Halid-i Bağdâdî’nin Hindistan’dan Süleymaniye’ye döndüğünde, bu söylediklerine, Süleymaniye’deki ilim ve tasavvuf ehlinden hiçbir kimse inanmadı. Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyye’de, bir gün bile Seyr-i Sülûki bulunmayan birisinin, 5 ay gibi çok kısa bir zamanda, Nakşibendiyye’nin bütün mertebe’lerini kat’ederek, Mürşid-i Kâmillik mertebesine ulaşması mümkün değildi. Hem sonra, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliye’de, el vermek, halife ta’yin etmek sözkonusu değildir. Şeyh’ler, Takdir-i İlâhî, Nasib-i Ezelisiyle ve Pîrân’ın tensibiyle ve ekseriyyetle de Üveysî olarak, ihda, irşad ve tecdid vazifelerine fi’î’len, başlarlar ve devam ederler.

Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliye’de bir şeyh’in, aynı zamanda, Kâdirî, Sühreverdî, Kübrevî ve Çiştî tarîkatlerinin de şeyh’i olmaları da mümkün değildir. Halid-i Bağdâdî, Hindistan’a yoga öğrenmek için gitmiş, öğrenip dönmüştür. Hindistan’da, Yenidelhi’de, Şeyh, Abdullah-ı Dihlevî Hazretleriyle görüştüğü, Seyr-i Sülûki’ni tamaladığı, el verdiği, halife olarak Süleymaniye’ye gönderdiği hilâf-i hakîkattir. Halid-i Bağdâdî, Süleymaniye’nin, meşhûr, Berzencî Ailesine mensuptur. En yakın akrabasından, Kâdirî Şeyh’i, Ma’rûf Berzencî onu, sahtekâr, sapık ve yogî olmakla suçlamış ve bu arada, Tahrîrü’l- hitâB Fi’r-red ‘alâ Halidi’l- kezzâb adında bir de risale yazarak bunu devrin Bağdat Valisi Said Paşa’ya göndermiştir.

Görüldüğü üzere, Halid-i Bağdâdî, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliye’nin Silsile-i Zeheb’ine, altın Halkasına, ehliyyeti, liyakati, Seyr-i Sülûki, çilesi bulunmadığı halde, sonradan gelen mürid’leri tarafından eklenmiş paslı demir bir halkadır. Halid-i Bağdâdî,( 1193-1779) Süleymaniye, Karadağ Kasabasında dünya’ya gelmiş, çok genç bir yaş sayılabilecek bir yaşta, 48 yaşında, 14 Zilkade 1242/ 09/ Haziran/ 1827’de vefat etmiş olup, Şam yakınlarında Cebelükâsiyûn’un tepelerinden birine defn’edildi.

Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliye, Zikr-i Hafî’de, Sıddık-ı Ekber, an Zâtihi’l- ethar, radiya’llâhu anh Efendimizden, Şeyh, Tayfur bin İsa Ebî Yezid el- Bistâmî Hazret’lerine kadar, “ Sıddîkıyye,” Tayfur bin İsa Ebî Yezîd el- Bistâmî’den, Havace eş- Şeyh, Abdülhalık el- Gucduvânî Hazret’lerine kadar, “ Tayfûriyye”, Abdülhalı k Gucduvânî, Hazretlerinden, Muhammed Bahâuddîn Üveysî, el- Buhârî Şâh-ı Nakşibend Hazretlerine kadar, “ Havâcekâniyye”, Muhammed Bahâuddîn, Şah-ı Nakşibend Hazret’lerinden, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî, eş- Şeyh, Ahmed-ü FarukÎ, es- Seyyid, Sirhindî, Hazret’lerine kadar, “ Ahrâriyye”, İmam-ı Rabbânî’den i’tibaren, Silsile-i Zeheb’in- Silsile-i Saâdât’ın 33. Ve son Halkası, eş- Şeyh, Ebulfâruk, Süleyman Hilmi Silistrevî, ( K.S.) Efendi Hazret’lerine kadar, “ Müceddidiyye,” olarak isimlendirilir.

