Türkiye’nin varlığı ve geleceği, acaba halkın ve hükümetin elinde mi? Yoksa, çeşitli uluslararası ve yerli güç ve menfaat merkezlerinin bozguncu çabaları ile mi yönlendiriliyor? Çocuk ve gençlerimiz duygusuz, inançsız ve fikirsiz bir dünyaya sistemli bir şekilde kendi tarih ve kültüründen niçin uzaklaşıyor. Bu konuları açıklığa kavuşturmamız gerekiyor..

Türkiye’nin fikri ve ahlaki değerleri kayboluyor:

Geçmişte, toplumun ve hükümetlerin belli ölçüde de olsa, yabancı ve kültürümüze aykırı faaliyet ve akımlara karşı bir tepkisi vardı. Fakat, modernleşme anlayışı ve demokratikleşme söylemleri altında, topluma her türlü yabancı, aykırı ve ters fikir ve eğilimlerin kendine meşru “hareket alanı” bulduğu bir ortamdayız. Elbette, bu konuda başta anne ve babalar ile öğretmenlerin sorumluluğu büyük. Fakat, asıl sorumluluk ise, siyasi ve bürokratik kadrolarda. Çünkü, “serbest pazar” mantığı ile Türkiye’de her isteyen, doğru ve yanlış, faydalı ve zararlı işleri yaparken, bu çalışmaların getireceği tehlikeleri önleyecek yegane otorite bu yapılardır.

Böyle bir gelişmenin ortaya çıkmasında, toplumun kurumlarının ne için ve neyi sağlamak için çalıştığına göz atmak gerekiyor. Burada da, başta aile olmak üzere, eğitim, kültür ve hukuk sistemlerinin hangi değerlere dayandığına ve neleri sağlamak istediğine bakmak gerekiyor. Aile, her ne kadar dini, ahlaki ve geleneksel bir değerleri aktarma görevini yapıyorsa da, aile dışı etkenler, son elli yılda o kadar yaygın ve etkili hale geldi ki, ailenin vermiş olduğu bilgi ve değerler, bir çırpıda bu kontrol dışı ve uluslararası yapılar tarafından hafıza ve davranışlardan silinebiliyor.

Eğitim; yıllardır, batı’nın bilgi ve metotları ile hareket ediyor. Ve bize ait olmayan bir dünyayı çocuklarımıza sunmaya çalışıyor. Bazı, şuurlu ve değerlerine bağlı öğretmenler, kendi insiyatifleri ile birşeyler yapmaya çalışıyor, o kadar.. Yoksa, sistematik olarak, nasıl bir insan yetiştirme veya hangi kültürün ve ahlakın insanını hazırlama gibi bir kaygı ve planlama ortada gözükmüyor.

Eğitim, Aile ve Kültür Hayatımız, sahipsiz:

Yıllardır, eğitim içerisinde bulunan ve eğitim sosyolojisi ile uğraşan biri olarak, eğitim sistemimizin kendi değerlerimiz ve tarihi misyonumuz ile bağlantılı olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Öncelikle eğitimde; değerler ve bilgi konusu, bizim dünya görüşümüz ve hayat felsefemiz ile uyumlu değil. Bu konuda, ciddi bir çalışma yapılmamıştır desem, hatalı olmaz. Çünkü eğitim; bina, araç ve öğretmenin özlük haklarından ibaret bir konu değil. Ama, eğitim anlayışımız; bu basit hedefleri aşabilmiş değil. Ayrıca, Full Bright gibi Amerikan kuruluşunun, eğitim sistemimizde, Feminist akımların Aile Bakanlığı bünyesinde “faaliyetleri belirleyici” bir konumda bulunması da, anlaşılamaz bir durum.

Kültür hayatımız da, batı’da ne üretildiyse, onu takibeden bir mantık içerisinde. Tanzimattan beri, edebiyat, kültür ve sanat hayatımız, batı’nın kaynaklarını aktarmaktan başka bir şey yapmıyor. Filmler, videolar, tiyatrolar ve edebiyat ürünlerimiz; batı merkezli bir şekilde, son derece az kendi gerçeklerimizle yürümeye çalışıyor. Kültür bakanlığı, Turizm eksenli çalışarak, fiziki ve tabiat değerlerimize turist çekmekten başka, kültürle ilgili ciddi çalışmalar yapmıyor. Hatta, kültürümüzü başka kültürle ile kaynaştırarak, özelliklerimizden kopuşa da sebep oluyor.

Kültürümüzü ortaya koyamamak ve onu yaşatamamak, aslında “kültür boşluğu” oluşturmakta ve yabancı kültürlerin çocuklarımız ve gençlerimiz başta olmak üzere, toplumumuz tarafından sahiplenilmesine yol açmış bulunmaktadır.

