Yıllardır, hep yazdık, konuştuk, Komşu Devlet İran, “ Takiyye, ” inanç sistem’lerinin esası olduğu için, Sâsânî bakiyyesi, münâfık yahûdî, Peygamber’imizden sonra, Peygamber’lik iddiasında bulunan, kezzâb, ( yalancı Peygamber) Abdullah ibn-i Seb’e tarafından dizayn edilen, beşerî bir sistem olduğu halde, İran’ın bir İslâm Cumhuriyeti olduğunu iddia ederler. Halbuki, İran, Förs- Sâsânî, Devleti’nin bakiyesi, aslâ ve kakt’â, bir İslâm devleti olmamış, İlâhÎ ve RabbânÎ bir i’tikada sahip olmamış, Abdullah usn-i Sebe’ tarafından dizayn edilmiş, Kur’ân’da ve sünnette aslâ yeri olmayan, imamet sistemini esas alan, imam’lara, hâşâ! Sadece Peygamber’lere has, “İsmet, ” sıfatını izafe ederek, daha da ileri giderek, imam’lara, “ İlmü’l- evvelîn ve’l- ahirîn, ”e vukufiyyet izafe ederek, hâşâ! Ulûhiyet sıfatları isnad ve izafe ederek, Abdulah ibn-i Sebe’ tarafından dizayn edilen beşerÎ bir inanç sistemi olduğunu, kendileri ispat ve i’tiraf etmişlerdir.

İran, Tarih’in hiçbir döneminde, Osmanlı Devlet-i aliyye’miz, Cihan Devleti’mizin devamı, Türkiye Cumhuriyeti Devletimizle dost ve müttefik olmamıştır.

Milâdî, 15. Asr’ın snlarında, 16. Asr’ın başlarında, Devleti aliyye’mizin za’afa uğradığı zehabı ve vehmiyle, Şah İsmail’in, Anadolu ve feth’edilmiş Rumeli’yi, Förs- Sâsânî VE şi’î’leştirme hayaliyle, başta, İran, Förs- Sâsânî, Ermeni’leri olmak üzere, şi’î’leri Anadolu’ya saldı. Şahkulu, Isyanı olarak tarih’e geçen bu ısyan’da, İran Ermenileri, Förs- SâsânÎ şi’î’ler, Anadolu içlerine, Konya, Akşehir civarına kadar geldiler. - C. H. P. ’nin sabık Genel Başkanı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun İran Ermenisi dedeleri de, Şahkulu Isyanında, Akşehir’e kadar gelenlerdendir. Cihan Padişah’ı, Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmail’i, Förs- Sâsânî, Şi’î’leri tepelemesi üzerine, Kılıçdaroğlu’nun dedeleri Ermeniler, geri çekilmek, Dersim’e= Tunçeli’ne dönmek zorunda kalmışlardı. -

Förs- SâsânÎ, İran, bu mağlûbiyyeti, tepelenmeyi, kuyruk acısını hiç unutmadı; Kasr-ı Şirin Anlaşması’nın üzerinden neredeyse, 400 yıl geçmek üzere, İran’la Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki hududlar hiç değişmemiştir. Bu demektir ki, bu müddet zarfında iki devlet arasında sıcak bir harp, mukatele- mücâhede, cihad vuku’a gelmemiştir. Ancak, samîmî bir dostluk ittifak da kurulamamıştır. Bu münasebetle her iki devlet de biribirine şüphe ile bakmış, diken üstünde durmuşlar, aralarında i’timada dayalı bir dostluk kurulamamıştır.

Osmanlı Devlet-i aliyye’miz Ordu’ları, İlâ-i Kelimetü’llâh için Avrupa ortalarına, Viyana kapılarında dayandığında, geride, İran Hudud’larında, İran tarafından gelecek bir harekâta karşı, 70. 000 çok iyi eğitilmiş, Ordu’nun en ön saflarında gözünü budaktan esirgemeyen, “ Özel Kuvvetler, ” bu hududlar boyunca bırakılmıştı. Eğer, bu “ Özel Kuvvetler, ” de, Osmanlı Devlet-i aleyye’mizin Avrupa Ordusuna dahil olsaydı, Avrupa’nın ma’kûs talihi yenilecek, Avrupa devletleri ve Avrupalı kavimler de, Balkanlardaki kavimler gibi, İslâm ile şerefyap olacaklar, “Andolsun zikirden sonra Zebur’da da:” yeryüzüne iyi kullarım varis olacaktır” diye yazmıştık. ”( Enbiya/ 21/105) âyeti Kerime’sinin sırı tecellî edecekti. )

