Uhud, Medine’ye bir fersahtan az bir mesafede bir dağdır; İslâm tarihinde çok büyük ber mevki’i vardır. Pekçok vesiylelerle Resûl-i Ekrem tarafından: “ Uhud bir dağdır, o biezi sever, biz de onu severiz,” buyurmuştur.

Enes bin Malik radiya’llâhu anh’den, demiştir ki,: Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem. Uhud Dağına çıkmıştı. Beraberinde, Ebû Bekr, Ömer ve Osman rıdvânu’llh’ı aleyhium Ecme’în de vardılar. Birden, zelzele meydana geldi, Uhud Dağı sallanmaya başladı da Peygamber, “ Uhud yerinde dur, Şüphesiz şu anda senin üzerinde bir Nebî, bir Sıddîk ve iki şehid bulunuyor,”buyurdu. Böylece Peygamber’imiz, Hazreti Ebû Bekr’in “ Sıddîk,” olduğunu bir kerre daha tasdîk ederken, mu’cize olarak Hazreti Ömer ve Hazreti Osman’ın da şehid edileceklmerini haber vermiştir.

Uhud Vak’ası, Kur’ân-ı Mübîn’in Âl-i İmran Suresinde tasvîr buyrulmuştur. İbn-i İshak’a göre, Allâhu Teâlâ Âl-i İmran Suresinden altmış ayeti Uhud Muharebesi hakkında inzal buyurmuştur. İbn-i Ebî Hâtem’in rivayetine göre, Misver İbn-i Mahreme demiştir ki, Abdurrahman İbn-i Avf’e: - Uhud Muharebesine dair haberlerinizden bana bildirseniz! Diye rica etti . O da: Âl-i İmran sûresi’nden yüz yirmi âyet oku! Uhud Vak’a’sını orada bulursun! Dedi. Âl-i İmran Sûresi iki yüz âyet olduğuna göre, yarıdan fazlası Uhud Harbine dairdir, demek oluyor. Buhârî bu âyet’lerden bir kısmını Uhud mevzuuna dair açtığı müteaddid bâblarının unvanlarında zikretmiştir. Mealleri aid oldukları bâb’larında nakledilecektir.

Uhud Harbi Hicretin üçüncü yılında Şevval ayının on birine tesadüf eden Cumartesi günü vâKİ’ olmuştur. Şöyleki, Kureyş müşrikleri Bedir hezimetinin acısını çıkarmak için Ebû Süfyan bin Harb’in kumandasında tam teçhizatlı üç bin kişilik bir ordu ile Medine üzerine yürüdüler. İlk def’a, bir muharebede, Kureyş kadınlarının da iştirak ettiği bu ordu’nun yedi yüzü zırhlı, iki yüz süvârî vardı. O gün için çok mühim sayılabilecek bu kuvveti Şevvel ayının yedinci günü Uhud Dağı civarına gelip, Ayneyn Mevki’ine konmuştu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kurduğu bir harp şûrasında Ashabıyla görüşmüş ve Medine içerisinde, müdafaa harbi yapılması, yâhud Medine dışına çıkılması cihetleri tedkik edilmişti. Resûl-i Ekrem Efendimiz gördüğü bir rü’ya üzerine müdafaa harbini iltizam etmiş, Ebû Bekir, Sa’d bin Muaz gibi Ashabın pekçok büyükleri bu görüşe iştirak etmişlerdi. Bedir Muharebesinde bulunamayan bir takım Ashâb ile Hazreti Hamza gibi Bahâdırlar da Meydan Harbine tkaraftar olmuşlardı. Bunların bu husustaki ısrarları üzerine, Resûlu’llâh harbe hazırlanmış ve biribiri üzçerine iki zırh giyerek ve başına miğferini giyerek, Hâne-i Saâdet’den çıkmıştır. Bu def’a Meyden Harbi ne taraf olanlar da Resûl-i Ekrem’in içtihadına muhalefeti doğru bulmayarak : “ – Yâ Resûla’llâh, Medine içinde müdafaa edilmesini arzu buyuruyorsanız öyle yapınız! Demişlerse de, - Resûl-i Ekrem’in bu rü’yası: Rü’ya’sında, kılıcında bir gedik açıldığını, yanında bir sığır boğazlandığını, Mübarek elini Zırhı’nın içine koyup muhafaza ettiğini görmüştü. Bu rü’ya’sındaki kılıç gediğini, ehl-i Beytinden birisinin şehid olmasıyla sığır boğazlanmasını, Ashâbından bir kısmının şehadetiyle, zırhı da Medine ile ta’bir etmişti.- Resûlu’lâh: - Bir Peygamber zırhını giydigkten sonra harb etmeden çıkarmak yaraşmaz! Buyurdu ve Cum’a günü Cum’a Namazından sonra bin kişilik bir kuvetle Medine’den çıktı. Medine ile Uhud arasında Şevt Bostanı’na varıldığında Abdulah İbn-i Übey: Ben Meydan Harbine muhalifimi! Diyerek üç yüz kişilik bir münafık zümresiyle Medine’ye döndü. Resûl-i Ekrem yedi yüz kişilik bir kuvvetle yoluna devam ederek, Uhud’a vardı. Vâdî’nin ağzındaki Şİ’b Mevki’ine inerek, burasını ordugah ittihaz etti. Cumartesi günü sabahleyin Piyâde askerini harb nizamında tt’biye eyledi. Ve düşman bozulsa bile ta’kip için yerlerinden asla ayrılmamalarını tenbih buyurdu. Elli kişiden ibaret olan bir okçu kuvvetini de Piyâde’lerin arkasına yerleştirdi. Okçu’ların kumandasını da Abdullah İbn-i Cübeyr’e verdi. Bunlara da yerlerini hiçbir sûretle bırakmamalarını hatta düşman bozulza yâhud biz bozulsak da askerlerin başını kuşlar koparsa bile, bu serhadden hiçbir tarafa ayrılmamalarını tekrar tekrar tembih buyurdu. Ve İslâm Piyâde kuvvetine arkadan baskın yapılmaması için okla müdafaa etmelerini emretti.

