İnebolu’nun Nur’lu çerağı

Bediüzzaman, kendisi gibi Hüsrev, Feyzi, Hafız Ali, Nazif gibi bir çok talebesinin hayatlarının kader tarafından istikbalde Risale-i Nur’a hizmet gibi nurânî meyveyi vermek için tanzim edildiğini, bunu hem kendisinin hem de onların hissettiklerini belirtir.[1] Bir mektupta sözü Ahmet Nazif’in istidat ve istihdamına getirir.[2] Nazif’i Gül Fabrikası sahibi Hüsrev ve Nur Fabrikası sahibi Hafız Ali ile anar. İnebolu Hüsrev’i olarak hitap eder. Gül Fabrikası sahibi Hafız Ali ile olan birlikteliğini ve uyumunu över.[3]

Isparta’da Nur çerağını Hüsrev Altınbaşak yakmıştır. On yıl sonra İnebolu’da Nazif yakar. Yaptığı hizmetlerle İnebolu’nun Hüsrev’i olur. Üstad tarafından Küçük Hüsrev olarak isimlendirilir. Hüsrev ile Isparta “Gül Fabrikası” olurken, “Küçük Hüsrev” Nazif ile İnebolu “Küçük Isparta” olur. İhlâsıyla Hüsrev’e benzeyen “Küçük Hüsrev”, sadakât ve kahramanlığıyla Büyük Hafız Ali’ye benzemektedir. “Yalnız bir iki cihetle değil, çok cihetlerle mabeynlerinde tevafuk” vardır.

Nazif 1943 yılında Denizli Hapsinde Risalelerde isimlerini duyduğu Hüsrev ve Hafız Ali ile ilk kez karşılaşır. Onları yakından tanıma fırsatı bulur. Sabri Arseven ve Hafız Ali’nin kendisi hakkındaki senakâr ve takdirkâr sözlerini duyunca gözyaşlarına boğulur.[4]

Ahde vefa

Nazif hizmeti, maddî ve mânevî borcu, insan olarak yaratılmanın şükrü olarak görür.[5]

Vefanın başşehri: Bediüzzaman

Üstad vefalıdır. Yapılan küçük bir iyiliğe bile en güzel şekilde karşılık vermeye çalışır. Dostlarını maddi ve manevi mirasçısı bilir. Barla’ya geldiğinde Sıddık Süleyman, Muhacir Hafız Ahmed, Şamlı Hafız Tevfik, Mustafa Çavuş ve Abdullah Çavuş, Üstad’ın etrafında halelenir. Kastamonu’ya sürgün edildiğinde önce Feyzi, Emin ve Hilmi etrafında sur olur. Arkasından Taşköprülü Sadık ile İnebolulu Nazif ve Salâhaddin sura taş koyar. Yıllar geçse de Üstad vefa ve sadakatlerini unutamaz.[6]

Üstad yaşı ilerledikçe ölüme biraz daha yaklaştığını hisseder. Nurların ışığıyla nurânî gördüğü berzaha gitmek kendisine ağır gelmediği gibi iştiyak da verdiğini, kendisinin yerine Nazif gibi has talebelerinin hizmeti omuzlayacağını söyler.[7]

Nazif’i Zübeyir gibi erkânlarla birlikte hakiki varis olarak görür. “Aziz, sıddık kardeşlerim ve hakikî vârislerim” diyerek başladığı mektubunda hepsine ayrı cümle açar, iltifat eder. Nazif’i sadakat ve irtibatta önde gördüğünü söyler.

