Düğünde inanılmaz olay: Damat gelini yumrukladı”. Bir buçuk yıl önce bu haber o ânı gösteren videosuyla birlikte tıklanma rekoru kırdı. Olay Özbekistan’da cereyan ediyordu ama bizim de “meselemiz”di tabii. “Düğünde skandal”dı.

Düğüne gidiş-dönüşte, “dışarı”da gelinliğiyle yumruk yiyen kadınlara dair haberler hep var ama onlar manşetlik değil. Belki “resmi şahitler”in önünde olmadığı için geçer akçe sayılmıyor gazetecilik piyasasında. Haber değerinin cârî, görüntülerinin “çarpıcı”, yumruğun kuvvetli olması lazım.

“Erkek platformları” da ayakta

“Kardeş ülkemiz” Özbekistan’da da olsa bu kadarı olmazdı, olmaz olsundu böyle damat, böyle “erkek”. Ekranlar, sosyal medya, “erkek platformları” bile ayakta, yumruk havada: “O damadı alacaksın…”la milli proaktif tepkiler, sunturlu, tabii ki “cinsel”, demirden “kubuz” (“dolma-çakmalık tabanca, tüfeğin çakmak kısmı”) küfürlerle takdir toplamalar…

Utanmadan düğünde yumruklamış. Düğünden sonra olsa, mesela yumruk değil de o sıradan deyimiyle sadece “iki tokat” filan… Bi derece. O zaman “inanılmaz haberler”den değil zaten. Reytingi bir iki tıkırtı, o kadar.

Böyle vakalardaki öncü birlikler, “Eline sağlık cephesi” de bu kez temkinli biraz. Elden/dilden geldiğince… Mesele Özbekistan’da olduğu, olaya vakıf, damada müteselsil kefil olamadığı, gelinin yumruğu hak edip etmediğini bilemediği için herhalde. Hem o olayda “ulusça bütünleşme” var sanki. Siperde sigara molası zamanı… “Gelin de ne yaptıysa artık” muhabbeti eş-dost arasında.

Aslolan yumruğun 5N1K’sı

Düğünde gelin damadı yumruklasaydı daha inanılmaz haber aslında; beklenmediği, alışılmadığı için esas skandal o. Sınırlı, biraz farklı da olsa “Eline sağlık” cephesiyle, “Yahu takıların kimin toplayacağı münakaşası, dünürlerin arızaları yani düğünde iletişim ille de yumrukla mı olmalı” mevzisi muhtemelen yine karşı karşıya. “Erkek gibi kadın” da (h)âlâ tık alabilir.

Mevzu neyin haber olup, neyin haberden sayılamayacağıyla yakından ilişkili… “Haber nedir?”in kitapçığı, haber ilkelerini “kullanma” kılavuzu, yumruğun “nerede”si, “niye”si, “kim”i, yani 5N1K formülünün payı/paydası bile ülkeye, devre göre değişebiliyor. Eksilebiliyor, geçiştirilebiliyor da…

Formüldeki özne-nesnenin “özgül (ülkeye özgü) ağırlığı” da önemli. Düğünde konuklar, hatta mekân, düğün sahipleri damadı yumruklasalar milli yazıişlerinin “Yıkın manşeti!” diye koşturacağı inanılmaz haberlerden sayılmaz. Vardır “mâkul” bir nedeni.

“Düğün Kavgaları” kitâbî mevzu

Hep oluyor böyle şeyler, birkaç yumruk da sıradan. Düğünde damadı (da) dövüyorlar lüzumunda. “Düğün kavgaları”nın yumruk yumruğa olanları vaka-i âdiyeden. Hatta âdetten…

Kurumsal, akademik bir mesele, tez alanı aynı zamanda.

Sosyolojik, antropolojik, folklorik bir mevzu. Gelenek, görenek, “toplumsal realite”… “Düğün Kavgaları (âdetleri, eğlenceleri, oyunları)” ile ilgili bir sürü kaynak, adıyla sanıyla kitap var. Hele damadın sırtını yumruklamak… Bkz. “Gerdeğe girerken damadın sırtını yumruklama geleneği” akademik makalelere konu olmuş. Genlerimizde olduğuna dair de vardır bir şeyler.