Olaya siyasi değil; kültürel ve ahlak açıdan baktığımızda, Türkiye’deki kurumsal sistemin batı’nın bir taklidi ve devamı olduğunu; bazı dini, kültürel ve milli meselelerin ise, sadece konuşmalar ve bazı törenlerle sınırlı bir şekilde gerçekleştiğini görüyoruz.

Halbuki bir kültür; öncelikle insanı ve hayatı kuşatıp, onların beklenti ve arayışlarına güçlü bir açıklık ve çözüm getirmesi gerekir. Kültürü, sadece eski eserler kolleksiyonu gibi görüp; onu, fikri, sanat, kültür ve siyaset gibi sistemleri belerleyici bir hale getiremezsek, onun sadece adı kalır. Şu anki durum, budur.

Toplumda her gün ,başta internet olmak üzere, çeşitli dergi, kültürel çalışma ve sosyal faaliyetler, inanç, ahlak ve kültür değerlerimize büyük ölçüde zıt ; aile, eğitim ve düşünce sistemimizi bozucu yayın ve etkinlik ile kimliğimizi yok edici ve değerlerimize alternatif bilgi, davranış itibariyle sapık inançları yaygınlaştırmaktadırlar. Bu nasıl bir sorumsuzluktur?.. Ahlak, din ve geleneğimize aykırı, her türlü faaliyet; rahat bir şekilde toplumu bozmaktadır.

Bu konuda, toplumsal bir duyarlılık ve şuur tavrına ihtiyacımız olduğunu söylerken; özellikle, siyasette muhafazakar ve milliyetçi bir iktidarın yirmi iki yıllık döneminde neden yukarıda belirttiğimiz problemlere çözüm getirilmediğini de sorma ve bunun cevabını alma hakkımız var. Eğer, kendi kültürel, fikri ve ahlaki dünyamız ile yaşamak istiyor ve batı’nın kültürel ve sistematik bir sömürgesi olmayı istemiyorsak…

Prof. Dr. Sami Şener

YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

MİRATHABER.COM – YOUTUBE

QOSHE - Türkiye’nin Geleceği Kimlere Emanet - Prof. Dr. Sami Şener
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Türkiye’nin Geleceği Kimlere Emanet

7 1
22.01.2024

Türkiye’nin varlığı ve geleceği, acaba halkın ve hükümetin elinde mi? Yoksa, çeşitli uluslararası ve yerli güç ve menfaat merkezlerinin bozguncu çabaları ile mi yönlendiriliyor? Çocuk ve gençlerimiz duygusuz, inançsız ve fikirsiz bir dünyaya sistemli bir şekilde kendi tarih ve kültüründen niçin uzaklaşıyor. Bu konuları açıklığa kavuşturmamız gerekiyor..

Türkiye’nin fikri ve ahlaki değerleri kayboluyor:

Geçmişte, toplumun ve hükümetlerin belli ölçüde de olsa, yabancı ve kültürümüze aykırı faaliyet ve akımlara karşı bir tepkisi vardı. Fakat, modernleşme anlayışı ve demokratikleşme söylemleri altında, topluma her türlü yabancı, aykırı ve ters fikir ve eğilimlerin kendine meşru “hareket alanı” bulduğu bir ortamdayız. Elbette, bu konuda başta anne ve babalar ile öğretmenlerin sorumluluğu büyük. Fakat, asıl sorumluluk ise, siyasi ve bürokratik kadrolarda. Çünkü, “serbest pazar” mantığı ile Türkiye’de her isteyen, doğru ve yanlış, faydalı ve zararlı işleri yaparken, bu çalışmaların getireceği tehlikeleri önleyecek yegane otorite bu yapılardır.

Böyle bir gelişmenin ortaya çıkmasında, toplumun kurumlarının ne için ve neyi sağlamak için çalıştığına göz atmak gerekiyor. Burada da, başta aile olmak üzere, eğitim, kültür ve hukuk sistemlerinin hangi değerlere dayandığına ve neleri sağlamak istediğine bakmak gerekiyor. Aile, her ne kadar dini, ahlaki ve geleneksel bir değerleri aktarma görevini yapıyorsa da, aile dışı etkenler, son elli yılda o kadar yaygın ve etkili hale geldi ki, ailenin vermiş olduğu bilgi ve değerler, bir çırpıda bu kontrol dışı ve uluslararası yapılar tarafından hafıza ve davranışlardan silinebiliyor.

Eğitim; yıllardır, batı’nın bilgi ve metotları ile hareket ediyor. Ve bize ait olmayan bir........

© Mir'at Haber


Get it on Google Play