BAKIŞ

Türkiye’de de, dünyanın farklı noktalarında da kadınlar birbirlerine görünmez saç telleriyle bağlı. Ortak hayalleri, insan onuruna yaraşır yaşam koşulları eşliğinde özgürce nefes almak, özgürce yaşamak, özgürce kahkaha atıp, özgürce hayat tercihlerinde bulunmak… Bunun için adeta yanıp tutuşuyorlar. Onların mücadelesi, aslında hepimizin mücadelesi. Onların başkaldırısı, hepimizin başkaldırısı…

“Her kadının ölümü şüpheli ölümdür.”

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü

Kadının insan hakları konusunda bir yandan çok güçlü bir örgütlü mücadele sürerken, giderek artan cins kırımı, “balkondan düşüveren” veya yüksek binalardan aşağı itilen, kayıplara karışan, diri diri yakılan, ateşli silahlarla veya satırla katledilen, vücudu parçalara ayrılan, işkence gören, boğazı kesilen kadınların trajik yaşam(ama) öyküleri ve cezasızlık kültürü, çoğumuzu ciddi biçimde ümitsizliğe sürüklüyor.

Bir yandan kadınların topluma tam ve eşit katılımı, uluslararası toplumun benimsediği Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın ayrılmaz bir parçası haline gelmişken, bir yandan da kadınların ikinci sınıf vatandaş olmadığını, mağdur suçlayıcılığı karşısında kendi yaşam tercihlerini belirleme haklarının bulunduğunu ısrarla kanıtlama mücadelemiz son sürat devam ediyor.

Maruz bırakıldıkları şiddet nedeniyle öldürülen kadınlar için dijital anıt olan Anıt Sayaç’ın bugünkü rakamlarına göre 2024 yılı başından beri 86 kadın katledildi. Geçen sene bu rakam 406, bir önceki sene ise 409 idi.

Araştırmacı gazeteci-yazar Sinem Nazlı Demir, dört yıllık çalışmanın ve 55 kişiyle derinlemesine görüşmelerin sonucu olarak hazırladığı ve kısa süre önce yayımlanan Katilimi Tanıyorum: Türkiye’de Kadın Kırımı başlıklı kitabında 29 kadının istismar ve şiddet öykülerini, psikologların, sosyal hizmet uzmanlarının, öğretmenlerin, sosyologların ve aile danışmanlarının uzman görüşleri eşliğinde aktarıyor.

Farklı Acılardan Gelen Kadınlar

Kitaba konu olan kadınların içlerinde mülteci kadınlar da var, engelli kadınlar da, cezaevindeki kadınlar da, “şehrin ortasında görünmez” olan evsiz kadınlar da.

Kayınbiraderine kahvaltı hazırlamadığı, nafaka talep ettiği veya boşanmak istediği “bahanesiyle” şiddet uygulanarak katledilen, “gözüm döndü”, “pişmanım”, “cahilliğime verin” diyerek türlü “pişmanlık kefenleri”ne konarak yok edilen kadınlar da…

“Gelinliği ile çıkan, kefeni ile döner” gibi çağdışı bir yaklaşım, hayatlarının üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan, eril medya tarafından ölümlerinde bile kendileri suçlanan, “o saatte orada ne işi var” veya “boşanmak istemeseydi hayatta olacaktı” denen, cinayetleri magazinleştirilen kadınlar da…

“Kitaptaki her cinayet, önlenebilir bir cinayetti” diyen, “biz birbirimize dürüst olmadık, öldürülen kadınların sayısına göre tepki verir olduk” diye sitem eden, şiddetin güç eşitsizliğinden beslendiğini ve türlü bahanelerle meşrulaştırılan bir kontrol aracı olduğunu önemle vurgulayan meslektaşım Demir, kitabının önsözünde çok çarpıcı ve insanın vicdanını kuşatan cümleler kuruyor:

Kitabımda hikayelerini anlatmış kadınların maruz bırakıldığı şiddet ve istismar, birkaç yılda var olmadı ve ümit ettiğimiz hızda da sonlanmayacak. Çünkü hâlâ aramızdalar: Evli bir erkekle birlikte olmuş bir kadın katledildiğinde kadını yargılayanlar; sokak ortasında bir şiddet gördüğünde ‘aile içi kavgadır, karışılmaz’ diyenler; namusu kadına, şerefi ise erkeğe yakıştıranlar; kız çocuğuna ahlak dersi, oğlan çocuğuna ise ‘aslan olma’ dersi verenler ve daha niceleri…”

Çünkü, Demir’e göre, adaletin olmadığı bu coğrafyada namus, kadınları katletmenin en büyük bahanesine dönüşürken, “kocandır döver”, “anadır susar”, “babandır söver” sözleri kulaklarda bir uğultu gibi esip kadınların yaşamları üzerine bir zehir olarak akmaya devam ediyor.