Kahveyle tuzu, yumrukla biberi

Yaşayan mirası, başlığıyla “Düğün Kavgaları” en eğlencelisi! Biraz baktım, Türkî coğrafyalardan Anadolu’ya tarihi, mitolijisi, bir biçimde süren gelenek-göreneklerimizle güncelleniyor. Düğün eziyetinin, çiftlerin önüne çıkarılan gülmece-güldürmece engellerin, izdivacın peşin peşin bedellerininkeyfi, eğlencesi bugün de sırt yumruklamayla fiiliyata dökülüyor misal.

Keyifle yumrukluyorsun. Sınırı-dozajı espri anlayışına, bileğine, insafa bağlı “el (bazen de ayak) şakaları”ndan. Oyun… Çiftleri omuzlardan kaydırmaca, havaya atmaca, masanın altından birbirinin ayağını basmaca… Kız istemede kahveyle tuzu, gerdekte yumrukla biberi “düğün şenliği”nin.

O geleneğin kıssadan hissesinde Nasreddin Hoca’nın “testiyi kırdıktan sonra değil kırmadan önce döveceksin”i var mıdır, bilmiyorum. Belki güçlü kuvvetli babaerkil bir temenni niyetine… Hepsi eğlenceli, güldürüklü şeyler sonuçta. Ana mevzu, yani izdivaç eğlenceli bir şey olmayınca bunlar şart.

Yumruğun nedeni de “eğlence”den

Yazıma girizgâh olan Özbekistan’daki hadiseyle ilgili haberi okuduğumuzda da marazanın gelinle damat arasında oynanan geleneksel bir yarışmadan, yani “eğlence”den kaynaklandığı anlaşılıyor. Gördüğüm kadarıyla “Önce kim bitirecek” türünden bir yarışma…

Gelin bitiriyor elini kaldırıyor, neden sonra da “Tabii ki ben kazandım!” beklentisinin salak ifadesiyle damat. Ama gelin -tanıklar önünde- galip. Damat da geleneklere pek uymadığını düşündüğüm bu münasebetsiz yenilgi üzerine atıyor yumruğu.

İşin garibi (yoksa o da mı âdetten-gelenekten) gelin dâhil herkeste “Bir şey olmadı, sıkıntı yok” ifadesi. Damat sonradan o müsabakanın hakemini de yumruklamış mı, bilemiyoruz. İçinden geçmiştir mutlaka.

“Bi yumrukta…”dökülen dünyalar

Gelenek-göreneklerimiz, huyumuz-huysuzluğumuz, sokaktaki “güçlü” adaletimiz, yumruğu eğlencelerimizden, oyunlarımızdan, siyasetimizden, hayatımızdan, dünyamızdan, hatta “spor”umuzdan eksiltmiyor. “Bi yumrukta…” döküyorsun o “dünya”yı ortaya.

Bu boğuşta/boğuşmada yumruk anahtar kelimelerden. Sözlüğe baktığımda “kapalı, parmakları yumulmuş (sıkılmış) elle kuvvetli darbe”… Elin kapalı olması, verdiği mesaja da uygun. İletişime kapalı beden-el dillerinden. Vurucu da…

“Yumruk hakkı”na güvenmek

Yumruk benzetmelerimizde, deyimlerimizde de ibadullah. Yumruk hakkı, “Kaba kuvvetle elde edilen şey”. Ama o deyimde bir “hak”. O hakkın ulu orta kullanımına da fazlasıyla, tepeden tırnağa tanığız.

“Haraç” yerine o muteber deyim kullanılsa en azından o tayfanın sözlüğünde daha fiyakalı, daha “hakşinas” görünebilir. “Yumruğuna güvenmek” ise bugün tekil vurgusunun çok ötesinde… Yumruğun arkandaki gücün, geleneğin, “mevzuat”ın organı. Onun adına, hatta insaniyet, kanun nâmına atıyorsun.

