzusunu ve isteğini de gösterir. Zira kullanılan kelimenin hem kendisi hem de sayısı, o konuya verilen önemi ve değeri ifade eder. Bunu anlamak için sadece Muhammed Fuad Abdülbakî’nin “el Mu’cemu’l Müfehres li Elfazi’l Kur’an” ına bir göz atmak kafidir. Orda Kur’an’da en fazla kullanılan kelimenin “ Allah” lafzı olduğu görülecektir. Bunu diğer sözcükler takip eder.

Kur’an’da yüz civarında “sevgi” sözcüğü olduğu halde “aşk” kelimesi yoktur; dolayısıyla “Allah aşkı” ndan değil, “Allah sevgisi” nden söz eden ayetler vardır. “Deki ‘Allah’ı seviyorsanız, bana uyun, Allah da sizi sevsin”[3] ayeti buna bir örnektir. Bunun haricinde Allah sevgisini ifade eden ayetler arasında Allah’ın, muhsinleri,[4] tevbe edenleri,[5] temizlenenleri,[6] muttakileri,[7] sabredenleri[8], tevekkül edenleri,[9] adil olanları,[10]ve sözünde duranları,[11] sevdiğini anlatan ayetler, özellikle dikkat çeker.

Bunun yanında Allah’ın, zalimleri,[12] günahkarları,[13] kendilerini beğenenleri,[14] hainleri,[15] müfsitleri[16] ve aşırı gidenleri[17] sevmediği de anlatılır. Bu nedenle Allah’ın kuluna olan sevgisine “aşk” denilemeyeceği gibi, kulun Allah’a olan sevgisine de “aşk” denilemez. Allah “sevgi” demişse, artık onun adı sevgidir, aşk değildir. Sevgiye aşk demek, bir tanımlama hatasıdır, bu da kuzuya koyun demek kadar yanlıştır. Bir Müslüman, sevgi hiyerarşisinde Allah’ı ve Hz. Peygamber’i önceleyebilir, hatta öncelemelidir de. Ancak sevgideki öncelik ile sevgideki yoğunluğun birbirine karıştırılmaması da gerekir. Sevgide öncelik sıralaması olur, ama sevgiye, aşırı sevgi demek olan aşk isimi verilemez. Zira sevgi ayrı bir duyguyu, aşk ise başka bir duyguyu tanımlar.

Hadis kaynaklarında da Hz. Peygamber’in de Yüce Rabbi gibi, sadece sevgi kelimesini kullandığı ve aşktan söz etmediği görülüyor. Sadece hadis kitaplarımdan birinde bir sahabînin aşkından söz edildiği ve bu nedenle de namazlarında gevşeklik yaptığı naklediliyor.[18] Bu da aşkın o dönemde olumlu anlamda değil, olumsuz anlamda kullanıldığını gösteriyor. Kur’an’da Hz. Peygamber’e kendisini dinlemeyen akrabalarına, “Sizden yakınlığa sevgi duymanızdan başka bir karşılık istemiyorum”[19]; “Allah’ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin”[20] diye konuşması emrediliyor. Bu son ayetin Türkçe’ye “Allah’ını seversen” şeklinde yansıtıldığı da anlaşılıyor. Bu nedenle İslam’ın ilk dönemlerinde hiç kimsenin “Allah aşkı” ifadesini kullanmadığı, “Allah sevgisi” yerine “Allah aşkı” tabirini ilk defa Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî’ (ö.295/908”adında bir sufînin kullandığı naklediliyor[21]. Bu bilgiden hicrî üçüncü asra kadar kullanılmayan bu ifadenin, bu tarihten sonra kullanılmaya başlandığı ve yaygınlaştığı anlaşılıyor.

Hz. Peygamber’in, fıtratı gereği insanın aşırılıklara tevessül edeceğini bildiği için, “Sevdiğin kimseyi ölçülü sev; olur ki bir gün o, senin buğzettiğin / sevmediğin kimse oluverir. Buna mukabil, buğzettiğin kimseye de ölçülü buğzet; olur ki bir gün o, senin sevdiğin kimse oluverir”[22] dediğini öğreniyor ve bundan da onun Müslümanları sevgi konusunda aşırılığa kaçmamaları için uyarma ihtiyacı hissettiğini anlıyoruz. Çünkü o, getirdiği dinin, ifrat ve tefrite karşı olduğunu biliyor ve bunun gereğini yerine getiriyordu.

