Yarınlarda yaşayabileceğimiz hainliklerin arka planındaki dinamikleri görebilmemiz açısından bu sorunun yanıtı çok önemli. Aslında bu sorunun yanıtını bulmak o kadar da güç değil; çünkü, “Hiçbir terör örgütü arkasında güçlü bir devlet desteği olmadan yaşayamaz.”

ABD, 2003 yılında, Irak’ı işgal etme öncesinde, 1 Mart Tezkeresi’ne onay vermediğinden dolayı Türkiye’yi “dostlar defterinden” silmiş, askerimizin başına çuval geçirmişti. Devamında da, Suriye’nin kuzeyinde konuşlanan PKK uzantısı YPG’ye binlerce TIR dolusu silah vererek ordulaştırmıştı. Hedefi, Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerinden Akdeniz’e uzanan bir terör devleti oluşturarak, Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuşatmak ve Ortadoğu coğrafyasından soyutlamaktı. Çin’in “Kuşak ve Yol” projesinin de gündeme gelmesinden sonra, Türkiye coğrafyası ABD açısından çok daha fazla önem kazanmış oldu.

“Kiminle avaşıyoruz?” sorusunun yanıtı net değil mi?

Şehitlerimize Allah’tan rahmet dliyoruz.

Pençe-Kilit Operasyonu’nda şehit olan evlatlarımızın acısı hepimizin yüreğini dağlıyor. Beyinlerimizde uğuldayan soru şu: “Bu teröristler dünyanın en güçlü ordularından biri olan ordumuza silah doğrultma cesaretini, cüretini ve gücünü nerden buluyorlar?”

Yarınlarda yaşayabileceğimiz hainliklerin arka planındaki dinamikleri görebilmemiz açısından bu sorunun yanıtı çok önemli. Aslında bu sorunun yanıtını bulmak o kadar da güç değil; çünkü, “Hiçbir terör örgütü arkasında güçlü bir devlet desteği olmadan yaşayamaz.”

Bugün PKK’ya PYD’ye, batımızda Yunanistan’a, kuzeydoğumuzda Ermenistan’a doğrudan ve dolaylı yollardan destek verenin kimliği de hedefleri artık sır değil. Yıllardır yazdığımız yazılarda, ABD’li ideologların kurguladıkları ve bölgemizdeki 22 devletin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP); Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen sonrasında, 1’nci Körfez Savaşı’yla (1991) uygulamaya konulduğunu, Irak’ın 36. Paralel boyunca bölündüğünü, 11 Eylül 2001’de yaşanan “İkiz Kuleler’in El Kaide militanları tarafından vurulması” şoku sonrasında da 2003 yılında Afganistan ve Irak’ın işgaliyle hızlandırıldığını, 2012’de estirilen “Arap Baharı” rüzgarlarıyla, Suriye ve Libya’nın da BOP’un kapsama alanı içine alındığını anlatmaya çalıştık.

Hedef, 1’nci Dünya Savaşı sonrasında kağıt üstünde çiziliverilen Ortadoğu haritasını günün koşullarına göre yeniden şekillendirmekti. İki dünya savaşı sonrasında yaşanan gelişmeler tarihi İpek ve Baharat yollarını yeniden gündeme getirmişti. Dünya tiicaret yollarının kesişme coğrafyası olan Ortadoğu, aynı zamanda, dünya enerji kaynaklarının önemli bir kısmını barındırıyordu.

O nedenle Ortadoğu’yu bir şekilde kontrolü altına alabilen bir ülke küresel lider olacaktı. ABD, Ortadoğu’daki ülkeleri daha küçük parsellere parçalyıp kontrolü altına alma planları yapıyordu. ABD, Ortadoğu coğrafyasını eski arka bahçesi sayan Avrupa ülkeleriyle sürtüşmeler yaşamasına rağmen, bu hedefinden asla vazgeçmiyordu. “Büyük Kürdistan” görünümlü bir “Büyük İsrail” oluşturarak hedefine ulaşabileceğine inanıyordu.

BOP+”KUŞAK ve YOL”

ABD karşıtı cephe, 2015 yılında Çin’in Kuşak ve Yol projesini gündeme getirmesiyle daha belirgin olarak ortaya çıkmış oldu. Çin, en büyük pazarı oan Avrupa ülkeleriyle elele vererek, üç kıtayı kara ve deniz yollarıyla birbirine bağlayacak olan bir küresel projeyi hayata geçirmek için işbirliği yapıyordu. Bu küresel proje tamamlandığında küresel ekonominin lideri Çin olacaktı. Bu arada AB ülkeleri de, nükleer gücü de olan bir Avrupa Ordusu (PESCO) kurmuş olacaklardı.