Yumruk kadar diktatör

Yumruk kadar” da bereketli, kullanışlı bir deyim. Her benzetmeye uygun. Öyle ki “küçük olması gereken şeyler için” kullanıldığında “büyük, iri” anlamında: “Yumruk kadar erik, kayısı…”

“İri, büyük olması gereken şeyler için” ise tam tersi: “Küçük, ufak…” Yumruk kadar çocuk misal. Yahut tarihte koskoca ülkeleri ezen ünlü, “büyük” diktatörler; yumruk kadar… Örneklerinin vatkalı portreleri belgelerde.

“Yumruk kadar beyni var”ın ise hangi gruba girdiğini kestiremiyorum pek. Kafatası tarih öncesi/öncüsü örnekleri dışında ölçü değil malum. “Yumruk gibi beyin” dense daha mânâlı. Çekimleri de hayatımızda: “Yumruklamak-yumruklanmak-yumruklaşmak”.

“Yumruk mezesi”nin derin anlamı

Bazı deyimler bize özgü. Derinliğini bu topraklarda yaşamazsan asla anlayamazsın. Mesela “Yumruk mezesi”… Hayatımızda sözlük anlamını, “mezesiz içmek, içkinden bir yudum aldıktan sonra ağzını yumruğunla silmek”i de aşmış. Yumruk ana yemek olarak ölümcül kavgaların da mezesi birçok örnekte.

Ânı ile şânı ile “Rakı masası” deyimi ki, şöhretine baktığımızda “yumruksuz”u biraz kuru kalıyor. Masayı yumruklamaktan göğsünü yumruklamaya, efkârından boğazına bir yumruk tıkanmasından, finalindeki “insanlık hâlleri”ne, yumruklaşmalara kadar menüsü geniş. Meze işte…

Baş-göz döndüren kokteyl

Yabancı dildeki karşılıklarına baktığımızda da mevzu “şenleniyor”. Konunun alkolle, bir tür başı-gözü dönmüşlükle ilgisine dair tahayyüller için de elverişli. Yumruğun İngilizcedeki karşılığı “punch” misal. Ünlü, tarihi, tablolara konu olan bir kokteylin de adı.

“Meyve parçalarının, (bazen sularının, likörlerinin de) alkolle, sıklıkla şarapla, romla, votkayla karıştırıldığı soğuk ya da sıcak bir içecek türü”. İçine eklediğin, karıştırdığın alkollü içeceklerin miktarıyla, dereceleriyle de baş döndüren, bünyeye, dozajına göre aklını başından alan bir içecek.

Doğrudan “yumruk”lu anlamının etimolojisi ise “itmek”e, “sığırı, koyunu dürtmek, sürmek”e kadar gidiyor. İnsanın insanı “yumruklaması”nın ifadesi olma “paye”sini ise anca 1500’lerde kazanıyor. Kelimenin muhtemelen “punish (cezalandırmak)”la ilgisinin olduğunu da yazıyor kaynaklar.

Özüne (goril) sadık miraslardan

Etimolojisi böyle ama mitolojik figürlere dair anlatılarda, efsanelerde “yumruk” anlamına (niyetine) gelen kelimeler var şüphesiz. İlk insanın ilk keşiflerinden birisidir diyeceğim ama belki de kalıtsal… Göğüs yumruklamayı gorillerden aldığımız bence kesin. O güç (büyüklük) gösterisine, tarzına pek bir şey ekleyemediğimiz, orijinaline, özüne sadık kaldığımız miraslardan.

En ilkel, öldürücü bir silah olarak “Herkül’ün (Hercules) yumruğu” da günümüzde “Hulk’un yumruğu”yla yarışıyor. Mirası öyle. İşin enteresanı Herkül’ün tarihi çizimlerinin, güncel canlandırmalarının olmazsa olmazı bileğindeki enli deri bileklikler.