Zira tebliğ ve tebyin ettiği ilke ve kurallar arasında helal, temiz, doğru ve güzel ilkelerinin yanında “denge” ilkesinin de yer aldığını biliyordu. Nitekim getirdiği ve tebliğ ettiği ilkeler içinde Yüce Yaratıcı bizden, yakınlarımıza, düşkünlere, yolda kalmışlara yardım etmemizi, fakat bu verişlerde bizi yoksul bırakacak kadar aşırılığa kaçmamamızı, tutumlu olacağız diye de cimrilik etmememizi[23], ikisini dengeleyen bir davranışta bulunmamızı;[24] “küçük dağları ben yarattım” havası içinde böbürlenerek, kibirlenerek yürümememizi,[25] namazda ses tonumuzu yükseltmememizi, çok da kısarak okumamamızı, ikisi ortası bir yol takip etmemizi;[26] yememizde ve içmemizde aşırılığa kaçmamamızı,[27] kainatta bir düzenin ve dengenin bulunduğunu, dolayısıyla bu dengeyi bozmamamızı,[28] ve bu bozulmaya da sebep olmamamızı istiyordu.[29] Bu nedenledir ki Hz. Peygamber, dinî konularda aşırı tutum ve davranışlarda bulunan bazı sahabîleri uyarma ihtiyacı hissetmiştir. Şu örnek, bunu en güzel bir şekilde açıklar:

Bir gün kıyamet alametlerinden söz eden Hz. Peygamber, bir grup sahabîyi derinden etkilemiş ve bu grup Osman b. Maz’ûn’unevinde top­lanarak sürekli oruç tutmaya, geceleri namaz kılmaya, yatakta yatmamaya, et ve yağ yememeye, kadınlara yaklaşmamaya yün elbise giymemeye, dünyayı terk etmeye, yeryüzünü gezip dolaş­maya ve bu konularda birbirlerini kontrol edip eksikliklerini ha­tırlatmaya karar vermişlerdir. Hz. Peygamber bu olayı ha­ber alınca, hemen Osman b. Maz’ûn’unevine gitmiş ve onlara:

“Ben bununla emr olunmadım. Nefsinizin sizin üzerinizde hakkı vardır. Bazen oruç tutun, bazen tutmayın. Gecenin bir kıs­mında ibâdet edin, bir kısmında da uyuyun. Ben geceleri bazen kalkar, namaz kılarım, bazen de yatar uyurum. Bazen oruç tutar bazen de tutmam. Et ve yağ yerim. Kim benim sünnetimden ayrılırsa benden değildir.” der. Daha sonra adeti üzere mescide gi­derek hutbeye çıkar ve şunları söyler:

“Bazılarınıza ne oluyor ki, kendilerine kadınları, yiyecekleri, helal nimetleri, uykuyu ve dünyanın meşru zevklerini haram kılıyorlar. Dikkat ediniz ben size Hıristiyanların keşiş ve ruhbanları gibi olmanızı kesinlikle emretmedim. Bizim dinimizde et yememek, kadınları terk etmek, Hıristiyanların yaptıkları gibi devamlı ibâdet edilecek özel yer­ler kullanmak yoktur. Ümmetimin inzivası oruç, ruhbâniyyeti ise cihaddır. Allah’a ibâdet ediniz ve O’na hiçbir şeyi ortak koşma­yınız. Haccediniz ve umre yapınız. Namazınızı kılınız ve zekâtı­nızı veriniz. Ramazan orucunuzu tutunuz. Sizden önce çok aşırı gidenler, helak oldular. Siz kendinize sahip olunuz”. Daha sonra da “Ey îmân edenler, Allah’ın size helâl kıldığı şeyleri kendini­ze haram kılmayın, aşırı gitmeyin. Çünkü Allah, aşırı gidenleri sevmez”[30] buyurur.