Görüldüğü gibi, Nakşibendiyye-i Âliye’de Silsele-i Zeheb- Silsile-i Saâdât arasında, “ Halidiye,” kolu diye bir kol yoktur. Halid-i Bağdâdî’nin, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliye ile herhangi bir irtibatı yoktur. Tarîkat Silsile’lerini Altın Halka’ya, eklemlenen Paslı, demir halka, Halid-i Bağdâdî’den teselsül ettiren pek çok grup, ma’alesef, bağlılarını, yıllar boyu, suyu kesilmiş, harab hale gelmiş, yıkık bir su değirmeninde, enerji’nin kaynağı ile irtibatı olmayan ana kaynak ile arasında iletim hattı bulunmayan, harap olmuş bir trafo’da bekletmişlerdir. Erbilli, Şeyh Esa’ad Efendi, Erenköylü, Mahmud Sami Ramazanoğlu, Zahid Kotku, Abdülhakim ArvâsÎ, Hüseyin Hilmi Işık, Menzil, Muhammed Raşid Erol ve Ahıskalı, Ali Haydar Efendi ve Nihayet Mahmud Efendi... Bu gruplardan ba’zıları, Halid-i Bağdâdî’den i’tibaren, silsilelerini aile ferd’lerinden, babadan oğlu, teselsül ettirmişler, Menzilli, Erol ailesi gibi, ba’zılarının silsilesinde, masonlar, Sebatayist’ler bulunmakta, Zahid Kotku’nun Silsilesindeki, Ömer Feyzi Mardinî, Küçük Hüseyin Efendi gibi, ba’zılarının silsilesinde, Tarikate ve tasavvufa inanmayan zevat var. Mucîz Dersiam, Huzur Ders’leri muhatabı, Muhîtü’l- Feteva Hey’eti Risi olmasına rağmen, Tarîkat’lere ve tasavvufa asla inanmayan, Ahıskalı, Ali Haydar Efendi gibi. Ba’zıları da silsilelerini, Kâim-i Peder, damad ve torun olarak teselsül ettirmişlerdir. Hüseyin Hilmi Işık Efendi gibi...

Bu grup’ların hakîkî, ma’na’da, Tarikatle, tasavvufla, hele, hele, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliye hiçbir alaka ve münasebetleri bulunmadığı için, bid’at ve hurafeleri, tarîkat’lerin icabatından sanmışlardır. Tahrimen, mekruh olduğu halde, kalabalık cemaatlerle tesbih ve teheccüd namazlarını kılmaları, kıldırmaları, Cehennem ateşinde yanmayan, nalinler, kefenler, Zait sünnetlerden olan, sakalın farz olduğu iddiası, giyim- kuşam hususunda, Hazreti Peygamber’in herhangi bir tercihi olmadığı halde, erkekler ve tadınlar için ba’zı kisve renk ve şekillerinin dayatılması, gibi, daha nice bid’at ve hurafelere tevessül edilmiştir.

MEVLEVÎ’LİK: Mevlevî’liğin Osmanlı Devleti aliyye içinde haiz bulunduğu yüksek nüfuzu bilen İttihadçılar her müessese’de olduğu gibi, buraya da el attılar ve ikinci meşrutiyetin başında Konya’da, Mevlânâ Dergah’ı post-nîşini bulunan Abdülhalim Çelebi azl edilerek, yerine Veled Çelebi( İzbudak) ta’yin edilmiştir. Bu ta’yinle Veled Çelebi sekiz sene kadar Mevlânâ Dergâh’ı post- nîşinliğinde bulunmuş ve İttihadçıların amâline hizmetten geri kalmamıştır. Aşağıdaki açıklama, açıkça bunu ispat etmektedir

Abdülhalim Çelebi’nin Şeyhulislamlığa yazdığı istida şöyledir: “Meşîhat’ın sığınacağı Yüce Makam’ın Huzuruna, eski du’a’cılarının dileğidir. “ İttihad hükumeti zamanında Makamımdan şer’î ve kanûnî bir sebep olmadan azl’edilmiş ve dokuz seneden beri hak ve hakikatin inkişafına intizar ile Mekke’de iken adalet dağıtan Padişâh Efendimizin taht’a çıkışlarını müteakıp beyannamelerindeki kanunî hükümlerin tatbiki ( şeklindeki) cemileli cümlesinden cesaret alarak ve esasen fesh edilen hükumetin göçüp gitmesinden dolayı apaçık olan hakkımın tahakkuk edeceğine bina’en vuku’ bulan müracaatım üzerine Yüce Makamınızın selefi, İbrahim Efendi (Haydârîzâde) Şeyhulislamlığı zamanında Meclis-i Meşâyihce derin tetkikler icra edilip şer’î ve kanunî bir sebebi olmadan azl edildiğim ortaya çıkmıştı. Bu hakikate karşı makamıma iadem lazım gelirken bir benzeri geçmemiş olduğu halde, Mevlânâ’nın erkek evladı arasında bir seçim mes’elesi ihdas edildi. Neticede ekseriyyet elde ettiğim, Şeyhulislamlığın ma’lumudur. Bu kâfi değilmiş gibi, seçim mes’elesi Mevlevî şeyh’lerine de teşmil edildi. Bunda da ekseriyyet te’min ettiğim ma’lumları olduğu ve Beraet gecesi tebrikleri münasebetiyle Saray-ı Hümâyûn’da da, artık hiç bir mani’ kalmadığı dermeyan buyrulduğu halde evvelki günkü “ Sabah “ gazetesinde gördüğüm bir fıkra senelerden beri çeşitli mahrumiyyetler içerisinde kalabalık bulunan fakir ailem ile intizar eylediğim, adaletle nasıl te’lif edilebilir? Ale’lhusus apaçık olan bir hakkı uydurma ve emsalsiz mes’elelerle kabulde izhar olunan tereddütlere karşı hak ve hakikat yüzlerce telgraf ve her biri yüzlerce mühürlü zabıtlarla te’yid ve tahakkuk etmişken buna karşı hiçbir komisyon teşkili bir sebebe ma’tuf olsa bile hakikatle hiçbir zaman ve hhiçbir yerde te’lif edilemez.” “ Yüce Makamlarının ma’lumudur ki, Mevlevî Tarikati’nin yedi yüz seneden beri, mer’î’ ve cârî usul ve erkanı vardır ki, bunu ancak, Mevlevî şeyh’leri ve tarîkat müfettişleri belirlerler. Bina’en aleyh teşkil buyrulan komisyon azasının idrak ve alaka dereceleri düşünülmeye değerdir.”

