Çanakkale direnişinin 109. yılını kutluyoruz; başımız dik, gururluyuz.

109 yıl önce yaşadığımız Çanakkale Savaşı, aslında, Kurtuluş Savaşı’mızın başlangıç bölümüydü. Neden ve sonuçları açısından değerlendirdiğimizde, Çanakkale Savaşı ile Kurtuluş Savaşı’mızın bir bütün olduğunu, Türk’ün emperyalizme karşı sergilediği bir şahlanış süreci olduğunu kolayca görebiliriz.

Osmanlı İmparatorluğu'nun Teşkilat-ı Mahsusa (Bugünkü MİT) Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı Çanakkale Destanı’nın yazılış hikayesini şöyle anlatıyor:

"Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa beni aramış, Çanakkale zaferini müjdelemişti. Akif'in hayatının en bahtiyar, en mesut anı... Anlatılması çok zor.. Ay, bedir halinde idi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevi ışıkları altında, Mehmet Akif, hiçbir başka ışığa ihtiyaç bırakmayan, bu, güneşi bile unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahladı...

İstasyon kulübesinin arkasındaki hurmalığın içine çekildi... İşte, o Çanakkale'ye layık destan, bu hıçkırıklar içinde ibda edildi, yaratıldı...”

M. KEMSL SALLI

Çanakkale direnişinin 109. Yılını kutluyoruz. Tarih karşısında başımız dik, gururluyuz.

109 yıl önce yaşadığımız Çanakkale Savaşı aslında Kurtuluş Savaşı’mızın başlangıç bölümüydü. Neden ve sonuçları açısından değerlendirdiğimizde, Çanakkale Savaşı ile Kurtuluş Savaşı’mızın bir bütün olduğunu, Türk’ün emperyalizme karşı sergilediği bir direniş süreci olduğunu kolayca görebiliriz.

Gazi Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşı’nın 1915’te henüz bitmediğini, trenle geldiği İstanbul’da, Haydarpaşa rıhtımında, Boğaz’da demirli yabancı savaş gemilerini gördüğünde haykırmıştı: “Geldikleri gibi giderler.”

Çanakkale direnişi sonrasında, milletçe elele vererek, tarihte benzeri görülmemiş bir Kurtuluş Savaşı başlattık. Bütün yorgunluğumuza ve yıpranmışlığımıza rağmen, emperyalizme karşı başlattığımız savaşı zaferle taçlandırdık ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk.

“Sonuçta bir yenilgiyle sonuçlanan Çanakkale direnişinin o kadar önemli olmadığını” savunanlara sormak isteriz: Çanakkale’de sergilediğimiz o muhteşem direniş olmasaydı, bu savaş yorgunu millet kendisinde Kurtuluş Savaşı başlatma cesareti ve gücü bulabilir miydi?

Çanakkale’de yorulan, parçalanan İtilaf Kuvvetleri son bir deneme olarak Yunanistan’ı üzerimize saldılar. Biz Kurtuluş Savaşı sürecinde yalnızca Yunanistan ile savaşmadık ki.

Emperyalizmin Türkiye’yi kontrol altına alma çabaları günümüzde de sürmektedir. Yeni bir dünya düzeninin kurulmaya çalışıldığı bir süreçte hak ve çıkarlarını koruma çabasında olan Türkiye, güney sınırları boyunca uzanacak bir terör devletiyle, Kıbrıs’ta, Irak’ta, Suriye’de, Girit’te, Batı Trakya’da, Bulgaristan’da kurulan askeri üslerle çevrelenmeye, yalnızlaştırılmaya çalışılıyor.

Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında Batılı koalisyon ortaklarıyla birlikte, “Bağımsız bir devleti (Kuveyt) işgal etti” gerekçesiyle tepelediği Saddam’ın ülkesini 36. Paralel boyunca bölen ABD ve uçuşa yasakladığı kuzey bölgesinde tam teşekküllü bir devlet kurma çalşmaları başlatan ABD, 2001’deki İkiz Kuleler şoku sonrasında koltuğunun altında Büyük Ortadoğu Projesi’yle Afganistan ve Irak’ı işgal etmişti. Estirilen “Arap Baharı” rüzgarları eşliğinde Libya ve Suriye de işgal edildi.