Âl-i İmran Sûresi 121. Âyetinde yukarıda anlatılanlara şöyle işaret buyrulmuştur: “ Habib.im (Uhud günü) gündüzün erken bir zamanında ailenin yanından ayrıldığın ve ( harb sahasına gelerek) mü’minleri kıtâl için( vuruşma için) münasip yerlere yerleştirdiğin zamanı hatırla! Allah, (söylenen her sözü) çok iyi işitir, ( gönüllerinden geçen hâtıraları) tamâmıyla bilir.”

“ Ey mü’minler!( düşmana karşı ) zayıf bulunmayınız!( Mağlup olduk diye) mahzun da olmayınız! HâLâ siz, yüce kişilersiniz, çünkü(hakîkî) mü’minlersiniz( en son galip olacaksınız). Eğer size (Uhud’ da) bir yara dokunduysa Kureyş’e de bunun benzeri bir yara (Bedir’de) dokunmuştu-Bedir’de müşriklerin, Uhud’ da İslâm Ordusu’nun kaybı yetmişer neferden ibaret olduğundan iki tarafın cerîhası ( yarası- kaybı) arasında tam bir benzerlik vardı.- Hem harb ve galebe öyle günlerdir ki, biz onları insanlar arasında gezdirir, dolaştırırız. Vallâhi şu ( samîmî) iman edenleri( ( (münafıklardan) ayırd etmek ve sizden şehîd edinmek için( yaralandınız) yoksa Allah zâlim (müşrik)leri sevmez. Yine Allah şu mü’minleri ( günahlardan) arıtmak ve küfredenleri de ( en sonu) mahvetmek için (mağlup oldunuz) . Yoksa siz sanırmısınız ki, Allah, o mücahade edenleri bildirmeden ve sizden sabr’edenleri tanıtmadan cennete gideceksiniz?. Hem siz ölüme karışmadan önce onu diliyordunuz. Akibet onu gördünüz. Şimdi( Kılıç, süngü paürıltıları içinde) ona bakıp duruyorsunuz” ( Âl-i İmran/3/ 139,140,142,142,143)

Bu âyet’lerde müslümanların Uhud’ da mağlup olduklarına işaretle teselli buyrulmakta ve bu mağlubiyyetin ihtiva ettiği gaye ve maksadlar bildirilmektedir. Uhud günü harb başlayınca günün ilk yarısında galebe İslâm Ordusunda devam etmişti düşmana mücahidler tarafından yirmiden fazla telefat verdirilmişti. Şirk ordusu’nun alemdarı, Talha İbn-i Ebî Talha, Hazreti Ali Tarafından, kardeşi Osman da Hazreti Hamza tarafından öldürülmüştü. Hazreti Zübeyr’in şiddetli hücumları düşmanın Halid bin Velîd kumandasındaki sağ cenahını ricate mecbur etmiş, bunun üzerine Ebû Cehlh’in oğlu, İkrime kumandasındaki sol cenahı da çekilmeye mecbur kalmıştı. Hamza, Ali, Sa’d İbn-i Ebî Vakkâs gibi, Bahâdır’ların müteaddid hamleleri düşmanı bozguna uğratmıştı. Öyleki, Düşman askerlerini cesaretlendirmeleri için yanlarında getirdikleri Kureyş kadınları dağın yükseklerine kaçmışlardı. Artık, geri çekilen düşmanın bıraktığı ganimetler paylaşılmaya başlanmıştı. Okçular Tepesinde konuşlandırılan Kemenkeşler bunu görünce, “ Ganimet, ganimet, ganimet,” diye bağırışarak, Kumandanları, Abdullah İbn-i Cübeyr’in, Resûlu’llâh’ın emir ve tenbihlerini hatırlatarak, “ Bulunduğunuz yerden ayrılmayın! Nidalarına rağmen, kendisini dinlemediler, ganiimet paylaşmaya koştular. Bu arada kumandan Abdullah İbn-i Cübeyr’in yanında saüdece, sekiz kemenkeş kalmıştı. Düşmanın sağ tarafından ric’at eden Halid İbn-i Velîd’in Süvârî müfrezesi boşaldığını gördüğü bu mühim noktayı Okçular Tepesini kolayca işgal edip, kemenkeşleri şehid edip İslâm Piyâde kuvvetinin arkasını muhasara ederek bir hamle ile İslâm Ordusunu yarıp- dağıttı ve kazanılan bir zafer tehlikeye düştü.Düşman kuvvetleri Res^lu’llâh’ın Karargahına doğru ilerledi...