ABD’nin böyle bir sonucu kabul etmesi asla mümkün değildi, “Kuşal ve Yol”un önü mutlaka kesilmeliydi. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesine göz yumularak Avrupa ülkeleri korkutuldu, ABD/NATO şemsiyesi altına toplanmaları sağlandı. Böylece, “Kuşak ve Yol”un önüne Ukrayna’da aşılması zor bir Çin Seddi oluşturuldu.

“Kuşak ve Yol”un diğer önemli koridoru, Pekin’i Kaşgar-Gvadar üzerinden Basra Körfezi’ne, oradan BAE, Suudi Arabistan ve Ürdün üzerinden İsrail’in Hayfa limanına bağlayan koridordu. İsrail Başbakanı Netanyahu, ABD’nin defalarca uyarmasına rağmen, Çin’i en kısa yoldan Akdeniz’e ulaştıran bu koridora destek vermeye devam ediyordu. Netanyahu’nun Hayfa limanını 25 yıllığına Çin’e kiralaması bardağı taşıran damla oldu. Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti kabul etmesine ve Golan Tepeleri’ni İsrail’e bağışlamasına, Yüzyılın Anlaşması’nı ilan etmesine rağmen Netanyahu’yu Çin’in projesine destek vermekten vazgeçiremediler.

NETANYAHU NE KARŞILIĞINDA ÇİN’İ DESTEKLEMEKTEN VAZGEÇTİ?

Trump gitti, Biden geldi; o da Netanyahu’yu Çin’i desteklemekten vazgeçiremedi. Muhalifleri, aylar boyunca sokaklara dökülerek, Netanyahu aleyhine gösteriler yaptılar. Gösterler sürerken, önce ABD Dışişleri Bakanı Blinken, ardından ABD Başkanı Biden peşpeşe Tel Aviv’i ziyaret ettiler.

Blinken’ın, “Ben buraya ABD Dışişleri Bakanı olarak değil, bir Yahudi olarak geldim” demesi, Netanyahu’nun Tel Aviv Havaalanı’nda Biden’ın boynuna sarılması İsrail Başbakanı’nın saf değiştirmek zorunda kaldığının işaretleriydi. İtalya’dan sonra İsrail de, Çin’in “Kuşak ve Yol”unu değil, ABD’nin Hindistan’dan yola çıkan, BEA, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail üzerinden Akdeniz’e ulaşan IMEC’i destekleme kararı almıştı.

Hamas’ın Aksa Tufanı’na yanıt olarak başlattığı Gazze katliamı bu gelişmelerin hemen ardından yaşanmıştı. Sonuçta, Gazze de İsrail topraklarına katılırken, “Kuşak ve Yol”un önüne İsrail’de set çekilmiş oluyordu.

UKRAYNA VE İSRAİL’DEN SONRA SIRA KİMDE?

ABD’nin beka sorununa dönüşen “Kuşak ve Yol”un en önemli koridoru, Pekin’den yola çıkan, Türkistan coğrafyasını geçtikten sonra Azerbaycan-Türkiye bağlantısı üzerinden Avrupa’ya ulaşan orta kuşak koridoruydu. Bu İpek Demiryolu Pekin’i, 13 günlük bir yolculukla Brüksel’e, yani Çin’in en büyük pazarı olan Avrupa’ya bağlıyordu.

Hİndİstan’da yapılan G-20 Zirvesi’nde ABD’nin IMEC’i gündeme getirmesinden sonra İtalya ve İsrail Çin’i desteklemekten vazgeçmişlerdi, ama Türkiye “Kuşak ve Yol” konusunda herhangi bir geri adım açıklamamıştı.

Hem BOP hem de “Kuşak ve Yol” konularında çıkar çatışması yaşamakta olan Türkiye ile ABD ilişkileri giderek gerilmekteydi. Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuşatarak ülkemizin Ortadoğu ile bağlantısıı koparmaya çalışan ABD, bu hedefine uaşabilmel amacıyla, 1. Körfez Savaşı’nın (1991) hemen sonrasında, Irak’ı 36 Paralel boyunca bölmüş ve kuzey parselinde tam teşekküllü bir terör devleti kurma çalışmaları başlatmıştı.