İşte o meşin bileklikler bizde kabadayılığın tarihinin de günümüze kadar gelen gözde sembollerinden. Bilek gücünün ana aksesuarı… İletişime geçmeden önce karşındakinin dikkatini oraya çekiyorsun: “Akıllı ol…”

Çekiçten “hâkim”in tokmağına…

İskandinav tanrılarından Thor’un çekicine (Mjolnir) dair hikâyelerde de onun hep sıkılı eliyle bütünleştiğini görüyoruz. Bir organ… Dünyanın düzenini, “adalet”i öyle, güçlü çekiciyle sağlıyor. Bugün mahkemelerdeki “Hâkim tokmağı”nın oradan, Thor’un çekicinden geldiğine dair kaynak çok.

Gayet mâkul, yerli yerinde… Lâkin yumruktu, çekiçti, güce dayalı bir hâkimiyeti, topluma, düzene, çevresine o yollarla hâkim olanları da kapsayan bir sembol. Büyük harflerle Adalet’i, Hâkim’i, “yumruk-tokmak hakkı”nı görünüşte onlardan ayırmak için mahkemelerde geleneksel ahşap, cilalı, oymalı estetik bir tokmak kullanıyorsun.

Cüppeli, özel, bazen cici-bici giysili hâkimlerin noktayı kürsüye yumruğunu indirerek, çekiçle-keserle filan değil o işlenmiş tokmakla koyması zarif tabii. Modern, çağdaş olduğunu pek söyleyemem; biraz kırıcı zira. Hani kanunlar kafana başka yolla, o tokmağı yemeden girmezmiş gibi.

Yatayı-dikeyiyle yumruk kültürü

İnsanoğlunun en ilkel “silah”larından yumruk, mitolojisi, destanı, efsanesi, “kültürel mirası”yla gücün, kahramanlığın, cesaretin, mücadelenin, meydan okumanın, “zafer”in de simgelerinden. Bir tür “beceri”nin de… Görünür-görünmez kupaları, kürsüleri de çok.

Kuvveti, tekniği yumruğu fiziksel “beceri”ler, dövüş sanatları, sporda da rütbelendiriyor. Profesyoneli de var, amatörü de. Hatta kültürü. Gördüklerim “gözlem” sayılır mı bilemiyorum ama… Eğitimli-eğitimsiz yumruktan öte, kentsel-taşralı-kırsal yumruk da fark ediliyor sanki. Yumruğu yatay değil kafasına kafasına dikey sallamak-vurmak mesela. Daha “eğitimsiz”, kültürel, daha mı doğal, içten acaba?

Siyasetin, “meclis”in sembolü

Hâl böyle olunca bir topluluğun değerlerini, tarihini, yaşam biçimini de yansıtabiliyor. Nesilden nesle taşınırken, siyasi sembollerin, sadece indirilen değil kaldırılan yumrukların da arasına yerleşebiliyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de gözde. “Kürsüleri yumruklamak”, “Yumruğu masaya vurmak” siyaseten gözde, muteber, hatta olmazsa olmaz figürlerden.

Harika hikâyeleri de var. Bir gün SHP Milletvekili Neccar Türkkan Erdal İnönü’ye yaklaşıp dostça bir tavsiyede bulunuyor. Özetle “Efendim konuşmalarınız biraz yumuşak kalıyor, vurucu konuşmalısınız. Masaya yumruğunuzu vurup…” filan diyor.

İnönü’nün stili, hatta portresi, vesikalığı o dile uygun değil tabii, tam tersi… Kürsüye çıkıyor, konuşmasına başlıyor, sıra masaya yumruğa, ardından kuracağı vurucu cümlelere gelince duruyor, “Gerisini arkadaşımız Neccar Bey anlatacak” diyor gülümseyerek.

“Sosyal demokrasi”de yumruk sorunu

Tersini gösteren fazlasıyla iç-dış örnekleri olsa da… Peşin peşin “sosyal demokrat” olarak anılan partilerin “yumruksal beceriler”inin Türkiye’de biraz zayıf kaldığını ben de düşünüyorum bazen.