Cezasızlık Algısı, Cesaret Veriyor

Zira karşılarında “Beni istediğin yere şikâyet et, sana yapacağımı yaptıktan sonra 2 ay yatar çıkarım” veya “Seni sakat bırakacağım. Bu iyiliğimi de unutma, sakat maaşı alırsın, devletten destek görürsün” diyebilen, karşılığında ise ondan ayrılmak isteyen eşinin serçe parmağını iş yerinde satırla kesebilen bir eril rahatlık ve kayıtsızlık var.

Bu kadın cinayetlerinin nasıl önlenebileceğine dair uzman görüşleri temelinde bir yol haritası da çiziyor Demir.

Nasıl mı? Örneğin, ebeveynlerin kız ve erkek çocuklara davranışlarında eşitlikçi bir yaklaşım benimsemeleri gerekiyor. Erkeğe “aslan, kaplan”, kız çocuğa “prenses, narin” denerek, daha erken yaşlarda kız çocuklara kırılganlık atfetmek yerine, çocukları toplumsal cinsiyet eşitliği algısı ile yetiştirip duygularını ifade edebilecekleri bir aile ortamı yaratarak ilk adımlar atılabilir. Çünkü birçok uzmana göre kadın cinayetlerine dek varan süreçteki öfke ve şiddet patlamaları, aslında küçük yaşta duygularını ifade etmeyi öğrenememekle, duyguları “cinsiyetlendirmekle”; “erkek adam ağlamaz”, “erkek adam sevdiğini belli etmez” gibi kalıp yargılarla ilintili.

Nasıl mı? Tecavüzün kadın sorunu değil, bir erkeklik sorunu olduğunu vurguluyor. Bir diğer deyişle, ataerkil toplumda kadınların hak sahibi bireyler olarak kabul edilmediği bir bağlamda, istismar suçu da aslında ölçüsüz güç ile ilişkilendirilen bir erkeklik sorunu.

Nasıl mı? Failin işlediği istismar ve cinayet suçunun bahanelerini ön plana çıkaran eril bir medya dili kullanmayarak… “Kırmızı ruj sürdü”, “gece vakti dışarıda geziyordu” şeklinde kadını suçlayan yaklaşımlardan ruhumuzu ve dilimizi arındırarak… Çünkü kitapta önemle vurgulandığı gibi cezasız kalan her suç, bir sonraki suç için cezalandırıcı oluyor.

Nasıl mı? Kadını güçlendirerek, bireysel silahlanmayı zorlaştırıcı önlemler alarak, kolluk kuvvetlerine sürekli ve yoğun bir şekilde toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi vererek şiddet karşısında kadını koruyan ve kollayan bir davranış modelini toplumun tüm kılcal damarlarına yayarak…

Demir’in, insanın kalbinin orta yerine tüm ağırlığı ve gerçekliğiyle oturan kitaptaki hazin ama bir o kadar da gerçek yaşam öykülerinin her biri, belki sokakta yanımızdan geçen bir kadının, karşı komşumuzun, çocuğumuzun okulundaki temizlik görevlisinin yaşamının ekrana veya gazetelere henüz yansımamış olan saf hakikati…

Ailesi istedi diye tanımadan evlendirilen, kapının anahtarıyla bacaklarını delen kocası yüzünden 2-3 ay yürüyemeyen, ailesinin yanında kocası tarafından boğulmaya çalışılan, eli kolu bağlanıp kafası duvara vurularak bayıltılan, sonra da soğuk suyun altına sokularak ayıltılan, geri dönmek istediği ailesinin yanına “sığamayan” Emine’nin öyküsü aslında “biziz”… “Bazı kişiler erkek çocuklarını düzgün yetiştirmiyorlar. Evlenince, çocuğu olunca düzelir,” diyorlar. Ben bir psikopatı nasıl düzelteyim?” diye soruyor Emine. Haklı da…

Benzer şekilde, üvey babasının cinsel istismarına uğrayan ve bu nefreti bedeninden çıkarmak için kollarını cam parçalarıyla kesen Bilge de “Sadece bize yapmadılar. Durdurulmazlarsa da yapmaya devam edecekler” diye uyarıda bulunurken haklı…

İstismar ve şiddetle geçen yaşamı anlatılan 29 kadının simgelediği cins kırımını “Birimiz unutursa, diğeri hatırlatsın” diyor Demir.