ABD’nin Türkiye coğrafyasını çepeçevre kuşatarak kontorl altına alma, güney sınırları boyuca uzanacak bir terör devleti oluşumuyla kuşatarak Ortadoğu’dan soyutlama operasyonu 1’ici Körfez Savaşı’yla başlatılmıştı.

Türkiye, bu noktadada 1926 Ankara Anlaşması’nı gündeme getirmemiş olmasının sancılarını yaşamış ve yaşamaktadır. Türkiye, 1926’da, “Irak’ın toprak bütünlüğü korumak koşuluyla Musul ve Kerkük’ten vazgeçmişti. ABD, Irak’ı 36. Paralel boyunca böldüğü gün, Türkiye de, Türkmeneli’ni gündeme getirmesi gerekirdi. Türkiye-ABD ilişkilerinin gerilmesinin nedeni, 2003’te, 60 bin ABD askerinin topraklarında konuşlanmasına karşı çıkarak, 1 Mart Tezkeresi’ne izin vermemesi değildir. 1 Mart Tezkeresi çerçevesinde oluşturulan yaygarayla gündem saptırılmıştır.

ABD’nin Türkiye’yi güney sınırları boyunca bir terör devletiyle kuşatma, Türkiye’yi Ortadoğu coğrafyasından soyutlama planı yeni değildir. Yukarıda da anlatmaya çalıştığımız gibi, 1’nci Körfez Savaşı’yla ilişkilidir. Bunun en önemli kanıtı da, 1’nci Körfez Savaşı’nı alandan izleyen duayaen gazeteci Güneri Civaoğlu’nun o günlerde yazdığı ve sonraki yıllarda tekrar ettiği anılarıdır.

Biz de Güneri Civaoğlu’nun bu yazısını, “Muska gibiboynumuzda taşımalıyız” uyarısıyla, birkaç kez alıntılamıştık. Bu noktada, 24 Ekim 2014 tarihli yazımızı özetleyerek yayınlıyoruz:

Söz Üstad Cıvaoğlu’nun..

*********

“YÖNETMEK ÖNGÖRMEKTİR”

GÜNERİ CİVAOĞLU (Milliyet: 15.10.2014)

Birinci Körfez Savaşı... Amerikan kuvvetleri karargâhı olarak kullanılan otelin bir odasında çok iyi Türkçe konuşan subayı dinliyorum.

Subay duvarda asılı olan haritada avucunu gezdirerek dehşet içinde dinlediğim açıklamalar ediyor:

“Savaş bitecek.

Amerikan kuvvetleri çekilecek.

Bıraktığı silahlar Kuzey Irak’taki Kürtlerin eline geçecek.

Kürtler Türkiye’den toprak isteyecek.

Ya vermeyeceksiniz ve savaşacaksınız ya da toprak vereceksiniz.”

Kulaklarıma inanamıyordum.

“NATO, iki ülkenin müttefik olduğu, Türkiye-Amerika dostluğu” gibi laflar geveliyorum.

Hiç oralı olmuyor...

Bir randevum daha vardı..

Başka bir odaya aldılar.

Gene duvarda asılı büyük bir Ortadoğu haritası.

Ve iyi Türkçe konuşan bir başka rütbeli subay.

O da avucunu Kuzey Irak ve Güneydoğu Türkiye üzerinde dolaştırıyor.

Bir önceki subayın anlattıklarını hemen hemen aynen tekrarlıyor.

O subaya da “NATO, Türkiye, Amerika dostluğu/müttefikliği” gibi kırık dökük bir şeyler söylüyorum.

Hiç oralı değil:

“Ya toprak vereceksiniz ya da vermemek için savaşacaksınız.”

“Bunlar saçmalıyorlar” deyip geçmem mümkündü ama “randevunun” gelişimi, olayı ciddiye almamı gerektiriyordu.

Dönemin Suudi Arabistan Büyükelçisi -AK Parti hükümetinin ilk Dışişleri Bakanı- Yaşar Yakış yanımda ABD Büyükelçisi’ni aramıştı ve benim için randevu rica etmişti.

Daha sonra ABD Büyükelçiliği’nden cevap geldi.

Onların bildirdiği saatte “karargâh” olarak kullanılan otele gittim.

Ve yukarıda anlattığım iki ayrı subayla üst üste görüştürüldüm.

Bu durumda “Amerikalı subayların saçmaladıklarını” mı düşünürsünüz, yoksa “hesaplanmış, tartılmış söylemlerin medya aracılığıyla Türkiye’ye duyurulmak istendiğini” mi?

