Yıllar önce, inancını kaybetmiş askerî bir görevli ile bizi tanıştırmışlardı. Arkadaşla uzun süren dersler ve sohbetlerimiz oldu. Sonunda uzun bir düşünme döneminden sonra, iman etmiş birtakım çıkmazlarını da itiraf edivermişti.

Fakat bu arkadaşımız, bir müddet sonra değişik bir heyecan ve mahcubiyetle bize gelip: "Hocam ben sayenizde imansızlıktan kurtuldum. Ama bu sefer de Hristiyan oldum." demişti. Bunu, tevhit dini İslâm hakkındaki cehaletine verdim. Ama arkadaşı bırakmadık. Hristiyanlığın hangi yönü sana cazip geldi, diye arkadaşa sormuştum. Trabzon'daki kiliseye uğramış ve oranın papazı bu arkadaşa Hristiyanlığın esasını: "Allah, insanı yarattığına pişman olmuş, İsa şeklinde dünyaya gelmiş; çarmıha gerilmiş, bütün insanların cezasını ödemiş ve böylece insanlar kan dökse de masum sayılması gerekiyormuş." cümlesi ile anlatmış. Bu izah da o arkadaşımızın aklına yatmış güya.

Arkadaşımıza, Kur'an'da beş yerde geçen:"Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenemez." âyetini hatırlattıktan sonra:"Beni bu papazla bir tanıştırsan iyi olur, böyle akıl dışı bir inanç mı olur?" demiştik. Bir pazar günü birlikte kiliseye gittik. Fakat o gün papaz, Samsun'daki kiliseye gittiği için, papazla tanışamamış ve hâliyle görüşememiştik.

Sonra on beş kadar soru yazıp bana bırakan bu arkadaşa,otuz sayfayı geçen cevaplar iletmiştik. Epey zaman sonra beni arayan arkadaşımız:"Hocam çok teşekkür ederim. Benim bu dinsizlik maskarasından kurtulmama vesile olduğunuz gibi, şimdi de bir nevi putperestliğe dönmüş Hristiyanlıktan da kurtulmama vesile oldunuz." demişti.

Böyle bir giriş yapmama, çoğu Avrupa'da oturan nuranî bir toplulukla yaptığımız İkinci Lem'a dersimizde geçen:"O günah, istiğfar ile çabuk imha edilmezse...." cümlesini okurken, bu âcize açılan bir mana vesile oldu.

İslâm bir insanın işlediği günahı başkasına yüklemediği gibi, ondan kurtulmanın yolunu da şimdiki uygulamalarıyla bir nevi putperestliğe dönüştürülmüş Hristiyanlıkta olduğu gibi, başkasının birtakım ritüellerine bağlamaz ve bırakmaz, bırakmamış da. Daha önemlisi İslâm, insan bir günah işlediği zaman, onu günahıyla da baş başa bırakmaz, bırakmıyor. Sen artık bu günahınla baş başa kalacaksın, bundan artık kurtulamayacaksın da demiyor. Günahtan kurtulmak için, çok çeşitli makenizmayı harekete geçiriyor. Ondan günahın küçüklüğüne değil, onun kime karşı işlendiğine bakmasını, günahın büyük ve tahripkâr neticelerini görmesini istiyor. Şeytan ve nefse karşı daima uyarıyor. Şeytanın şerrini büyük göstermekle, insanın ondan sakınmasını ve böylece şerefli kalmasını temine çalışıyor.

Ona önce kendi zayıflığını, şeytanın hilelerine ve deselerine her zaman açık mahiyetini hatırlatıyor İslâm. Onu panikletmiyor; ona günahtan arınma yollarını gösteriyor. Hatta bunu, manevî bir pişmanlıkla ortaya koymasını:"Cenab-ı Hakk'ın Gafur ve Rahim gibi iki isminin tecelli-i azamla ehl-i imana teveccüh ettiğini" hatırlatarak tövbe kapısını gösteriyor. Hatta bunu vacip kılıyor. "Kâinatı ihata eden rahmet-i vâsiasına (geniş affediciliğine) sığınılmasını emrediyor. Hatta yine bin bir ismiyle ehli imana yardımını takdim ediyor. Binler merhamet ellerini imdadına uzatıyor.

Bunun için de günahın azlığına çokluğuna da bakmıyor İslâm. Hatta Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyi de yasaklamış İslam. Öyle ki bunu küfür alâmeti saymış.O'nun kâinatı ihata eden sonsuz rahmeti karşısında mü'minin günahı ne şekilde olursa olsun, bir damla bile değildir. Bunun şirk ve kul hakkı gibi istisnalarını da bildirmiş.