“Nazif’in o havalideki kardeşlerimizin namına tebriki ve Nazif'in sarsılmaz sadakat ve irtibatı ve kuvvetli ümitleri bize tam bir nefes aldırdı.”[8]

Üstad, Hizb-i Nuriye’nin şahsına ait “pek büyük bir keramet-i maneviyesi” olduğunu belirterek tashih çalışmalarını yönlendirir. Yaptığı hizmetlere teşekkür nevinden Nazif’e göndermede bulunur.[9]

Dünyaya yüz vermemek

Üstad’ın hayatına çocukluğundan itibaren istiğna duygusu hâkimdir. Hizmetteki ihlâsa zarar gelmemesi için dünyaya el açmaz. Hediye kabul etmez. “Vasiyetnamemin Bir Zeyli” başlıklı mektubunda bunu ayrıntılı olarak anlattıktan sonra “mânevî evlâtlarım, fedakâr hizmetkârlarım ve has ve hâlis Nurun kahramanları” dediği Zübeyir, Ceylân, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve hâlis Nur’un kahramanları olan Hüsrev ve Nazif gibi talebelerinin nezaretinde o düsturunun muhafazasını ister.[10]

Nazif tarihe not düşüyor

Üstad, Divan-ı Harb-i Örfî Risâlesinde yaşadığı sıkıntıları anlatır. Afyon Hapsinde ise Nazif ve Hüsrev yaşananlara şerh düşer.[11]

Dostlarla kahve fincanı sahradır

Üstad İnebolu talebeleri için endişelidir. Zira Nazif’in de, Risale’lerin de düşmanı çoktur. Nur filizleri kırılabilir. Bundan dolayı İnebolu ile irtibatı hiç kesmez. Sık sık Risale ve mektup gönderir. Nazif gelenleri arkadaşlarına okur. O gün Risale’lerle birlikte Halil İbrahim’in hüzünlü mersiyesi de gelmiştir. Şiiri derinden derine yaşarlar. Şairin söyledikleri doğrudur. Üzerlerine dayanılmaz bir hasret çöker. Nazif kaleme sarılır. Hâllerini içli içli Üstad’a anlatır. Üstad çok sevinir. Endişeye gerek yoktur.[12]

Vesveseli şakirt

Nazif elinden geldiğince, dili döndüğünce insanlara Allah’ı anlatmaya çalışır. Bunlardan birisinin zihninde vesveseler vardır. Nazif durumu Üstad’a bir mektupla iletir. Üstad, Nazif’e gönderdiği mektupta müstakbel bir Nur Talebesinin sorusuna cevap verir.[13]

Bayram tebriği

Üstad 1945’lerde neşrettiği el yazması Lâhikalarda bulunan mektubunda Feyzi, Nazif ve Halil İbrahim’in şahsında Nur Talebelerinin bayramını tebrik eder. “Risale-i Nur’un tab’ ve intişarıyla bizlere mânevî bir bayram daha ihsan eylesin âmin.” diyerek dua eder.

Hey dünya, duy Üstad’ımın sesini

Nazif ve oğlu Risale-i Nur’la ilgili yayınları takip ederler. Gerektiğinde ilgili makamlara yazılar yazarlar, destek ve tekzip metinleri yayımlarlar. Hizmetleri Türkiye ile sınırlı kalmaz. Dünyanın değişik yerlerine Risale’leri tanıtan mektuplar ve Risale’ler gönderirler. 1951 yılında Zülfikar’ı Vatikan’a gönderirler. Vatikan bir mektupla teşekkür eder.

“Zülfikar nam el yazısı olan güzel eseriniz İstanbul’daki Papalık makam-ı vekâleti vasıtasıyla Papa Hazretlerine takdim edilmiştir. Bu nazik saygınızdan dolayı gayet mütehassi olduklarını bildirirken, üzerinize Cenab-ı Hak’ın lütuflarını dilediklerini tebliğe beni memur ettiklerini arza müsaraat eylerim. Bu vesile ile saygılarımı sunarım efendim.

İmza, Vatikan Bayn Başkatibi.”