Bana göre hâlâ “ikinci görüş” geçerli.

Bunları yazdığımda ABD’den bir “tekzip”, bir “yalanlama”, bir “düzeltme”, bir “açıklama” gelmedi.

Oysa...

O sırada çalıştığım SABAH gazetesi, Hürriyet’le başa baş satıyordu.

Birinci sayfadan yayımlanmıştı.

Görülmeyecek ya da görmezden gelinecek bir küçük gazete haberi değildi.

ABD’nin “Sükut ikrardan gelir” söylemini hatırlatan bu suskunluğu Ankara’ya bir mesaj/uyarı izlenimini vermişti.

“Haber/analiz” büyük yankı yaptı.

Aradan 23 yıl geçti.

Hâlâ zaman zaman bazı yazılarda o günkü satırlarım “referans” gösteriliyor.

Bana da hâlâ en çok yöneltilen soru bu olay oluyor.

Türkiye’nin güneyini ve doğusunu saran ateş çemberi bana ABD kuvvetleri karargâhının bulunduğu otel odalarında dinlediklerimi hatırlattı.

Amerika’nın Birinci ve İkinci Körfez savaşlarından çekilirken bıraktığı silahlar bir şekilde PKK’nın da eline geçti.

Şimdi...

Senaryoya bir sayfa daha eklenmekte.

PKK’nın bir uzantısı olan PYD’ye ‘Kobani’de, IŞİD’e karşı kullanması için silah Sveriliyor. Hatta Kuzey Irak Yönetimi’nin başındaki Barzani tarafından bu silah trafiğinin kurulduğu’ açıkça söylenmekte.

Elbette Kobani halkının IŞİD tarafından kıyılmasını vicdan sahibi kimse kabul edemez.

Ama...

Öte yandan parça parça özerk bölgelerle ‘birleşmiş Kürt devletinin’ oluşma süreci de bir gerçek.

Türkiye bu yeni süreci, ‘barış sürecine hız kazandırarak’ birlikte yol aldırırsa, belki şu söylemi de doğrulamış olur:

‘Yönetmek öngörmektir.”

............

Günerİ Civaoğlu bu yazısında sözünü ettiği izlenimlerini 1991’deki 1’inci Körfez Svaşı’nın hemen sonrasında o dönem çalıştığı Sabah gazetesinde yazmış, daha sonraki yıllarda yeri geldikçe hatırlatmalar yapmıştı.

ABD, 2003 yılında, Irak’ı işgal etme öncesinde, 1 Mart Tezkeresi’ne onay vermediğinden dolayı Türkiye’yi “dostlar defterinden” silmiş, askerimizin başına çuval geçirmişti. Devamında da, Suriye’nin kuzeyinde konuşlanan PKK uzantısı YPG’ye binlerce TIR dolusu silah vererek ordulaştırmıştı. Hedefi, Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerinden Akdeniz’e uzanan bir terör devleti oluşturarak, Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuşatmak ve Ortadoğu coğrafyasından soyutlamaktı. Çin’in “Kuşak ve Yol” projesinin de gündeme gelmesinden sonra, Türkiye coğrafyası ABD açısından çok daha fazla önem kazanmış oldu.

“Kiminle avaşıyoruz?” sorusunun yanıtı net değil mi?

Allah yardımcımız olsun..

QOSHE - KİMİNLE SAVAŞIYORUZ BİZ? - M. Kemal Sallı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

KİMİNLE SAVAŞIYORUZ BİZ?

10 0
26.12.2023

Yarınlarda yaşayabileceğimiz hainliklerin arka planındaki dinamikleri görebilmemiz açısından bu sorunun yanıtı çok önemli. Aslında bu sorunun yanıtını bulmak o kadar da güç değil; çünkü, “Hiçbir terör örgütü arkasında güçlü bir devlet desteği olmadan yaşayamaz.”

ABD, 2003 yılında, Irak’ı işgal etme öncesinde, 1 Mart Tezkeresi’ne onay vermediğinden dolayı Türkiye’yi “dostlar defterinden” silmiş, askerimizin başına çuval geçirmişti. Devamında da, Suriye’nin kuzeyinde konuşlanan PKK uzantısı YPG’ye binlerce TIR dolusu silah vererek ordulaştırmıştı. Hedefi, Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerinden Akdeniz’e uzanan bir terör devleti oluşturarak, Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuşatmak ve Ortadoğu coğrafyasından soyutlamaktı. Çin’in “Kuşak ve Yol” projesinin de gündeme gelmesinden sonra, Türkiye coğrafyası ABD açısından çok daha fazla önem kazanmış oldu.