Abdullah b. Amr b. As ise askerî bir kimliğe sahip olan ba­basının tam aksine gece ve gündüz bütün vakitlerini ibâdetle ge­çiren bir sahabîdir. Sırf bu yüzden babası Onu Kureyşli bir kız­la evlendirmişti. Fakat Abdullah ibadetlerinden vakit ayırıp da eşiyle ilgilenmemişti. Konuya muttali olan Hz. Peygamber O’na:

“Ben hem oruç tutarım hem de tutmam. Geceleri hem namaz kılar hem de uyurum. Hanımlarımla bir arada bulu­nurum. Benim sünnetim budur. Benim sünnetimden ayrılan ben­den değildir” diyerek şöyle devam eder:

“Her âbidin ibâdet için coşkulu anları ve dönemleri mevcuttur. Fakat bu dönemi bir du­raklama takip eder. O zaman insan, ya sünnete doğru gider ya da bid’ate doğru gider. Sünnete giden hidayete gitmiş, başka yo­la giden de helak olmuş demektir.”[31]

Bu iki örnekte de görüldüğü gibi dengesiz dinî bir hayat karşısında Hz. Peygamber’in tavrı gayet açık ve nettir. O insan bütünlüğünden yanadır ve dengenin tarafındadır. Bu se­beple de aşırı davrananları uyarmakta ve yermektedir. Hiç şüp­hesiz bu ilke, Kur’an’ın ana ilkesidir. Böylece hem Kur’an, hem de Hz. Peygamber, fert ve toplum hayatında dengeyi koruma­ya çalışmış ve aşırılıklara kapıyı açık bırakmamış, dinî hayatımızda ifrat ve tefrite kaçan davranışları yasaklamıştır.

İfrat; söz ve işte haddi aşmak, aşırı gitmek anlamlarına gelir. Bu kelime ile ilgili olarak kullanılan ve aynı kökten gelen bir diğer kelime de, tefrittir. İfrat ve tefrit, bir birine zıt olan iki aşırı uç demektir. Söz ve fiillerinde ileri giden, haddi aşan kişiler için kullanılan bir ta­birdir. İfrat, öne geçmede çok ileri gitmek, tefrit ise, çabuklukta çok geri kalmak anlamına gelmektedir

Hz. Peygamber, muhtelif sözlerinde bu konuyu şöyle açıklamaktadır: “Vü­cudunun sende hakkı vardır”[32], “Gözünün sende hakkı var­dır”[33], “Nefsinin sende hakkı vardır” [34], “Hanımının sende hakkı vardır”[35], “Çocuğun sende hakkı var­dır” ,[36] “Ailenin sen­de hakkı vardır”[37], “Arkadaşının sende hakkı vardır”[38], “Misafirin sende hakkı vardır”[39] ve “Rabbinin sende hakkı vardır ve her hak sahibine hakkını ver”[40]

Hiç şüphesiz bu hadisler, bir Müs­lümanın günlük yaşayışında nasıl davranacağını ve dengeleri nasıl koruyacağını bize hatırlatmaktadır. Bu hak ve görevlerden bazılarına değer verip bazılarına değer vermemek, bazılarının lehine bu dengeyi bozmak İslâm’ın genel prensiplerine aykırıdır. Müslüman, her şeyden önce dengeleri korumak ve gözetmek zorunda olan kimsedir. Bu nedenle Müslüman, “aşk” kelimesinin büyüsüne kapılarak sevgide de aşırılığa gitmemelidir.

Her konuda aşırılığa karşı olan İslam, sevgi konusunda da aşırılığa karşıdır. Çünkü aşırılık bir saat sarkacı gibi insanı, bir uçtan diğer uça savurur. “Aşkın gözü kördür” sözü, her halde boşuna söylenmemiştir. Bu nedenle her konuda olduğu gibi aşk konusunda ölçümüz, Kur’an ilkeleri olmalı, yoksa şahıs sözleri değil. Kur’an ilkelerini ve Hz. Peygamber’in uygulamalarını bir kenara bırakarak, şahıs görüşlerini dinî anlayışımızın ve hayatımızın temeline yerleştirmek, doğru bir anlama yöntemi olamaz. Hz. Peygamber’in ifadesiyle dinin temelinde aşk değil, sevgi bulunur : “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız”[41] sözü, bunu ifade eder. Bu nedenle hem dinî hem de sosyal hayatımızda sevgi, ana ilkelerimizden biri olmalıdır.