Hedef Ortadoğu’daki 22 İslam ülkesinin sınırlarını değiştirmekti. Bu operasyonlardan en fazla zarar gören biz olduk. Milyonlarca mülteciyi barındırmak zorunda kaldığımız yetmezmiş gibi bir de 15Temmuz savrulması yaşadık. Mehmet Akif Çanakkale Destanı’nda, “Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın” diyordu; öyle yaptık, hain kurguyu bozduk.

“HAZIR OL CENGE, EĞER İSTER İSEN SULH-U SALAH”

İstiklal Marşı’mızın da şairi olan M. Akif Ersoy, “Allah bu milleti, bir daha, İstiklal Maşı yazmak zorunda bırakmasın” demişti. Akif’in bu sözleri bir temenni olduğu kadar, bir uyarı niteliğindedir. Yani, “Hazır ol cenge, eğer ister isen sulh-u salah”.

Bizi, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almak zorunda bırakan Batılı dostlarımız, şimdi de “NATO üyesi olmayan bir ülkeden neden silah aldınız?”, “Çin’in ‘Kuşak ve Yol’ projesine neden geçit veriyorsunuz” diye sorguluyorlar. Bize 15 Temmuz deneyimi yaşatan dostlarımızın, gizli ajandaları doğrultusunda yürümek istedikleri artık herkesin bildiği bir sırdır.

Çanakkale zaferimizin 109. yılını yaşadığımız bir günde, Mehmet Akif Ersoy’un, o günleri bütün canlılığı ile anlatan Çanakkale Destanı’nı nerede, nasıl yazdığını bu yıl da bir kez daha anlatmak isteriz. Yüreği her zaman vatan aşkıyla çarpan İstiklal Marı şairimiz Mehmet Akif’in Çanakkale Destanı gibi bir şaheseri neden Arabistan çöllerinde yazmak zorunda kaldığı da ayrıca bir araştırma konusudur.

MEHMET AKİF, ÇANAKKALE DESTANI'NI, ÇÖL ORTASINDAKİ BİR VAHADA, AY IŞIĞINDA, SABAHLARA KADAR DÖKTÜĞÜ GÖZYAŞLARI EŞLİĞİNDE YAZDI.

Yeryüzünde emperyalizme karşı savaş açmış ve bu savaşını zaferle taçlandırmış tek millet olarak, 7 düvele karşı kazandığımız bir şanlı zaferin 109. yılını kutlamanın gurunu yaşıyoruz.

ÇANAKKALE SAVAŞI EŞİ BENZERİ OLMAYAN BİR ŞAHLANIŞ DESTANIDIR

109. yılını yaşadığımız Çanakkale direnişi, dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bir şahlanıştır. Dünya tarihinde bir benzeri olmayan Çanakkale Savaşı, Türk’ün ruhunda var olan bağımsız yaşama geleneğinin destanlaşan bir örneğidir.

Batılıların, yüzyıllar boyunca elele vererek büyük bir kararlılıkla sürdürdükleri Türk’ü Avrupa’dan söküp atmak, atayurduna geri göndermek planının, bütün olumsuz koşullara rağmen, sulara gömüldüğü bir dönüm noktasıdır, Çanakkale şahlanışı. "Çanakkale geçildi mi, geçilmedi mi?" tartışmalarıyla milletin aklını karıştırmaya, bu eşsiz şahlanışı gölgelemeye çalışmanın çok başka bir hedefi olmalı..

Çanakkale Savaşı, “mabedine namahrem eli değmemesi için” emirle ölüme koşan bir milletin, dün olduğu gibi, bugün de bağımsızlık ateşi ile yanıp tutuşan her millete örnek olacak bir direniş destandır. Türk’ün, küresel emperyal sistemin “hayasızca akınlarına, göğsünü siper ederek durdurduğu” bir yeniden varoluş destanıdır, Çanakkale Savaşı.

