SABİTLENMİŞ SUNUM

“Laik siyaset ve laik sosyolojinin bugünlere gelişteki sorumluluğu” başlıklı bu dizi çok uzun sürecek, çünkü aşağıda okuyacağınız gibi 10 yıl önce kaleme alınıp yayımlanmayan bir kitabın yeni ilavelerle tefrika edilmiş hali bu…

Dizi arasına zaman zaman güncel yazılar da girecek, dolayısıyla diziyle ilk kez karşılaşacak olanların “nereden çıktı bu” dememesi ve önceki bölümlerle bağlantısını kurması için böyle bir “sabitlenmiş sunum”u gerekli gördüm. Bu sunum sonraki yazıdan itibaren bölüm sonlarında yer alacak.

***

Demokratlık ve liberallik Türkiye’de ne zamandır küfür terimi olarak tedavülde… Küfrü daha da okkalı kılmak için onlara kestirmeden “yetmez ama evet”çi deniyor. Bu damganın ne kadar işlevsel olduğu, yeni bir TV dizisinde yer alan “O vatan haini ‘yetmez ama evet’çi içerde mi” repliği etrafında sosyal madyada düzenlenen şenlik üzerinden bir kez daha ortaya çıktı.

“Yetmez ama evet”çilere karşı yıllardır sürdürülen saldırganlık, futbol kulübü yöneticilerinin kendi başarısızlıklarının faturasını hakemlere yıkmasına çok benziyor. Aynı onun gibi, seçimle gelmiş bir iktidarı başta TSK olmak üzere ‘kurumlar’ üzerinden hal’etmeye girişerek Türkiye’yi feci bir otoriterliğe sürüklemede oynadıkları rolü görünmez kılmak isteyenler, faturayı “yetmez ama evet”çi dedikleri demokratlara ve liberallere ciro etmek için yıllardır -kabul edelim- başarılı bir performans sergiliyor.

AK Parti demokratların ve liberallerin başlangıç yıllarında kendisine açtığı krediden muhakkak ki faydalandı, fakat onun katbekat fazlasını kendisini ‘iç düşman’ olarak kodlayan modern-laik kesimlerin husumetinden türettiği mağduriyet algısından elde etti; ne var ki demokratlar ve liberaller bitmez tükenmez bir “sizin yüzünüzden” saldırısına maruz kalırken meselenin bu yanı yokmuş gibi davranıldı.

2012 yılının ortalarında, başlığı ‘2007’ olan bir kitap çalışmasına başlamıştım. Niyetim, geniş gazete taramalarıyla ‘her şeyin belirlendiği’ o kırılma yılını ve oraya nasıl gelindiğini anlatmaktı. Olguları peş peşe sıralayınca doğal olarak karşımıza seçimle gelmiş bir iktidarı ‘kurumlar’ı kışkırtarak hal’etme hikâyesi çıkıyordu, yani bir mağduriyet hikâyesi… Ne var ki kitabın yazımını bitirdiğimde artık bizzat AK Parti birilerini mağdur eden bir iktidar kurmaya başlamıştı ve o koşullarda kitabı yayımlamak içimden gelmedi. Ve aradan 10 yıl geçtikten sonra, Etyen Mahçupyan’ın Gülsüm Ekinci’ye verdiği söyleşide (Serbestiyet, 15 Aralık 2023) yer alan şu iki paragraf düşüncemi değiştirdi.

“(…) Çok kısa bir süre AK Parti’nin belki de demokratlığa da gidebilecek bir istekliliği vardı. Ama laik kesimin destek vermemesi AK Parti içindeki dinamiği tekrar eski hamuruna, eski damarına geri döndürdü. Dolayısıyla AK Parti’nin ilk on yılı Türkiye açısından kaçırılmış çok çok büyük bir fırsat. Fakat aslında bunu ne AK Partililer ne de karşısındaki laikler idrak etti.”