QOSHE - CUM’A  SOHBETİ  ( 5 / 32 ) UHUD  MUHAREBESİ!... - Mustafa Akkoca
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

CUM’A  SOHBETİ  ( 5 / 32 ) UHUD  MUHAREBESİ!...

12 0
05.01.2024

Uhud, Medine’ye bir fersahtan az bir mesafede bir dağdır; İslâm tarihinde çok büyük ber mevki’i vardır. Pekçok vesiylelerle Resûl-i Ekrem tarafından: “ Uhud bir dağdır, o biezi sever, biz de onu severiz,” buyurmuştur.

Enes bin Malik radiya’llâhu anh’den, demiştir ki,: Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem. Uhud Dağına çıkmıştı. Beraberinde, Ebû Bekr, Ömer ve Osman rıdvânu’llh’ı aleyhium Ecme’în de vardılar. Birden, zelzele meydana geldi, Uhud Dağı sallanmaya başladı da Peygamber, “ Uhud yerinde dur, Şüphesiz şu anda senin üzerinde bir Nebî, bir Sıddîk ve iki şehid bulunuyor,”buyurdu. Böylece Peygamber’imiz, Hazreti Ebû Bekr’in “ Sıddîk,” olduğunu bir kerre daha tasdîk ederken, mu’cize olarak Hazreti Ömer ve Hazreti Osman’ın da şehid edileceklmerini haber vermiştir.

Uhud Vak’ası, Kur’ân-ı Mübîn’in Âl-i İmran Suresinde tasvîr buyrulmuştur. İbn-i İshak’a göre, Allâhu Teâlâ Âl-i İmran Suresinden altmış ayeti Uhud Muharebesi hakkında inzal buyurmuştur. İbn-i Ebî Hâtem’in rivayetine göre, Misver İbn-i Mahreme demiştir ki, Abdurrahman İbn-i Avf’e: - Uhud Muharebesine dair haberlerinizden bana bildirseniz! Diye rica etti . O da: Âl-i İmran sûresi’nden yüz yirmi âyet oku! Uhud Vak’a’sını orada bulursun! Dedi. Âl-i İmran Sûresi iki yüz âyet olduğuna göre, yarıdan fazlası Uhud Harbine dairdir, demek oluyor. Buhârî bu âyet’lerden bir kısmını Uhud mevzuuna dair açtığı müteaddid bâblarının unvanlarında zikretmiştir. Mealleri aid oldukları bâb’larında nakledilecektir.

Uhud Harbi Hicretin üçüncü yılında Şevval ayının on birine tesadüf eden Cumartesi günü vâKİ’ olmuştur. Şöyleki, Kureyş müşrikleri Bedir hezimetinin acısını çıkarmak için Ebû Süfyan bin Harb’in kumandasında tam teçhizatlı üç bin kişilik bir ordu ile Medine üzerine yürüdüler. İlk def’a, bir muharebede, Kureyş kadınlarının da iştirak ettiği bu ordu’nun yedi yüzü zırhlı, iki yüz süvârî vardı. O gün için çok mühim sayılabilecek bu kuvveti Şevvel ayının yedinci günü Uhud Dağı civarına gelip, Ayneyn Mevki’ine konmuştu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kurduğu bir harp şûrasında Ashabıyla görüşmüş ve Medine içerisinde, müdafaa harbi yapılması, yâhud Medine dışına çıkılması cihetleri tedkik edilmişti. Resûl-i Ekrem Efendimiz gördüğü bir rü’ya üzerine müdafaa harbini iltizam etmiş, Ebû Bekir, Sa’d bin Muaz gibi Ashabın pekçok büyükleri bu görüşe iştirak etmişlerdi. Bedir Muharebesinde bulunamayan bir takım Ashâb ile Hazreti Hamza gibi Bahâdırlar da Meydan Harbine tkaraftar olmuşlardı.........

© Önce Vatan


Get it on Google Play