Nisa Suresinin 76. Âyetinde, şeytanın tuzağının pek zayıf olduğu bildiriliyor. Peki, şeytan ve avanesi hiçbir icat kabiliyetleri olmamasına rağmen, bu kadar zayıf tuzaklarla bir insanı, ebedî hayatında mahvedebilen günahlara nasıl sevk edebiliyor. Üstad bu acayip sırrı 13. Lem'a'da çözüyor ve geniş ve uzunca cevabını da veriyor

Evet, şeytanın desiesi zayıf, hem icat kabiliyeti de yok. Fakat yaptığı şey tahribat. Mahiyeti tahribat olan küçük bir vesvese ise, büyük bir yıkımın başlangıcı olabiliyor. Bazen tahribat, bir hareket de istemiyor. Sadece bir emri kulak ardı etmen, terk etmen ve lâkayd kalıp hafife alman yeterli. İşte şeytan, bu tahribatını hem de icatsız, kolay veya az bir hareketle bazen yaptırabildiği için, Cenab-ı Allah, sonsuz rahmetini mü'minin imdadına gönderiyor. Korkma, diyor mü'mine.Onun ümitsizliğe düşmesini istemiyor. Ona Kur'an'ın çelik ve semavi kalasını, takva zırhını takmasını adres gösteriyor. Ezkaza günaha düşen insanın istiğfar ve tövbe ile günahının tahribatını tamir ve sonsuz rahmetinin hıfzına iltica etmesini istiyor.

İkinci Lem'a'daki cümleyi tekrar hatırlayalım. "O günah istiğfar ile çabuk imha edilmese..." Evet, dikkat edelim, edilmese demiyor. Çabuk edilmese, diyor. Bu çabukluk önemli. Hani "Erteleyenler helak oldu." mealinde "Helekel müsevvifün" hadisi var ya. Tam da bunu anlatıyor. Bizim Erzurum'da bunu "hele dur" ile anlatırız.

"Hele dur, tövbe edersin!

"Hele dur, gençsin sonra okursun, kılarsın." Bunun sonu gelmiyor bir türlü.

Asırların tecrübesi ile şeytan da bu ertelemeyi süsler ve "hele dur" yaparsın, okursun gibi itici de olmayan, sevimli şekillerde insanın önüne koyar. Felaket de oradan başlar zaten. Onun için, biz hemen, şimdi, geciktirmeden, fırsat eldeyken gibi savunma mekanizmalarını harekete geçirmeliyiz. Çünkü günah işlendiği ile kalmıyor. Nefis, işlediğini tekrar işlemek, bunu devamlılaştırmak istiyor. Bir müddet sonra da karşı çıkılamaz, karşı konulamaz bir mahiyete gelince, günahlar da bizim nazarımızda da sevimlileşiyor.

Onun için, bu "çabuk" önemli bir ikaz.Günah noktaları büyümeden, onları imha etmek, onların tahribatının daha fazla artmasına, lisan ve kalbe inmesine, insanı yavaş yavaş fikir, zikir ve şükürden uzaklaştırmasına göz yummamak gerekiyor. Bu âciz kendim de dahil, bunun onlarca örneğini yaşadım ve gördüm. Elime, dilime, gözüme, gönlüme dikkat etmediğim veya tam hâkim olamadığım 'an'lar da dağıldığımı, dağılma yaşadığımı çok gördüm. Saniyelerin nabzını tutmak, 'an'ınla kul olmak ve yine 'an'ınla O'nunla olmak, hatalarımızda ısrarcı olmamak, mânevi hayatımız için hayatî önemde. 'An'ın içini İhlâs, ciddiyet, edep, haya, şefkat, tevazu, istikamet, aşk-ı İslamiyet ile doldurmak, daha da önemli.

Ahiret sıfırdan başlamayacak, dünyanın üzerine kurulacak. Kaybın ebediyen kapanmayacak. Kazancımızın ise, ebediyen sahibi olacağız.Bu ise, ciddiyet istiyor elbette. Ebedi olan ve telafisi mümkün olmayan bir kaybı, düşünebiliyor musunuz? Onun telafisi elimizde şimdi işte. Cismimizin küçüklüğü, günahlarıımızın küçüklüğüne delil olmasın sakın.

Yine, günahlarımız bize dert olmuyor, bize sıkıntı vermiyorsa, en büyük dert odur.Bu asırda musibet şeklini değiştirmiş. Asıl musibet, dini hayatımızı kemiren, zedeleyen, hâliyle ahiretimize zarar veren musibetlerdir.Feryadımız bundan olmalıdır. Onun için "Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork." ikazı yapılıyor. Bu da asıl bu dünyada iken sırat köprüsünden geçtiğimizin başka bir ifadesidir.

Onu ve ondan geçme keyfiyetimizi, dünyada örüyor ve sıratın raylarını dünyada döşüyoruz. Bunun ne kadar farkındayız acaba?

Teslimiyet hâlinde Müslüman, her zaman ve her keyfiyette kârlı. Helakı için değil, tasaffisi yani cennete layık kıymet alması için gelen musibetler, onu safileştirip cennete layık bir kıymete çıkardığı gibi, geçici malı da sadaka hükmünde değer kazanıyor. İster istemez elinden çıkacak vücudunu Mucidine feda ettiği takdirde, vücudu ona bir daha elinden alınmamak üzere iade ediliyor. Pişmanlığı yaşanmamış günahları, ancak cehennem ateşi temizleyebilir, unutmayalım.