(…)

“Kendi kabahatinle yüzleşmek istemezsin. Laik kesim ne yapıyor şimdi, bugünkü AK Parti’yi geriye projekte ederek kendini aklamaya çalışıyor: AK Parti zaten böyleydi, Tayyip Erdoğan zaten bu kafadaydı diyor. Şurası doğru, Erdoğan büyük ölçüde aynı kafadaydı ama AK Parti’yi Tayyip Erdoğan yönetiyor değildi, çok başka bir koalisyon yönetiyordu. [Laik kesim bunu idrak edebilseydi] AK Parti’de yaşanan bütün tasfiyelerin sonucunda neyi kaybettiğimizi de anlayabilirdi.”

İşte bu iki paragrafı okuduktan sonra, 2013’te yayımlamadığım kitabı özetleyerek ama bazı ilaveler de yaparak Serbestiyet’te tefrika etmeye karar verdim.

Bu dizide geçmiş yılları hatırlatıyorum, fakat iktidar bu geçmişi artık bir mağduriyet öyküsü olarak kullanamaz… Geçmişi, laik siyaset ve laik sosyolojinin bugünlere gelişteki sorumluluğunu, ‘kabahatlerini’ hatırlatmak için deşiyorum.

________________

Henüz 15 ay önce kurulmuş (14 Ağustos 2001) Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK Parti) iktidara taşıyan 3 Kasım 2002 seçimlerinden birkaç gün önceydi (tam olarak 31 Ekim 2002)… Zafer Mutlu’nun liderliğinde Sabah gazetesinden ayrılan gazetecilerin kurduğu, dünyaya gözlerini açalı henüz birkaç ay olmuş Vatan gazetesi, dört gün sonraki seçimlerin “tatsız” bir biçimde sonuçlanması durumunda beş yıl sonra ortaya çıkacak bir “tehlike”ye işaret ediyor, 2007’de yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçiminde AK Parti’nin parlamentodaki gücünü kullanarak kendi istediği birini Çankaya’ya çıkartabileceğini hatırlatıyordu.

“Dikkat! Yeni cumhurbaşkanını yeni meclis seçecek” başlıklı bu ilginç “uyarı-haber”deki ‘DİKKAT’ sözcüğü ‘tehlike’yi daha kuvvetle vurgulayabilmek amacıyla kırmızı zemine oturtulmuş, altı da özenle çizilmişti… Şimdi denebilir ki bunun neresi haber, Cumhuriyet’in başından beri bütün cumhurbaşkanlarını Meclis seçtiğine göre doğal olarak bunu da Meclis seçecek.

Ama unutulmasın ki bu bir uyarı-haberdi ve böyle şeyler o zamanlar yadırganmazdı.

Daha yakına bakıp daha acil uyarılarda bulunanlar da vardı, mesela Mümtaz Soysal. “Anayasa’ya Giriş” adlı itibarlı kitabın yazarı, Anayasa hukukçusu Prof. Mümtaz Soysal, 19 Mayıs 2003’te Cumhuriyet gazetesinde kaleme aldığı “Sekseninci Yıl” başlıklı yazıda, beş ay sonra (29 Ekim 2003) cumhuriyetin 80. yılının kutlanacağını hatırlatıyor, dehşet içinde “bunlarla mı kutlayacağız” sorusunu soruyor, asla kabul edilemeyecek bu durumun önüne geçebilmek için birilerini açıkça göreve çağırıyordu:

“(…) Parlak bir çıkışla kurulan bu Cumhuriyet acaba artık yıkılış ve çöküş dönemine mi girmiştir? Herhalde böyle bir izlenimi asıl güçlendiren etken, bu Ekim’de sekseninci yaşına basacak bir Cumhuriyette kuruluş yıldönümü kutlamalarını düzenlemenin cumhuriyetçiliği konusunda derin kuşkular uyandırmış bir iktidar takımına düşecek olmasıdır. (…) Sekseninci yıla girişe şunun şurasında beş ay kaldı. Gelecek 29 Ekim’in çelişki dolu olacak ve sinsi bir cenaze namazına benzeyebilecek olan o görüntüsü yaşanmak istenmiyorsa, ne yapılacaksa o zamana kadar mutlaka yapılmalıdır.”