“Kiminle avaşıyoruz?” sorusunun yanıtı net değil mi?

Şehitlerimize Allah’tan rahmet dliyoruz.

Pençe-Kilit Operasyonu’nda şehit olan evlatlarımızın acısı hepimizin yüreğini dağlıyor. Beyinlerimizde uğuldayan soru şu: “Bu teröristler dünyanın en güçlü ordularından biri olan ordumuza silah doğrultma cesaretini, cüretini ve gücünü nerden buluyorlar?”

Yarınlarda yaşayabileceğimiz hainliklerin arka planındaki dinamikleri görebilmemiz açısından bu sorunun yanıtı çok önemli. Aslında bu sorunun yanıtını bulmak o kadar da güç değil; çünkü, “Hiçbir terör örgütü arkasında güçlü bir devlet desteği olmadan yaşayamaz.”

Bugün PKK’ya PYD’ye, batımızda Yunanistan’a, kuzeydoğumuzda Ermenistan’a doğrudan ve dolaylı yollardan destek verenin kimliği de hedefleri artık sır değil. Yıllardır yazdığımız yazılarda, ABD’li ideologların kurguladıkları ve bölgemizdeki 22 devletin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP); Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen sonrasında, 1’nci Körfez Savaşı’yla (1991) uygulamaya konulduğunu, Irak’ın 36. Paralel boyunca bölündüğünü, 11 Eylül 2001’de yaşanan “İkiz Kuleler’in El Kaide militanları tarafından vurulması” şoku sonrasında da 2003 yılında Afganistan ve Irak’ın işgaliyle hızlandırıldığını, 2012’de estirilen “Arap Baharı” rüzgarlarıyla, Suriye ve Libya’nın da BOP’un kapsama alanı içine alındığını anlatmaya çalıştık.

Hedef, 1’nci Dünya Savaşı sonrasında kağıt üstünde çiziliverilen Ortadoğu haritasını günün koşullarına göre yeniden şekillendirmekti. İki dünya savaşı sonrasında yaşanan gelişmeler tarihi İpek ve Baharat yollarını yeniden gündeme getirmişti. Dünya tiicaret yollarının kesişme coğrafyası olan Ortadoğu, aynı zamanda, dünya enerji kaynaklarının önemli bir kısmını barındırıyordu.

O nedenle Ortadoğu’yu bir şekilde kontrolü altına alabilen bir ülke küresel lider olacaktı. ABD, Ortadoğu’daki ülkeleri daha küçük parsellere parçalyıp kontrolü altına alma planları yapıyordu. ABD, Ortadoğu coğrafyasını eski arka bahçesi sayan Avrupa ülkeleriyle sürtüşmeler yaşamasına rağmen, bu hedefinden asla vazgeçmiyordu. “Büyük Kürdistan” görünümlü bir “Büyük İsrail” oluşturarak hedefine ulaşabileceğine inanıyordu.

BOP ”KUŞAK ve YOL”

ABD karşıtı cephe, 2015 yılında Çin’in Kuşak ve Yol projesini gündeme getirmesiyle daha belirgin olarak ortaya çıkmış oldu. Çin, en büyük pazarı oan Avrupa ülkeleriyle elele vererek, üç kıtayı kara ve deniz yollarıyla birbirine bağlayacak olan bir küresel projeyi hayata geçirmek için işbirliği yapıyordu. Bu küresel proje tamamlandığında küresel ekonominin lideri Çin olacaktı. Bu arada AB ülkeleri de, nükleer gücü de olan bir Avrupa Ordusu (PESCO) kurmuş olacaklardı.

ABD’nin böyle bir sonucu kabul etmesi asla mümkün değildi, “Kuşal ve Yol”un önü mutlaka kesilmeliydi. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesine göz yumularak Avrupa ülkeleri korkutuldu, ABD/NATO şemsiyesi altına toplanmaları sağlandı. Böylece, “Kuşak ve Yol”un önüne Ukrayna’da aşılması zor bir Çin Seddi oluşturuldu.

“Kuşak ve Yol”un diğer önemli koridoru, Pekin’i Kaşgar-Gvadar üzerinden Basra Körfezi’ne, oradan BAE, Suudi Arabistan ve Ürdün üzerinden İsrail’in Hayfa limanına bağlayan koridordu. İsrail Başbakanı Netanyahu,........

© Önce Vatan


Get it on Google Play