İnce bir ip üzerinde yürüyoruz. Aşağıda derin kuyular, uçurumlar. Biz düşmedikçe iteleyen ve çelme takan da çoğalıyor. Deneyim, tecrübe, bilgi ve direniş dahi bazen kifayetsiz kalıyor, mücadele ettiğimiz ve gitgide semiren, büyüyen güç karşısında.

Kafka’nın “Şato”suna benzer yükseklerden, sürekli ”Haddinizi bileceksiniz!” sesleri geliyor. Bu sesin şiddeti, dengemizi bozmasın diye çabalarken, düşsek ne olur uçurumdan, niye hâlen yürümeye çalışıyoruz, sorgulaması da arada bir beynimizi kemiriyor.

Türkiye’de iktidar artık tahayyül edilmez bir güce sahip. Önüne çıkan herkesi, her kurumu veya muhalifi sersemletecek kadar büyük bir güç söz konusu. Bu noktaya nasıl gelindi, çok şey söylenebilir, hatta bugün ‘ana muhalefetim’ diye gerinenlerin rolleri de tek tek ifşa edilebilir ama şimdilik bu bir zaman kaybı. Mesele şu ki bu güç önüne geleni yok etmeye değil dizayna, aşırılıklarından arındırmaya odaklı. Bu dizayn ve hizaya getirme, yani had/sınır bildirme, önüne çıkan siyasi partileri, kişileri, kurumları, muhalifleri ve gazetecileri de kapsıyor.

Yargıtay vs AYM krizi, geçen hafta bomba gibi düştü gündemimize ve aslında meali de buydu: Sen koskoca Anayasa Mahkemesi de olsan haddini bileceksin, iktidarın sınırlarını ihlal etmeyecek ve Yargıtay’a sadece iktidarın izin verdiği kadar müdahalede bulunacaksın.

AYM enimim ki mesajı bizden daha iyi okumuştur ve önümüzdeki süreçte daha fazla yıpranmamak adına, yeniden şekilleneceği bir yola girecektir. Tüm bu gelişmeler çerçevesinde, darbe anayasasını ve her zaman hukuki kararlar vermeyen AYM’yi savunmaksa, onlardan en çok darbe yemiş muhaliflere düştü. Bu trajikomik durumu da tarihe not düyelim.

HEDEP mi, MHP mi?

Öte yandan her güç, dünya dengeleri düşünüldüğünde, meşruluk da ister mutlaka, buna ihtiyaç duyar. Görüyoruz ki Ak Parti iktidarına bu meşruluğu, ortağı MHP sağlayamıyor artık. Tersine geçmişten bugüne gelişen hukuk dışı her olay ve dava dosyasında, ipin ucu gelip bir şekilde MHP’ye dayanıveriyor. Ak Parti, özelde de Erdoğan, bu durumdan hiç hoşnut değil. Nasıl geçmişte Süleyman Soylu’dan hoşnut olmasa da doğru zamanı beklediyse, MHP’den ‘boşanmak’ için de hem hamle yapıyor hem de doğru zamanı bekliyor.

Bu siyasi ortamda, yerel seçimler de yaklaşırken Ak Parti’nin Kürtlerle, HEDEP’le “barışması” hiç beklenmedik bir gelişme olmayacaktır. Niyetler ne olursa olsun bu diyalog, devasa iktidar gücünün altında boğulan demokratik kamuoyu ve muhalifler için de mutlaka bir nefes alanı açacaktır. Ülkede daha sakin ve barışçıl bir ortamın oluşması, artık bir ihtiyaç değil gereklilik.

Açık ve net olarak söyleyelim, böyle bir diyalog ortamı oluşursa ‘vay nasıl görüşürler’ diyenlerden olmam zira bu ülkede tüm karanlığı ve baskıyı yaşayan nasıl bizlersek, diyalog, barış ve diplomasiyi savunan, nefes alanlarına ihtiyaç duyanlar da yine bizleriz. Hâliyle Ak Parti, MHP’den kararlı bir şekilde yakasını kurtarmayı başarırsa, hem HEDEP hem de Ak Parti’nin, aşırı ve radikal unsurları olmasa da, reel politiği kavramış, diplomasi ve diyalog taraftarı kadroları neden görüşmesin? Bu noktada herkesin niyeti ya da amacı kendini bağlar, bizse halklar için nasıl kazanımlar sağlar, ona bakarız. Şu anki durumdan daha iyisinin olacağını da söyleyebiliriz elbette.

