Dünya’da aşırı sağın yükselişini konuşuyoruz bir süredir. Orban ve Trump’la başladı, Meloni’yle sürdü, şimdi Hollandalı Wilders ve Arjantinli Milei de katara eklendiler. Bu ülkeleri sıralarken genelde atladığımız bir tanesi var. Bu konuda öncü bir ülke de sayabiliriz. Türkiye’de uzun süredir iktidarda aşırı sağ. Hem de yıllar içinde zenginleşen renk ve çeşitleriyle.

Reel Sosyalizm 1991 yılında kapitalizm için tehlike olmaktan çıktığında dünya böyle bir yer değildi. Her ne kadar Nazizm’in Kızılordu çizmeleri altında ezilmesinden sonra ABD ve İngiltere Nazi kadroları elde tutmak ve gereğinde devreye sokmak için bir dizi adım atmış olsalar da halkların kolektif bilincinde ve vicdanında Nazizm, Faşizm ve genel olarak aşırı sağ mahkûm edilmişti. Avrupa genelinde aşırı sağın temel ilke ve sloganlarını kamusal alanda yinelemek sadece yasak değil ayıptı da.

Bu arada ilgi çekici olan şeylerden biri “sağ” ve “sol” kavramlarının meşruiyetiydi. Sağcılar kendilerine sağcı demiyor, muhafazakâr, liberal, merkez eğilimli gibi parlak renkli ve aldatıcı ambalajlar kullanmayı yeğliyorlardı. Solcuların arasındaki tartışma ise daha çok kimin “daha solcu” ya da “gerçek solcu” olduğu üzerinde yoğunlaşıyordu. Bir çok sağcı söze başlarken “aslında ben de solcu sayılırım ama ...” kalıbını kullanmayı alışkanlık halinde getirmişti. Bir başka sevimsiz kalıp “vicdanım solda ama hayat işte cüzdanım sağda mecburen” benzeri bir içerik taşıyordu. Sağcıdan evliyanın avluya bile alınmadığı bir dönemdi bu kısacası.

Reel sosyalizm rekabeti yüzünden sosyal devlet uygulamalarına, örgütlenme ve ifade özgürlüğüne, ayıplanarak çalışmaya katlanan sermaye 1980’li yıllardan başlayarak cüretini artırdı. SSCB iyi gitmiyordu, Asya rekabeti yavaş yavaş Batı sermayesinin piyasalar üzerindeki hegemonyasını tehdit eder hale geliyordu, kâr marjları geriliyor, rekabet güçleşiyordu.

Düzenin vidaları sıkılmalıydı ama Batı Avrupa’da o ana dek görece müreffeh ve özgürce yaşadığını düşünen emekçi kitlelerin bir şekilde yoksullaşmaya ikna edilmeleri gerekiyordu. Bunun için aşırı sağın yeniden sahaya sürülmesinin zamanı gelmişti.

Aşırı sağın Avrupa’daki kökenlerine bakarsak “yabancı düşmanlığını” görürüz. Bu toplam içerisinde en önemli bileşen ise Yahudi düşmanlığıdır. Yahudi düşmanlığının Batı dillerindeki tam karşılığı “Sami karşıtlığı”dır. Samiler, Ortadoğu kökenli bir kültürel gruptur ve Avrupalı değillerdir. Bir Ortodoğu dini olan Yahudilik ve Yahudiler bu kapsamda “yabancı” sayılırlar. Avrupa aşırı sağının sancağı uzun yıllar Yahudi karşıtlığıydı ama 2. Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında bu halka uygulanan dehşet verici soykırım bu düşüncenin geniş kitlelere benimsetilmesi önünde ciddi bir engeldi. Aşırı sağın ideolojik planda anti-komünizme yönelmesi de yeterli kitlesel desteği sağlamayacaktı. Halkın vahşileşen sömürü düzenine razı edilmesi için yeni bir “günah keçisi”, yeni bir “yabancı”, yeni bir “düşman” gerekiyordu.

