“Ba’de harabü’l-Basra.” / “Basra harâb olduktan sonra.” Yani olan olmuş, biten bitmiş olduktan sonra gelen yardımın faydası olmadığı gibi, müessif olaylara sebebiyet verenlerin pişmanlıkları, artık bir şey ifade etmez. Aylarca yahut yıllarca sürecek olan hapis veya sürgün cezalarını çekmekten, bunlara katlanmaktan başka, ne yazık ki, artık yapacak bir şey yoktur. Hapis belâsı, fonksiyonunu yitiren âzâlar, telafisi olmayan bedensel yara ve kayıplar; insana kalan ömründe dizlerini dövdürüp durur. Artık eski hâl muhal, geri gelmesi ise hayâl olur. Bütün bunlar aslında “Bir şeytan hastalığı olan ‘kibir ve inat’ sebebiyle” başına gelmiştir. Bunların da temelinde ENE / benlik duygusu ve ENANİYET / benlik taslamanın; yanlış bilinip yanlış anlaşılması vardır.

“Sen BEN’im kim olduğumu biliyor musun?”, “BEN sana gösteririm!”, “BANA bunu nasıl söylersin?” veya “Yaparsın?” gibi, o an için nefse hoş gelen, fakat sonunda söylediğine ve yaptığına insanı bin pişman edecek söz ve davranışlar vardır.

Halbuki, yanlış yer ve zamanda, şuursuzca kullandığımız ve bizi yersiz bir şekilde şahlandıran ve sonunda pişman eden ENE ve ENANİYET’imiz; bize Yüce Allah’ın büyük bir lûtfu ve emanetidir. Çünkü ENE, gizli hazineler hükmünde olan İlâhî isimleri anlamamıza yarayan bir anahtardır. Kâinatın kapalı olan tılsımının anahtarıdır. Fakat bize bu İlâhî sırları açarken, kendisi de, anlaşılması çok zor bir tılsımdır.

O ENE, mâhiyetinin bilinmesiyle, o garip muamma o acip tılsım / sır ve gizem olan ENE açılır ve kâinat tılsımını; âlem-i vücubun / Allah’ın künuzunu / hazinelerini dahi açar. Zaten âlemin anahtarı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Yüce Allah, emanet cihetiyle, insana ENE namında öyle bir miftah / anahtar vermiş ki, âlemin bütün kapılarını açar. Ve öyle tılsımlı bir ENANİYET / benlik taslama vermiş ki, Kâinat Yaratıcısı’nın gizli hazinelerini onunla keşfeder.

Hikmet ve sanatla yaratan Allah, insanın eline, emanet olarak, Rububiyet / Rablığının sıfatlarını ve şuunat / emir ve fiillerinin hakikatlerini gösterecek, tanıttıracak işaret ve örnekleri içeren bir ENE vermiştir. Ta ki, o ENE bir vahid-i kıyasî / ölçü birimi olup, Rububiyetinin vasıfları ve İlâhî işleri bilinsin.

Meselâ: “Bu eve mâlik olduğum gibi, Hâlık da şu kâinatın mâlikidir.” desin. Cüz’î / azıcık ilmiyle onun ilmini fehmedip anlasın. Kisbî / ferdî çalışma ürünü olan sanatçığıyla; sanatla yaratan Allah’ın ibda-i san’atını / benzersiz güzellikteki sanatının farkına varsın.

Meselâ: “BEN şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim ise, dünya hanesini de, birisi yapmış ve tanzim etmiş.” desin. Bunun gibi, Allah’ın bütün sıfatlarını ve İlâhî işlerini bir derece bildirecek, gösterecek binler esrarlı haller, sıfatlar ve hisler; ENE’de mevcuttur.