“Kuzey Kore’den farkımız kalmadı”

Şimdi tekrar dönelim AYM vs Yargıtay krizine. Her ne kadar bu krizden okuduğumuz sonuçlar yukarıdaki gibi olsa da, pek çok yorum ve tartışma hâlen sürüyor. Krizin hukuki boyutu, Yargıtay’ın çıkışının usulsüzlüğü, yeni anayasanın tekrar gündeme gelmesi ve gelişmelerin demokrasi mücadelesine nasıl yansıyacağı da büyük önem taşıyor. Tam da bu yüzden, demokrasi mücadelesinde öne çıkan üç güçlü kadına ve hukukçuya sorular yönelttik.

HEDEP Erzurum milletvekili, parti grup başkan vekili ve avukat Meral Danış Beştaş, İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı ve avukat Eren Keskin, EMEP Adana İl Başkanı ve avukat Sevil Aracı, açık yüreklilikle yanıtladılar soruları. Önemli yorumlar yaparak, gözden kaçan detaylara da dikkat çektiler.

AYM-Yargıtay krizi ve ardından tekrar gündeme gelen yeni anayasa tartışmaları söz konusuyken, yürürlükteki darbe anayasası dahi tam olarak uygulanmazken, hangisi daha önemlidir sizce, yazılı kanun ve yasalar mı, yoksa bunların pratikte işlerlik kazanıp uygulanması mı?

Meral Danış Beştaş: Demokratik bir anayasanın varlığı da, uygulayıcılar tarafından vücut bulması ve iyi yorumlanması da çok önemlidir. Şu anda iyi bir anayasaya sahip değiliz, sonuçta bir darbe anayasası. Fakat biz demokratik siyaset yapanlar ve muhalefet, darbe anayasasını bile savunur hâle geldik çünkü uygulayıcılar, anayasayı uygulamıyor. Olması gereken; meclis tarafından yapılan, darbe anayasasını tamamen ortadan kaldıran ve aleyhte yoruma izin vermeyecek netliğe sahip demokratik bir anayasadır. Bunun için de herkesin anayasa yapımında rol alıp görüşlerini ifade edebileceği bir ortamın tesis edilmesi lâzım. Uzun süredir mevcut anayasa dahi uygulanmadığından, demokratik bir anayasa talebinden ziyade, uygulayıcıların önemi ortaya çıkıyor maalesef. İktidar anayasayı uygulamayarak anayasal ilkelere karşı çıktığı, yargıyı bir silaha dönüştürdüğü için şu an itibarıyla uygulama daha önemli hâle geldi.

Eren Keskin: Eğer bir devlet hukuk devletiyse yazılı olan hukuk önemlidir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti devleti, hiçbir zaman bir hukuk devleti olmadı ama tek kişiye bu kadar bağlı bir yargı da hiçbir dönem yoktu. Biz geçmişte hep yargının militarizme bağlı olmasından şikâyet ettik ama çeşitli merkezler de vardı ve tek kişiye bağlı bir yargıdan söz etmiyorduk. Bugün Türkiye, uluslararası sözleşmeleri uygulamıyor ve ihlal ediyor. Oysa anayasanın 90. maddesi; bir çatışma hâlinde uluslararası hukuk önceliklidir, der. Devlet, kendi iç hukukunu da ihlal ediyor ve esas korkunç olan bu. Bu ancak totaliter yapıdaki bir parti devletinde olur, hukuk devletinde olmaz.

Sevil Aracı: Türkiye’deki en önemli sorunlardan biri, yargının yasalarla uyumlu işlemeyişi. Uyum yasaları ve iyileştirmeler düşünüldüğünde yazılı metinler çok da fena değil, hatta kanunlarda ifade özgürlüğü de var ama uygulamaya baktığımızda göremiyoruz. Yerel mahkemeler, ifade özgürlüğünü tanımıyor ve pek çok insan bu kapsamda değerlendirilmesi gereken fiillerden dolayı ceza alıyor. Mesela 6284 sayılı yasa; kadına şiddete hemen müdahale edilecek ve kadın korumaya alınacak, der ama pratikte hiçbiri gerçekleşmiyor ve birçok kadın ceplerinde koruma kararıyla öldürülüyor. Yasalarla tanınan hakların gerçek anlamda işlerlik kazanmaması ve yazılı kanunların hiçe sayılması, ülkemizdeki tüm yasalar açısından bir sorun. Son örnekte de ülkenin en üst yargı makamı olan AYM, Yargıtay tarafından suçlu ilan edildi.