Sermayenin savaş sonrası gereksinim duyduğu emek gücü için çoğunluğu eski sömürge ülkelerinden olmak üzere büyük ölçüde “insan ithalatı”na giriştiği, böylelikle yerli işçi sınıfının pazarlık gücünü de sınırlamayı hedeflediğini biliyoruz. Avrupa nüfusu savaş sonrasında yeniden artmaya başladığında ise bu göçmen kitlenin bir işlevi daha olabileceği fark edildi. Bunları çoğu ya Afrikalı ya da “Sami”ydi. Türkiye’den gelenler gibi ne Afrikalı ne de Sami olanlar ise bir Sami dinine mensup olmaları sebebiyle bu kapsama kolaylıkla sokulabiliyordu. Aşırı sağ hareketler işte bu toplumsal zemin üzerine yeniden inşa edildiler.

Fransa örneğinde, Nazi yanlısı Vichy Hükümeti’nin artığı kimliğiyle kitleselleşmeyen aşırı sağ, yukarıda açıkladığım sebeplerle Yahudi düşmanlığı ile yol alamayacağından göçmen düşmanlığına dümen kırdı. Sosyal ödenekler kısılıyor, reel ücretler geriliyor, işsizlik artıyor, geniş kitleler refah kaybı yaşıyorlarsa bunun sebebi kapitalizm ve sermayenin doymak bilmeyen kâr hırsı değil, “beyaz ve Hristiyan ülkemizi işgal eden” bu esmer güruhtu.

Bu plan tuttu. Yine emperyalizmin yani sermayenin emrindeki göçmen gönderen ülkeler de buna kayda değer katkı sağladılar. Göçmenlerin bulundukları toplumla barış içinde, kültürel kimliklerine hapsolmadan sınıfsal bilinç oluşturmasını engellemek için dev organizasyonlar oluşturdular. Uğur Mumcu’nun, marifetlerini açıkça ortaya koyduğu, Kenan Evren cuntasının sarmaş dolaş olduğu Rabıta’yı, o örgütün faaliyetlerini anımsayın. Helal eti filan bıraktım, neredeyse helal fasulye, helal mercimek bile uydurdular. Avrupa sermayesi ile el ele omuz omuza, göçmen toplumları bulundukları ülkelerde ayrık otu gibi yalıtılsınlar diye büyük çaba harcadılar. Büyük ölçüde de başardılar. Faslı bir göçmen çocuğunun, Belçikalı sınıf arkadaşının evinde öğlen yemeği yemesini, fabrikada çalışan iki emekçi kadının aynı marketten alışveriş etmesini dahi olanaksız hale getirdiler.

Avrupa aşırı sağının “Yahudi düşmanlığı” böylelikle dönüştürüldü. Aşırı sağ toplumun bu şekilde kışkırtılan ilkel güdüleri sayesinde palazlandı. Aşırı sağ, neredeyse her Avrupa ülkesinde iktidara yaklaştı, iktidara ortak ya da iktidar olmakla kalmadı, çirkin söylemini de yer yer hâkim kılmayı başardı. Göçmen sorunlarının tartışıldığı bir ortamda Fransız Sosyalist Başbakan Michel Rocard “Fransa bütün dünyanın sefaletini göğüsleyemez” diyebildi. Oysa o sefaletteki en büyük paylardan biri Fransız emperyalizmine, sömürgeciliğine aitti. Rocard bu sözü 1960’ların başında telaffuz etseydi, karşısında kapısının önüne giyotin getirecek Fransız Komünist Partisi militanlarını bulurdu. Oysa Avrupa solu dahil herkes istemsizce kafa saladı ve Rocard, “saygın, ılımlı ve makul” bir siyasetçi olarak yaşamını sürdürdü.

Avrupa’nın bu süreçte solunu kaybetmesi de çok etkili oldu. Solunu yitiren Avrupa, yolunu da yitirdi. SSCB’ye tepki, Leninizme ayar derken, sermayenin oyununa ayak uydurdu ve “sınıf”ı terk edip kültürel savaşta taraf oldu. Kimlikçiliğe gömüldü, kitlelerden uzaklaştı ve o çamurda boğuldu. Böylelikle, liberallerin pek sevdiği deyimle “küresel köy”e dönüşen dünyada taşlar bağlanıp köpekler salıverilmiş oldu.