Biliyorum bu düşüncem yanlış, abuk sabuk ama ne bileyim, kafam karışıyor bu ortamda. Mesela CHP, Kemal Kılıçdaroğlu örneğinde partinin, tavanın-tabanın “en güçlü” eleştirisi buydu galiba.

Soğanı bile yumruklayamamak

O da yumruğunu masaya vuramıyordu pek. Bunu son seçimde elini mutfak masasına vurduğunda da hissettim. Bi eğretilik, acemilik var gibi. Hatta masadaki garibim soğana bile vuramayacağı rivayet ediliyor. Seçim sürecinde bunu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bile kayda geçirdi:

“Ya bay bay Kemal, sen soğanı şöyle masanın üzerine koyar, ondan sonra şöyle yumruğunla vurur, onun lezzetini alabilir misin? Ya biz öyle yetiştik, biz soğanımızı öyle yedik.” O güçlü kuvvetli, yumruk gibi (gibisi fazla) kampanyaya karşı “Sen soğanın fiyatını biliyor musun Abidin?..” Olmadı işte.

Ötesi Çubuk’ta tâziyeye gittiğinde linçi çağrıştıran bir toplumsal arenada yumruklandı Kılıçdaroğlu. “Vurmayana vururlar” diye palazlanan, kostaklanan da olmuştur tavanda-tabanda… Siyaset ringinde tribünleri yeterince dolduramadı Kılıçdaroğlu… Göz doyuramadı, dolduramadı.

Yumruk tarihçemiz kalabalık

Yumruğun siyasetteki vuruculuğu, kestirilemeyen, sınır tanımayan menzili, hedefleri ayrı tarih bu ülkede. Baktığım kadarıyla “Padişaha yumruk” vakamız yok tarihimizde ama Cumhuriyet Tarihi’yle birlikte bu konuda da ilerleme kaydediyoruz.

Yassıada’da Adnan Menderes’e, “sabık başvekil”e atılan devletlû yumruklar arşivlerde… Başbakanlar (Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz), bakanlar, parti genel başkanları, milletvekilleri çok yumruk yedi bu ülkede.

Kimi şahsi icraat görünümündeydi, kimi bağlantılarıyla bir soyağacı. Yumruğuna güvenenlerin hepsi cüretini ardındaki kalabalıktan, toplumdan, gelenek-göreneklerimizden, “Eline sağlık” korosundan alıyordu, o ayrı.

“Beden Eğitimi Öğretmeni”nden yumruk

Her seferinde farklı sahnelerde, nağmesi aynı olsa da farklı nakaratlarla yükseldi “Eline sağlık” nakaratı. Bazen milletçe koroya dönüştü… Kapatılan DTP’nin Genel Başkanı Ahmet Türk 68 yaşında, duruşma çıkışında yumruklandı. Burnu kırıldı, hastaneye kaldırıldı.

Türk’ten bir hafta sonra, 19 Nisan 2010’da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız yumruklu saldırıya uğradı. Kayseri’de şehit cenazesine katılan bakanın burnunu kıran şahıs Beden Eğitimi Öğretmeni’ydi. Sporcunun olması gibi çevikti belki ama…

Düğün-maç, evin reisi damat-başkan

Böyle bir ortamda AKP eski milletvekili, MKE Ankaragücü (şimdi eski) Başkanı Faruk Koca’nın maçta hakeme yumruk atması da anında büyük, inanılmaz, manşetlik haberlerin arasına yerleşti. Benzetmek gibi olsun-olmasın o da “düğünde damadın gelini yumruklaması” gibi skandala dönüştü.

Öyle olması, “haber”lerin 5N1K formülüyle doğrudan ilişkili: Ne, Nerede, Ne zaman, Nasıl, Neden, Kim… O formülü yumruklama= düğün-maç, (aile reisi) damat-başkan, gelin-hakem, davetliler-tribün gibilerinden eşleştirdiğinde bir benzerlik var. O yüzden “inanılmaz, skandal”. Yoksa yumruk atan-yiyenin başka tür eşleştirmelerde, terazilerde bırakın “inanılmaz”ı, “skandal”ı, haber -değerinde- olması bile zor.