Bir yüksek mahkemenin, üstündeki mahkemeyle yetki sorunu yaşayıp suç duyurusunda bulunması, hukuki midir ve pratiğe yansıdığında AYM ve üyelerini yargılayabilecek bir makam ve kurum var mı?

Meral Danış Beştaş: Böyle bir yöntem bugüne kadar hiç uygulanmadı ve anayasada da düzenlenmedi. Yargıtay’ın, AYM üyelerini, kararları sebebiyle şikâyet etme hakkı ve yetkisi yok. Tersine Yargıtay’ın AYM’nin kararlarına uyması gerekiyor çünkü AYM kararları, yasamayı, yürütmeyi ve tüm yargı organlarını bağlar. AYM, en yüksek mahkemedir ve anayasaya uygunluk denetimi yapar. Yargıtay, şu anda hem kendi kararını dayatıyor hem AYM kararlarını tartışıyor hem de meclise had bildiriyor. Bu da yetmiyor, sanki hakkı varmış gibi AYM’yi şikâyet ediyor. Bu, anayasada ve yasalarda yer almayan bir durum olduğundan, adına darbe deniyor. Yüksek yargı içinde bir kavga, ciddi bir çatışma var.

Eren Keskin: Yargıtay’ın kararlarının denetim merkezi AYM’dir. Anayasa’nın 153. maddesi der ki; AYM’nin kararları herkesi bağlar. Şu anda akıl almaz bir durum söz konusu çünkü AYM, aynı zamanda yüce divan ve herkesi yargılayacak tek makam. Büyük bir yetki aşımı var. Bir hukukçu olarak bu akıl dışılığa bir yorum yapamam. Ne yapmışlar da suç işlemişler? 2010’da AYM’ye, AİHM’den önce değerlendirme yapma görevini AKP verdi zaten. AYM, önüne gelen kararları değerlendirirken, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uymak zorunda. Bu sözleşmeye uydukları için suçlu ilan edildiler. O zaman Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden de imzanı çek, NATO’dan da çık, Türkmenistan, Kuzey Kore gibi bir devlet ol. Aslında şu andaki durum da bu. Pratikte Kuzey Kore ya da Türkmenistan gibi bir devletiz. Yasama, yürütme, yargı organları tamamen birleşti ve bu çok sakıncalı bir durum. Demokrasilerde bu üç kurum birbirinden ayrı olmalıdır. Bizde her şey tamamen birbirine karıştı. Yasalara uymayan devletin ta kendisidir.

Sevil Aracı: Çok tuhaf, hiç örneğini görmedik. Hâkim bağımsızlığıyla da çelişiyor. Anayasada hâkimler için bir koruma kalkanı vardır ve hâkim yargılanamaz, denir. Sulh ceza hâkimi dahi verdiği kararlardan dolayı yargılanamaz, denetlenemez. Bu, hâkim bağımsızlığını korumak için getirilen bir uygulamadır ve tek hamlede çiğnenmiş oldu. AYM, yüce divan sıfatıyla yargılama yapan en üst merciiyken, hangi savcı bu suç duyurusu için bir iddianame düzenleyebilir, bilemiyoruz. Garabet bir durum.

Bu gelişmeler, demokratik kamuoyunu ve muhalefeti nasıl etkiler, neler yaşanır, neler yapılmalı?

Meral Danış Beştaş: Anayasa ilk kez ihlal edilmiyor. Biz bu tutumu, bu yöntemi tanıyoruz ve maalesef defalarca yaşadık. 4 Kasım 2016 ve sonrasında bir anayasa maddesi değiştirilerek dokunulmazlıklar kaldırılmıştı. Bu bizzat parlamento tarafından yapıldı ve muhalefet de destek oldu. 11 milletvekilimizin, anayasaya aykırı şekilde dokunulmazlıkları kaldırılıp vekillikleri düşürüldü. Bas bas bağırdık, bu uygulamalar anayasaya aykırıdır, dokunulmazlıklar kaldırılamaz, HDP’li vekilleri keyfi bir şekilde cezaevine kapatıyorsunuz, anayasa bir kez ihlal edilirse devamı da gelir, dedik. Maalesef o süreçte muhalefeti yanımızda göremedik.