Çanakkale’nin benzersiz direniş ruhunu dillendirecek yerde, “Çanakkale geçildi mi, geçilmedi mi?” tartışmalarını gündeme getiren millet olma bilincini yitirmiş bazı zavallılar, Doğu Avrupa’da, Kafkasya’da, Ortadoğu’da, yakın bir geçmişte de Kuzey Afrika’dan Basra Körfezi’ne, Asya içlerine uzanan coğrafyada organize edilen “Turuncu”, “Sedir”, “Lale”.. gibi renkli, çiçekli devrimlerin, Ortadoğu’da, Afrika’da, Doğu Akdeniz’de “Demokrasi götürüyoruz”, “Arap Baharı” sloganları eşliğinde oynanan oyunların gerçek yüzünü ve hedeflerini görmüyorlar mı?

Emperyalizme karşı savaş açmış ve bu mücadelesini zaferle taçlandırmış bir milletin yazdığı Çanakkale Savaşı’nın ve onun devamı olan Kurtuluş Savaşı’nın bir benzeri var mı, dünya tarihinde?

Yok. Yok ve bu nedenle, başkalarına örnek olmaması için unutturulmaya, izleri silinmeye, kitaplardan çıkarılmaya çalışılır. İstiklal Marşı'mızın, Çanakkale Destanı'nın yazılış öyküleri bile, insanlığın bağımsızlık ruhunu şahlandıran, direnme gücünü ayağa kaldıran birer destandırlar.

“SEN ŞEHİT OĞLUSUN…”

Mehmet Akif Ersoy; İstiklal Marşı'mızın ve Çanakkale Destanı'nın şairi.. "Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak" uyarısı ile başlayan İstiklal Marşı'mız, en olumsuz koşullarda bile umudumuzu yitirmememizi öğütler: "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak, o benim milletimin yıldızıdır, parlayacak!"

Zaman zaman, "bestesinin, sözlerinin azametini taşıyamadığı" konusundaki tartışmalarla gündeme gelen İstiklâl Marşı'mızın yazılış hikâyesini az çok biliriz. İstiklal Marşı'mız, Mehmet Akif'in Ankara'dayken kaldığı taş zeminli Tacüddin Dergâhı'nın mütevazı, loş odalarının birinde yazıldı. Sırtında bir paltosu bile olmadığı halde, para ödülünü reddeden Mehmet Akif'in milletine armağan ettiği İstiklal Marşı, böylesine olumsuz koşullar altında yazılmıştır. Kâğıt bulamadığından istiklal marşının müsveddelerini taş duvarlara yazmak zorunda kalan bu millet, bütün engellemelere rağmen, yüzyıla sığdırdığı başarılarla, pek çok alanda dünya markaları yaratmayı başardı. Bütün bu başarıların temelinde “Çanakkale ruhu” yatmaktadır.

Bugün Türk ekonomisi, yaşanan sıkıntılara rağmen, dünyanın en büyük ekonomileri arasında yer alıyorsa, biz bu başarıyı Çanakkale şehitleri ile birlikte kazandığımızı hiçbir zaman unutmamalıyız. Orada emirle ölüme koşanlar, bizlere hür bir vatan bırakabilmek için en kıymetli varlıklarını, canlarını verdiler, gözlerini bile kırpmadan.. Onlar, bugüne kadar olduğu gibi, yarınlarda da hep yanımızda olacaklar. Yalnız, Akif’in öğüdü de hep kulaklarımızda olmalı: “Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır, atanı…”

ÇANAKKALE DESTANI NASIL YAZILDI?

Bu milletin, insanlık tarihinde bir benzeri olmayan, tarihin akışını değiştiren Çanakkale'deki şahlanışını "Çanakkale Destanı" ile ebedileştiren Mehmet Akif'in, bu şaheserini nerde, nasıl yazdığını bilenlerimiz çok azdır sanıyoruz. 109. yılında "Çanakkale Destanı"nın yazılış hikâyesini, Osmanlı İmparatorluğu'nun Teşkilat-ı Mahsusa (Bugünkü MİT) Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı'nın anılarından özetleyerek anlatacağız.

