Mealini, şerh ve izahını verdiğimiz, Sa’d İbn-i Ebî Vakkas Hadis’inde, Sevgili Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve selem Efendimiz, ağır hasta halinde, ziyarette bulunduğu, Sa’d İbn-i Ebî Vakkas’ı teselli buyururken, ehli İslâm toplumunun temel taşı, üssü’l-sâsı, aile yapısını takviye eden, bir zarafet ve letâfete de işaret buyuruyorlar.Hadisin Metninde: “ Hattâ, Tec’alü fî, feyy-i’mraetik,”= Hatta,( yemek yerken) hayat yoldaşının( Refika’nının, Zevce’nin) ağızına verdiğin lokmadan da me’cur olursun,” ( sevab kazanırsın) – Türkçe’mizde, eşler, biribirlerine hayat boyu iyi muamele ettiklerini, hep iyilik yaptıklarını ifade için, mecâzî olarak,” seni hep kendi elimle besledim,”derler...

Bu Haris’ten, müçtehid’lerin istifade ederek, ortaya koydukları fıkhî hükümler’den ba’zıları da şunlardır: Kişinin varislerin hakkını mahfuz tutarak, malının bir kısmını hayır cihetlerine sarf ve infak etmesi, müstehabdır. Aynı suretle, sıla-i rahme teşviki, akraba ve taallûkata rağbet etmeyi de ihtiva etmektedir. İnsanın işlediği her hayır ve ibadetten ancak sevab kazandıracağı, şeriatın esasına göre mübah olan işlere bile, bu işler yapılırken, Allah’ın rızası kasdedildiğinde mübah olan o fi’il’in, mahz-ı tâa t ve dolaysiyle, sevabı mucib ve fazilet olacağı da istifade olunur...

Resûl-i Ekrem sala’llâhu aleyhi ve selem Efendimiz en mühimme-i diniyye huzûr-ı dünşyeviyye’nin en lâtif ve ziyade melekî olan bir misal ile tenbih buyurmuşlardır, ki,

“Müdâabe,” = mizaç,latife’dir. Yâ’nî, kişinin refîka-i hayâtının( hayat arkadaşının) ağzına lokma vermesidir. Mekârim-i ahlâkın( ahlâkî güzelliklerin) yeğâne bir mürşidi olan Hatem-i Enbiya Efendimiz, beliğ bir vecize ile aile bağını sağlayan ve aile saâdetini te’min eden bir nev’i mücâmele ve latîfe’lerin zevc ve zevce( karı-koca) için vesile-i hayır ve sevab olduğunu ta’lim buyurmuş oluyorlar. Aile hayatında pek ziyada lütufkâr ve son derece şefkatli olan Resûl-i Ekrem Efendimiz bu vecizelerinde âile saâdetinin her safhasını bütün sebeb ve neticeleriyle ümmetine göstermiş bulunuyorlar.

Varını yoğunu, içki, kumar ve fuhuş yollarında harcayarak, âilesini fakr-u zaruret içerisinde bırakanların aile saâdetinden bahs’edile bilinirmi? Ya da,İslâm dini’nin miras hukukunu, vasiyet,tasadduk ve infak hususunu yanlış yorumlayıp, varını yoğunu başkalarına dağıtarak, varislerini ve âile ferd’lerini başkalarına el açar duruma düşürenlere ne demeli!...

Yine bu hadis-i Şerif’e göre insan( mükellef) nafakası üzerine vacib olan âile efradının nafakası te’min ederken ( rızâ-i İlâhî’yi,) = Allah rızasını) kasd’ederse hem vacibi eda etmiş, hem de infak ve tasadduk( sadaka verme) sevabını nail olmuş bulunur. Kurtubî diyor ki: Bu hadisin mantukuna göre( bu hadisten anlaşılan mantık gereği), âileye nafaka te’mininden dolayı müsab olmak( sevaba nail olmak= ulaşmak) kurbet kasdiyle hâsıl olur.Binâenaleyh Nafaka te’min edilirken Allah’ın rızası kasd’edilmez de Nafaka bir borç ve mükellefiyyet olarak telakkî edilirse,vacib sakıt olursa da fakat me’cur olmaz, ayrıca sevab kazanamaz.

