Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den : Şöyle demiştir: Bir gün Resûlu’llâh salla’llâ aleyhi ve sellem açıkta oturuyordu. (yanına) biri gelip : “İman nedir?” dile sordu. “İman; Allah’a, meleklerine, Allah’a mülâkî olmağa (ya’nî rü’yetü’llâh’a), Peygamber’lerine inanmak, kezâlik, (öldükten sonra) dirilmeğe inanmaktır.” Cevabını verdi. “Ya İslâm nedir? “dedi. “İslâm, Allah’a ibadet edip (hiçbir şeyi) O’na şerik ittihâz etmemek, namaz’ı ikâme ve farz edilmiş zekat’ı eda etmek, Ramazan’da da oruç tutmaktır.” Buyurdu. (Ondan sonra) “Ya ihsan nedir?” diye sordu. “Allah’a sanki görüyomuş gibi ibâdet etmendir. Eğer sen, Allah’ı görmüyorsan şüphsiz O, seni görürür.” Buyurdu. “Kıyâmet ne zaman?” dedi. (Bunun üzerine) buyundu ki: “Bu mes’ele’de sorulan, sorandan daha alim değildir, (Şu kadar var ki, kıyâmet’den evvel zuhur edecek) alâmet’lerini haber vereyim: Ne zaman (satılmış) cariye, sahibini (ya’nî efendisini) doğurur. – Câriye-i memlûke’nin kendi sahibini doğurması, kendisinden doğan efendi-zâde’sinin babası makamına kaim olup, ona sahip olması i’tibariiyle dir ki, bu emâre, cariye ve halayıkların kıyamet’den evvel çoğalacağından kinaye’dir. Bu ihbar-ı Nebevî pek az zaman sonra tahakkuk etmiştir. Hatta memlûk câriye’lerden tevelüd etmiş (doğmuş), mülûk-zâde’lerin bile hadd-i hisabı yoktur. Bir ihtimale göre de, ümmühât-ı evlâd satılacak ve elden ele geçip tedâvül ede ede nihâyet, evlâd’larının maaza’llâhu Teâlâ yed-i temellüküne an-cehlin (bilmeyerek) geçip istifraş olunacak derecede ahval-i nas fesada ma’ruz kalacaktır, demiktir . Birinci ihtimâle diyecek yomsa da ikincisine göre zikredilen alâmet’lerden birisidir. (Günümüzde, satılan, terk edilen çocukların ebeveyn’lerini, ya da ebeveyn’lerin çocuklarını aramak için Televizyon kanallarına çıkmaları bunun en büyük delili değil midir?- Kim idikleri (kim oldukları bilinmeyen), deve çobanları yüksek bina kurmakta biribirleriiyle yarışa çıkarsa- Çok fakir insanların kısa zamanda çok servet ve sâmâ’na sahip olacklarına işarettir,ki, ehl-i İslâm’ın çeyrek asır bile geçmeden, Rum ve diğer Acem devletlerine galip gelerek, birden bire hâtır ve hayale gelmez servetlere varis olmaları suretiyle bu Nebevî haber de tahakkuk etmiştir. Geçmişte deve çobanlarının develerini güttükleri çöllerde Asrımızda, gökdelenler dikilmiştir. Dubâî’de, dünyanın en yüksek Gökdeleni oılan Burc el-Arab Gökdeleni, bu Mu’cize’nin zuhurunun en büyük delilidir.- (kıyâmet’den evvelki alâmet’ler görünmüş olur. Kıyâmet’in vakti) Allah’tan başka kimsenin bilmediği beş şeyden biridir” Ondan sonra Nebiyy-i Muhkerem salla’llâhu aleyhi ve selem, Âyet-i Kerime’yi tilâvet buyurdu.- Peygamber’imizin bu esnada tilâvet buyurduğu âyet-i Kerime’nin meâl-i âlîsî : “kıyâmet’in vakti hakkındaki ilim, şüphesiz Allah’a mahsustur. Yağmuru (istediği yere istediği vakit’de) o yağdırır. Kadın rahmindeki mahlûkları (erkek mi dişi mi?) O bilir. Hiçbir kimse yarın hayır ve şer ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi toprakda öleceğini bilmez.” (Lokman Suresi,âyet,34)- Sonra gelen adam) arkasını döndü (gitti). Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem “onu çevirin,” diye emrettiyse de izini bulamadılar. Bunun üzerine buyurdu ki işte bu, Cibrîl (aleyhi’s-selâm) dır. Halka dinini öğretmek için geldi.”