"Çanakkale Destanı", İstiklal Marşı'mızdan dört yıl önce, Arabistan çöllerindeki bir vahada, küçük bir tiren istasyonunda, ay ışığında, şairinin şükür hıçkırıkları ve gözyaşları arasında, sabahlara kadar süren bir duygu seli eşliğinde yazılmıştır.

"Millet canını dişine takmış, gövdesini düşman ateşine siper ediyorken, Çanakkale Destanı'nın o duygusal şairi Mehmet Akif'in Arabistan çöllerinde ne işi vardı?" sorusu akla gelebilir. Anlatalım.. Cennetmekân Mehmet Akif, Teşkilat-ı Mahsusa (MİT) saflarında Ittihad-ı İslam hareketi içinde aktif olarak çalışmıştır. Çanakkale Savaşı'nın en ateşli günlerinde, Teşkilat-i Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı ile birlikte Osmanlı'nın Hicaz Vilayeti'ndedir. Mekke Şerifi Hüseyin’in, ihanetini ustalıkla gizlediği o günlerde, çölün kilit noktalarını elinde tutan Ibn-i Suud ve Ibn-i Reşit'in Osmanlı'ya sadık kalmalarını sağlamak amacıyla görüşmeler yapmaktadırlar. Çünkü zırhlı gemileriyle Çanakkale Boğazı'nı zorlayan İngilizlerin, cömertçe dağıttıkları altınlarla Arapları Osmanlı'ya karşı ayaklandırmaya çalıştıkları haber alınmıştı.

GÖNÜLLERi HEP ÇANAKKALE'DEYDi

Eşref Sencer Kuşçubası hatıralarında, Arapların Osmanlı'ya sadık kalmalarını, İslam birliğini bozmamalarını sağlamak amacıyla Necid çöllerinde dolaştıkları günlerde, gönüllerinin hep Çanakkale'de olduğunu şöyle anlatıyor:

"Biz Hail'e, Ibn-i Reşid'e doğru yol alırken, Çanakkale'de savaşın en çetin günleri başlamıştı.... Yalnız kaldığımız zaman, birbirimizin yüzüne endişe ile bakar, korktuğumuz acı sonucun adını söyleyemezdik. M. Akif bir gün dayanamadı ve dedi ki: ‘Eşref, dün gece sabaha kadar ne için yalvardım, biliyor musun?’ Sonra elini göğsüne koydu: ‘Cenab-ı Hak'ka yalvardım... Dedim ki, 'Ya Rabbim, bana Çanakkale'de zaferi yaşatmadan canımı alma!. O büyük günü göreyim, sonra huzuruna davet et..’

Gözleri yaşlı idi. Kolumu öylesine parmaklarının cenderesi içine almıştı ki, Şair Akif gitmiş, Pehlivan Akif gelmişti: ‘Adalet-i ilahiye var, hak var, kahramanlığın bedeli var. (...) Allah, İstanbul'un yolunu bu müstevli sürüsüne açmayacaktır Eşref.. Benim kahraman Mehmetçiklerim bu insaniyet ve İslamiyet düşmanlarına şehamet dersi verecektir...’

"ÇANAKKALE DESTANI" GÖZYAŞLARIYLA YAZILDI?

Müjde, dönüş yolunda, Anadolu-Bağdat demiryolunun El-Muazzam istasyonunda gelmişti. Adı "El-Muazzam" olmasına rağmen istasyon, çöl ortasında küçük bir kulübecikti.

O büyük mutluluğu, Çanakkale zaferinin sevincini nasıl yaşadıklarını Eşref Kuşçubaşı'ndan dinleyelim:

"Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa beni aramış, Çanakkale zaferini müjdelemişti. Akif'in hayatının en bahtiyar, en mesut anı... Anlatılması çok zor.. Ay, bedir halinde idi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevi ışıkları altında, Mehmet Akif, hiçbir başka ışığa ihtiyaç bırakmayan, güneşi bile unutturacak kadar parlak bu çöl gecesinde sabahladı...

