Tarihin ilk dönemlerinden beri, halkın iradesi ve hükümet arasındaki ilişki, neredeyse bütün problemlerin temelinde yer alan bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir toplumda, siyasi idare önemli bir faktör olurken. Halkın iradesi ve yönetime katılması, her nedense sürekli problemler ile karşı karşıya kalmaktadır.

Yönetim, neden paylaşılmak istenmiyor

Siyasi ve İktisadi sistemlerde yönetme, elbetteki bir grubun elinde olmak durumundadır. Yönetilenler ise, yönetime; sadece düşünce, tutum ve kararları ile katılma imkanına sahiptirler. Teorik olarak, bu konuda herhangi bir problem bulunmamaktadır. Fakat uygulamalara baktıımızda, halkın istek ve beklentilerine karşılık vermek üzere iktidara gelenler, kısa zamanda bu gerçeği unutmakta. Halkı devre dışı bırakarak kendi başlarına ve belli ölçüde keyfi olarak yönetimlerini sürdürmektedirler.

İnsanoğlu, kendini haklı gören ve başkalarından daha iyi olduğunu sürekli hisseden bir varlıktır. Çünkü insanın nefsi ve egosu, bu tür özelliğe sahiptir. İşte böyle bir noktada, önce ilahi ve daha sonra da demokratik sistemler, insanın bu özelliğini giderici çeşitli kurallar getirerek bu tavrı, halkın lehinde dengelemeye çalışmışlardır. Ama, bilineceği gibi insan; her ne kadar adaletli ve hakkaniyetli de olsa, kendi isteklerine engel koyulmasını kabul edemeyen bir varlıktır. Bundan dolayı, ilahi hükümler ve ahlaki kurallar ile, insanların ıslahı sağlanarak, bu adaletsiz ve keyfi tutumların engellenilmesine çalışılmıştır. Bu konuda, peygamberler ile yaşadıkları dönemin yöneticileri arasında ciddi mücadeleler ortaya çıkmıştır.

Aynı durum, demokratik veya meşruti siyasi sistemler içinde , hukuk, ilim adamları veya parlamento gibi farklı kurumlar yoluyla bazı dengeler oluşturulmaya çalışılmış. Keyfi iktidar veya yöneticilerin halkı devre dışı bırakmaması için çaba gösterilmiştir. Halen de bu mücadele farklı toplumlarda, değişik problemler halinde sürmektedir.

Değerlerle hakların sağlanması:

Bazı doğu ve İslam ülkelerinde, hakların ve kuralların sadece kişilerin inisiyatifine bırakılmaması ile ilgili bazı din ve geleneklerin varlığı ile karşılaşılmaktadır. Çin, Hind, Babil, Sümer ve İslam medeniyetleri; batı toplumlarından farklı olarak, sistemlerini “değerler”le birlikte ayakta tutmaya çalışmışlardır. Çünkü, hangi kural olursa olsun; insana rağmen, herhangi bir kuralın ayakta durması mümkün değildir. Dini kurallar için de, bu geçerlidir.

Bu gerçek; insan aklı ile değerlerin aslından birbirine bağlı ve birbirini destekleyici bir yapı içerisinde hareket etmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Ne insana manen güven’in; ne de sadece aklına güvenin yeterli olmadığını, medeniyet tarihi bilgilerinden öğreniyoruz. Bir insanın dindar olması, ona tamamen güvenmek için yeterli olmadığı gibi, bir insanın çok bilgili olması da, ona itimat edilmesi için de yeterli bir dayanak olmamaktadır. Dinimiz, bazı insanların toplumları “Allah ile aldattıkları”nı bize hatırlatmaktadır. Aslında bu durum, toplumların nasıl gizli tehlike ile karşı karşıya kalabileceklerini anlatan muhteşem bir ikazdır.

Halkın iradesi, aslında bir sistem için en güvenli kontrol mekanizmalarından biridir. Ve yöneticileri de rahatlatan ve işlerini kolaylaştıran bir imkan sunmaktadır. Ama, nedense hangi yönetici tipi olursa olsun, böyle bir kontrol mekanizmasını gönül rahatlığı ile istememektedir!.

Elbette kurallar ve sistemler, insanlar içindir ve insanın hata ve yanlışlarını ortadan kaldırmak için vardırlar. Bu kural ve sistemlerin sahipleri de, o toplumdaki halk kesimleridir. Eğer onlar, bazı menfaat ve kazançlar ile, “bizden” dedikleri kişilerin dümen suyuna girip, onların hata ve haksızlıklarına ortak olurlarsa, doğrunun ve hakikatın elde edilmesi, hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir. Onlar, ister dindar olsun; isterse dindar olmasın, haksızlık ve zulüm sisteminin devamına katkı sağladıkları için, en büyük bir haksızlığı başlatmış olacaklardır. Ayrıca, kendilerini kurtaracak; herhangi bir sığınak da bulamayacaklardır.

Prof. Dr. Sami Şener

YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

MİRATHABER.COM – YOUTUBE

QOSHE - Halkın İradesi Adaletin Garantisidir - Prof. Dr. Sami Şener
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Halkın İradesi Adaletin Garantisidir

8 1
25.12.2023

Tarihin ilk dönemlerinden beri, halkın iradesi ve hükümet arasındaki ilişki, neredeyse bütün problemlerin temelinde yer alan bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir toplumda, siyasi idare önemli bir faktör olurken. Halkın iradesi ve yönetime katılması, her nedense sürekli problemler ile karşı karşıya kalmaktadır.

Yönetim, neden paylaşılmak istenmiyor

Siyasi ve İktisadi sistemlerde yönetme, elbetteki bir grubun elinde olmak durumundadır. Yönetilenler ise, yönetime; sadece düşünce, tutum ve kararları ile katılma imkanına sahiptirler. Teorik olarak, bu konuda herhangi bir problem bulunmamaktadır. Fakat uygulamalara baktıımızda, halkın istek ve beklentilerine karşılık vermek üzere iktidara gelenler, kısa zamanda bu gerçeği unutmakta. Halkı devre dışı bırakarak kendi başlarına ve belli ölçüde keyfi olarak yönetimlerini sürdürmektedirler.

İnsanoğlu, kendini haklı gören ve başkalarından daha iyi olduğunu sürekli hisseden bir varlıktır. Çünkü insanın nefsi ve egosu, bu tür özelliğe sahiptir. İşte böyle bir noktada, önce ilahi ve daha sonra da demokratik sistemler, insanın bu özelliğini giderici çeşitli kurallar getirerek bu tavrı, halkın lehinde dengelemeye çalışmışlardır. Ama, bilineceği gibi insan; her ne kadar adaletli ve hakkaniyetli de olsa, kendi isteklerine engel koyulmasını kabul edemeyen bir varlıktır. Bundan dolayı, ilahi hükümler ve........

© Mir'at Haber


Get it on Google Play