Aşırı sağ “medeni” denilen ülkelerde arka arkaya iktidarı elde ederken, sermayenin yeni bir göz boyama taktiğine de tanık olduk. İtalya’daki seçim kampanyası sırasında sık sık gençliğinde Mussolini hayranı olduğu anımsatılan Meloni, seçildikten sonra sermaye basını tarafından parlatılmaya başlandı. Şimdi gayet “makul” bir siyasetçi muamelesi görüyor. O noktada bir de ölçüt benimsendi. Aşırı sağcı olabilirdi ama en azından Ukrayna’yı destekliyordu. Öyleyse o kadar da değildi.

Evet, Rusya-Ukrayna boğazlaşması da aşırı sağın normalleştirilmesinde önemli bir aşama olarak kaydedilmeli. Avrupa’nın 60 yılı aşkın süre en azından görünüşte lanetlediği “Nazizm” Ukrayna bağlamında normalleştirildi. Nazi işbirlikçisi, faşist ve Yahudi düşmanı Bandera tarihsel bir kahramana dönüştürüldü. SS artığı Azov Taburu’na yanına yaklaşması mümkün olmayan erdemler atfedildi.

İsrail’in Gazze saldırısı da faşizmin Batı’da artık gemi iyice azıya aldığını gösterdi. Batılı liderler, sözde düşün insanları, insan haklarının herkes için geçerli olmayabileceğini hiç utanmadan dile getirebildiler. Filistinliler’e karşı yürütülen soykırım girişimi alkışlarla desteklenirken, bu tutumu sorgulayanlar çeşitli yöntemlerle susturuldular. Filistin halkının temel haklarını savunanlar medya tekelleri tarafından sansüre maruz bırakıldılar. Bir çok gazeteci işinden oldu.

Son dönemde bir gelişme daha oldu. Kimi ülkelerde aşırı sağ öylesine olağanlaştı ki, yeni bir kavram daha icat ettiler: Ultra sağ. Bir süredir fanatik futbol taraftarlarına yakıştırılan “ultra” sıfatı şimdi siyaset sahnesinde de yerini aldı. Bir Fransız gazeteci bu durumu şöyle tanımladı: “Faşist bir siyasetçi ceket ve kravatla ekrana çıktığında ona aşırı sağcı, elinde sopa ve zincirle sokağa çıktığında ise ultra sağcı diyoruz!”.

Gazeteci bunu boşuna söylemiyor çünkü faşizm artık Avrupa’da da sokaklarda kol geziyor. Bunun bir örneğini geçen hafta Dublin’de izledik. Bu arada Türkiye’de ana muhalefet partisi tarafından desteklenen bir yayın organı ırkçı faşistlerin yol açtığı olayları “halk sokağa çıktı” başlığıyla yansıttı. Bundan 80 yıl kadar önce Nazi çizmelerince çiğnenen Fransa’nın başkenti Paris’te birkaç yüz “ultra sağcı” Nazi selamıyla nefret kusabildiler. Lyon’da solcu dernek lokallerini zincir ve sopalarla bastılar, Filistin halkıyla dayanışma içerikli toplantıları engellediler. Kaşlar biraz kalktı ama Fransız sermaye düzeninin faşist Ulusal Toplaşma (RN) tarafından ele geçirilmesine yol verdiği kolluk güçleri, “kardeşlerini” engellemek için fazla bir şey yapmadılar.

Sermaye düzeninin liberal geçinen kalemleri aşırı sağla ortaklık konusunda suskun ama “ultra sağ”dan şimdilik biraz rahatsızlar anlaşılan. Avrupa’nın, Türkiye’nin ve dünyanın bütün solcuları sınıf siyasetinin ne olduğunu anımsayıp, folklorik solculuğu bir yana bırakmazlarsa ona da alışacak, daha kötüsü bizi de alıştıracaklar.

Solunu kaybeden insanlık, yolunu da kaybeder. İzin vermeyeceğiz!

QOSHE - Aşırı sağ, pek aşırı sağ... - Engin Solakoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Aşırı sağ, pek aşırı sağ...