Hük^metimiz, meşrutî bir hükumettir. Şeriat ve kanından başka hiç bir adalet rehberinin te’siri altında kalmadığına her şekilde emin olduğumdan makamıma iadem için müteferrik mazbata ve evrakın leffen ve inayeten bir an evvel merhamet ihtiva eden Yüce Halife’nin makamına arz ve takdimini ve son def’a olarak istirham ediyorum bu husuta emir ve irade emir sahibi olan (Padişâh) Hazretlerinindir 21/ Mayıs/1335/ 13 Haziran/ 1919 ed-Dâî, Abdülhalim bin Hazreti Mevlânâ” Bu ve buna benzer pek çok dilekçelerle hakkını arayan Abdülhalim Çelebi Efendi’nin yanında Veled Çelebi de post-nîşinliği bırakmamak için gerekli teşebbüslerde bulunmuştur. Sonunda Konya’da bulunan Çelebilerle İstanbul ve taşrada bulunan Mevlevîhâne şeyh’lerinin bir def’a’ya mahsus olmak üzere rey’lerine müracaat edilmiştir. Yapılan oylamada Veled Çelebi’nin on iki(12) reyine karşılık Abdülhalim Çelebi elli yedi (57) rey alarak post-nîşin olmuştur.

Post-nîşin olduğu müddet zarfında, Veled Çelebi’nin İttihadçılara büyük hizmetleri olmuş ve Mevlânâ Dergâh’ına aid Konya’daki vakıfların bütün hasılatını İttihad ve Terakkî’nin amâline uygun olarak harcamıştır. Hatta, hakkında vaki’ şikayetlere göre, de, Hazreti Mevlânâ’ya aid, bir seccadeyi, Enver Paşa’ya vermiştir.

Beybaba lakaplı, takma adı, Sadeddin, fakat asıl ismini hiç kimsenin bilmediği, Sebatayist, avdatî,(dönme) birisi, Selanik’li, Mustafa Kemal’in Sebatayist, Şemsi Efendi (asıl adı, Simon) Mektebinde arkadaşı, pek çok avdetî gibi, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, vazifeler, almış, muhtelif kurum ve kuruluşa girmiş çıkmış, Aziz Milleti’mizin dininden, dilinden, Mîllî- ma’nevî değerlerinden uzaklaştırılması için bütün fesad hareketlerinin içinde olmuş, öncülük etmiştir.

Sağır ve dilsiz numarası yaparak, Rusya’ya Ortodoks papazı olarak gönderilir, burada üç yıl müddetle sözde papazlık yapar. Asıl vazifesi, istihbarat-ajanlık. Buradaki vazifesi bitince, İstanbul’a döner. Yine sağır-dilsiz numarası ile, Fener Rum Patrikhanesine Zangoç olarak ta’yin edilir, burada da üç yıl Zangoçluk yapar. Sağır-dilsiz zannettikleri için yanında, çekinmeden her şeyi konuşurlar, Pontos Rum ve Ermeni teşkilatlarının ihyası hususunda ciddî çalışmalar olduğunu rapor eder, Merhum, Kazım Karabekir Paşa, bu teşkilatın kökünü kazır. Bir ara, Adana Karaisalı Kaymakamlığı’na ta’yin edilir, Kaymakam olduğu yıllarda, Tahtacılarla, Kızılbaşlara dedelik eder, Tahtacıların, ulaşılmaz dağlarda kestikleri tomrukları, Ceyhan ve Seyhan Nehirlerinden, Adana’ya nakl’eder, Kereste ticaretine başlar.