Hepimize-hepimiz adına atıldı

Daha geçenlerde haber unsurları arasında yine “vatan, millet, bayrak, miting, insanlık hâli” geçen bir “olay”da yumruk atıldı. Katıldığı mitingden elinde işportadan aldığı bayrakla dönen mağdur “Bu yumruk hepimize atıldı” demiş; az düşünürsen haksız değil. Bugün bana, yarın sana… Yahut tersi.

Kalkıp faili de “Hepimiz adına attım” dese… İnanılmaz filan değil, skandal da sayılmaz. Muhaberesinde-muharebesinde yine “Eline Sağlık Cephesi”… O yüzden böyle haberlerde, manşetlerde şeytan “ayrıntı”da gizli esasında: “Eline sağlık”da…

QOSHE - Şeytan “Eline sağlık”da gizli - Yaşar Sökmensüer
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Şeytan “Eline sağlık”da gizli

14 0
14.01.2024

Düğünde inanılmaz olay: Damat gelini yumrukladı”. Bir buçuk yıl önce bu haber o ânı gösteren videosuyla birlikte tıklanma rekoru kırdı. Olay Özbekistan’da cereyan ediyordu ama bizim de “meselemiz”di tabii. “Düğünde skandal”dı.

Düğüne gidiş-dönüşte, “dışarı”da gelinliğiyle yumruk yiyen kadınlara dair haberler hep var ama onlar manşetlik değil. Belki “resmi şahitler”in önünde olmadığı için geçer akçe sayılmıyor gazetecilik piyasasında. Haber değerinin cârî, görüntülerinin “çarpıcı”, yumruğun kuvvetli olması lazım.

“Erkek platformları” da ayakta

“Kardeş ülkemiz” Özbekistan’da da olsa bu kadarı olmazdı, olmaz olsundu böyle damat, böyle “erkek”. Ekranlar, sosyal medya, “erkek platformları” bile ayakta, yumruk havada: “O damadı alacaksın…”la milli proaktif tepkiler, sunturlu, tabii ki “cinsel”, demirden “kubuz” (“dolma-çakmalık tabanca, tüfeğin çakmak kısmı”) küfürlerle takdir toplamalar…

Utanmadan düğünde yumruklamış. Düğünden sonra olsa, mesela yumruk değil de o sıradan deyimiyle sadece “iki tokat” filan… Bi derece. O zaman “inanılmaz haberler”den değil zaten. Reytingi bir iki tıkırtı, o kadar.

Böyle vakalardaki öncü birlikler, “Eline sağlık cephesi” de bu kez temkinli biraz. Elden/dilden geldiğince… Mesele Özbekistan’da olduğu, olaya vakıf, damada müteselsil kefil olamadığı, gelinin yumruğu hak edip etmediğini bilemediği için herhalde. Hem o olayda “ulusça bütünleşme” var sanki. Siperde sigara molası zamanı… “Gelin de ne yaptıysa artık” muhabbeti eş-dost arasında.

Aslolan yumruğun 5N1K’sı

Düğünde gelin damadı yumruklasaydı daha inanılmaz haber aslında; beklenmediği, alışılmadığı için esas skandal o. Sınırlı, biraz farklı da olsa “Eline sağlık” cephesiyle, “Yahu takıların kimin toplayacağı münakaşası, dünürlerin arızaları yani düğünde iletişim ille de yumrukla mı olmalı” mevzisi muhtemelen yine karşı karşıya. “Erkek gibi kadın” da (h)âlâ tık alabilir.

Mevzu neyin haber olup, neyin haberden sayılamayacağıyla yakından ilişkili… “Haber nedir?”in kitapçığı, haber ilkelerini “kullanma” kılavuzu, yumruğun “nerede”si, “niye”si, “kim”i, yani 5N1K formülünün payı/paydası bile ülkeye, devre göre değişebiliyor. Eksilebiliyor, geçiştirilebiliyor da…

Formüldeki özne-nesnenin “özgül (ülkeye özgü) ağırlığı” da önemli. Düğünde konuklar, hatta mekân, düğün sahipleri damadı yumruklasalar milli yazıişlerinin “Yıkın manşeti!” diye koşturacağı inanılmaz haberlerden sayılmaz. Vardır “mâkul” bir nedeni.

