Ayaklarımız yere basıp topa vurmaya başladığımızda ve mahalle maçlarında kendimizi bir yıldızla özdeşleştirdiğimiz çağlarda, Franz Beckenbauer, kramponları çıkarmıştı. O nedenle bizim kuşağı çocukları için Beckenbauer, geçmişte kalan biri isimdi. Lakin futbol sahasıyla haşır neşir olduğumuzdan Beckenbauer ismi, bir yerlerden mutlaka kulağımıza çalınıyordu. Çünkü nerede güçlü ama ve topla münasebeti iyi bir libero görülse ona hemen “Beckenbauer” ismi verilirdi.

“Libero” kavramı da artık mazide kalan hoş bir seda; günümüz futbolunda artık liberosuz oynanıyor. Oysa bir vakitler libero, bir takımın en mühim mevkilerinden biriydi; son adamdı o, onda sonrası tufandı. Dolayısıyla geri dörtlüyü derleme toplama ve takım savunmasına yön verme onun vazifesiydi. Libero dediğin sert ve güçlü olmalı; rakibin gözünü korkutmalı, arkadaşlarına lafını dinletebilmeliydi.

Beckenbauer, libero pozisyona yeni bir yorum kattı. Bir son adamdan beklenen hususiyetlere sahipti; bu itibarla savunmayı en iyi şekilde yapıyordu ama tek başına bu onu tatmin etmiyordu. Çok teknik bir oyuncuydu; salt uzaklaştırmak ve tehlikeyi savuşturmakla iktifa etmek, Allah vergisi yeteneğine bir ihanet olurdu. O ihaneti yapmadı Beckenbauer; liberoyu top süren, topla çıkan, çalım atan ve böylece geride oyun kuran bir yeni bir kimliğe büründürdü.

“Der Kaiser”

Futbolculuğuna dair tanıklığımız bölük-pörçük videolardan ve siyah-beyaz karelerden ibaret; ama bu kısıtlı malzemeden bile onun baskın bir oyun karakterinin olduğunu anlamak mümkündü. Karizmatik bir duruşu vardı. Tünelin ucunda göründüğü anda başkaca bir alamete hacet kalmadan “Bu ekibin patronu benim” diyen vücut diline sahipti. Onun liderliğine dair kimse ne bir şekke düşüyor ne de bir şüphe taşıyordu. İlk ismi de (Franz) eski Avusturya imparatorlarını çağrıştırıyordu.

O halde “Der Kaiser” (İmparator) ona denilmeyecekti de kime denilecekti? Her haliyle bir imparatordu. Evet, ondan sonra da birçok kişiye “İmparator” dendiği oldu. Ama bu lakap, onun üzerinde durduğu kadar güzel başka hiç kimsenin üzerinde durmadı. Beckenbauer karşısında diğerleri olsa olsa “çakma imparator” olabilirlerdi.

5 numaralı forma da en çok ona yakıştı. (Bir de gözümüzün nuru Zinedine Zidane’ye! Şimdilerde de Jude Belingham aynı numara – ve mutlu ki Eflatun-Beyazlı forma- altında parlıyor. Yolu açık, başarıları daim olsun.) Cosmos’da 6 numarayı giydiği de oldu; ama o hep gönlümüzün 5’i olarak kaldı. 5 numara ona, o da 5 numara ile özdeşleşti.

Muazzam kariyer

Biz yetişmedik ama büyük başarıları sığdırdığı muazzam bir futbolculuk kariyeri oldu. Münihliydi, posta memuru bir baba ve ev hanımı bir annenin ikinci oğluydu. İkinci Dünya Savaşı sonrasının zor yıllarında Münih’in işçi mahallesi Giesing’de büyüdü. Babası futboldan hazzetmezdi ama onun gönlü topun peşindeydi. Aslında şehrin diğer takımı 1860 Münih taraftarıydı, rüyalarını takımının mavi forması süslüyordu. Ama kaderi Bayern ile kesişti. 1964’te Bayern ile profesyonel sözleşme imzaladı.

13 yıl boyunca sırtından çıkarmadığı kırmızı formayla, dört kez Bundesliga şampiyonluğuna (1969, 1972, 1973, 19754), dört kez Almanya Kupası’na (1966, 1967, 1969, 1971), üç kez Şampiyon Kulüpler Kupası’na (1974, 1975, 1976), bir kez Avrupa Kupa Galipleri Kupası’na (1967) ve Kulüpler Dünya Kupası’na (1976) ulaştı. Almanya’da dört defa yolun futbolcusu seçildi, 1972 ve 1976 yıllarında Ballon d’or (Altın Top) ödülüne layık görüldü.

1977’de, o dönmeler moda olduğu üzere, Pele gibi Amerika’nın yolunu tuttu. New York Cosmos’da üç şampiyonluk (1977, 1978, 1980) yaşadı. 1980’de tekrar ülkesine döndü ama bu kez hünerlerini Bayern için değil Hamburger SV için sergiledi. 1982’de takımıyla mutlu sona ulaştı. Akabinde tekrar Cosmos’a döndü ve futbolculuk macerasını 1983’de sonlandırdı. Bir savunma oyuncusu olmasına rağmen 75 golün altına onun adı çakıldı.