İki Ruh İkizi Kitap

Uzun süredir masamda iki kitap duruyor. Yan yana… Birbirlerinden güç almak istercesine ciltleri birbirine dönük… Birbirini tamamlamak, kadından kadına güç aktarımında bulunmak istercesine el ele vermiş… Biri, Katilimi Tanıyorum; diğeri de Saç Örgüsü

Saç Örgüsü, Laetitia Colombani’nin başyapıtı… Fransa’da 1 milyonun üzerinde satış rakamlarına ulaşmış. Türkiye’de de geniş bir okur kitlesi var. Kitabın konusu; Hindistan, Kanada ve Sicilya merkezli olmak üzere üç kıtaya yayılan ve birbirlerinden habersiz olsalar da saç örgüsüyle birbirine bağlanan üç mücadeleci kadının, Giulia, Sarah ve Smita’nın bambaşka ama bir o kadar da benzer hikâyesi ve hepsinin de ortak hayali bir tutam “özgürlük”ün içini nasıl doldurdukları…

Türkiye’de de, dünyanın farklı noktalarında da ve hatta Demir’in kitabındaki kadınlar da birbirlerine görünmez saç telleriyle bağlı aslında. Ortak hayalleri, insan onuruna yaraşır yaşam koşulları eşliğinde özgürce nefes almak, özgürce yaşamak, özgürce kahkaha atıp, özgürce hayat tercihlerinde bulunmak…

Bunun için adeta yanıp tutuşuyorlar; bütün yaralarıyla, bütün örselenmişlikleriyle onlarca kez düşüp yüzlerce kez ayağa kalkmaya uğraşıyorlar. Onların mücadelesi, aslında hepimizin mücadelesi. Onların başkaldırısı, hepimizin başkaldırısı… Onların gözyaşları ve sevinci de hepimize ortak. Her biri biraz biz… Hepimiz biraz onlar…

Kitap için görüştüğü kadınların yaşam/yaşayamama öykülerini, yıllardır sürdürdüğü yargı muhabirliği hassasiyetiyle ilmek ilmek işleyen, onlara ses ve nefes olan Sinem Nazlı Demir’in kitabı şu sözle sonlanıyor: “Donlar yanmalı ki, ateşi etrafındakileri ısıtsın. Selam olsun tutuşanlara”…

Evet… Selam olsun kadın cinayetleri karşısında vicdanı titreyenlere, selam olsun “kol kırılır yen içinde kalır” demeyenlere, selam olsun kadın cinayetlerini magazinleştirmeyip acının pornografisini yapmayanlara, mağduru suçlamayanlara…

Selam olsun kadın ile erkeğin eşitliğini ve yaşam hakkını iliklerine kadar hissedip savunanlara… Selam olsun sahada kadının insan haklarını koruyup yüceltenlere, kadınlara ses, nefes, soluk verenlere…

Selam olsun birbirine saç telleriyle bağlı tüm kadınlara ve onları özgürlüğe kavuşturan herkese…

MENEKŞE TOKYAY

Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde Avrupa Birliği alanında yüksek lisans çalışmasını gerçekleştirdi ve yüksek onur derecesiyle mezun oldu. Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü’nden doktora derecesini aldı. Avrupa Birliği alanında danışmanlık firmalarında uzman olarak görev aldı. 2003 yılından beri çeşitli dergi ve yayınevleri için çeviri yapmaktadır. Ayrıca, 2010 yılından bu yana birçok uluslararası haber ajansında Türkiye muhabiri olarak görev almakta ve Türkiye’ye ilişkin gelişmelere dair analizler hazırlamaktadır. Mülteci hakları, çocuk hakları, sosyal politikalar, kadının insan hakları, Avrupa Birliği ve Orta Doğu’daki gelişmeler, başlıca ilgi alanları arasında yer almaktadır.

TÜM YAZILARI

MENEKŞE TOKYAY

Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde Avrupa Birliği alanında yüksek lisans çalışmasını gerçekleştirdi ve yüksek onur derecesiyle mezun oldu. Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü’nden doktora derecesini aldı. Avrupa Birliği alanında danışmanlık firmalarında uzman olarak görev aldı. 2003 yılından beri çeşitli dergi ve yayınevleri için çeviri yapmaktadır. Ayrıca, 2010 yılından bu yana birçok uluslararası haber ajansında Türkiye muhabiri olarak görev almakta ve Türkiye’ye ilişkin gelişmelere dair analizler hazırlamaktadır. Mülteci hakları, çocuk hakları, sosyal politikalar, kadının insan hakları, Avrupa Birliği ve Orta Doğu’daki gelişmeler, başlıca ilgi alanları arasında yer almaktadır.

TÜM YAZILARI

ÜYE OLUN

İLGİLİ YAZILAR

The post Saç Telleriyle Bağlı Hüzünlü Kadınlar appeared first on PERSPEKTİF.

