23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ve Hürriyet ilân edildi.

İstanbul bambaşka bir hâle dönüştü.

Sanki kıştan bahara, geceden sonra sabaha çıkmışçasına yüzler güldü.

Bilhassa aydınlar sevinç tebessümlerini, birbirlerine sunar oldular.

Artık, istemeyerek de olsa yapılan zulüm ve tahakkümü ifade eden istibdada son verildi.

Artık, Adâlet ve İslâmî olan Meşrutiyet ve Hürriyet, güleç yüzlerini gösterdi.

Artık düşmanımız cehalete; ilim ve bilim silâhıyla, karşı koyabilmenin zamanı geldi.

Artık, düşmanımız zarurete karşı san’atı harekete geçirecek yollar açıldı.

Artık, düşmanımız ihtilâfa karşı, ittihat, ittifak ve birlik-beraberlik içinde, karşı koyabilecektik.

Zaten, bizim malımız olan, fakat hakkıyla sahip çıkamadığımız için elimizden kaçırdığımız;

Sanki onun da bizden kaçıp, Batı’ya sığınan Medeniyet’e, artık yeniden günaydın diyecektik.

Artık, Meşrutiyet; bir bakıma Hürriyet ve Demokrasi denen; insan fıtrat ve yaratılışına

En muvafık ve en uygun olan idare tarzını, daha iyi tanıyıp anlayacaktık.

Çünkü artık, eski hâl muhal / imkânsızdı. Ya yeni hâl veya izmihlâl / yıkılış ve çöküş;

İstemesek de mukadder ve kaçınılmaz bir kader olacaktı.

Osmanlı Devleti 18. yüzyılın başlarında, Batı karşısında yenilgilere uğramaya başlamış;

Batı’nın askerî üstünlüğünün altında yatan gerçeklerin, ilim ve teknik olduğunu anlamıştı.

Bu açığı kapatmak için, Batı’yı küçümsemeyi bir tarafa bırakmış;

Batı’yı Batı yapan ilim ve tekniklerini almaktan başka çare olmadığını görmüştü.

Bu duruma düşmemizin baş sebebi olarak; dinin kendisinin değil;

Dinin -maalesef- yanlış, yersiz, izah, anlatı ve tefsirlerinin büyük rolü olduğu anlaşıldı.

Bunun taassuptan gelen; dine körü körüne bağlanmaktan ileri geldiği görüldü.

Bir bakıma İslâmı doğru anlamanın gerektiği bilincine varıldı.

Yenileşme hareketlerine hız verilerek; gerilik bataklığından kurtulmanın yolları arandı.

Bunun ancak ilim, fen ve tekniğe; hayatın her kademe ve safhasında yer vererek;

Özellikle ilim, fen ve tekniğin gün ışığına kavuşturan hedefi doğrultusunda;

Kendilerini yeni bir şevk, heyecan ve gayretle hummalı bir faaliyetin içinde buldular.

Tabii bunu yaparken Batı’dan almamaları gereken; fakat üstün olmasının kapı açtığı

Menfî oluşum ve örnekleriyle de karşılaştılar!

Evet, 23 Temmuz 1908’de Manastır’da Kışla Meydanı’nda büyük törenlerle

Meşrutiyet’in ilân edilmesiyle, ülkede büyük bir sevinç ve barış havası esmeye başladı.

Bu tarihî sevinç ve coşkuya, aynı hararetle gayri müslimler de katıldılar.

Bu atılan adımla, daha rahat bir nefes alacakları duygusuyla,

Âdeta yerinde duramaz oldular. Yabancı ülkelerden dönüp gelen Ermeni ileri gelenleri;

Gösterişli merasimlerle karşılandılar. Meşrutiyet’in ilânını barışın teminatı olarak gördüler.

Fakat ne yazık ki, bu güzel havadan menfî mânâda istifade etmek / yararlanmak için,

Ayrılık rüzgârlarına kapılanlar da çıkmadı değil!

Bu güzel havayı temin eden Osmanlı Devleti’nin tüm unsurları kucaklayışını,

Kavmî menfaatlara yönelerek, bindikleri dalı kesmeye çalışanlar da oldu.

Aynı şekilde, bu güzel havayı teneffüs ederken, bunu yanlış biliş ve anlayışlarının

Zebunu olarak; Meşrutiyet ve Hürriyet havasını İslâm’a ve Kur’an’a aykırı görenler oldu!

Fakat, yanlış anlaşılan din yüzünden; Meşrutiyet ve Hürriyet’i İslâm dışı gösterenlere karşı;

Tüm güçlü kalemleriyle, Meşrutiyet ve Hürriyet’i can u gönülden savunanlar;

Zamanın yazılı basınında, büyük mücadele verdiler. Hâsılı kelâm:

Cumhuriyet’e doğru atılan adımlar kolay atılmadı.

Öyleyse, bugün içinde bulunduğumuz Cumhuriyet rejiminin kıymetini bilelim.

Hürriyet havasını soluklarken, bu uğurda eza ve cefa çekenleri minnetle analım.

Elimizden çıkmaması için, var gücümüzle Cumhuriyet ve Hürriyet’e kanat gerelim.

QOSHE - CUMHURİYET’E  DOĞRU - Muhsin Bozkurt
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

CUMHURİYET’E  DOĞRU

6 0
15.12.2023

23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ve Hürriyet ilân edildi.

İstanbul bambaşka bir hâle dönüştü.

Sanki kıştan bahara, geceden sonra sabaha çıkmışçasına yüzler güldü.

Bilhassa aydınlar sevinç tebessümlerini, birbirlerine sunar oldular.

Artık, istemeyerek de olsa yapılan zulüm ve tahakkümü ifade eden istibdada son verildi.

Artık, Adâlet ve İslâmî olan Meşrutiyet ve Hürriyet, güleç yüzlerini gösterdi.

Artık düşmanımız cehalete; ilim ve bilim silâhıyla, karşı koyabilmenin zamanı geldi.

Artık, düşmanımız zarurete karşı san’atı harekete geçirecek yollar açıldı.

Artık, düşmanımız ihtilâfa karşı, ittihat, ittifak ve birlik-beraberlik içinde, karşı koyabilecektik.

Zaten, bizim malımız olan, fakat hakkıyla sahip çıkamadığımız için elimizden kaçırdığımız;

Sanki onun da bizden kaçıp, Batı’ya sığınan Medeniyet’e, artık yeniden günaydın diyecektik.

Artık, Meşrutiyet; bir bakıma Hürriyet ve Demokrasi denen; insan fıtrat ve yaratılışına

En muvafık ve en uygun olan idare tarzını, daha iyi tanıyıp anlayacaktık.

Çünkü artık, eski hâl muhal / imkânsızdı. Ya yeni hâl veya izmihlâl / yıkılış ve çöküş;

İstemesek de mukadder ve kaçınılmaz bir kader olacaktı.

Osmanlı Devleti 18. yüzyılın başlarında, Batı karşısında yenilgilere uğramaya........

© Önce Vatan


Get it on Google Play