Yalnızca kulüp performansı değil Milli Takım performansı da göz kamaştırıcıydı Beckenbauer’in. Mili Takım formasını 103 kez terletti. 50 kez kaptan olarak takımın başında yer aldı ve 14 gol attı. Almanya’nın 1968’de tarihinde İngiltere’yi ilk kez yendiği maçta, maçın tek golü ondan gelmişti; futbol hayatının en mühim gollerinden biriydi bu.

Onun döneminde Almanya, 1966 Dünya Kupası’nda ikinci, 1970 Dünya Kupası’nda üçüncü oldu. 1966’da yarı finalde Rusya’ya attığı enfes frikik gölünden sonra, bir başka dev isim Rus kaleci Lev Yashin’in elini sıkarak onu kutlaması futbolun unutulmazları arasına gidi. Keza 1970’de yarı finalde İtalya’ya karşı yerinden çıkmış omuzu sarılı olarak mücadele etmesiyle, futbol tarihinin en ikonik görüntülerinden birini oluşturdu.

Beckenbauer, 1971’de takım kaptanı oldu; onun kaptanlığında Almanya 1972’de Avrupa Şampiyonu, 1974’te Dünya Şampiyonu oldu. 1976’da Avrupa Şampiyonası’nda finalde Hollanda’ya geçildi ve Avrupa ikincisi oldu. 1977’de Milli Takım formasına veda etti.

“Takım şefi”

Futbolculuk defterini 1983’de kapatan Beckenbauer’in hesaplarında antrenörlük yoktu. Hatta Kicker dergisine “İyi bir antrenör olacağımı düşünmüyorum” bile demişti. Ama kısa bir süre sonra kendini Jupp Derwall’den boşalan Milli Takım Teknik Direktörlüğü koltuğuna otururken buldu. (Derwall de Türkiye’nin yolunu tuttu, Galatasaray’ın başına geçti; Türk futbolunun başına gelen en iyi şeylerden biriydi.)

Antrenör olarak hiçbir tecrübesi, hatta antrenörlük lisansı dahi yoktu. Ama Almanlar için futbol biraz da Beckenbauer demekti, o sebeple kuralcı Almanlar onun için kuralı esnettiler “Takım şefi” gibi bir unvan uydurup mili takımı ona emanet etmekten çekinmediler.

1984-1990 yılları arasında Almanya’yı bir kez Dünya İkincisi, bir kez de Dünya Şampiyonu yaptı. Her ikisinde de finalde rakibi, Maradona’lı Arjantin’di. 1986-Meksika’da Maradona kupayı kaldırdı, Beckenbauer ise büyük bir yıkıma uğradı. Zira maçı 2-0 geriden dengeye getirmiş, ancak sona doğru Maradona’nın sihirli ayaklarına mani olamamıştı. 1990-İtalya’da ise tersi oldu; Beckenbauer kupaya uzanırken Maradona’yı da, bir Maradona müptelası olan beni de gözyaşına boğdu.

İmparator, 1991’de Marsilya’nın futbol direktörü iken, Fransız ekibi Ligue 1 şampiyonluğunu elde etti. Bayern ile 1994’te Bundesliga, 1996’da UEFA Kupası şampiyonluğuna ulaştı. Teknik direktörlüğü çok uzun sürmedi ama kısa sürede de çarpıcı başarılar elde etmeyi bildi. 1991’de Bayern’de Başkan Yardımcısı seçilmişti, ama ihtiyaç duyulduğunda eşofmanları üzerine çekip takımın başına geçmekten de geri durmadı.

1996’dan sonra artık eşofmanları tamamen çıkarttı, takım elbiseleri üzerine çekti ve hem Almanya’da hem de dünyada futbolu yönetenlerden biri oldu. 1994-2009 yılları arasında Bayern’in başkanlığını, 1998-2010 yılları arasında da Almanya Futbol Federasyonu’nun başkan yardımcılığını yürüttü. 206’da Almanya’da düzenlenen Dünya Kupası’nın Organizasyon Komitesi Başkanlığını yaptı.

“Dünya daha karanlık, daha sessiz”

Hâsılı Beckenbauer bütünüyle bir futbol insanıydı; futbolcuydu, antrenördü, yöneticiydi. Dünya Kupası’nı hem oyuncu hem de hoca olarak kazanan üç kişiden biriydi. (Diğer ikisi Brezilyalı Mario Zagallo ve Fransız Didier Deschamps’tır. Zagallo da, 6 Ocak’ta hayatını kaybetti, Brezilya’da onun için üç günlük ulusal yas ilan edildi.) Ama aynı zamanda bu kupayı hem oyuncu (1966) hem de hoca olarak (1986) finalde kaybeden tek kişiydi.

Ömrünün son dönemleri çok da iyi geçmedi. 2015 yılında oğlunu kaybetti. 2017 yılında, “Kariyerimin en önemli başarısı” diye nitelendirdiği 2006’da Almanya’da düzenlenen Dünya Kupası’yla alakalı yolsuzluk şüpheleri nedeniyle sorgulandı. Sağlık sorunları arttı, kalp ameliyatı geçirdi. Parkinson ve demans hastalıklarıyla boğuşmak zorunda kaldı. Ve nihayetinde 1945’de başlayan hayat yolculuğu, 78 yaşında son buldu.