Hal’edilmesi istenen iktidar henüz beş aylıktı ve Türkiye’de “yapılması gereken” yapıldığında yapanları alkışlayacak milyonlarca insan vardı. Türkiye’de sayıları bir avuç olan demokrat ve liberallerin suçu ise bunun ‘yanlış’ olduğunu söylemekti. O milyonlar şimdi muhtemelen “adam daha o zaman görmüş işte, siz görmemişsiniz, bari şimdi susun” diyecektir. Bunu anlamak için bu dizinin birinci bölümüne gelen tepkilere bakmak yeter. Fakat ben tabii ki şimdi de Mümtaz Soysal ve onun gibi davrananların 2003’te yanlış yerde durduğunu düşünüyorum. Ellerinde geleceği gösteren bir ayna varmış gibi konuşuyorlardı, fakat yoktu. Bugün Erdoğan’ın kurduğu tek adam sistemine bakıp oradan tarihsel haklılık çıkartanlar bir de o zamanlar hepsini birer Tayyip Erdoğan olarak gördükleri AK Parti kurucularının bugün neredeyse tamamının AK Parti’yle bağlarını koparmış olduğuna, bazılarının da ona muhalefet eden partiler kurduğuna bakmalı. Bakabilseler, iflah olmak bir özcülükle demirledikleri “hiçbir dinci değişmez” limanının hiç de ‘bilimsel’ olmadığını görecekler ama galiba bu hiçbir zaman olmayacak.

Vatan gazetesinin uyarı-haberine dönelim… Başlığını yukarıda vermiştik, muhteva ise şöyle kurgulanmıştı:

“Cumhurbaşkanı Sezer’in görev süresi 16 Mayıs 2007’de bitiyor. Anayasa’ya göre Sezer’in ikinci kez seçilme şansı yok. Kasım’da (2003’ün Kasım’ında – A. G.) oluşacak yeni meclis, bir erken seçime gidilmezse, 2007 Kasım’ına kadar görev yapacak… Bu durumda Mayıs 2007’de göreve gelecek Cumhurbaşkanı’nı da bu meclis seçecek. Cumhurbaşkanında milletvekili olma şartı aranmadığı için, yasakları kalkarsa Tayyip Erdoğan’ın da cumhurbaşkanı seçilme şansı var.”

Kürşat Bumin ve Ümit Kıvanç’la birlikte İstanbul Bilgi Üniversitesi bünyesinde hazırladığımız Medyakronik adlı medya eleştirisi sitesinde bu haberi şöyle eleştirmiştik:

“İlahi Vatan‘cılar… Daha bir yıl önce Sabah‘çıyken Cumhurbaşkanı’nı (Ahmet Necdet Sezer’i) ‘koltuktan düşürmek’ için Çankaya’nın koltuklarından, perdelerinden bile medet ummuştunuz, şimdi de ‘Sezer beş yıl sonra seçilemeyecek’ diye kaygılanıyorsunuz. Tamam, tamam asıl kaygının ne olduğunu biz de anlıyoruz, ama o açıdan da telaşa gerek yok. Daha önümüzde koca bir beş yıl var. Türkiye’de hangi meclis 5 yılı tamamlamış? Hem sonra bu ülke, bazı ‘tehlikeleri’ önlemek için gerektiğinde beş ayda, beş haftada, beş günde ne çözümler geliştiriliyor, öyle değil mi? Biz diyoruz ki Vatan‘cılar müsterih olsun, en az 4 yıl 360 gün boyunca ‘kâbus’ görmeden uyuyabilirler. ‘Bir durum’ olduğunda 5 gün yeter nasılsa…”