Prof. Dr. Celal KIRCA

YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

MİRATHABER.COM – YOUTUBE

[1] TDK, Türkçe Sözlük, Ankara,2005,s.138.

[2] TDK, Türkçe Sözlük, s.1742.

[3] Al-i İmran,3/31

[4] Bakara,2/195

[5] Bakara,2/222

[6] Bakara,2/222

[7] Al-i İmran,3/76

[8] Al-i İmran,3/146

[9] Al-i İmran,3/159, Maide,5/142

[10] Maide,5/42

[11] Tevbe,9/7

[12] Nisa,4/140

[13] Bakara,2/276

[14] Nisa,4/36.

[15] Nisa,4/107.

[16] Maide,5/64

[17] Maide,5/87

[18] Ahmet b. Hanbel, Müsnet , İstanbul,1982,5/164

[19] Şûrâ,42/23

[20] Al-i İmran,3/31

[21] Mustafa Kara, Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî, TDVİA, İstanbul,1994,10/ 329

[22] Tirmizî, Bir, 60, (H.N.1997)

[23] İsra,17/26-30.

[24] Furkân,25/67.

[25] İsra,17/37.

[26] İsra,17/110.

[27] A’raf,7/31

[28] Rahman,55/5-9.

[29] Rûm.30/41.

[30] Vâhidî, Esbabu’n-Nüzûl, Kahire 1968, 137-138.

[31] Komisyon, Sahabiler Ansiklopedisi, Tercüman Gazetesi, İst. 1989, 16.

[32] Buharî, Savm, 55.

[33] Buharî, Savm, 55.

[34] Buharî, Savm, 51.

[35] Buharî, Savm, 54.

[36] Müslim, Savm, 183.

[37] Buharî, Savm, 51.

[38] Nesaî, Savm, 76.

[39] Buharî, Savm, 54.

[40] Buharî, Savm, 54.

[41] Müslim, İmân, 93.

QOSHE - DOĞRUSU HANGİSİ: “ALLAH AŞKI” MI “ALLAH SEVGİSİ” Mİ? - Prof. Dr. Celal Kırca
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

DOĞRUSU HANGİSİ: “ALLAH AŞKI” MI “ALLAH SEVGİSİ” Mİ?

15 18
13.04.2024

Günlük hayatımızda sıkça “Allah aşkına” der, fakat “Allah sevgisi” nden yeterince söz etmeyiz. Nedense aşk sözcüğünü çok beğenir, sevgiye o kadar da iltifat etmeyiz. Aşk nedir? Sevgi ile olan farkı nedir? Ki aşk üzerinde bu kadar önemle duruluyor. Lügatte aşk, “Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu”[1]; sevgi ise “İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu” [2] olarak tanımlanıyor. Bu tanımdan da anlaşılıyor ki sevgide normallik, aşk da ise aşırılık söz konusudur.

Bir benzetme ile söyleyecek olursak, “aşk” zirvedir, sevgi ise zirveye giden yolun başlangıcıdır. Bu nedenle bir işe sevgi ile değil de, aşk ile başlanıldığında, seyir yukarıya değil aşağıya doğru olur ve iniş başlar. Zira zirveden daha ilerisi yoktur. Sevgi öyle değil. Sevgi, zirveye çıkan yolunun başı olduğu için, daha da yukarıya çıkma potansiyeline sahip bulunuyor. Zamanla aşka dönüşme potansiyeline sahip olsa da, kontrol edildiğinde aşka dönüşmeyebiliyor. Bu nedenledir ki aşk evliliklerinde yıpranma, sevgi evliliklerine oranla daha fazla görülüyor.

