İnsanoğlu, dünyaya geldiği andan itibaren belli bir değer sistemine uygun yaşama zorundadır. Bunun sebebi, hayatını manalandıran ve kendisine kıymet veren duygu ve düşüncenin sahibi olarak yaşamasının, ona özel bir nitelik sağlamasındandır. Bir diğer ifade ile insan; sahip olduğu değerleriyle kıymet gören bir varlıktır.

İnsanın hakikat arayışı:

İnsan, dünya hayatında çeşitli iş ve faaliyetlerini yürütmek, geçimini temin etmek ve cinsi ihtiyaçlarını karşılamak ihtiyacı içerisindedir. Ama, bunların da üzerinde kendine hedef olarak aldığı bazı yaşama idealleri ve gayelere sahip olmak ihtiyacı içindedir. Bu ihtiyaç, diğerlerinden farklı, onun insan yapan ve insana ait yüce amaçları karşılamayı gerekli hale getirme duygusudur. İşte hakikat arayışı, insanı diğer varlıklardan ayıran ve ona yüceliğini veren bir özelliğidir. İslam dininde, insanın Allahın halifesi olması, yeryüzünü imar etmesi gibi terimler, insanın bu manevi özelliğinin, onun en önemli tarafı olan “sosyal ve ahlaki rolü” sebebiyledir.

Buna karşılık, manevi özelliğin yok olmasının; insanı sıradan bir varlık haline getirdiğini ve sosyal rolünü oynayamayacak durumlara düşürdüğünü de belirtmek gerekiyor. İlahi dinler, peygamberler vasıtasıyla insanın bu önemli misyonunu hatırlatma ve onlara ideal bir hayatın çerçevesini ortaya koyma konusunda insanı ikaz etmeye ve görevlerini sürekli hatırlatmaya çalışmışlardır. Ama, insan; basit zevk ve beklentileri ile, değerler sisteminden kısmen ve tamamen uzaklaşmak suretiyle, hakikatı arama ve yerine getirme görevinden sapmayı bir türlü önleyememiş, hayat imtihanını kaybetmiştir.

Aslında ilahi dinler, felsefe ve siyaset alanındaki menfaat ve statü elde etmenin ötesinde, bu hakikat arayışını ön plana alarak, ideal ahlakı, toplumlarda en yüce değer olarak gerçekleştirmeyi amaçlamışlardır. Böylece, sosyal sistemi güçlü hale getirerek, haksızlık ve zulmün önlenmesini sağlayabilmişlerdir. Çünkü, insanın doğruya ve iyiye yönelmesi, ancak ahlaki değerler sistemi ile gerçekleşmektedir.

İnsanın kendini aldatması:

Hayat içinde doğru ve yanlışın bilinmesine karşılık, insanın nefsi ve aşırı dünyevi beklentilerini karşılamak uğruna, kendini aldatması hadisesi ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bu durum, Kur’anda “nifak” terimi ile açıklanmaktadır. Ahlaki ve hukuki kuralları, bazı dünyevi zevk, makam ve ihtiraslar karşısında ihlal eden, kendine göre kılıflar bularak, doğru yoldan ayrılan ve “değerlerini menfaatlerine alet eden” çok sayıda insan ile karşı karşıya kalmaktayız.

Çeşitli ahlaki, siyasi ve iktisadi menfaat ve hedefler için, değerlerini kısmen veya tamamen terkeden; fakat, bunları bazı iyilik ve faydalar için yaptığını söyleyen, çok sayıda insan ile karşılaşılmaktadır. Bu kişiler, değerlere uymak yerine; değerleri kendi istek ve arzularına uydurarak, kendilerine ait bir değer anlayışı ortaya koyarlar. Böylece, “nifak” dediğimiz olayı gerçekleştirerek, “sözleriyle davranışları arasında bir kopukluğa” yol açarlar.

Bu durum, özellikle kendini Müslüman kabul eden kişiler için geçerli bir olaydır. Çünkü bu kavram, İslam literatüründe, gerçekten Müslüman olmayan fakat, Müslüman gibi görünen kişiler için kullanılmaktadır. Bu kişiler, çeşitli siyasi, ahlaki ve sosyal hedefleri için, İslami değer sistemleri yerine, kendi arzu ve siyasi hedeflerini ön plana almış; fakat, topluma karşı dindar ve ahlaklı görünme yolunu takip etmişlerdir.

Günümüzde özellikle siyasi ve iktisadi alanda, ortaya çıkan “iki yüzlülük” kavramı, Kur’andaki “münafık” kelimesine karşılık gelmektedir. Ayrıca, tarihi olarak biliyoruz ki, münafıklar; İslam toplumu içinde ortaya çıkmış ve varlıklarıyla toplumda huzur, adalet ve merhamet değerlerini tersyüz etmişlerdir. Dün olduğu gibi bugün de, değerlerden uzaklaşma hadisesi, “kişinin söylediği ile yaptığının farklı olması” ile ortaya çıkmaktadır. Fakat, nifak içinde olan kişi; buna mazeret ve sebepler arayarak, yolunun yanlışlığını gizlemek istemektedir. Basiret sahibi olan kişi, hiçbir zaman bu tür saptırma ve mazeretlere inanmamak durumunda olup, tavrını “ilahi ve sosyal ölçüler”e göre belirlemek durumundadır.

Prof. Dr. Sami Şener

QOSHE - Değerlerden Kopmak ve Yalana Teslim Olmak - Prof. Dr. Sami Şener
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Değerlerden Kopmak ve Yalana Teslim Olmak

3 7
27.11.2023

İnsanoğlu, dünyaya geldiği andan itibaren belli bir değer sistemine uygun yaşama zorundadır. Bunun sebebi, hayatını manalandıran ve kendisine kıymet veren duygu ve düşüncenin sahibi olarak yaşamasının, ona özel bir nitelik sağlamasındandır. Bir diğer ifade ile insan; sahip olduğu değerleriyle kıymet gören bir varlıktır.

İnsanın hakikat arayışı:

İnsan, dünya hayatında çeşitli iş ve faaliyetlerini yürütmek, geçimini temin etmek ve cinsi ihtiyaçlarını karşılamak ihtiyacı içerisindedir. Ama, bunların da üzerinde kendine hedef olarak aldığı bazı yaşama idealleri ve gayelere sahip olmak ihtiyacı içindedir. Bu ihtiyaç, diğerlerinden farklı, onun insan yapan ve insana ait yüce amaçları karşılamayı gerekli hale getirme duygusudur. İşte hakikat arayışı, insanı diğer varlıklardan ayıran ve ona yüceliğini veren bir özelliğidir. İslam dininde, insanın Allahın halifesi olması, yeryüzünü imar etmesi gibi terimler, insanın bu manevi özelliğinin, onun en önemli tarafı olan “sosyal ve ahlaki rolü” sebebiyledir.

Buna karşılık, manevi özelliğin yok olmasının; insanı sıradan bir varlık haline getirdiğini ve sosyal rolünü oynayamayacak durumlara düşürdüğünü de belirtmek gerekiyor. İlahi dinler, peygamberler vasıtasıyla insanın bu önemli misyonunu hatırlatma ve onlara ideal bir hayatın çerçevesini ortaya koyma konusunda insanı ikaz etmeye ve görevlerini sürekli hatırlatmaya........

© Mir'at Haber


Get it on Google Play