Salıncak... Bu kelime ne zaman dilime düşse ben hayalen gel-gitler yaşarım. Kelimenin sonundaki küçültme eki çocuksuluğu yansıtır. Yavrucak, yumurcak, zavallıcak gibi masumiyeti çağrıştıran; şefkati ve merhameti beraberinde getiren kelimelerden biridir.

Salmak, salınmak. Kendini her şeyden azade ederek salıvermek. Dertsiz, kedersiz bir dünyanın kucağına bırakıvermek. Bir eşyaya ad vermek ile olaylara ad vermek elbette ki farklı boyutlardadır. Oraya takılmayıp salıncağa odaklanmak istiyorum.

Salıncağa binmeyen yoktur hayatta. Çoğumuz çocukluğunda salıncakta sallanmıştır. Büyüklüğümüzde de çocukları bindirirken kurulumu uygunsa kaçamak yaparak sallandığımız olmuştur mutlaka.

İlk salıncağa binişim geniş avlulu evimizde oldu. Toprak damlı evlerde genellikle süllüm dediğimiz, tavan saçaklarına dayalı ağaç merdivenlerin basamaklarından birine bağlanmış iple salıncak yapılırdı. İpin oturulacak kısmına bir tahta parçası yerleştirilir, onun üstüne bir minder konulurdu.

Annem bir bahar günü salıncağı kurup beni salladığı zaman korkmuştum. Düşme korkusu, sabitesine alıştığımız zeminden ayaklarımız kesildiğinde ve gökyüzü ile birlikte her şey alt üst olmuş gibi oynadığında başlar. Korku, hayatımızı korumak için Allah’ın fıtratımıza yerleştirdiği büyük nimetlerden biridir. Kaygı ile karıştırılmamalıdır. Psikologlara göre korku, dışardaki olaylardan ve nesnelerden kaynaklanır. Kaygı ise kendi içimizde oluşturduğumuz imajlardan ve intibalardan ileri gelir. Salıncak ileri doğru salındığında bir uçurum boşluğuna düştüğümüzü sanırız bir anda. Yükseklik, uçurum ve boşluk üç atlı süvari gibi korkuya doğru dört nala koştururlar bizi. Bir filozof “Sen uçuruma bakarsan uçurum da sana bakar” demişti bir kitabında.

Düşme korkusu bize cennetten yeryüzüne düşmemizden beri mi var emin değilim. Salıncaktayken düşme korkusu hayat ile ölüm arasında saatin sarkacı gibi sallanır durur. Zaten hayat sadece cennetten düşüşle bitmemiştir insanoğlu için. Her gün ve her yıl bir düşüşü yaşarız. Bu arada en ciddî planlarımız da en saçma sapan düşüncelerimiz de salıncağa benzer farkındaysanız.

Fakat her şey bir yana bütün bunların yanında bir kuş olup uçtuğunu sanmak yok mu işte salıncağın en eğlenceli ve çekici yönü burada tecelli eder. Yer çekiminden, topraktan ayrılıp havayla buluştuğunuzda var olmanın dayanılmaz hafifliğine burnunuz değmeye başlar. Gerçekler yüzünüzü yalayıp kulaklarınıza dolar.

Salıncakta sallanırken bir ileri bir geri gider gelirsiniz. İleri yön gelecek zamanı; geri taraf geçmiş zamanı ifade eder. İnsanın hayalle ve akılla geçmişe ve geleceğe uzanıp ikisi arasında anlık yolculuklar yapmasını andırır.

Salıncağın sağ ve soldaki ipi, hayatta tutunduğumuz insanlara ve ümitlerimize benzer, onlara tutunmak bize güven verir, korkularımızı engeller.

Salıncak zincirden ise en zayıf halkasıyla, urgandan ise en aşınmış boğumlarıyla hayatı çağrıştırır. Hayatımız pamuk ipliğine bağlı derler ya. Düşünün ki hayat bir yerde ölüm demektir. Her yaşayanın bir gün öleceği; muallakta olsa da ecel vaktinin değişmeyeceği gerçeği vardır. Bu sebepledir ki gözümüz en zayıf halkayı arar veya gözetler. Salıncakların ister demirden ister kalın ağaç dalından kaidesi olsun, onların sağlamlığı zincirden ve ipten daha önemlidir. Çünkü orası çürükse ipin veya zincirin sağlamlığı işe yaramaz. Salıncağa binecek kişinin ağırlığı ile dalın kalınlığı ve sağlamlığı arasında matematiksel bir denklik ve uyum mevcuttur. Ayrıca salıncakta en ilginç şey bana göre kişinin özgül ağırlığının denkleme pek de fazla etkisi olmadığı halde yaşın ve başın denklemleri değiştireceği durumudur. Salıncaktan düşen çocuklara acırken düşen büyüklere gülmemiz bundandır.

