Rize Öğretmen Listesinde okurken, lise birinci sınıfının ilk yılının ikinci döneminde, tamamen lütf-u İlâhî ile İslam'la tanışmış; dindarâne bir hâl almış, bir yandan da yoğun okumalara başlamıştık. Birinci dönemde hiç dikkat çekmeyen öğrenci iken, ikinci dönemde, bu yeni hâlimizle sağdan ve soldan iyice aranır, sorulur ve takip edilir olmuştuk. Özellikle de sol çevrelerden yaklaşanlar, dinî konularda sorular sorup aklımıza bir şüphe düşürmek peşindeydiler. Birkaç konuyu açmışlardı ama bunlardan:"Niye peygamber meleklerden değil de insanlardan gelmiş?"suallerini hiç unutamam mesela.

O zamanki bilgi ve aklımızla bu suale cevap verememiştik. Belki de bu tip ve emsal suallerin cevaplarını öğrenmek için, ikinci sınıfta hem sualleriyle hem de değişik fikirleriyle bizi sıkıştıran rahmetli Fahrettin Şahin'in de zorlamasıyla nurları tanımamız gerekiyordu. Daha önce "Kur'an Meali Okuyarak Nasıl Maocu Oldum?" başlıklı üç yazıyla anlattığım rahmetli Fahrettin Şahin'in Rize'de rahmetli Murat Hutoğlu'na yazdığı ve hidayet yolculuğunu anlattığı iki mektubunu da geçen sene Murat Âbinin büyük oğlu Hasan kardeş bize iletmişti.

Fahrettin, her sohbette bir sualinin cevabını buldukça rahatlıyor, yediden yetmişe iman ve Kuran'ı hayatına ve davranışlarına yansıtan cemaati gördükçe de onların şahsında İslam'a ısınıyordu. Lisan-ı hâlin, lisan-ı kalden daha tesirli, sarsıcı ve sarmalayıcı olduğunu ilk Fahrettin'in hayatında müşahede etmiştik. Sonra bunu te'yit eden yine lisede muhatap olduğumuz bazı arkadaşların ifadeleri vardı ki hiç unutamam.

Yukarıda naklettiğim: "Allah niçin peygamberleri meleklerden değil de insanlardan göndermiş?" sualinin cevabı, başta 19. Mektub'un 4. İşaretinde geçen:"Çünkü Cenab-ı Hak, onu beşer suretinde göndermiş, tâ insanların ahval-i içtimaiyelerinde ve dünyevî, uhrevî saadetlerini kazandıracak â'mâl ve harekâtlarında rehber ve imam olsun." cümlesinden başka; yine 26. Mektub'un Birinci Mebhasında; "Bütün ahvali ile rahmeten-lil âlemin olması için (melek gibi) her bir ahval ve etvarında harikulâde bir vaziyet verilmemiş; tâ ki ümmetine ef'aliyle imam, etvarıyla rehber olsun, umum hareketiyle ders versin."cümleleri ile anlatılıyor.

Fakat 26. Mektuptaki cevabın başında geçen, bana göre bin can kıymetinde:"Kur'an beşer kelâmına benziyor, onları muhaveresi (konuşmaları) tarzındadır. Eğer Allah'ın kelâmı olsaydı, O'na yakışacak, her cihetçe harikulâde bir tarzda olacaktı. O'nun sanatı nasıl beşer sanatına benzemiyor, kelâmı da benzememeli." suali var ki bu âcize göre, sadece bu sualin tertibi, talimi, siyak ve sibakına (öncesine ve sonrasına) muttali olmak için, seneler feda edilse yeridir.