12 25
04.12.2023

Dünya’da aşırı sağın yükselişini konuşuyoruz bir süredir. Orban ve Trump’la başladı, Meloni’yle sürdü, şimdi Hollandalı Wilders ve Arjantinli Milei de katara eklendiler. Bu ülkeleri sıralarken genelde atladığımız bir tanesi var. Bu konuda öncü bir ülke de sayabiliriz. Türkiye’de uzun süredir iktidarda aşırı sağ. Hem de yıllar içinde zenginleşen renk ve çeşitleriyle.

Reel Sosyalizm 1991 yılında kapitalizm için tehlike olmaktan çıktığında dünya böyle bir yer değildi. Her ne kadar Nazizm’in Kızılordu çizmeleri altında ezilmesinden sonra ABD ve İngiltere Nazi kadroları elde tutmak ve gereğinde devreye sokmak için bir dizi adım atmış olsalar da halkların kolektif bilincinde ve vicdanında Nazizm, Faşizm ve genel olarak aşırı sağ mahkûm edilmişti. Avrupa genelinde aşırı sağın temel ilke ve sloganlarını kamusal alanda yinelemek sadece yasak değil ayıptı da.

Bu arada ilgi çekici olan şeylerden biri “sağ” ve “sol” kavramlarının meşruiyetiydi. Sağcılar kendilerine sağcı demiyor, muhafazakâr, liberal, merkez eğilimli gibi parlak renkli ve aldatıcı ambalajlar kullanmayı yeğliyorlardı. Solcuların arasındaki tartışma ise daha çok kimin “daha solcu” ya da “gerçek solcu” olduğu üzerinde yoğunlaşıyordu. Bir çok sağcı söze başlarken “aslında ben de solcu sayılırım ama ...” kalıbını kullanmayı alışkanlık halinde getirmişti. Bir başka sevimsiz kalıp “vicdanım solda ama hayat işte cüzdanım sağda mecburen” benzeri bir içerik taşıyordu. Sağcıdan evliyanın avluya bile alınmadığı bir dönemdi bu kısacası.

Reel sosyalizm rekabeti yüzünden sosyal devlet uygulamalarına, örgütlenme ve ifade özgürlüğüne, ayıplanarak çalışmaya katlanan sermaye 1980’li yıllardan başlayarak cüretini artırdı. SSCB iyi gitmiyordu, Asya rekabeti yavaş yavaş Batı sermayesinin piyasalar üzerindeki hegemonyasını tehdit eder hale geliyordu, kâr marjları geriliyor, rekabet güçleşiyordu.

Düzenin vidaları sıkılmalıydı ama Batı Avrupa’da o ana dek görece müreffeh ve özgürce yaşadığını düşünen emekçi kitlelerin bir şekilde yoksullaşmaya ikna edilmeleri gerekiyordu. Bunun için aşırı sağın yeniden sahaya sürülmesinin zamanı gelmişti.

Aşırı sağın Avrupa’daki kökenlerine bakarsak “yabancı düşmanlığını” görürüz. Bu toplam içerisinde en önemli bileşen ise Yahudi düşmanlığıdır. Yahudi düşmanlığının Batı dillerindeki tam karşılığı “Sami karşıtlığı”dır. Samiler, Ortadoğu kökenli bir kültürel gruptur ve Avrupalı değillerdir. Bir Ortodoğu dini olan Yahudilik ve Yahudiler bu kapsamda “yabancı” sayılırlar. Avrupa aşırı sağının sancağı uzun yıllar Yahudi karşıtlığıydı ama 2. Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında bu halka uygulanan dehşet verici soykırım bu düşüncenin geniş kitlelere benimsetilmesi önünde ciddi bir engeldi. Aşırı sağın ideolojik planda anti-komünizme yönelmesi de yeterli kitlesel desteği sağlamayacaktı. Halkın vahşileşen sömürü düzenine razı edilmesi için yeni bir “günah keçisi”, yeni bir “yabancı”, yeni bir “düşman” gerekiyordu.

Sermayenin savaş sonrası gereksinim duyduğu emek gücü için çoğunluğu........

© soL


Get it on Google Play