İnsan sallanırken onu sallayan biri olmalı. Hayatın salınımı içinde moral verip hızlanması için birilerinin desteği ve müzahereti önemlidir. Hayatın akışı içinde moralimiz bozulduğunda tıpkı boş salıncak gibi nötr hale geliriz. Böyle her zaman bir destekçi bulamayacağımıza göre salıncağa yalnız binip kendi kendine ayak hareketleriyle sallanan insanların yaptığı taktiklere ihtiyacımız vardır. Kendi kendimize yeterli olmamız lazımdır. Nerede, ne zaman, hangi hareketleri yapmalıyız? Bunu salıncaktaki ayak pozisyonlarından çıkarmak mümkün. İleriye doğru salınmak için ayakları tam zamanında uzatmak, geriye doğru salınırken dizleri bükmek önemli bir faktördür.

Salınırken kulaklarınızda bir uğultu hissedersiniz. Bu aslında nefes alıp verdiğimiz durağan görünen havadır. Hareket varsa yaşamanın sesi kulaklarınıza dolar. Bazan ninni, bazen sizi alıp götüren bir melodi gibi hava bir ıslığa döner ve sizi salıncakla beraber alıp götürür. Ve öyle an olur ki gökyüzüne doğru uçurur, yıldızlara doğru savurur. Artık başka bir dünyada gibi hissedersiniz özellikle gözlerinizi kapatırsanız. Bulutsuz bir gecede yıldızların altında salıncakta sallanırken başınızı kaldırıp samanyolunun muhteşem azameti karşısında ve onun lambalarla süslenmiş düğün bahçesini andıran ışıltıları altında gözlerinizi bir süre kapatırsanız orada olduğunuzu hissedersiniz

Bir düşünür demişti ki “Kelimeler merhametlidirler. Narin gerçeklikleriyle bizi kandırır ve teselli ederler.” Salıncak kelimesi de bu merhametlilerden biridir. Masum ve çocuksu. Tesellici olmaları, Ahmet Haşim’in “O Belde” sinde

“Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var
Hepsi hemşiredir veyâhud yâr;
Dilde tenvîm-i ıstırâbı bilir”

diye tavsif ettiği anneleri, kız kardeşleri ve yar dediğimiz hayat arkadaşlarımızı çağrıştırır. Onların acılarımızı tenvim etmek, dindirmek için kucaklarında sallamaları ile salıncakların sallamaları merhametin ta kendisi değil midir?

QOSHE - Salıncak - Zafer Akgül
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Salıncak

8 0
05.03.2024

Salıncak... Bu kelime ne zaman dilime düşse ben hayalen gel-gitler yaşarım. Kelimenin sonundaki küçültme eki çocuksuluğu yansıtır. Yavrucak, yumurcak, zavallıcak gibi masumiyeti çağrıştıran; şefkati ve merhameti beraberinde getiren kelimelerden biridir.

Salmak, salınmak. Kendini her şeyden azade ederek salıvermek. Dertsiz, kedersiz bir dünyanın kucağına bırakıvermek. Bir eşyaya ad vermek ile olaylara ad vermek elbette ki farklı boyutlardadır. Oraya takılmayıp salıncağa odaklanmak istiyorum.

Salıncağa binmeyen yoktur hayatta. Çoğumuz çocukluğunda salıncakta sallanmıştır. Büyüklüğümüzde de çocukları bindirirken kurulumu uygunsa kaçamak yaparak sallandığımız olmuştur mutlaka.

İlk salıncağa binişim geniş avlulu evimizde oldu. Toprak damlı evlerde genellikle süllüm dediğimiz, tavan saçaklarına dayalı ağaç merdivenlerin basamaklarından birine bağlanmış iple salıncak yapılırdı. İpin oturulacak kısmına bir tahta parçası yerleştirilir, onun üstüne bir minder konulurdu.

Annem bir bahar günü salıncağı kurup beni salladığı zaman korkmuştum. Düşme korkusu, sabitesine alıştığımız zeminden ayaklarımız kesildiğinde ve gökyüzü ile birlikte her şey alt üst olmuş gibi oynadığında başlar. Korku, hayatımızı korumak için Allah’ın fıtratımıza yerleştirdiği büyük nimetlerden biridir. Kaygı ile karıştırılmamalıdır. Psikologlara göre korku, dışardaki olaylardan ve nesnelerden kaynaklanır. Kaygı ise kendi içimizde oluşturduğumuz imajlardan ve intibalardan ileri gelir. Salıncak ileri doğru salındığında bir uçurum boşluğuna düştüğümüzü sanırız bir anda. Yükseklik, uçurum ve boşluk üç atlı süvari gibi korkuya doğru dört nala koştururlar bizi. Bir filozof “Sen uçuruma bakarsan uçurum da sana bakar” demişti bir kitabında.

Düşme korkusu bize cennetten yeryüzüne düşmemizden beri mi var emin değilim. Salıncaktayken düşme korkusu hayat ile ölüm arasında saatin sarkacı gibi sallanır........

© Risale Haber


Get it on Google Play