Bu suali, aynına yakın bir tarzda, bir sürü sualini içine yerleştiren bir arkadaş, bu âcize yöneltmişti. Sualde geçen:"O'nun sanatı nasıl beşer sanatına benzemiyor." cümlesi, ne kadar yerinde ve ayn-ı hakikat bir tespit ve müşahadeyi anlatıyor değil mi? Sanatlı olmayan bir varlık var mı? Hem de kaç cihette? İşte, bu sanatı okuyabilmek, bu sanatların neyi, kimi ve kimin maksadını, kaç cihette anlattığını anlayabilmek için, özel sanat diline ve bilincine vakıf ve aşina olmak şart.

Bu sanat diline tam vakıf olamayan ya da olmak istemeyen tembel ve şaşkın bazı ruhların:"Sanattan sanatkâra gideriz, fakat bu, bizi deizme kadar götürür. Bu sanatkârın bizim inandığımız bir ilâh olup olmadığını test etme imkânımız yok." gibi esassız paylaşımları okuyor ve üzülüyoruz. Sanki deistler, Cenab-ı Hakk'ı kabul ediyorlar ve inanıyorlar izlenimi veren, hadsiz vecihlerle cahilâne bu paylaşım sahiplerinin deizm kepazeliğinin altında yatan, esassız çarpıtmanın farkında bile değiller anlaşılan.

Arkadaş: "Başında şuur, yüzünde gözü bulunan" normal bir insan, "şu kâinat ve mevcudattaki nizam ve mizan ve tanzime" bakınca, bir ilahı elbette kabul edecektir. Bu kadar şuuru olmayan zaten mükellef de değil. Bu kabulden kurtulmak, sefahat ve rezaletine devam için, adam bütün kanunların ve ilmî izahların gösterdiği kâinattaki nizam ve mizan ve tanzimi inkâr ile "Kâinatta kaos var." çukuruna bile düşebiliyor. Demek, maddiyata dalmak suretiyle daralaşan akıl, Allah hakkındaki cehaletin verdiği şehvetle ve bir gurur-u ilminin sevkiyle inkâr batağına sürüklenebiliyor.

Peki, deist denen ne yapıyor? Güya bir ilahı mecburiyetten kabul ediyor. Zaten bir ilahı kabul etmeyen, kendilerinin de itirafıyla nihayetsiz ilahları kabul etmek zorunda. Bundan kaçış yok. Peki, sonra ne yapıyor bu deist denen kepazeler?" Şu zerreler âlemini bir tarla hükmüne getirip an be an, vakit be vakit, mevsim be mevsim, asır be asır ekip çalıştıran, tasarruf edip ondan her an kâinat kadar mahsulat alan" ilmi, kudreti, görme ve işitmesi, kelâm ve iradesi sonsuz bir Zâta, zerreleri, kör ve sağır esbabı ortak yapıp divaneci bir hezeyanlığa imza atıyor.

Yine deistler, insana, hatta derecesine göre hayvana bile kelâm, ifade ve meramını anlatma nakş-ı hikmeti olan hitap sıfatı ve sanatını veren Allah, sonra kendi hiç konuşmuyor, diyor. Kâinatı yaratıyor ve kendine muhatap ve mükerrem bir misafir olarak seçtiği insana, maksadını bildirmiyor güya. Sanatıyla konuşan o Zat-ı Zülcelal, kelâmıyla konuşmuyor veya konuşamıyor, nasıl bir mantıksa. Buna inanmak veya bunun sözcülüğünü yapmak için bile bir insanın yüz defa insanlıktan çıkıp tekrar insan olması gerekir herhalde.

"O'nun sanatı, nasıl beşer sanatına benzemiyor, kelâmı da benzememeli." başlığına daha yeni geldik. Evet, çok doğru. Allah'ın sanatı, beşer sanatına benzemiyor. Yapay çiçek, burun, kulak, diş düşünün. Bir de bunların hakikilerini düşünün. Allah bütün canlıları ve onların yiyeceklerini çamurdan ve bir parça sudan yapıyor, yaratıyor. Biz ise çamurdan çanak çömlek ya da heykel yapabiliyoruz. Allah'ın sanatı konuşuyor hatta kendi sanatkârını bile inkâr edebilecek küstahlığı bile gösterebiliyor. Biz bir makine yapsak da o makine dile gelip "Beni yapan yok." dese ne yaparız acaba? Etrafımız işte böyle ahmaklarla dolu ne yazık ki.