Hadis-i Cibrîl olarak bilinen bu Hadis-i Şerif, bütün Kütüb-ü Sitte Külliyatındaki hadisler arasında, az sayıdaki Mütevâter (Tevâtür derecesinde, rivayet edilen) hadisler’den birisidir.

Görüleceği üzere, vahy’le vazifeli, Melek, Cisrîl aleyhisselâm ile, vahy’in muhatabı, Sevgili Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem arasında, halka, Ashab’a ve Ümmet-i Muhammed’e, dinlerini öğretmek için, soru-cevap şeklinde geçen muhavvere’de, Yüce İslâm Dini’nin üç rüknü, İman, İslâm ve ihsan olarak ortaya konmuştur. İman’ı esasları, İslâm’ın rükûn’leri, Efâl-ibad, (kulların fi’î ve vazifeleri, İslâm’ın şart’ları, haram,helâl, mekruh, müfsid ve mübah olarak, Kitap, sünnet, İcmâ-i ümmet ve Kıyas-ı Fukahâ (müçtehid’lerin içtihadı) ile ortaya konulmuştur.

İmanın şartları ve esaslarına, bu şartların gereği, İslâm’ın şart ve esaslarına, haram, helâl ve diğerleri gibi efâl-i ibad’a bir bütün olarak “Şerî’at,” diyoruz.

İhsan, (İhlas da diyebiliriz,) Mâverâü’ş- Şerîa (Şeriatin ötesidir), bunun için Sevgili Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem, Cibrî-ü Emîn’in “İhsan nedir?,” sualine karşı, verdiği, “Allah’ı görürücesine Allah’a ibadet etmen, her ne kadar sen Allah’ı görmüyorsan- göremiyorsan da Allah seni hakkıyla görmektedir,” tarzında verdiği cevbında bu hususa işaret buyurmuştur.

“Gözler O’nu göremez; halbiki, O, gözleri görür. O, her şyi pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” (Enam /6/103) (Gözler onun zâtını ve kemâlini hakkıyla idrak edemez- kavrayamaz, demektir. Bununla beraber, ehlisünnet akidesine göre, cennette mü’minler, Cemal-i İlâhî ile müşerref olacaklardır. Âyet ve hadisler bunu natıktır.

Süyûtî’nin Câmiu’s- Sağîr’de rivayet ettiği hadis Şref de Şöyledir: “Nefsinin arzularını ve hatta ömrünü bir tarafa bırakan kimsenin kılacağı şekilde (ya’nî, en son namazıhnı kılhan mü’min namazının âdâp ve şartlarına ne kadar dikkat eder ve ne kadar ciddiyyetle kılarsa sen her zaman öylece) kıl namazını) kısacası, Rabbi’ni apaçık gözünle görüyormuşsun gibi namaz kıl.) Zira, sen Allah’ı görmüyorsan da O, seni görüyor ya! (şüphesizki O’nu gören kimsenin kalbine başkası giremez.) Halkın ellerinde olan şeylerden ümidini kes ki,, gerçek zenginliğe eresin. Sonunda özür dilemek zorunda kalacağın şeylerden sakın. (Dünyada ve ahirette özür dilemek zorunda bırakan gizli ve aşikâr kötülüklerden sakın) “demek oluyorki, insan gücü yettiği kadar takvâ’dan ayrılmamakla me’murdur.

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe/9/119)

“Bilesiniz ki, Allah’ın velî’lerine (dostlarına) korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.” “Onlar iman edip de takvâ’ya ermiş olanlardır.” (Yûnus/ 10/ 62,63) İkinci âyet, bir önceki âyette geçen” Allah dostlarının (evliyaullah’ın), Allah’ın kendilerine böylesine mukaddes bir unvan vermesini sağlayan özelliklerini iki keimede özetlemiştir. İman ve takvâ. Çünkü iman bütün batıl ve yanlış inançlardan sıyrılarak gerçeğe hakka ulaşmış olmanın, takvâ ise her türlü sapık ve kötü yollardan, başıboş ve hayvânî yaşama tarzından arınarak, kalbi Allah’a teslim etmenin, hayatı O’nun kanunlarına göre düzenlemenin ve böylece bir ahlak disiplinine girmenin ifadesidir. İşte Allah dostları, iman ile ma’rifetu’llâh’a ve takvâ ile de üstün ahlak’a ulaşmış olduklarından 62. Âyette de buyrulduğu gibi, her türlü korkudan, kederden yeisden kurtulmuşlardır. Çünkü onlar en üstün kudret olan Allah’ın dostluğunu ve himayesini kazanmışlardır.)