“Düğün Kavgaları” kitâbî mevzu

Hep oluyor böyle şeyler, birkaç yumruk da sıradan. Düğünde damadı (da) dövüyorlar lüzumunda. “Düğün kavgaları”nın yumruk yumruğa olanları vaka-i âdiyeden. Hatta âdetten…

Kurumsal, akademik bir mesele, tez alanı aynı zamanda.

Sosyolojik, antropolojik, folklorik bir mevzu. Gelenek, görenek, “toplumsal realite”… “Düğün Kavgaları (âdetleri, eğlenceleri, oyunları)” ile ilgili bir sürü kaynak, adıyla sanıyla kitap var. Hele damadın sırtını yumruklamak… Bkz. “Gerdeğe girerken damadın sırtını yumruklama geleneği” akademik makalelere konu olmuş. Genlerimizde olduğuna dair de vardır bir şeyler.

Kahveyle tuzu, yumrukla biberi

Yaşayan mirası, başlığıyla “Düğün Kavgaları” en eğlencelisi! Biraz baktım, Türkî coğrafyalardan Anadolu’ya tarihi, mitolijisi, bir biçimde süren gelenek-göreneklerimizle güncelleniyor. Düğün eziyetinin, çiftlerin önüne çıkarılan gülmece-güldürmece engellerin, izdivacın peşin peşin bedellerininkeyfi, eğlencesi bugün de sırt yumruklamayla fiiliyata dökülüyor misal.

Keyifle yumrukluyorsun. Sınırı-dozajı espri anlayışına, bileğine, insafa bağlı “el (bazen de ayak) şakaları”ndan. Oyun… Çiftleri omuzlardan kaydırmaca, havaya atmaca, masanın altından birbirinin ayağını basmaca… Kız istemede kahveyle tuzu, gerdekte yumrukla biberi “düğün şenliği”nin.

O geleneğin kıssadan hissesinde Nasreddin Hoca’nın “testiyi kırdıktan sonra değil kırmadan önce döveceksin”i var mıdır, bilmiyorum. Belki güçlü kuvvetli babaerkil bir temenni niyetine… Hepsi eğlenceli, güldürüklü şeyler sonuçta. Ana mevzu, yani izdivaç eğlenceli bir şey olmayınca bunlar şart.

Yumruğun nedeni de “eğlence”den

Yazıma girizgâh olan Özbekistan’daki hadiseyle ilgili haberi okuduğumuzda da marazanın gelinle damat arasında oynanan geleneksel bir yarışmadan, yani “eğlence”den kaynaklandığı anlaşılıyor. Gördüğüm kadarıyla “Önce kim bitirecek” türünden bir yarışma…

Gelin bitiriyor elini kaldırıyor, neden sonra da “Tabii ki ben kazandım!” beklentisinin salak ifadesiyle damat. Ama gelin -tanıklar önünde- galip. Damat da geleneklere pek uymadığını düşündüğüm bu münasebetsiz yenilgi üzerine atıyor yumruğu.

İşin garibi (yoksa o da mı âdetten-gelenekten) gelin dâhil herkeste “Bir şey olmadı, sıkıntı yok” ifadesi. Damat sonradan o müsabakanın hakemini de yumruklamış mı, bilemiyoruz. İçinden geçmiştir mutlaka.

“Bi yumrukta…”dökülen dünyalar

Gelenek-göreneklerimiz, huyumuz-huysuzluğumuz, sokaktaki “güçlü” adaletimiz, yumruğu eğlencelerimizden, oyunlarımızdan, siyasetimizden, hayatımızdan, dünyamızdan, hatta “spor”umuzdan eksiltmiyor. “Bi yumrukta…”........

© Serbestiyet


Get it on Google Play