Ama can alıcı sual ondan sonra geliyor ve bizzat çok defa muhatap olduk bu suale. Allah'ın kelâmı olan Kur'an'ın bazı âyetleri beşer konuşmasını andırıyor. Sanki Kur'an'da Allah konuşmuyor. Bir beşer konuşuyor gibi. Cenab-ı Allah, vahyinde niçin böyle bir üslûpla bize hitap ediyor? Bu âcize suali soran arkadaşa dedim ki "Kur'an'da nasıl bir üslûp olmasını istersin peki?" Senin terbiyen, irşadın, talimin, belki her hususta rehberin ve müracaat yerin olacak bir kitap, elbette senin muhatap olabileceğin, hemen ısınabileceğin, duanı, talimini öğrenebileceğim bir üslûpta olmalıdır ki buna tenezzülât-ı İlâhiye diyoruz.

Yani Cenab-ı Hak, mesajını Tur Dağı'nda Musa Aleyhisselam'ın bile birkaç kelâmına tahammül edemediği, bütün lisanların kuvvetindeki kelâmıyla bize hitap etseydi, o Kur'an'ı bir saniye bile okuyabilir ya da ona muhatap olabilir miydik? Kur'an'ın üslûbunun beşer muhaveresi ve bizim okuyup dersimizi kolaylıkla alabileceğimiz şekilde olması da ayrı bir rahmettir ve ayn-ı hikmettir. Cenab-ı Allah, Kur'an'da kelâmıyla, kulların anlayış seviyelerine göre, derin hakikatleri onların anlayabilecekleri ifadelerle beyan etmesi, ayrı bir mucizedir. Fakat bu ifade tarzı da taklit edilemiyor.

Kur'an'ın dünya ve ahiret, gayb ve şehadet âlemlerinden verdiği doğru haberleri bir anlığına geçelim. Düzmece şekilde de olsa, Kur'an'ın beyan ve ifade tarzı bile taklit edilemiyor. Türkçede bir metin için ya manzum (şiir) ya da nesir (düz yazı) tasnifi yapılır. Kur'an için, bu tasnif de yapılamıyor. Yani beşer takatinin ve icadının üstünde bir üslûbu var.

Elbette ki Kur'an'daki kelâmlar gücünü ve tesirini muhatabından değil, mütekelliminden alıyor. Kur'an'a değer ve ulviyet ve tesir veren Kur'an'da konuşan Zât-ı Zülcelaldir. Bu yönüyle zaten taklidi mümkün değildir.

Evet dostlar, nasıl bir"arş" emri, bazen bir ordu da yürütür bazen de bir çocuğu da kımıldatamaz. Arş emir kelimesi, bu emri verenden gücünü alır. İşte, Kur'an'daki kelimeler, konuşmalar, dersler, hitaplar, cümleler de bütün âlemlerin Rabbinin kelâmıdır. Bütün mevcudatın İlâhının fermanıdır, hitabıdır. O'nun insanla olan bir konuşması, insana hutbesi, ezelî ve ebedî bir dersi, insana olan bir lütfudur, iltifatıdır. İnsan makine-i acibesinin dünyada ve ahirette en verimli ve neticeli çalışma rehberi, saadet düsturlarıdır. Böyle bir kelâm da elbette beşer tarzı konuşmalara benzeyecek ki maksadı kolayca anlaşılıp uygulanabilsin.

Selam ve dua ile.

QOSHE - Sanatı Benzemediği Gibi, Kelâmı da Benzememeli mi? - Habibi Nacar Yılmaz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sanatı Benzemediği Gibi, Kelâmı da Benzememeli mi?