( âyetti geçen “ Zikir” den maksad, - tercihe şâyân görüşe göre- Tevrattır. Ancak, müfessirler “ Zikir” ta’birinin Levh-i Mahfuz, “ Zebur” un ise, Allah tarafından inzal buyrulan bütün kitaplar olabileceğini de belirtmişlerdir. Kötülerin ve kötülüğün sürekli pâyidâr olamayacağını, iyiliğin asıl, kötülüğün arızî olduğunu ve hakimiyyetin eninde sonunda iyilerin eline geçmesinin mukadder olduğunu, anlatan bu âyet, İslâm dini’nin dünya ve hayat hususundaki iyimserliğini ifade etmektedir. )

İran’da, Förs- Sâsânî, şi’î’a, Zihniyyeti bakımından, Şah ve Şah’lık dönemleriyle, Molla’lar Rejmi dönemleri arasında hiçbir fark yoktur. Şah’ın devrilmesi için, başta A. B, D. , Batı’lı, ehl-i Salîp ülke’lerin İstihbarat Örgüt’leri, kesif bir şekilde çalıştılar, İran Halkı’nı tahrik ettiler, Netice’de, Şah ve Şahbanu İran’ı terk etmek mecburiyetinde kaldılar. İmam Humeynî, O yılarda, Güya, Fransa’da sürgün’deydi. Humeynî, güya, Fransa’da sürgünde olduğu yıllarda, Şah devrildikten sonra, İdare’de, hükûmette kimlerin vazife alacakları bile isim isim, tespit ve ta’yin edilmişti. Şah sonrası İran’da nelerin olacağı-nelerin olmayacağı, Batılı, Ehl-i Salîp ülkeler tarafından tasarlanmış, Asıl Rejisörler Batılı ehl-i Salîp devletler, Humeynî VE Ahund’lar, Molla’lar ve İran Halkı Figüranlardı.

İran’da, 1979’ da, Şah Muhammed Rıza’nın devrilip, İran’ı terk’etmesi üzerine, Fransa’da sürgünde bulunan İmam Humeynî, Fransa’da Batılı, Ehl-i Salîp devletler tarafından, bundan sonra, İran’ı idare edecek kadrolar, Dinî Lider ve Rehber İmam- Humeynî’ İmam Humeynî’den Önce, İran’a gönderilmiş, tüm aşağı kademe, idareciler tespit ve ta’yin edilmiş, İmam Humeynî’ yi bekliyordular. Nihayet, 1979 yılının bir Şubat günü, dinî Lider ve Rehber, Âyetü’llâh İmam-ı Humeynî, Fransa Devlet Başkanlığı Özel Uçağı ile Tahran’a indi. İran ve Batı’lı, ehl-i Salîp ülkeler ve dünya siyasetini yakından ta’kip edenler için İran’daki 1979 Şubat Devrimi hiç te sürpriz olmadı. Bekleniyordu, geilecek geldi ve beklenen oldu.

Yalnız, Türkiye’de, başta, Merhum Prf. Dr. Necmeddin Erbakan ve Partisinin mensupları, bu devirdeki, dünya siyasetini, günün siyasetini iyi okuyamadıkları için, Şah’a karşı, Batılı, EHL-İ Salîp ülkelerinin desteğiyle, gerçekleştirilen “Mola’lar, ” devrimini, “iRAN Devleti İslâm Devrimi, ” zannettiler. Türkiye’deki bu gafleti, bu boşluğu gören, Mola Rejmi, “asırlardır, beklediğimiz fırsat ele geçmiş, asırlardır, gördüğümüz rü’ya gerçekleşebilir, ” diye Türkiye’deki ehl-i Sünnet müslümanlarını Şî’Î’ leştirmek üzere, Türkiye’ye, Milyarlarca dolar akıttılar. Bu paralarla, Türkiye’de, ŞÎ’a propagandası yapılmak üzere, 50 kadar, Gazete ve Mecmu’a neşr’edildi, Televizyon kanalları kuruldu. Kitaplar yazdırıldı. Kimi sözde İlâhiyatçı, Televizyon kanallarında konuşmalar yaptılar. ” İslâm Ağacı’nın iki dalından birisi, sünnî’lik, diğeri ŞÎ’Î’liktir, ” diye ahkâm kestiler. Oysaki, ŞÎ’î’lik, asla ve kat’â, Sünnî’liğin müteradifi değildir. Esâsen, “ Sünnî” ‘lik ta’biri de doğru, bir ta’bir değildir. Bir tarafta, Şerî’at-i Garrâ-i Ahmediyye, Sırat-ı Müstekîm, ( Peygamber’in ve Ashab’ının yolunda olan, ehl-i Sünnet, diğer tarafta, ehl-i Beyt’i istismar ederek, aslında, ehl-i Beyet’den olanları gerçek ma’na’da sevmedikleri halde, inançlarını gereği, “ Takiyye, ” yaparak, seviyormuş gibi yapıp, Peygamberlerden sonra, beşerriyetin en faziletlisi olduğu hususunda, İcmâ-i Ümmet olan, aksini iddia edenlerin kâfir oldukları, Peygamber’imizden sonraki, ilk Halife, Hazret-i Ebû Bekir radiya’llâhu anh, Efendimizi küfürle ve şakavetle itham eden, Frak-ı Dalle’den, Sırat-ı Müstekîm’den sapmış, çıkmaz sokaklarda debelenen ŞÎ’î’a’nın, aralarında, Hazreti Ali Kerreme7llâhu Vechehû Efendimize, “A llah, ” Yya da “ Peygamber, ” diyen Gulât-ı Şî’a da dahil, ŞÎ’a’nın 100’den fazla fırkası vardır. . .