Şimdi biz, Can Atalay şahsında genel bir mücadele vererek, onu içeriden çıkarmaya çalışıyor ve bu mücadeleyi kendi mücadelemiz olarak görüyoruz. Çünkü geçmişten bugüne bu uygulamalar, en çok bize zarar verdi. Geçmişte diğer muhalefet kesimleri tarafından yalnız bırakılmamıza rağmen, bugün de HEDEP olarak adalet, demokrasi ve hukuktan yana tutumumuzu gösterdik ve göstermeye devam edeceğiz.

Anayasal düzene karşı gelen iktidardır. Daha dün sansür yasasına onay veren ve sadece arada sırada hukuka uygun kararlar alan AYM’yi bile kaldıramıyorlar. Bu yüzden tüm toplumsal kesimlerin ve demokrasi güçlerinin, hukukun üstünlüğü ve demokrasi için yan yana durarak mücadele etmesi, siyaset alanını genişletmesi gerekiyor. İnanıyorum ki buna gücümüz var.

Eren Keskin: Biz zaten perişan durumdayız; ya cezaevindeyiz ya cezaevine girme tehdidi altındayız ya da adli kontrollüyüz. Olayların bu noktaya gelmesinde ve bir hukuk devleti olamayışımızda, kendine muhalefet diyen CHP gibi birçok partinin de payı var. 90’larda da devlet hukuka uymuyordu ama CHP hiç sesini çıkarmadı. Susturulmak istenen yüzde 15’lik biat etmeyen bir kesim var ve bilinmeli ki biz susmayız, sonuna kadar tavrımızı dile getiririz. Bu kesim mücadele etmeye devam edecek.

Sevil Aracı: Ülkede demokrasi işlemiyor ve tüm kurumlar birbirine bağımlı hâle getirildi. Yıllardır yaptıkları kadrolaşmayla yargının geldiği pozisyon da ayyuka çıktı ve artık herkesin çıplak gözle görebileceği noktada. Muhalefetin daha güçlü bir ses çıkarması, somut eylemler yapması lâzım. Sadece avukatların ve hukukçuların değil, tüm vatandaşların mücadelesi gerekiyor. Bu da basın açıklaması yapmakla olmaz. Belki de hayatı durduran genel bir grevle olabilir ama ne yazık ki Türkiye’deki örgütlü insan gücü, bu anlamda yeterli değil. Örgütlü bir toplum değiliz. Bunun için daha çok çaba harcamamız, ses çıkarmamız ve tepki göstermemiz gerekiyor.

-----

Fotoğraf: Eren Keskin, Meral Danış Beştaş, Sevil Aracı. (soldan, sağa)



QOSHE - 3 Güçlü Kadın, 3 Hukukçu Anlattı: Anayasayı İktidar Çiğniyor - Aslıhan Gençay
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

3 Güçlü Kadın, 3 Hukukçu Anlattı: Anayasayı İktidar Çiğniyor

7 0
13.11.2023

İnce bir ip üzerinde yürüyoruz. Aşağıda derin kuyular, uçurumlar. Biz düşmedikçe iteleyen ve çelme takan da çoğalıyor. Deneyim, tecrübe, bilgi ve direniş dahi bazen kifayetsiz kalıyor, mücadele ettiğimiz ve gitgide semiren, büyüyen güç karşısında.

Kafka’nın “Şato”suna benzer yükseklerden, sürekli ”Haddinizi bileceksiniz!” sesleri geliyor. Bu sesin şiddeti, dengemizi bozmasın diye çabalarken, düşsek ne olur uçurumdan, niye hâlen yürümeye çalışıyoruz, sorgulaması da arada bir beynimizi kemiriyor.