16 24
08.12.2023

Rize Öğretmen Listesinde okurken, lise birinci sınıfının ilk yılının ikinci döneminde, tamamen lütf-u İlâhî ile İslam'la tanışmış; dindarâne bir hâl almış, bir yandan da yoğun okumalara başlamıştık. Birinci dönemde hiç dikkat çekmeyen öğrenci iken, ikinci dönemde, bu yeni hâlimizle sağdan ve soldan iyice aranır, sorulur ve takip edilir olmuştuk. Özellikle de sol çevrelerden yaklaşanlar, dinî konularda sorular sorup aklımıza bir şüphe düşürmek peşindeydiler. Birkaç konuyu açmışlardı ama bunlardan:"Niye peygamber meleklerden değil de insanlardan gelmiş?"suallerini hiç unutamam mesela.

O zamanki bilgi ve aklımızla bu suale cevap verememiştik. Belki de bu tip ve emsal suallerin cevaplarını öğrenmek için, ikinci sınıfta hem sualleriyle hem de değişik fikirleriyle bizi sıkıştıran rahmetli Fahrettin Şahin'in de zorlamasıyla nurları tanımamız gerekiyordu. Daha önce "Kur'an Meali Okuyarak Nasıl Maocu Oldum?" başlıklı üç yazıyla anlattığım rahmetli Fahrettin Şahin'in Rize'de rahmetli Murat Hutoğlu'na yazdığı ve hidayet yolculuğunu anlattığı iki mektubunu da geçen sene Murat Âbinin büyük oğlu Hasan kardeş bize iletmişti.

Fahrettin, her sohbette bir sualinin cevabını buldukça rahatlıyor, yediden yetmişe iman ve Kuran'ı hayatına ve davranışlarına yansıtan cemaati gördükçe de onların şahsında İslam'a ısınıyordu. Lisan-ı hâlin, lisan-ı kalden daha tesirli, sarsıcı ve sarmalayıcı olduğunu ilk Fahrettin'in hayatında müşahede etmiştik. Sonra bunu te'yit eden yine lisede muhatap olduğumuz bazı arkadaşların ifadeleri vardı ki hiç unutamam.

Yukarıda naklettiğim: "Allah niçin peygamberleri meleklerden değil de insanlardan göndermiş?" sualinin cevabı, başta 19. Mektub'un 4. İşaretinde geçen:"Çünkü Cenab-ı Hak, onu beşer suretinde göndermiş, tâ insanların ahval-i içtimaiyelerinde ve dünyevî, uhrevî saadetlerini kazandıracak â'mâl ve harekâtlarında rehber ve imam olsun." cümlesinden başka; yine 26. Mektub'un Birinci Mebhasında; "Bütün ahvali ile rahmeten-lil âlemin olması için (melek gibi) her bir ahval ve etvarında harikulâde bir vaziyet verilmemiş; tâ ki ümmetine ef'aliyle imam, etvarıyla rehber olsun, umum hareketiyle ders versin."cümleleri ile anlatılıyor.

Fakat 26. Mektuptaki cevabın başında geçen, bana göre bin can kıymetinde:"Kur'an beşer kelâmına benziyor, onları muhaveresi (konuşmaları) tarzındadır. Eğer Allah'ın kelâmı olsaydı, O'na yakışacak, her cihetçe harikulâde bir tarzda olacaktı. O'nun sanatı nasıl beşer sanatına benzemiyor, kelâmı da benzememeli." suali var ki bu âcize göre, sadece bu sualin tertibi, talimi, siyak ve sibakına (öncesine ve sonrasına) muttali olmak için, seneler feda edilse yeridir.

Bu suali, aynına yakın bir tarzda, bir sürü sualini içine yerleştiren bir arkadaş, bu âcize yöneltmişti. Sualde geçen:"O'nun sanatı........

© Risale Haber


Get it on Google Play