Peygamber’imizin kendisi için yaptığı kabule vabeste du’a ile du’a’sı reddolunmayan, din, İlâ-i Kelimetü’llah İçin ilk oku atan, Kur’ân-ı Kerim’de Oku’nun, “ Allah’ın oku olarak,” tavsif buyrulan, Bahadır, Kuman’dan, Necid, İran, Irak fatihi, Sa’d İbn-i Ebî Vakkâs,Irak topraklarını,Förs, Sâsânî, Zerdüşt, = ateşperest ve mürted’lerden temizlemiş, “Peygamber’in ve Ashâbı’nın Yolu,” demek olan, Ehl-i Sünnet Akidesini yerleştirmiştir, Sa’d İbn-i Ebî Vakkas’ın te’sis ettiği, Kûfe başta olmak üzere, Bağdad, Basra, Kerkük, Irak’ın kuzeyindeki, Süleymaniye, Erbil, daha doğrusu, bütün Irak şehir’leri, asırlar boyu Ehl-i Sünnetin Merkezi halindeydiler. Sa’d İbn-i Ebî Vakkas devri, Ashab-ı Güzîn dönemi, Hicretin ikinci asrı, İmam-ı A’zam Ebû Hanife devri, Tâbi’în dönemi, Abbasî’ler, Büyük Selçukî, Anadolu Selçûkî, Osmanlı, Devlet-i aliyye’miz dönemlerinde de Ehl-i Sünnetin Merkezi olmaya devam etti. Osmanlı’nın Bağdat Eyaleti, daha doğrusu, bütün Irak toprakları, Osmanlı Devlit-i aliyye’mizden koparıldıkmtan sonra da, Kralık, Cumhuriyet, Askerî darbeler, biribirin ta’kip eden generaller darbesi, Saddam Hüseyin devrine kadar, zaman zaman, İran’ın, Şî’a rejimini dayatma tasallutlarına rağmen, Musul gibi ba’zı şehirler şî’a’laştırılmasına rağmen, Bağdat, Kerkük,Erbil, Süleymaniye gibi büyük şehirler kâhir ekseriyyetiyle ehl-i Sünnet akidesine bağlı kalmışlardır.

Üçüncü milenyüm’de, Türkiye başta olmak üzere, bütün Asya Kıta’sını Hıristiyanlaştırma büyük porojesi’nin bir parçası olmak üzere, Dünya Siyonizm Teşkilatı, Dünya Kiliseler Birliği, Vatikan, Dünya’daki bütün Patrikhane’ler, Iran’da Şah’ı devirip, Förs, Sâsânî, Zerdüşt ve “Mola’lar,” Rejimi getirdiler. Ve her zamanki, tabî’atlarında olduğu üzere, Takiyye ile bu förs devrimini, dünya’ya bir “ İslâm Devrimi,” olarak yurtturmaya çalıştılar.Uzun yıllar, Fransa’da- Paris’te Batılı, epl-i Salîp devletlerin gözetiminde ve himayelerinde sürgün hayatı yaşayan, İmam Humeynî, Paris’ten, İran’a Fransa Cumhurbaşkanı’nın kendisine tahsis ettiği, dev Cumhurbaşkanlığı Uçağıyla dönmüştü. Batılı, ehl-i Salip devletlerin himayesinde, “ İslâm Devrimi,” Akıllara ziyan!...

Sâsânî, Förs, Humeynî Molla’lar Rejimi, devrimden sonra ilk işi olarak, Irak’ı ve Türkiye’yi ŞÎ’a’laştırma teşebbüsünde bulunmak oldu. Ireak’a ddoğrudan müdahale ile, dokuz yıl devam eden, sıcak çatışmalar devam etti.Bu çatışmalarda, Saddam Hüseyin’in dirayetli idaresi karşısında,YALÇIN Kaya’dan herhangi bir parça koparaman ric’at etmek, geri çekilmek mecburiyetinde kalmıştı.Dokuz yıl İran- Irak çatışmalarında, Molla’ların, henüz daha büluğ çağına bile gelmemiş,çocukların alınlarına, “ Allaehhu Ekber, Humeynî Rehber,” Bandajları yapıştırılarak, “doğrudan cennete gideceksiniz,” yaveleriyle Irak cephesine sürülmüş, bir milyon kadar, genç ve çocuk, Necid bataklıklarında helâk olup gitmişlerdi.İran, Mola’lar Rejimi bu yıllarda,Irak’ı ŞÎ’a’laştırma hususunda tam bir akamete uğramıştı.

Humeynî’nin, İran’a dönmesinden sonra, Sözde İslâm Devrimin ihracı, aslında, Türkiye’yi şî’a’laştırmak için Türkiye’ye milyarlarca Petro-dolar akıtılmıştır. 1979 yılından i’tibaren, Türkiye’de İran’dan gönderilen bu paralarla, 50’ye yakın gazete ve mecmu’a çıkarılmış, bu gazete ve dergilerde bi’teviye Şî’a propagandası yapılmış, aslında ŞÎ’a, Gulât-ı ŞÎ’a’dan( ki, Hazreti Ali Efendimize, hâşâ! “ Allah,” diyen bir fırka) Zeydiye ve İmamiyye Fırkalarına kadar yüze yakın fırkası olan ŞÎ’a, Fırak-ı Dalle’den birisidir, Şî’a’ Allah, Peygamber, Kur’ân inancı yoktur, tamamen, takiyye yapmaktadırlar, ŞÎ’a, inancı tıpkı, hıristiyanlıkta olduğu gibi, bütün hıristiyan mezheblerini, Antakyalı, bir yahûdî olan, Pavlus dizayn ettiği gibi, ŞÎ’a’ yı da bir başka yahudî Abdullah İbn-i Seb’e isimli bir başka yahudî dizayn etmiş olup, İlâhî bir din değil, Beşerî bir sistemdir.