Türkiye’de iktidar artık tahayyül edilmez bir güce sahip. Önüne çıkan herkesi, her kurumu veya muhalifi sersemletecek kadar büyük bir güç söz konusu. Bu noktaya nasıl gelindi, çok şey söylenebilir, hatta bugün ‘ana muhalefetim’ diye gerinenlerin rolleri de tek tek ifşa edilebilir ama şimdilik bu bir zaman kaybı. Mesele şu ki bu güç önüne geleni yok etmeye değil dizayna, aşırılıklarından arındırmaya odaklı. Bu dizayn ve hizaya getirme, yani had/sınır bildirme, önüne çıkan siyasi partileri, kişileri, kurumları, muhalifleri ve gazetecileri de kapsıyor.

Yargıtay vs AYM krizi, geçen hafta bomba gibi düştü gündemimize ve aslında meali de buydu: Sen koskoca Anayasa Mahkemesi de olsan haddini bileceksin, iktidarın sınırlarını ihlal etmeyecek ve Yargıtay’a sadece iktidarın izin verdiği kadar müdahalede bulunacaksın.

AYM enimim ki mesajı bizden daha iyi okumuştur ve önümüzdeki süreçte daha fazla yıpranmamak adına, yeniden şekilleneceği bir yola girecektir. Tüm bu gelişmeler çerçevesinde, darbe anayasasını ve her zaman hukuki kararlar vermeyen AYM’yi savunmaksa, onlardan en çok darbe yemiş muhaliflere düştü. Bu trajikomik durumu da tarihe not düyelim.

HEDEP mi, MHP mi?

Öte yandan her güç, dünya dengeleri düşünüldüğünde, meşruluk da ister mutlaka, buna ihtiyaç duyar. Görüyoruz ki Ak Parti iktidarına bu meşruluğu, ortağı MHP sağlayamıyor artık. Tersine geçmişten bugüne gelişen hukuk dışı her olay ve dava dosyasında, ipin ucu gelip bir şekilde MHP’ye dayanıveriyor. Ak Parti, özelde de Erdoğan, bu durumdan hiç hoşnut değil. Nasıl geçmişte Süleyman Soylu’dan hoşnut olmasa da doğru zamanı beklediyse, MHP’den ‘boşanmak’ için de hem hamle yapıyor hem de doğru zamanı bekliyor.

Bu siyasi ortamda, yerel seçimler de yaklaşırken Ak Parti’nin Kürtlerle, HEDEP’le “barışması” hiç beklenmedik bir gelişme olmayacaktır. Niyetler ne olursa olsun bu diyalog, devasa iktidar gücünün altında boğulan demokratik kamuoyu ve muhalifler için de mutlaka bir nefes alanı açacaktır. Ülkede daha sakin ve barışçıl bir ortamın oluşması, artık bir ihtiyaç değil gereklilik.

Açık ve net olarak söyleyelim, böyle bir diyalog ortamı oluşursa ‘vay nasıl görüşürler’ diyenlerden olmam zira bu ülkede tüm karanlığı ve baskıyı yaşayan nasıl bizlersek, diyalog, barış ve diplomasiyi savunan, nefes alanlarına ihtiyaç duyanlar da yine bizleriz. Hâliyle Ak Parti, MHP’den kararlı bir şekilde yakasını kurtarmayı başarırsa, hem HEDEP hem de Ak Parti’nin, aşırı ve radikal unsurları olmasa da, reel politiği kavramış, diplomasi ve diyalog taraftarı kadroları neden görüşmesin? Bu noktada herkesin niyeti ya da amacı kendini bağlar, bizse halklar için nasıl kazanımlar sağlar, ona bakarız. Şu anki durumdan daha iyisinin olacağını da söyleyebiliriz elbette.

“Kuzey Kore’den farkımız kalmadı”

Şimdi tekrar dönelim AYM vs Yargıtay krizine. Her ne kadar bu krizden okuduğumuz sonuçlar yukarıdaki gibi olsa da, pek çok yorum ve tartışma hâlen sürüyor. Krizin hukuki boyutu, Yargıtay’ın çıkışının usulsüzlüğü, yeni anayasanın tekrar gündeme gelmesi ve gelişmelerin demokrasi mücadelesine nasıl yansıyacağı da büyük önem taşıyor. Tam da bu yüzden, demokrasi mücadelesinde öne çıkan üç güçlü kadına ve hukukçuya sorular yönelttik.

HEDEP Erzurum milletvekili, parti grup başkan vekili ve avukat Meral Danış Beştaş, İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı ve avukat Eren Keskin, EMEP Adana İl Başkanı ve avukat Sevil Aracı,........

© P24


Get it on Google Play