AK Parti’nin arabayı devirdikten (ekonomiyi perişan ettikten) sonraki seçim başarılarını (hele hele sonuncusunu) rasyonel ölçülerle “açıklanamaz, anlaşılamaz” bulanlar; “böyle bir ülkede, bu koşullarda bu nasıl olabilir” sorusunu soranlar hayretlerinde haklı. Fakat “bu nasıl olabilir”e verilen tepkilerden biri, ironik biçimde AK Parti’nin başarılarının devamına çalışıyor.

Soruyu hayret duygusu eşliğinde soranları ikiye ayırabiliriz: Nasıl olabildiğini anlamaya çalışanlar ve olayı AK Parti’ye oy verenlerin ‘zekâ düzeyleriyle’, ‘gerilikleriyle’ açıklayıp içlerini ferahlatanlar ve böylece düşünme zahmetinden kurtulanlar.

İkinci grupta yer alanları anlama çabasından esirgeyen birçok şey var; bunlardan biri de siyasi tercihte kültürün, inancın, duygunun rol oynamaması gerektiğine dair ‘modern’, ‘rasyonel’ ön kabulleri… Oysa oynuyor ve aslında kendileri de kültürlerinin, inançlarının, duygularının etkili olduğu bir süreçte siyasi tercihte bulunuyor. Fark şurada: Ötekilerin kültürleri, inançları ve duyguları ‘makbul’ değil, o nedenle onların oyuna dayanarak iktidara gelenler de meşru değil.

Fakat şurası da açık: Oylar ‘makbul’ olsa da o oylarla iktidara gelenlerin demokratik-çoğulcu ölçülerle her zaman ‘meşru’ (‘yasal’ demiyorum) kalacağı söylenemez.

İkinci grup: “İyi ama başlangıçtaki sözler tutulmadığı, vaat edilenlerin tam tersi yapıldığı, hukuksuz ve otoriter bir yönetim kurulduğu, ülke perişan bir duruma sürüklendiği halde bu işin müsebbibine oy vermeye devam ediyorlar…”

Olabilir, yine de sakince sormak zorundayız: Neden acaba?

Bir kere gelinen noktada başlangıçtaki iddialarından caymış, kendi kendisinin inkârına dönüşmüş bir iktidarla karşı karşıya olduğumuzu kabul edelim. Bu koşullarda AK Parti’nin oylarının bir bölümünün “ululemre itaat” (ululemr: Emir sâhipleri, millet üzerinde söz sâhibi olan, emrini yürüten devlet başkanları, halîfeler – Kubbealtı lügati) ve “zaruret haramı mubah kılar” gibi imana, itikata dair otoriter, oportünist kabuller üzerinden geldiğini düşünebiliriz. Fakat iman-itikat alanının dışında etki yaratan ve partinin iktidarda kalmasına yardımcı olan başka faktörler de var.

Bunların bir kısmı bilinçli, planlı uygulamalar, bir kısmı ise arkasında böyle bir bilinçliliğin olmadığı, kendiliğinden gelişen, alttan işleyen fakat neticede iktidara yarayan dinamikler.

AK Parti, toplum hakkında laik-seküler muhalefetten ve onların partilerinden çok daha gerçekçi fikirlere sahip

CHP’nin birçok seçim kampanyasını yöneten siyasal iletişimci Ateş İlyas Başsoy “AKP Neden Kazanır CHP Neden Kaybeder” kitabında şöyle yazmıştı:

“AKP’nin bugüne dek yaptığı tüm iletişim stratejisi, sadece seçimi kastetmiyorum, genel olarak tüm stratejisi kusursuzdur. AKP’nin arkasında, çok arkasında, dâhi mertebesinde birkaç yol gösterici olduğunu sanıyorum. Hiçbir şey rastlantısal değil, hiçbir şey sanıldığı kadar basit değil.”

Ben doğrusu AK Parti’nin iletişim stratejisinin başarısının birkaç yol göstericiden çok bu partinin insanların hakiki duyguları hakkında, toplumun ruhu hakkında laik-seküler muhalefetten ve onların partilerinden çok daha gerçekçi fikirlere sahip olmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum.

“Aynı toplumun içinden çıkıp toplum hakkında böyle farklı algılara sahip olmak mümkün mü?”

Hiç kuşkusuz, evet. Böyle farklılıklar, toplumu kavramaya çalışan öznenin (burada siyasi partiler) toplumla arasındaki ruhsal-manevi mesafeyle (ya da zihnimizde oluşturduğumuz ideal durumla gerçekte ‘olan’ arasındaki uzaklıkla) bağlantılı olarak pekâlâ ortaya çıkabilir.

Zihnimizde oluşturduğumuz ideal durumlar -aynı anlama gelmek üzere arzularımız- ancak nadiren olguları nesnel biçimde değerlendirmemizin önünde engel teşkil etmez: Mesela ‘güç’ karşısında insanların direnme eğilimlerinin uyum sağlama eğilimlerinden daha baskın olduğuna inanıyorsak ya da böyle olmasını arzuluyorsak ve fakat gerçek öyle değilse toplumun direnme eğilimi konusunda gerçekçi değerlendirmelerde bulunup ona göre siyasal strateji geliştirme şansımız azalır. Toplumdaki gerçek eğilimi tespit edebilenler ise tam tersine avantajlı bir konuma yükselir, gerçekliği daha iyi kavrayan siyasetler geliştirebilir.