İstasyon kulübesinin arkasındaki hurmalığın içine çekildi... İşte, o Çanakkale'ye layık destan, bu hıçkırıklar içinde ibda edildi, yaratıldı...

(...) Sabaha kadar süren ilham saatleri sonunda, SAFAHAT’ın, hayır, yalnızca SAFAHAT’ın değil, Türk Destan Edebiyatı'nın o essiz şaheseri tamamlandığında Mehmet Akif, vazifesini tamamlamış fanilerin az kula nasip olan rahatlığı ile yüzüme derin derin baktı: 'Artık ölebilirim Eşref... Gözüm artık açık gitmez...' dedi." (Memet Akif, Çanakkale şehitlerine armağan ettiği bu şaheserini Safahat’a almamıştır.)

Yüreğimizi yakan şu soruya her zaman bir yanıt aramışızdır: din kardeşlerimiz, Mehmet Akif'lerin, Kuşçubaşı Eşref'lerin Arabistan çöllerinde kurmaya çalıştıkları İslam birliğine destek verselerdi, Çanakkale'de durdurulan Haçlı ordusu, 100 yıl sonra Ortadoğu'da bayrak gösterebilir miydi?

RAHMET VE MİNNETLE

Çanakkale zaferinin 109. yıldönümünde, insanlık tarihinin eşini, benzerini henüz yazamadığı, tarihin akışını değiştiren o muhteşem ulusal şahlanışı canları pahasına gerçekleştiren aziz şehitlerimizi (ve aile şehidimiz 'Filibeli Süleyman oğlu Adil' amcamızı) rahmet ve minnetle anıyoruz.

M. Kemal Sallı

QOSHE - ARABİSTAN ÇÖLLERİNDE YAZILAN BİR ŞAHESER: ÇANAKKALE DESTANI - M. Kemal Sallı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

ARABİSTAN ÇÖLLERİNDE YAZILAN BİR ŞAHESER: ÇANAKKALE DESTANI

2 5
18.03.2024

Çanakkale direnişinin 109. yılını kutluyoruz; başımız dik, gururluyuz.

109 yıl önce yaşadığımız Çanakkale Savaşı, aslında, Kurtuluş Savaşı’mızın başlangıç bölümüydü. Neden ve sonuçları açısından değerlendirdiğimizde, Çanakkale Savaşı ile Kurtuluş Savaşı’mızın bir bütün olduğunu, Türk’ün emperyalizme karşı sergilediği bir şahlanış süreci olduğunu kolayca görebiliriz.

Osmanlı İmparatorluğu'nun Teşkilat-ı Mahsusa (Bugünkü MİT) Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı Çanakkale Destanı’nın yazılış hikayesini şöyle anlatıyor:

"Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa beni aramış, Çanakkale zaferini müjdelemişti. Akif'in hayatının en bahtiyar, en mesut anı... Anlatılması çok zor.. Ay, bedir halinde idi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevi ışıkları altında, Mehmet Akif, hiçbir başka ışığa ihtiyaç bırakmayan, bu, güneşi bile unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahladı...

İstasyon kulübesinin arkasındaki hurmalığın içine çekildi... İşte, o Çanakkale'ye layık destan, bu hıçkırıklar içinde ibda edildi, yaratıldı...”

M. KEMSL SALLI

Çanakkale direnişinin 109. Yılını kutluyoruz. Tarih karşısında başımız dik, gururluyuz.

109 yıl önce yaşadığımız Çanakkale Savaşı aslında Kurtuluş Savaşı’mızın başlangıç bölümüydü. Neden ve sonuçları açısından değerlendirdiğimizde, Çanakkale Savaşı ile Kurtuluş Savaşı’mızın bir bütün olduğunu, Türk’ün emperyalizme karşı sergilediği bir direniş süreci olduğunu kolayca görebiliriz.