Allah’ı görüyomuş gibi ibadet etmek, abdiyeti, ubûdiyyeti, yalnız muayyen ibadetler için değil de, bütün kulluk için teşmil ettiğimizde, Kulun hayatının bütün safhalarında, yerken, içerken, ticaret yaparken, uyurken bile, Allah ile beraber, Allah’ın murakabesi altında olduğudur. Öyleyse, kul, Hayatının bütün safahatında Allah ile beraberdir.Daimî Allah ile beraber olduğu idrakinde olmayan- olamayan, kulların, daima Allah ile beraber olan bir Allah dostunun eteğine yapışması zarureti, işte tam da tarîkat ve tasavvufu öne çıkarır.

QOSHE - CUM’A SOHBETİ ( 5/ 27 ) - Mustafa Akkoca
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

CUM’A SOHBETİ ( 5/ 27 )

18 0
01.12.2023

Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den : Şöyle demiştir: Bir gün Resûlu’llâh salla’llâ aleyhi ve sellem açıkta oturuyordu. (yanına) biri gelip : “İman nedir?” dile sordu. “İman; Allah’a, meleklerine, Allah’a mülâkî olmağa (ya’nî rü’yetü’llâh’a), Peygamber’lerine inanmak, kezâlik, (öldükten sonra) dirilmeğe inanmaktır.” Cevabını verdi. “Ya İslâm nedir? “dedi. “İslâm, Allah’a ibadet edip (hiçbir şeyi) O’na şerik ittihâz etmemek, namaz’ı ikâme ve farz edilmiş zekat’ı eda etmek, Ramazan’da da oruç tutmaktır.” Buyurdu. (Ondan sonra) “Ya ihsan nedir?” diye sordu. “Allah’a sanki görüyomuş gibi ibâdet etmendir. Eğer sen, Allah’ı görmüyorsan şüphsiz O, seni görürür.” Buyurdu. “Kıyâmet ne zaman?” dedi. (Bunun üzerine) buyundu ki: “Bu mes’ele’de sorulan, sorandan daha alim değildir, (Şu kadar var ki, kıyâmet’den evvel zuhur edecek) alâmet’lerini haber vereyim: Ne zaman (satılmış) cariye, sahibini (ya’nî efendisini) doğurur. – Câriye-i memlûke’nin kendi sahibini doğurması, kendisinden doğan efendi-zâde’sinin babası makamına kaim olup, ona sahip olması i’tibariiyle dir ki, bu emâre, cariye ve halayıkların kıyamet’den evvel çoğalacağından kinaye’dir. Bu ihbar-ı Nebevî pek az zaman sonra tahakkuk etmiştir. Hatta memlûk câriye’lerden tevelüd etmiş (doğmuş), mülûk-zâde’lerin bile hadd-i hisabı yoktur. Bir ihtimale göre de, ümmühât-ı evlâd satılacak ve elden ele geçip tedâvül ede ede nihâyet, evlâd’larının maaza’llâhu Teâlâ yed-i temellüküne an-cehlin (bilmeyerek) geçip istifraş olunacak derecede ahval-i nas fesada ma’ruz kalacaktır, demiktir . Birinci ihtimâle diyecek yomsa da ikincisine göre zikredilen alâmet’lerden birisidir. (Günümüzde, satılan, terk edilen çocukların ebeveyn’lerini, ya da ebeveyn’lerin çocuklarını aramak için Televizyon kanallarına çıkmaları bunun en büyük delili değil midir?- Kim idikleri (kim oldukları bilinmeyen), deve çobanları yüksek bina kurmakta biribirleriiyle yarışa çıkarsa- Çok fakir insanların kısa zamanda çok servet ve sâmâ’na sahip olacklarına işarettir,ki, ehl-i İslâm’ın çeyrek asır bile geçmeden, Rum ve diğer Acem devletlerine galip gelerek, birden bire hâtır ve hayale gelmez servetlere varis olmaları suretiyle bu Nebevî haber de tahakkuk etmiştir. Geçmişte deve çobanlarının develerini güttükleri çöllerde Asrımızda, gökdelenler dikilmiştir. Dubâî’de, dünyanın en yüksek Gökdeleni oılan Burc el-Arab Gökdeleni, bu Mu’cize’nin zuhurunun en büyük delilidir.-........

© Önce Vatan


Get it on Google Play