Bir hatibin veya yazarın kullandığı kavramlar, nasıl ki onun düşünce dünyasını, arzu ve isteklerini gösterirse; Allah Tealâ’nın Kur’an’da kullandığı kavramların hem kendisi hem de ve sayısı, O’nun bu konudaki iradesini, arzusunu ve isteğini de gösterir. Zira kullanılan kelimenin hem kendisi hem de sayısı, o konuya verilen önemi ve değeri ifade eder. Bunu anlamak için sadece Muhammed Fuad Abdülbakî’nin “el Mu’cemu’l Müfehres li Elfazi’l Kur’an” ına bir göz atmak kafidir. Orda Kur’an’da en fazla kullanılan kelimenin “ Allah” lafzı olduğu görülecektir. Bunu diğer sözcükler takip eder.

Kur’an’da yüz civarında “sevgi” sözcüğü olduğu halde “aşk” kelimesi yoktur; dolayısıyla “Allah aşkı” ndan değil, “Allah sevgisi” nden söz eden ayetler vardır. “Deki ‘Allah’ı seviyorsanız, bana uyun, Allah da sizi sevsin”[3] ayeti buna bir örnektir. Bunun haricinde Allah sevgisini ifade eden ayetler arasında Allah’ın, muhsinleri,[4] tevbe edenleri,[5] temizlenenleri,[6] muttakileri,[7] sabredenleri[8], tevekkül edenleri,[9] adil olanları,[10]ve sözünde duranları,[11] sevdiğini anlatan ayetler, özellikle dikkat çeker.

Bunun yanında Allah’ın, zalimleri,[12] günahkarları,[13] kendilerini beğenenleri,[14] hainleri,[15] müfsitleri[16] ve aşırı gidenleri[17] sevmediği de anlatılır. Bu nedenle Allah’ın kuluna olan sevgisine “aşk” denilemeyeceği gibi, kulun Allah’a olan sevgisine de “aşk” denilemez. Allah “sevgi” demişse, artık onun adı sevgidir, aşk değildir. Sevgiye aşk demek, bir tanımlama hatasıdır, bu da kuzuya koyun demek kadar yanlıştır. Bir Müslüman, sevgi hiyerarşisinde Allah’ı ve Hz. Peygamber’i önceleyebilir, hatta öncelemelidir de. Ancak sevgideki öncelik ile sevgideki yoğunluğun birbirine karıştırılmaması da gerekir. Sevgide öncelik sıralaması olur, ama sevgiye, aşırı sevgi demek olan aşk isimi verilemez. Zira sevgi ayrı bir duyguyu, aşk ise başka bir duyguyu tanımlar.

Hadis kaynaklarında da Hz. Peygamber’in de Yüce Rabbi gibi, sadece sevgi kelimesini kullandığı ve aşktan söz etmediği görülüyor. Sadece hadis kitaplarımdan birinde bir sahabînin aşkından söz edildiği ve bu nedenle de namazlarında gevşeklik yaptığı naklediliyor.[18] Bu da aşkın o dönemde olumlu anlamda değil, olumsuz anlamda kullanıldığını gösteriyor. Kur’an’da Hz. Peygamber’e kendisini dinlemeyen akrabalarına, “Sizden yakınlığa sevgi duymanızdan başka bir karşılık istemiyorum”[19]; “Allah’ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin”[20] diye konuşması emrediliyor. Bu son ayetin Türkçe’ye “Allah’ını seversen” şeklinde yansıtıldığı da anlaşılıyor. Bu nedenle İslam’ın ilk dönemlerinde hiç kimsenin “Allah aşkı” ifadesini kullanmadığı, “Allah sevgisi” yerine “Allah aşkı” tabirini ilk defa Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî’ (ö.295/908”adında bir sufînin kullandığı naklediliyor[21]. Bu bilgiden hicrî üçüncü asra kadar kullanılmayan bu ifadenin, bu tarihten sonra kullanılmaya başlandığı ve yaygınlaştığı anlaşılıyor.

Hz. Peygamber’in, fıtratı gereği insanın aşırılıklara tevessül........

© Mir'at Haber


Get it on Google Play