Bu siyasetler, toplumu daha rasyonel ölçülerle tanımlayanlara çok yanlış görünebilir. Nitekim iktidar partisinin kararlarından bir bölümü ilk bakışta kendi aleyhine sonuçlar vermeye yakın duruyor ve bu haliyle ‘anlaşılmaz’ bulunuyor. Mesela: İktidar söyleminin en kararlı parçalarından birini oluşturan ‘aileyi koruma’yla iktidar televizyonlarındaki aile rezaletleri nasıl bağdaştırılabilir? Normal olarak bu çifte standartın iktidar aleyhine sonuç üretmesi beklenir, fakat üretmiyor, hatta bir şekilde işine geliyor ki iktidar bu programlarla ilgili hiçbir tedbir almıyor. Burada belli ki iktidarın yakaladığı, muhalefetin ıskaladığı bir şey var.

Bir başka konu, hayal satmak… Geçtiğimiz ay muhalefet partileri ve muhalif medya Cumhuriyet’in yüzüncü yılı vesilesiyle AK Parti’nin 10 yıl önce ilan ettiği 2023 hedefleriyle gerçek tabloyu karşılaştırıp aradaki uçurumu sergiledi ve AK Parti’nin hayal sattığını, hedeflerinin yarısına bile ulaşamadığını söyledi. Söylenenler doğru da sonuç ne? Erdoğan mahcup oldu ve bir daha böyle afaki vaatlerde bulunmayacak mı acaba? Daha önce de böyle oldu, vazgeçti mi? Burada (da) muhalefetin bilmediği, iktidarın bildiği bir şey olabilir mi? Mesela tutmayan hedeflerin verdiği zarar, satılan hayalin bir zamanlar sağladığı yarardan daha az olabilir mi? Muhtemelen öyle ve iktidar bu nedenle muhalefetin bütün propagandasına rağmen dün olduğu gibi, bugün olduğu gibi yarın da ‘hayal satmaya’ devam edecek?

Yasa tekliflerinin tamamını reddederek muhalefet hakkında ‘iradesiz’, ‘etkisiz, sünepe aktör’ duygusu yaratmak

AK Parti, duyguların düşüncelerden daha muhkem ve uzun ömürlü olduğunu bilen ve bunu iktidarı için kullanma becerisine sahip bir parti. Kampanya dönemlerinde bu becerinin ‘akut’ versiyonlarına şahit oluyoruz; fakat bunlar, konjonktür hangi mönüyü sunuyorsa müracaat edilen, ‘kullan-at’ türünden, tabir caizse anlık duygu yönetimleri. Bir de sürekli olarak baş vurulan, stratejik karakterli, her zaman çalışan duygu yönetimleri var. Bence bunların en önemlilerinden biri, muhalefetten gelen yasa tekliflerinin tamamının, otomatik olarak reddedilmesi…

CHP’nin yeni sözcüsü Ali Mahir Başarır tıpkı eski sözcü gibi parlamentoda basına yaptığı her açıklamada halkın yararına parlamentoya sundukları teklifleri anlatıyor ve bunların iktidar bloku tarafından reddedildiğini hatırlatıyor.

Gerçekten de öyle, otomatik bir ret mekanizmasıyla karşı karşıyayız ve iktidar bu noktaya gözlem yapma, durumu değerlendirme gibi süreçlerden geçerek gelmedi. Tabloya baktığımızda anlıyoruz ki buna en başta böyle karar verildi, ‘hayır’lar muhalefetin ilk teklifinden itibaren başladı ve kararlı bir biçimde bugüne kadar gelindi.

İlk anda bir iktidar hatası gibi görülebilir, geniş kitlelerin lehine yapılan bu girişimlerin engellenmesinin iktidara öfke olarak dönmesi umulabilir, fakat görüyoruz ki öyle olmuyor, burada başka türlü işleyen bir psikolojinin olduğu çok açık. Amaç muhtemelen toplumda muhalefetin “iradesiz”, “dediğini yaptıramayan”, “etkisiz” bir aktör olduğu duygusu yaratmak. Doğrusu bu tekliflerin hiçbir heyecan yaratmaması da amaca ulaşıldığını gösteriyor.

Ben, Erdoğan’ın ikide bir “bunların eseri yok” diye çıkışmasının da aynı amaca, muhalefete dair ‘etkisiz eleman’ duygusu yaratma amacına matuf olduğunu düşünüyorum. Muhalefeti muhalefetteyken ‘eser’le sorgulamak aslında eşyanın tabiatına aykırı fakat retorik sanatçısı kendisini dinleyenlerde o anda uyandırdığı duyguya bakar; sanatçı bilir ki propagandanın etkisi altındaki, coşku halindeki insanlar ‘eşyanın tabiatı’na falan bakmaz.