QOSHE - Saç Telleriyle Bağlı Hüzünlü Kadınlar - Menekşe Tokyay
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Saç Telleriyle Bağlı Hüzünlü Kadınlar

9 9
23.03.2024
BAKIŞ

  • MENEKŞE TOKYAY
  • 23 Mart 2024

Türkiye’de de, dünyanın farklı noktalarında da kadınlar birbirlerine görünmez saç telleriyle bağlı. Ortak hayalleri, insan onuruna yaraşır yaşam koşulları eşliğinde özgürce nefes almak, özgürce yaşamak, özgürce kahkaha atıp, özgürce hayat tercihlerinde bulunmak… Bunun için adeta yanıp tutuşuyorlar. Onların mücadelesi, aslında hepimizin mücadelesi. Onların başkaldırısı, hepimizin başkaldırısı…

“Her kadının ölümü şüpheli ölümdür.”

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü

Kadının insan hakları konusunda bir yandan çok güçlü bir örgütlü mücadele sürerken, giderek artan cins kırımı, “balkondan düşüveren” veya yüksek binalardan aşağı itilen, kayıplara karışan, diri diri yakılan, ateşli silahlarla veya satırla katledilen, vücudu parçalara ayrılan, işkence gören, boğazı kesilen kadınların trajik yaşam(ama) öyküleri ve cezasızlık kültürü, çoğumuzu ciddi biçimde ümitsizliğe sürüklüyor.

Bir yandan kadınların topluma tam ve eşit katılımı, uluslararası toplumun benimsediği Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın ayrılmaz bir parçası haline gelmişken, bir yandan da kadınların ikinci sınıf vatandaş olmadığını, mağdur suçlayıcılığı karşısında kendi yaşam tercihlerini belirleme haklarının bulunduğunu ısrarla kanıtlama mücadelemiz son sürat devam ediyor.

Maruz bırakıldıkları şiddet nedeniyle öldürülen kadınlar için dijital anıt olan Anıt Sayaç’ın bugünkü rakamlarına göre 2024 yılı başından beri 86 kadın katledildi. Geçen sene bu rakam 406, bir önceki sene ise 409 idi.

Araştırmacı gazeteci-yazar Sinem Nazlı Demir, dört yıllık çalışmanın ve 55 kişiyle derinlemesine görüşmelerin sonucu olarak hazırladığı ve kısa süre önce yayımlanan Katilimi Tanıyorum: Türkiye’de Kadın Kırımı başlıklı kitabında 29 kadının istismar ve şiddet öykülerini, psikologların, sosyal hizmet uzmanlarının, öğretmenlerin, sosyologların ve aile danışmanlarının uzman görüşleri eşliğinde aktarıyor.

Farklı Acılardan Gelen Kadınlar

Kitaba konu olan kadınların içlerinde mülteci kadınlar da var, engelli kadınlar da, cezaevindeki kadınlar da, “şehrin ortasında görünmez” olan evsiz kadınlar da.

Kayınbiraderine kahvaltı hazırlamadığı, nafaka talep ettiği veya boşanmak istediği “bahanesiyle” şiddet uygulanarak katledilen, “gözüm döndü”, “pişmanım”, “cahilliğime verin” diyerek türlü “pişmanlık kefenleri”ne konarak yok edilen kadınlar da…

“Gelinliği ile çıkan, kefeni ile döner” gibi çağdışı bir yaklaşım, hayatlarının üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan, eril medya tarafından ölümlerinde bile kendileri suçlanan, “o saatte orada ne işi var” veya “boşanmak istemeseydi hayatta olacaktı” denen, cinayetleri magazinleştirilen kadınlar da…

“Kitaptaki her cinayet, önlenebilir bir cinayetti” diyen, “biz birbirimize dürüst olmadık, öldürülen kadınların sayısına göre tepki verir olduk” diye sitem eden, şiddetin güç eşitsizliğinden beslendiğini ve türlü bahanelerle meşrulaştırılan bir kontrol aracı olduğunu önemle vurgulayan meslektaşım Demir, kitabının önsözünde çok çarpıcı ve insanın vicdanını kuşatan cümleler kuruyor:

Kitabımda hikayelerini anlatmış kadınların maruz bırakıldığı şiddet ve istismar, birkaç yılda var olmadı ve ümit ettiğimiz hızda da sonlanmayacak. Çünkü hâlâ aramızdalar: Evli bir erkekle birlikte olmuş bir kadın katledildiğinde kadını yargılayanlar; sokak ortasında bir şiddet gördüğünde ‘aile içi kavgadır, karışılmaz’ diyenler; namusu kadına, şerefi ise erkeğe yakıştıranlar; kız çocuğuna ahlak........

© Perspektif


Get it on Google Play