Bu zaman zarfında, kimi sözde İlâhiyatçılar, İran tarafından satın alındılar.İran’ın finanse ettiği gazete ve dergilerde ve Televizyon kanallarında şi’a’ya medhiyeler düzdüler. Hâşâ! İslâm Ağcının iki dalından birisi, Sünnî’lik, diğeri, “ ŞÎ’Î’”liktir,” dediler, tefsirler, kitaplar yazdırıldı, konferanslar verdirildi. Te’sirleri, halen de devam etmekt olan bu gayret ve çabalar da, akamete uğratılmıştı. (Ama, nasıl? ) Ankara Okulu, Kur’ân Araştırmaları Merkezi, Hadis Temzleme,Kur’ân’da doğru olduğu bilinen, yanlışlar, Kur’ân Bizi yeter ve başka başka yavelerle ortalığı kasıp kavuran, zenâdıka, dâl ve mudîl güruha kim dur! Diyecek! Allah’a şükürler olsun ki, aralarından ba’zıları, Cehennemi boyladılar, geride kalan çömezleriyle kim kimler mücadele edecek?!...

QOSHE - CUM’A  SOHBETİ  ( 5 / 43 ) - Mustafa Akkoca
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

CUM’A  SOHBETİ  ( 5 / 43 )

10 0
22.03.2024

Mealini, şerh ve izahını verdiğimiz, Sa’d İbn-i Ebî Vakkas Hadis’inde, Sevgili Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve selem Efendimiz, ağır hasta halinde, ziyarette bulunduğu, Sa’d İbn-i Ebî Vakkas’ı teselli buyururken, ehli İslâm toplumunun temel taşı, üssü’l-sâsı, aile yapısını takviye eden, bir zarafet ve letâfete de işaret buyuruyorlar.Hadisin Metninde: “ Hattâ, Tec’alü fî, feyy-i’mraetik,”= Hatta,( yemek yerken) hayat yoldaşının( Refika’nının, Zevce’nin) ağızına verdiğin lokmadan da me’cur olursun,” ( sevab kazanırsın) – Türkçe’mizde, eşler, biribirlerine hayat boyu iyi muamele ettiklerini, hep iyilik yaptıklarını ifade için, mecâzî olarak,” seni hep kendi elimle besledim,”derler...

Bu Haris’ten, müçtehid’lerin istifade ederek, ortaya koydukları fıkhî hükümler’den ba’zıları da şunlardır: Kişinin varislerin hakkını mahfuz tutarak, malının bir kısmını hayır cihetlerine sarf ve infak etmesi, müstehabdır. Aynı suretle, sıla-i rahme teşviki, akraba ve taallûkata rağbet etmeyi de ihtiva etmektedir. İnsanın işlediği her hayır ve ibadetten ancak sevab kazandıracağı, şeriatın esasına göre mübah olan işlere bile, bu işler yapılırken, Allah’ın rızası kasdedildiğinde mübah olan o fi’il’in, mahz-ı tâa t ve dolaysiyle, sevabı mucib ve fazilet olacağı da istifade olunur...

Resûl-i Ekrem sala’llâhu aleyhi ve selem Efendimiz en mühimme-i diniyye huzûr-ı dünşyeviyye’nin en lâtif ve ziyade melekî olan bir misal ile tenbih buyurmuşlardır, ki,

“Müdâabe,” = mizaç,latife’dir. Yâ’nî, kişinin refîka-i hayâtının( hayat arkadaşının) ağzına lokma vermesidir. Mekârim-i ahlâkın( ahlâkî güzelliklerin) yeğâne bir mürşidi olan Hatem-i Enbiya Efendimiz, beliğ bir vecize ile aile bağını sağlayan ve aile saâdetini te’min eden bir nev’i mücâmele ve latîfe’lerin zevc ve zevce( karı-koca) için vesile-i hayır ve sevab olduğunu ta’lim buyurmuş oluyorlar. Aile hayatında pek ziyada lütufkâr ve son derece şefkatli olan Resûl-i Ekrem Efendimiz bu vecizelerinde âile saâdetinin her safhasını bütün sebeb ve neticeleriyle ümmetine göstermiş bulunuyorlar.

Varını yoğunu, içki, kumar ve fuhuş yollarında harcayarak, âilesini fakr-u zaruret içerisinde bırakanların aile saâdetinden bahs’edile bilinirmi? Ya da,İslâm dini’nin miras hukukunu, vasiyet,tasadduk ve infak hususunu yanlış yorumlayıp, varını yoğunu başkalarına dağıtarak, varislerini ve âile ferd’lerini başkalarına el açar duruma düşürenlere ne demeli!...

Yine bu hadis-i Şerif’e göre insan( mükellef) nafakası üzerine vacib olan âile efradının nafakası te’min ederken ( rızâ-i İlâhî’yi,) = Allah rızasını)........

© Önce Vatan


Get it on Google Play