AK Parti, toplumun iç organlarını değil ama derisinin biraz altını görebilen bir gözlük takmış gibi sanki ve bu da sadece deriyi görebilen gözlere sahip olanlara karşı ona bir üstünlük sağlıyor.

AK Parti, derinin altında gördüklerine bakıp bazı söylemler, politikalar geliştiriyor, buna karşılık sadece derinin yüzeyini görenler, bunların AK Parti’nin aleyhine sonuçlar doğuracağını düşünüyor fakat sonunda yanılıyor.

Bu metaforu abartılı bulanlar Tayyip Erdoğan’ın başbakan olmadan hemen önce göğsünü gere gere “benim de ruhsatsız gecekondum var” demesini açıklayabilir mi?

Sonraki yazı: İktidarın duygu yönetimi örnekleri (2): “Yanılabilen parti-hükümet ve sık sık onları ‘düzelten’ lider” formülünün sağladığı faydalar.

QOSHE - İktidar ve duygu üretimi (1): Muhalefetin yasa tekliflerinin tamamını reddederek hakkında ‘etkisiz, sünepe aktör’ hissi uyandırmak - Alper Görmüş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İktidar ve duygu üretimi (1): Muhalefetin yasa tekliflerinin tamamını reddederek hakkında ‘etkisiz, sünepe aktör’ hissi uyandırmak

43 0
02.12.2023

AK Parti’nin arabayı devirdikten (ekonomiyi perişan ettikten) sonraki seçim başarılarını (hele hele sonuncusunu) rasyonel ölçülerle “açıklanamaz, anlaşılamaz” bulanlar; “böyle bir ülkede, bu koşullarda bu nasıl olabilir” sorusunu soranlar hayretlerinde haklı. Fakat “bu nasıl olabilir”e verilen tepkilerden biri, ironik biçimde AK Parti’nin başarılarının devamına çalışıyor.

Soruyu hayret duygusu eşliğinde soranları ikiye ayırabiliriz: Nasıl olabildiğini anlamaya çalışanlar ve olayı AK Parti’ye oy verenlerin ‘zekâ düzeyleriyle’, ‘gerilikleriyle’ açıklayıp içlerini ferahlatanlar ve böylece düşünme zahmetinden kurtulanlar.

İkinci grupta yer alanları anlama çabasından esirgeyen birçok şey var; bunlardan biri de siyasi tercihte kültürün, inancın, duygunun rol oynamaması gerektiğine dair ‘modern’, ‘rasyonel’ ön kabulleri… Oysa oynuyor ve aslında kendileri de kültürlerinin, inançlarının, duygularının etkili olduğu bir süreçte siyasi tercihte bulunuyor. Fark şurada: Ötekilerin kültürleri, inançları ve duyguları ‘makbul’ değil, o nedenle onların oyuna dayanarak iktidara gelenler de meşru değil.

Fakat şurası da açık: Oylar ‘makbul’ olsa da o oylarla iktidara gelenlerin demokratik-çoğulcu ölçülerle her zaman ‘meşru’ (‘yasal’ demiyorum) kalacağı söylenemez.

İkinci grup: “İyi ama başlangıçtaki sözler tutulmadığı, vaat edilenlerin tam tersi yapıldığı, hukuksuz ve otoriter bir yönetim kurulduğu, ülke perişan bir duruma sürüklendiği halde bu işin müsebbibine oy vermeye devam ediyorlar…”

Olabilir, yine de sakince sormak zorundayız: Neden acaba?

Bir kere gelinen noktada başlangıçtaki iddialarından caymış, kendi kendisinin inkârına dönüşmüş bir iktidarla karşı karşıya olduğumuzu kabul edelim. Bu koşullarda AK Parti’nin oylarının bir bölümünün “ululemre itaat” (ululemr: Emir sâhipleri, millet üzerinde söz sâhibi olan, emrini yürüten devlet başkanları, halîfeler – Kubbealtı lügati) ve “zaruret haramı mubah kılar” gibi imana, itikata dair otoriter, oportünist kabuller üzerinden geldiğini düşünebiliriz. Fakat iman-itikat alanının dışında etki yaratan ve partinin iktidarda kalmasına yardımcı olan başka faktörler de var.

Bunların bir kısmı bilinçli, planlı uygulamalar, bir kısmı ise arkasında böyle bir bilinçliliğin olmadığı, kendiliğinden gelişen, alttan işleyen fakat neticede iktidara yarayan dinamikler.

AK Parti, toplum hakkında laik-seküler muhalefetten ve onların partilerinden çok daha gerçekçi fikirlere sahip

CHP’nin birçok seçim kampanyasını yöneten siyasal iletişimci Ateş İlyas Başsoy “AKP Neden Kazanır CHP Neden Kaybeder” kitabında şöyle yazmıştı:

“AKP’nin bugüne dek yaptığı tüm iletişim stratejisi, sadece seçimi kastetmiyorum, genel olarak tüm stratejisi kusursuzdur. AKP’nin arkasında, çok arkasında, dâhi mertebesinde birkaç yol gösterici........

© Serbestiyet


Get it on Google Play