Gazi Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşı’nın 1915’te henüz bitmediğini, trenle geldiği İstanbul’da, Haydarpaşa rıhtımında, Boğaz’da demirli yabancı savaş gemilerini gördüğünde haykırmıştı: “Geldikleri gibi giderler.”

Çanakkale direnişi sonrasında, milletçe elele vererek, tarihte benzeri görülmemiş bir Kurtuluş Savaşı başlattık. Bütün yorgunluğumuza ve yıpranmışlığımıza rağmen, emperyalizme karşı başlattığımız savaşı zaferle taçlandırdık ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk.

“Sonuçta bir yenilgiyle sonuçlanan Çanakkale direnişinin o kadar önemli olmadığını” savunanlara sormak isteriz: Çanakkale’de sergilediğimiz o muhteşem direniş olmasaydı, bu savaş yorgunu millet kendisinde Kurtuluş Savaşı başlatma cesareti ve gücü bulabilir miydi?

Çanakkale’de yorulan, parçalanan İtilaf Kuvvetleri son bir deneme olarak Yunanistan’ı üzerimize saldılar. Biz Kurtuluş Savaşı sürecinde yalnızca Yunanistan ile savaşmadık ki.

Emperyalizmin Türkiye’yi kontrol altına alma çabaları günümüzde de sürmektedir. Yeni bir dünya düzeninin kurulmaya çalışıldığı bir süreçte hak ve çıkarlarını koruma çabasında olan Türkiye, güney sınırları boyunca uzanacak bir terör devletiyle, Kıbrıs’ta, Irak’ta, Suriye’de, Girit’te, Batı Trakya’da, Bulgaristan’da kurulan askeri üslerle çevrelenmeye, yalnızlaştırılmaya çalışılıyor.

Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında Batılı koalisyon ortaklarıyla birlikte, “Bağımsız bir devleti (Kuveyt) işgal etti” gerekçesiyle tepelediği Saddam’ın ülkesini 36. Paralel boyunca bölen ABD ve uçuşa yasakladığı kuzey bölgesinde tam teşekküllü bir devlet kurma çalşmaları başlatan ABD, 2001’deki İkiz Kuleler şoku sonrasında koltuğunun altında Büyük Ortadoğu Projesi’yle Afganistan ve Irak’ı işgal etmişti. Estirilen “Arap Baharı” rüzgarları eşliğinde Libya ve Suriye de işgal edildi.

Hedef Ortadoğu’daki 22 İslam ülkesinin sınırlarını değiştirmekti. Bu operasyonlardan en fazla zarar gören biz olduk. Milyonlarca mülteciyi barındırmak zorunda kaldığımız yetmezmiş gibi bir de 15Temmuz savrulması yaşadık. Mehmet Akif Çanakkale Destanı’nda, “Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın” diyordu; öyle yaptık, hain kurguyu bozduk.

“HAZIR OL CENGE, EĞER İSTER İSEN SULH-U SALAH”

İstiklal Marşı’mızın da şairi olan M. Akif Ersoy, “Allah bu milleti, bir daha, İstiklal Maşı yazmak zorunda bırakmasın” demişti. Akif’in bu sözleri bir temenni olduğu kadar, bir uyarı niteliğindedir. Yani, “Hazır ol cenge, eğer ister isen sulh-u salah”.

Bizi, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almak zorunda bırakan Batılı dostlarımız, şimdi de “NATO üyesi olmayan bir ülkeden neden silah aldınız?”, “Çin’in ‘Kuşak ve Yol’ projesine neden geçit veriyorsunuz” diye sorguluyorlar. Bize 15 Temmuz deneyimi yaşatan dostlarımızın, gizli ajandaları doğrultusunda yürümek istedikleri artık herkesin bildiği bir sırdır.

Çanakkale zaferimizin 109. yılını yaşadığımız bir günde, Mehmet Akif........

© Önce Vatan


Get it on Google Play