Evet dostlar, İşarat-ül İ'caz'da izah edilen, halvet kökünden gelen ve temizlemek anlamında; biri de haley kökünden gelen süslemek anlamında iki tane tahliye kelimesi var. Kur'an-ı Kerim temizleme anlamında tahliyeyi şirki, günahları ve dünyanın fâni yüzünü terk anlamında; diğerini ise, hasenatı işlemek sahiplenmek anlamında kullanıyor. Bize, insanın kerametine ve kametine yakışan, nasuh, geçerli, daimi bir pişmanlık ile yeni açılımlar peşinde olarak, latifeleri uyanık ve şeffaf tutmaktır. Şahsî alemimizi iman, gayret, ubudiyet, cehd ile nurlandırmak; günahların içimizi boşaltmasına, karartmasına, hislerimizi ve uyanıklığımızı öldürmesine, yok etmesine engel olmaktır. Bunlar akıbetimizin selameti için, olmazsa olmazlardır.

Selam ve dua ile.

QOSHE - İslâm Seni Günahından Sonra Bırakmıyor - Habibi Nacar Yılmaz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İslâm Seni Günahından Sonra Bırakmıyor

23 0
29.11.2023

Yıllar önce, inancını kaybetmiş askerî bir görevli ile bizi tanıştırmışlardı. Arkadaşla uzun süren dersler ve sohbetlerimiz oldu. Sonunda uzun bir düşünme döneminden sonra, iman etmiş birtakım çıkmazlarını da itiraf edivermişti.

Fakat bu arkadaşımız, bir müddet sonra değişik bir heyecan ve mahcubiyetle bize gelip: "Hocam ben sayenizde imansızlıktan kurtuldum. Ama bu sefer de Hristiyan oldum." demişti. Bunu, tevhit dini İslâm hakkındaki cehaletine verdim. Ama arkadaşı bırakmadık. Hristiyanlığın hangi yönü sana cazip geldi, diye arkadaşa sormuştum. Trabzon'daki kiliseye uğramış ve oranın papazı bu arkadaşa Hristiyanlığın esasını: "Allah, insanı yarattığına pişman olmuş, İsa şeklinde dünyaya gelmiş; çarmıha gerilmiş, bütün insanların cezasını ödemiş ve böylece insanlar kan dökse de masum sayılması gerekiyormuş." cümlesi ile anlatmış. Bu izah da o arkadaşımızın aklına yatmış güya.

Arkadaşımıza, Kur'an'da beş yerde geçen:"Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenemez." âyetini hatırlattıktan sonra:"Beni bu papazla bir tanıştırsan iyi olur, böyle akıl dışı bir inanç mı olur?" demiştik. Bir pazar günü birlikte kiliseye gittik. Fakat o gün papaz, Samsun'daki kiliseye gittiği için, papazla tanışamamış ve hâliyle görüşememiştik.

Sonra on beş kadar soru yazıp bana bırakan bu arkadaşa,otuz sayfayı geçen cevaplar iletmiştik. Epey zaman sonra beni arayan arkadaşımız:"Hocam çok teşekkür ederim. Benim bu dinsizlik maskarasından kurtulmama vesile olduğunuz gibi, şimdi de bir nevi putperestliğe dönmüş Hristiyanlıktan da kurtulmama vesile oldunuz." demişti.

Böyle bir giriş yapmama, çoğu Avrupa'da oturan nuranî bir toplulukla yaptığımız İkinci Lem'a dersimizde geçen:"O günah, istiğfar ile çabuk imha edilmezse...." cümlesini okurken, bu âcize açılan bir mana vesile oldu.

İslâm bir insanın işlediği günahı başkasına yüklemediği gibi, ondan kurtulmanın yolunu da şimdiki uygulamalarıyla bir nevi putperestliğe dönüştürülmüş Hristiyanlıkta olduğu gibi, başkasının birtakım ritüellerine bağlamaz ve bırakmaz, bırakmamış da. Daha önemlisi İslâm, insan bir günah işlediği zaman, onu günahıyla da baş başa bırakmaz, bırakmıyor. Sen artık bu günahınla baş başa kalacaksın, bundan artık kurtulamayacaksın da demiyor. Günahtan kurtulmak için, çok çeşitli makenizmayı harekete geçiriyor. Ondan günahın küçüklüğüne değil, onun kime karşı işlendiğine bakmasını, günahın büyük ve tahripkâr neticelerini görmesini istiyor. Şeytan ve nefse karşı daima uyarıyor. Şeytanın şerrini büyük göstermekle, insanın ondan sakınmasını ve böylece şerefli kalmasını temine çalışıyor.

Ona önce kendi zayıflığını, şeytanın hilelerine ve deselerine her zaman açık mahiyetini hatırlatıyor İslâm. Onu panikletmiyor; ona günahtan arınma........

© Risale Haber


Get it on Google Play