Bu dizinin 2012’de yazdığım fakat yayımlamadığım ‘2007’ başlıklı kitabın özetlenmiş tefrikası olduğunu söylemiştim. 2012’de, gönderme yaptığım eski hikâyeler bugüne kıyasla nispeten ‘yakın tarih’ti, fakat şimdi, bu dizide, kitabı yazarken ayrıntılarına girmediğim olayları hatırlatma gereği duyuyorum. “Sezer’in koltukları, perdeleri” meselesi bunlardan biri…

Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer 2000’de iktidarın ve muhalefetin mutabakatıyla Cumhurbaşkanı oldu. Bir süre sonra o dönemde bir ‘kartel’ oluşturmuş iki büyük medya grubunun (Hürriyet ve Sabah) saldırısına uğradı. Saldırının konusu, Ahmet Necdet Sezer’in ailesiyle birlikte yerleştiği Çankaya Köşkü’nün koltuk ve perdelerinin yüzlerini değiştirtmek suretiyle kamuyu zarara uğratmaktı!

Bu absürt habercilik etkili de oldu ve Sezer’in iki büyük medya grubuyla arası bozuldu, ta ki 3 Kasım 2002’de AK Parti iktidara gelene kadar…

Daha seçimi bile kazanmamış bir partinin beş yıl sonrasına dair muhayyel ve meşru bir adımını “tehlike” alarmıyla karşılamak hiç şüphesiz çok ilginç bir gazetecilikti… Tabii bir yandan da “öngörülü” bir haber-yorum olduğu söylenebilirdi. Çünkü böylece Türkiye’de 2007’de gerçekten kıyametin kopacağını ve bazı ‘irade’lerin hareketlerini 2007’ye endeksli olarak düzenleyeceklerini beş yıl öncesinden “öngörmüş” oluyordu.

2002-2007 arasında gerçekten de de kıyamet koptu.

Bazı ‘irade’lerin genel stratejisi belliydi: 2007 seçimleri geldiğinde -eğer o tarihe kadar iktidarda kalabilmişse- AK Parti’nin bir AK Parti’liyi “Atatürk’ün makamına” çıkarmaya cesaret etmesini önleyecek bir yıpratma kampanyası…

Ne var ki korkulan oldu, ‘kötü senaryo’ gerçekleşti ve 2003-2004 darbe girişimlerine rağmen AK Parti yerinden edilemedi… Tam tersine, 2003-2004 girişimlerinin başarısızlığa uğramasının, AK Parti’nin yerini sağlamlaştırmasına hizmet ettiği bile söylenebilir.

Sonraki bölüm: 2003-2004’e bilahare dönmek üzere 2005’ten itibaren ülkede olmaya başlayan ilginç şeyler.

QOSHE - Laik siyaset ve laik sosyolojinin bugünlere gelişteki sorumluluğu (2): Mayıs 2003, ülkenin saygın anayasa profesörü: “Ne yapılacaksa beş ay içinde mutlaka yapılmalıdır - Alper Görmüş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Laik siyaset ve laik sosyolojinin bugünlere gelişteki sorumluluğu (2): Mayıs 2003, ülkenin saygın anayasa profesörü: “Ne yapılacaksa beş ay içinde mutlaka yapılmalıdır

45 0
26.12.2023

SABİTLENMİŞ SUNUM

“Laik siyaset ve laik sosyolojinin bugünlere gelişteki sorumluluğu” başlıklı bu dizi çok uzun sürecek, çünkü aşağıda okuyacağınız gibi 10 yıl önce kaleme alınıp yayımlanmayan bir kitabın yeni ilavelerle tefrika edilmiş hali bu…

Dizi arasına zaman zaman güncel yazılar da girecek, dolayısıyla diziyle ilk kez karşılaşacak olanların “nereden çıktı bu” dememesi ve önceki bölümlerle bağlantısını kurması için böyle bir “sabitlenmiş sunum”u gerekli gördüm. Bu sunum sonraki yazıdan itibaren bölüm sonlarında yer alacak.