Asâ-yı Musa’yı Amerika’ya gönderirler. Üstad konudan haberdar olur, hizmetlerinin önemine işaret eder.[14]

İnebolu’dan Sesler Korosu

Nazif’in maddi durumu iyidir. Ufku geniştir. Çağı yakından takip eder. Türkiye’ye radyo gelince bir tane alır. Evinin çatısına hoparlör sistemi kurdurur, yayını destekleyen antenler taktırır. Radyodan mahalleliye Kur’an dinletir. Az ileride cezaevi ve hükümet/adliye binası vardır. O günkü siyasi ortam düşünüldüğünde yaptığı şeyin ne kadar riskli olduğunu tahmin etmek zor değildir. Nitekim Nurcuların anten ve hoparlör sistemi aracılığıyla Rusya’yla haberleştikleri iddia edilir.

Nazif’ten bir Nazi çıkmaz

Nazif askerliğini Osmanlı Ordusunda görev yapan Alman Paşası Liman Von Sanders’in emrinde yapar. Alman milletinden, özellikle de Hitler’den etkilenir. Bu yüzden Almancı olarak anılmaya başlar. II. Dünya Savaşı yıllarında dünyada Hitler hayranlığı daha da artar. Nazif de bundan payını alır. Üstad bu hâli hisseder. Salih Uğurtan’a çıtlatır.

“Git Ahmed Nazif kardeşime söyle. Kahraman Nazif, Hitler tarafını mı tutuyor? Alman orduları hakkında radyo o gün şu haberi vermişti. ‘Şimdi Alman tayyareleri bir bulut halinde Belgrad’ı bombardıman ediyorlar. Orada bulunan İslam eserlerini dahi imha ediyorlar. Hatta tarlalarda güdülmekte olan hayvanları dahi vuruyorlar ki halk aç kalsın, teslim olsun! Bu zülümdür. Allah zalimleri sevmez. Ben Nazif’e mektup yazacaktım. Fakat siz geldiniz. Sizi canlı mektup olarak gönderiyorum. Artık Hitlerciliği bıraksın. Zulme rıza zülümdür!

Harp neticesinde Avrupa’daki ruhani reislerde bir uyanıklık olacaktır. Onlar bizi arayacaklar, biz onları değil. Çünkü biz Kur’an’ın hizbiyiz. Bizi arayacaklar. İleride bu olacak…”

Salih, İnebolu’ya döndükten üç gün sonra Üstad’ın söyledikleri radyolarca da doğrulanır. Üstad’ın selamını Nazif’e iletir. Nazif, Nazi hayranlığını derhal bırakır. Almancılığı bıraksa da etrafındaki menhus zihniyet aynı gerekçeyle suçlamaya devam eder. Nazif taşı gediğine oturtur. Kendisinin Almancı değil hakikatçi, imancı ve Kur’an’cı olduğunu söyler.[15]

***

*Daha fazla bilgi için İnebolu Nur Talebelerini anlattığımız Hiçbişey yayınlarından çıkan “Kuzey Işıkları: İnebolu Nur Kahramanları” isimli kitabımıza bakabilirsiniz.

https://www.kitapyurdu.com/kitap/kuzey-isiklari-inebolu-nur-kahramanlari/654956.html&publisher_id=10964

[1] Emirdağ Lâhikası, 29.Mektup.

[2]Kastamonu Lâhikası, 31.Mektup.

[3]Kastamonu Lâhikası, 44.Mektup.

[4]Kastamonu Lâhikası, 45.Mektup.

[5]Barla Lâhikası, 283. Mektup.

[6]Lem’alar, s. 575.

[7]Emirdağ Lâhikası, 139.Mektup.

[8]Emirdağ Lâhikası, 58.Mektup.

[9]Kastamonu Lâhikası, 145. Mektup.

[10] Emirdağ Lâhikası, 357. Mektup.

[11] Divan-ı Harb-i Örfî, s. 146.

[12]Emirdağ Lâhikası, 92. Mektup.

[13]Emirdağ Lâhikası, 101. Mektup.

[14]Emirdağ Lâhikası, 101.Mektup.

[15] Kastamonu Lâhikası, 32. Mektup.

QOSHE - Hey Dünya, Duy Bediüzzaman’ın Sesini! - Mustafa Oral
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hey Dünya, Duy Bediüzzaman’ın Sesini!