Demek ENE, ayna gibi vahid-i kıyasî / ölçü birimi ve âlet-i inkişaf / keşif cihazı ve mânâ-yı harfî / kendisini değil de sanatkârını gösteren, mânâsı kendinde olmayan ve başkasının mânâsını gösteren gibi, insan vücudunun kalın ipinden şuurlu bir tel ve insanlık mahiyet ve gerçeğinin elbisesinden ince bir ip ve insanlık şahsiyet ve kimliğinin kitabından bir eliftir. Hem onun mahiyeti / iç yüzü harfiyedir / kendi başına bir anlam ifade etmez. Başkasının mânâsını gösterir. Rububiyeti hayaliyedir. Vücudu o kadar zayıf ve incedir ki, bizzat kendinde hiçbir şeye tahammül edemez ve yüklenemez. Belki, eşyanın / şeylerin derece ve miktarlarını bildiren mizanü’l-hararet / termometre ve mizanü’l-hava / barometre gibi mizanlar / ölçü ve teraziler çeşidinden bir mizandır ki, Vacibü’l-Vücud’un / Varlığı zorunlu olan Allah’ın mutlak ve muhit / kapsamlı ve her tarafı kuşatıcı ve hudutsuz sıfatlarını / vasıf ve özelliklerini bildiren bir mizandır.

Emaneti / eneyi hakkıyla eda eder ve o ENE’nin dürbünüyle, kainatın ne olduğu ve nasıl bir vazife gördüğünü anlar. Âfâkî / haricî, dıştaki malûmat nefse geldiği zaman ENE’de bir musaddık / tasdik edici görür. O ulûm, nur ve hikmet olarak kalır, zulmet ve abesiyete dönüşmez. Eğer o ENE, yaratılış gayesini unutup fıtrî görevini terk ederek kendine mânâyı ismiyle baksa, yani kendini mâlik sansa, o zaman emanete hıyanet eder. Evet, “Kendime malikim.” diyen adam, “Herşey kendine maliktir.” demeye ve öyle inanmaya mecbur kalır!


QOSHE - ENE  VE  ENANİYET - Muhsin Bozkurt
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

ENE  VE  ENANİYET

4 0
13.01.2024

“Ba’de harabü’l-Basra.” / “Basra harâb olduktan sonra.” Yani olan olmuş, biten bitmiş olduktan sonra gelen yardımın faydası olmadığı gibi, müessif olaylara sebebiyet verenlerin pişmanlıkları, artık bir şey ifade etmez. Aylarca yahut yıllarca sürecek olan hapis veya sürgün cezalarını çekmekten, bunlara katlanmaktan başka, ne yazık ki, artık yapacak bir şey yoktur. Hapis belâsı, fonksiyonunu yitiren âzâlar, telafisi olmayan bedensel yara ve kayıplar; insana kalan ömründe dizlerini dövdürüp durur. Artık eski hâl muhal, geri gelmesi ise hayâl olur. Bütün bunlar aslında “Bir şeytan hastalığı olan ‘kibir ve inat’ sebebiyle” başına gelmiştir. Bunların da temelinde ENE / benlik duygusu ve ENANİYET / benlik taslamanın; yanlış bilinip yanlış anlaşılması vardır.

“Sen BEN’im kim olduğumu biliyor musun?”, “BEN sana gösteririm!”, “BANA bunu nasıl söylersin?” veya “Yaparsın?” gibi, o an için nefse hoş gelen, fakat sonunda söylediğine ve yaptığına insanı bin pişman edecek söz ve davranışlar vardır.

Halbuki, yanlış yer ve zamanda, şuursuzca kullandığımız ve bizi yersiz bir şekilde şahlandıran ve sonunda pişman eden ENE ve ENANİYET’imiz; bize Yüce Allah’ın büyük bir lûtfu ve emanetidir. Çünkü ENE, gizli hazineler hükmünde olan İlâhî isimleri anlamamıza yarayan bir anahtardır. Kâinatın kapalı olan tılsımının anahtarıdır. Fakat bize bu İlâhî sırları açarken, kendisi de, anlaşılması çok zor bir........

© Önce Vatan


Get it on Google Play