***

Demokratlık ve liberallik Türkiye’de ne zamandır küfür terimi olarak tedavülde… Küfrü daha da okkalı kılmak için onlara kestirmeden “yetmez ama evet”çi deniyor. Bu damganın ne kadar işlevsel olduğu, yeni bir TV dizisinde yer alan “O vatan haini ‘yetmez ama evet’çi içerde mi” repliği etrafında sosyal madyada düzenlenen şenlik üzerinden bir kez daha ortaya çıktı.

“Yetmez ama evet”çilere karşı yıllardır sürdürülen saldırganlık, futbol kulübü yöneticilerinin kendi başarısızlıklarının faturasını hakemlere yıkmasına çok benziyor. Aynı onun gibi, seçimle gelmiş bir iktidarı başta TSK olmak üzere ‘kurumlar’ üzerinden hal’etmeye girişerek Türkiye’yi feci bir otoriterliğe sürüklemede oynadıkları rolü görünmez kılmak isteyenler, faturayı “yetmez ama evet”çi dedikleri demokratlara ve liberallere ciro etmek için yıllardır -kabul edelim- başarılı bir performans sergiliyor.

AK Parti demokratların ve liberallerin başlangıç yıllarında kendisine açtığı krediden muhakkak ki faydalandı, fakat onun katbekat fazlasını kendisini ‘iç düşman’ olarak kodlayan modern-laik kesimlerin husumetinden türettiği mağduriyet algısından elde etti; ne var ki demokratlar ve liberaller bitmez tükenmez bir “sizin yüzünüzden” saldırısına maruz kalırken meselenin bu yanı yokmuş gibi davranıldı.

2012 yılının ortalarında, başlığı ‘2007’ olan bir kitap çalışmasına başlamıştım. Niyetim, geniş gazete taramalarıyla ‘her şeyin belirlendiği’ o kırılma yılını ve oraya nasıl gelindiğini anlatmaktı. Olguları peş peşe sıralayınca doğal olarak karşımıza seçimle gelmiş bir iktidarı ‘kurumlar’ı kışkırtarak hal’etme hikâyesi çıkıyordu, yani bir mağduriyet hikâyesi… Ne var ki kitabın yazımını bitirdiğimde artık bizzat AK Parti birilerini mağdur eden bir iktidar kurmaya başlamıştı ve o koşullarda kitabı yayımlamak içimden gelmedi. Ve aradan 10 yıl geçtikten sonra, Etyen Mahçupyan’ın Gülsüm Ekinci’ye verdiği söyleşide (Serbestiyet, 15 Aralık 2023) yer alan şu iki paragraf düşüncemi değiştirdi.

“(…) Çok kısa bir süre AK Parti’nin belki de demokratlığa da gidebilecek bir istekliliği vardı. Ama laik kesimin destek vermemesi AK Parti içindeki dinamiği tekrar eski hamuruna, eski damarına geri döndürdü. Dolayısıyla AK Parti’nin ilk on yılı Türkiye açısından kaçırılmış çok çok büyük bir fırsat. Fakat aslında bunu ne AK Partililer ne de karşısındaki laikler idrak etti.”

(…)

“Kendi kabahatinle yüzleşmek istemezsin. Laik kesim ne yapıyor şimdi, bugünkü AK Parti’yi geriye projekte ederek kendini aklamaya çalışıyor: AK Parti zaten böyleydi, Tayyip Erdoğan zaten bu kafadaydı diyor. Şurası doğru, Erdoğan büyük ölçüde aynı kafadaydı ama AK Parti’yi Tayyip Erdoğan yönetiyor değildi, çok başka bir koalisyon yönetiyordu. [Laik kesim bunu idrak edebilseydi] AK Parti’de yaşanan bütün tasfiyelerin sonucunda neyi kaybettiğimizi de anlayabilirdi.”

İşte bu iki paragrafı okuduktan sonra, 2013’te yayımlamadığım kitabı özetleyerek ama bazı ilaveler de........

© Serbestiyet


Get it on Google Play