QOSHE - TESPİTLER ( 9 / 28 ) - Mustafa Akkoca
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

TESPİTLER ( 9 / 28 )

9 0
04.12.2023

Yıllardır, hep yazdık, konuştuk, Komşu Devlet İran, “ Takiyye, ” inanç sistem’lerinin esası olduğu için, Sâsânî bakiyyesi, münâfık yahûdî, Peygamber’imizden sonra, Peygamber’lik iddiasında bulunan, kezzâb, ( yalancı Peygamber) Abdullah ibn-i Seb’e tarafından dizayn edilen, beşerî bir sistem olduğu halde, İran’ın bir İslâm Cumhuriyeti olduğunu iddia ederler. Halbuki, İran, Förs- Sâsânî, Devleti’nin bakiyesi, aslâ ve kakt’â, bir İslâm devleti olmamış, İlâhÎ ve RabbânÎ bir i’tikada sahip olmamış, Abdullah usn-i Sebe’ tarafından dizayn edilmiş, Kur’ân’da ve sünnette aslâ yeri olmayan, imamet sistemini esas alan, imam’lara, hâşâ! Sadece Peygamber’lere has, “İsmet, ” sıfatını izafe ederek, daha da ileri giderek, imam’lara, “ İlmü’l- evvelîn ve’l- ahirîn, ”e vukufiyyet izafe ederek, hâşâ! Ulûhiyet sıfatları isnad ve izafe ederek, Abdulah ibn-i Sebe’ tarafından dizayn edilen beşerÎ bir inanç sistemi olduğunu, kendileri ispat ve i’tiraf etmişlerdir.

İran, Tarih’in hiçbir döneminde, Osmanlı Devlet-i aliyye’miz, Cihan Devleti’mizin devamı, Türkiye Cumhuriyeti Devletimizle dost ve müttefik olmamıştır.

Milâdî, 15. Asr’ın snlarında, 16. Asr’ın başlarında, Devleti aliyye’mizin za’afa uğradığı zehabı ve vehmiyle, Şah İsmail’in, Anadolu ve feth’edilmiş Rumeli’yi, Förs- Sâsânî VE şi’î’leştirme hayaliyle, başta, İran, Förs- Sâsânî, Ermeni’leri olmak üzere, şi’î’leri Anadolu’ya saldı. Şahkulu, Isyanı olarak tarih’e geçen bu ısyan’da, İran Ermenileri, Förs- SâsânÎ şi’î’ler, Anadolu içlerine, Konya, Akşehir civarına kadar geldiler. - C. H. P. ’nin sabık Genel Başkanı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun İran Ermenisi dedeleri de, Şahkulu Isyanında, Akşehir’e kadar gelenlerdendir. Cihan Padişah’ı, Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmail’i, Förs- Sâsânî, Şi’î’leri tepelemesi üzerine, Kılıçdaroğlu’nun dedeleri Ermeniler, geri çekilmek, Dersim’e= Tunçeli’ne dönmek zorunda kalmışlardı. -

Förs- SâsânÎ, İran, bu mağlûbiyyeti, tepelenmeyi, kuyruk acısını hiç unutmadı; Kasr-ı Şirin Anlaşması’nın üzerinden neredeyse, 400 yıl geçmek üzere, İran’la Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki hududlar hiç değişmemiştir. Bu demektir ki, bu müddet zarfında iki devlet arasında sıcak bir harp, mukatele- mücâhede, cihad vuku’a gelmemiştir. Ancak, samîmî bir dostluk ittifak da kurulamamıştır. Bu münasebetle her iki devlet de biribirine........

© Önce Vatan


Get it on Google Play