Kayzer, Bayern’in her şeyiydi. Sepi Mader ve Gerdi Mülkler ile birlikte, daha ilk sezonunda Bayern’i Bundesliga’ya çıkartan odur. Futbolcu, kaptan, teknik direktör ve başkan olarak Bayern’e sayısız zaferler yaşatan odur. Bu itibarla o Bayern’siz, Bayern de onsuz düşünülemez. Bu iki isim nerdeyse zorunlu olarak birbirini tamamlar, birbirinin ardı sıra gelir. Nitekim Bayern’in İmparator’un ölümünün ardından yaptığı bütün bunları özetler gibiydi:

“Artık dünyamız eskisi gibi değil; daha karanlık, daha sessiz ve daha kötü durumda. Eşsiz ‘Kaiser’ olmadan asla bugünkü kulüp olamayacak Bayern Münih, Beckenbauer’in yasını tutuyor.”

Güle güle İmparator…

QOSHE - Tek İmparator - Vahap Coşkun
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Tek İmparator

31 0
09.01.2024

Ayaklarımız yere basıp topa vurmaya başladığımızda ve mahalle maçlarında kendimizi bir yıldızla özdeşleştirdiğimiz çağlarda, Franz Beckenbauer, kramponları çıkarmıştı. O nedenle bizim kuşağı çocukları için Beckenbauer, geçmişte kalan biri isimdi. Lakin futbol sahasıyla haşır neşir olduğumuzdan Beckenbauer ismi, bir yerlerden mutlaka kulağımıza çalınıyordu. Çünkü nerede güçlü ama ve topla münasebeti iyi bir libero görülse ona hemen “Beckenbauer” ismi verilirdi.

“Libero” kavramı da artık mazide kalan hoş bir seda; günümüz futbolunda artık liberosuz oynanıyor. Oysa bir vakitler libero, bir takımın en mühim mevkilerinden biriydi; son adamdı o, onda sonrası tufandı. Dolayısıyla geri dörtlüyü derleme toplama ve takım savunmasına yön verme onun vazifesiydi. Libero dediğin sert ve güçlü olmalı; rakibin gözünü korkutmalı, arkadaşlarına lafını dinletebilmeliydi.

Beckenbauer, libero pozisyona yeni bir yorum kattı. Bir son adamdan beklenen hususiyetlere sahipti; bu itibarla savunmayı en iyi şekilde yapıyordu ama tek başına bu onu tatmin etmiyordu. Çok teknik bir oyuncuydu; salt uzaklaştırmak ve tehlikeyi savuşturmakla iktifa etmek, Allah vergisi yeteneğine bir ihanet olurdu. O ihaneti yapmadı Beckenbauer; liberoyu top süren, topla çıkan, çalım atan ve böylece geride oyun kuran bir yeni bir kimliğe büründürdü.

“Der Kaiser”

Futbolculuğuna dair tanıklığımız bölük-pörçük videolardan ve siyah-beyaz karelerden ibaret; ama bu kısıtlı malzemeden bile onun baskın bir oyun karakterinin olduğunu anlamak mümkündü. Karizmatik bir duruşu vardı. Tünelin ucunda göründüğü anda başkaca bir alamete hacet kalmadan “Bu ekibin patronu benim” diyen vücut diline sahipti. Onun liderliğine dair kimse ne bir şekke düşüyor ne de bir şüphe taşıyordu. İlk ismi de (Franz) eski Avusturya imparatorlarını çağrıştırıyordu.

O halde “Der Kaiser” (İmparator) ona denilmeyecekti de kime denilecekti? Her haliyle bir imparatordu. Evet, ondan sonra da birçok kişiye “İmparator” dendiği oldu. Ama bu lakap, onun üzerinde durduğu kadar güzel başka hiç kimsenin üzerinde durmadı. Beckenbauer karşısında diğerleri olsa olsa “çakma imparator” olabilirlerdi.

5 numaralı forma da en çok ona yakıştı. (Bir de gözümüzün nuru Zinedine Zidane’ye! Şimdilerde de Jude Belingham aynı numara – ve mutlu ki Eflatun-Beyazlı forma- altında parlıyor. Yolu açık, başarıları daim olsun.) Cosmos’da 6 numarayı giydiği de oldu; ama o hep gönlümüzün 5’i olarak kaldı. 5 numara ona, o da 5 numara ile özdeşleşti.

Muazzam kariyer

Biz yetişmedik ama büyük başarıları sığdırdığı muazzam bir futbolculuk kariyeri oldu. Münihliydi, posta memuru bir baba ve ev hanımı bir annenin ikinci oğluydu. İkinci Dünya Savaşı sonrasının zor yıllarında Münih’in işçi mahallesi Giesing’de büyüdü. Babası futboldan hazzetmezdi ama onun gönlü topun........

© Serbestiyet


Get it on Google Play