QOSHE - CUMA SOHBETİ (5/26) - Mustafa Akkoca
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

CUMA SOHBETİ (5/26)

20 0
24.11.2023

Halid-i Bağdâdî’nin Hindistan’dan Süleymaniye’ye döndüğünde, bu söylediklerine, Süleymaniye’deki ilim ve tasavvuf ehlinden hiçbir kimse inanmadı. Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyye’de, bir gün bile Seyr-i Sülûki bulunmayan birisinin, 5 ay gibi çok kısa bir zamanda, Nakşibendiyye’nin bütün mertebe’lerini kat’ederek, Mürşid-i Kâmillik mertebesine ulaşması mümkün değildi. Hem sonra, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliye’de, el vermek, halife ta’yin etmek sözkonusu değildir. Şeyh’ler, Takdir-i İlâhî, Nasib-i Ezelisiyle ve Pîrân’ın tensibiyle ve ekseriyyetle de Üveysî olarak, ihda, irşad ve tecdid vazifelerine fi’î’len, başlarlar ve devam ederler.

Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliye’de bir şeyh’in, aynı zamanda, Kâdirî, Sühreverdî, Kübrevî ve Çiştî tarîkatlerinin de şeyh’i olmaları da mümkün değildir. Halid-i Bağdâdî, Hindistan’a yoga öğrenmek için gitmiş, öğrenip dönmüştür. Hindistan’da, Yenidelhi’de, Şeyh, Abdullah-ı Dihlevî Hazretleriyle görüştüğü, Seyr-i Sülûki’ni tamaladığı, el verdiği, halife olarak Süleymaniye’ye gönderdiği hilâf-i hakîkattir. Halid-i Bağdâdî, Süleymaniye’nin, meşhûr, Berzencî Ailesine mensuptur. En yakın akrabasından, Kâdirî Şeyh’i, Ma’rûf Berzencî onu, sahtekâr, sapık ve yogî olmakla suçlamış ve bu arada, Tahrîrü’l- hitâB Fi’r-red ‘alâ Halidi’l- kezzâb adında bir de risale yazarak bunu devrin Bağdat Valisi Said Paşa’ya göndermiştir.

Görüldüğü üzere, Halid-i Bağdâdî, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliye’nin Silsile-i Zeheb’ine, altın Halkasına, ehliyyeti, liyakati, Seyr-i Sülûki, çilesi bulunmadığı halde, sonradan gelen mürid’leri tarafından eklenmiş paslı demir bir halkadır. Halid-i Bağdâdî,( 1193-1779) Süleymaniye, Karadağ Kasabasında dünya’ya gelmiş, çok genç bir yaş sayılabilecek bir yaşta, 48 yaşında, 14 Zilkade 1242/ 09/ Haziran/ 1827’de vefat etmiş olup, Şam yakınlarında Cebelükâsiyûn’un tepelerinden birine defn’edildi.

Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliye, Zikr-i Hafî’de, Sıddık-ı Ekber, an Zâtihi’l- ethar, radiya’llâhu anh Efendimizden, Şeyh, Tayfur bin İsa Ebî Yezid el- Bistâmî Hazret’lerine kadar, “ Sıddîkıyye,” Tayfur bin İsa Ebî Yezîd el- Bistâmî’den, Havace eş- Şeyh, Abdülhalık el- Gucduvânî Hazret’lerine kadar, “ Tayfûriyye”, Abdülhalı k Gucduvânî, Hazretlerinden, Muhammed Bahâuddîn Üveysî, el- Buhârî Şâh-ı Nakşibend Hazretlerine kadar, “ Havâcekâniyye”, Muhammed Bahâuddîn, Şah-ı Nakşibend Hazret’lerinden, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî, eş- Şeyh, Ahmed-ü FarukÎ, es- Seyyid, Sirhindî, Hazret’lerine kadar, “ Ahrâriyye”, İmam-ı Rabbânî’den i’tibaren, Silsile-i Zeheb’in- Silsile-i Saâdât’ın 33. Ve son Halkası, eş- Şeyh, Ebulfâruk, Süleyman Hilmi Silistrevî, ( K.S.) Efendi Hazret’lerine kadar, “ Müceddidiyye,” olarak isimlendirilir.

Görüldüğü gibi, Nakşibendiyye-i Âliye’de Silsele-i Zeheb- Silsile-i Saâdât arasında, “ Halidiye,” kolu diye bir kol yoktur. Halid-i Bağdâdî’nin, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliye ile herhangi bir irtibatı yoktur. Tarîkat Silsile’lerini Altın Halka’ya, eklemlenen Paslı, demir halka, Halid-i Bağdâdî’den teselsül ettiren pek çok grup, ma’alesef, bağlılarını, yıllar boyu, suyu kesilmiş, harab hale gelmiş, yıkık bir su değirmeninde, enerji’nin kaynağı ile irtibatı olmayan ana kaynak ile arasında iletim hattı bulunmayan, harap olmuş........

© Önce Vatan


Get it on Google Play