6 0
31.01.2024

İnebolu’nun Nur’lu çerağı

Bediüzzaman, kendisi gibi Hüsrev, Feyzi, Hafız Ali, Nazif gibi bir çok talebesinin hayatlarının kader tarafından istikbalde Risale-i Nur’a hizmet gibi nurânî meyveyi vermek için tanzim edildiğini, bunu hem kendisinin hem de onların hissettiklerini belirtir.[1] Bir mektupta sözü Ahmet Nazif’in istidat ve istihdamına getirir.[2] Nazif’i Gül Fabrikası sahibi Hüsrev ve Nur Fabrikası sahibi Hafız Ali ile anar. İnebolu Hüsrev’i olarak hitap eder. Gül Fabrikası sahibi Hafız Ali ile olan birlikteliğini ve uyumunu över.[3]

Isparta’da Nur çerağını Hüsrev Altınbaşak yakmıştır. On yıl sonra İnebolu’da Nazif yakar. Yaptığı hizmetlerle İnebolu’nun Hüsrev’i olur. Üstad tarafından Küçük Hüsrev olarak isimlendirilir. Hüsrev ile Isparta “Gül Fabrikası” olurken, “Küçük Hüsrev” Nazif ile İnebolu “Küçük Isparta” olur. İhlâsıyla Hüsrev’e benzeyen “Küçük Hüsrev”, sadakât ve kahramanlığıyla Büyük Hafız Ali’ye benzemektedir. “Yalnız bir iki cihetle değil, çok cihetlerle mabeynlerinde tevafuk” vardır.

Nazif 1943 yılında Denizli Hapsinde Risalelerde isimlerini duyduğu Hüsrev ve Hafız Ali ile ilk kez karşılaşır. Onları yakından tanıma fırsatı bulur. Sabri Arseven ve Hafız Ali’nin kendisi hakkındaki senakâr ve takdirkâr sözlerini duyunca gözyaşlarına boğulur.[4]

Ahde vefa

Nazif hizmeti, maddî ve mânevî borcu, insan olarak yaratılmanın şükrü olarak görür.[5]

Vefanın başşehri: Bediüzzaman

Üstad vefalıdır. Yapılan küçük bir iyiliğe bile en güzel şekilde karşılık vermeye çalışır. Dostlarını maddi ve manevi mirasçısı bilir. Barla’ya geldiğinde Sıddık Süleyman, Muhacir Hafız Ahmed, Şamlı Hafız Tevfik, Mustafa Çavuş ve Abdullah Çavuş, Üstad’ın etrafında halelenir. Kastamonu’ya sürgün edildiğinde önce Feyzi, Emin ve Hilmi etrafında sur olur. Arkasından Taşköprülü Sadık ile İnebolulu Nazif ve Salâhaddin sura taş koyar. Yıllar geçse de Üstad vefa ve sadakatlerini unutamaz.[6]

Üstad yaşı ilerledikçe ölüme biraz daha yaklaştığını hisseder. Nurların ışığıyla nurânî gördüğü berzaha gitmek kendisine ağır gelmediği gibi iştiyak da verdiğini, kendisinin yerine Nazif gibi has talebelerinin hizmeti omuzlayacağını söyler.[7]

Nazif’i Zübeyir gibi erkânlarla birlikte hakiki varis olarak görür. “Aziz, sıddık kardeşlerim ve hakikî vârislerim” diyerek başladığı mektubunda hepsine ayrı cümle açar, iltifat eder. Nazif’i sadakat ve irtibatta önde gördüğünü söyler.

“Nazif’in o havalideki kardeşlerimizin namına tebriki ve Nazif'in sarsılmaz sadakat ve irtibatı ve kuvvetli ümitleri bize tam bir nefes aldırdı.”[8]

Üstad, Hizb-i Nuriye’nin şahsına ait “pek büyük bir keramet-i maneviyesi” olduğunu belirterek tashih çalışmalarını yönlendirir. Yaptığı hizmetlere teşekkür nevinden Nazif’e göndermede........

© Risale Haber


Get it on Google Play