Bundan birkaç hafta önce bu köşede ”Filistin sorununun çözümü için duyarlılık yetmez kendi ülkenizde işçi sınıfı siyasetini güçlendirin” diye yazdığımda bir öğretmenden itiraz geldi. “Tek tek ülkelerde işçi haklarının güçlendirilmesi ile Filistin sorununu arasında ilişki olmadığını” söylüyordu.

Bu itiraz bir kişiye özel değil, çok daha geniş emekçi kesimlerin aklını yansıtmış olmalı.

Bir kere sınıf ile ilgili bir anlaşılma sorunu çok yaygın, sınıf deyince sadece mesleği işçi olanları değil, ücretli emekle yaşayan öğretmeni, sağlıkçısı, mühendisi, avukatı, yazılımcısı, büro çalışanı ile bütün toplumsal katmaları kast ediyoruz. İkincisi, işçi sınıfını sınıf haline getiren şey sadece düzen içinde haklar için mücadele etmesi değil, kendi iktidarı için mücadele etmesidir.

İşçi sınıfının iktidarı meselesi çoğu kez göz ardı ediliyor ve belli ki geçen yüzyılda yaşanan işçi sınıfı iktidarları ve işçi sınıfı devletlerinin hatırası soluyor.

Bu yüzden günümüzde işçi sınıfının Filistin’de yaşanan katliama müdahalesinden önce geçen yüzyılda işçi sınıfı devletinin Ortadoğu’da bir soruna nasıl müdahale ettiğine bakalım.

Süveyş Kanalının ulusallaştırılması etrafında gelişen olaylar bugünü yorumlamamızda çok iyi bir egzersiz sunuyor.

Mısır İngiliz emperyalizmi ile işbirliği yapan feodal bir sınıf tarafından yönetiliyor ve bu haliyle 1923 öncesi Türkiye’sine çok benziyordu. 1952’de ilerici askerler tarafından gerçekleştirilen bir darbe ile burjuva devrimine adım attı. Feodalizme ve emperyalist bağımlılığa karşı gerçekleşen devrim geniş halk kitlelerinin katılımı ile sömürge çağı sonlanırken parlak bir deneyim olarak yerini aldı.

Nasır liderliğindeki yönetim ABD ve İngiltere ile anlaşmaya çalışıyor, Asvan Barajı için kredi almak ve silah temin etmek için uğraşıyordu. Ancak emperyalist devletler her iki başlıkta da kibirli ve uzlaşmaz davrandılar. Mısır burjuvazisi bağımsızlığın ancak o dönemde işçi sınıfının iktidarda olduğu devletlerin lideri olan Sovyetler Birliği’nin desteğini alarak sağlanacağını kavradı.

Çekoslovakya üzerinde Sovyetler Birliği’nden silah almaya başladılar. Ancak iktisadi egemenlik için İngiliz emperyalizminin yönetiminde ve dünya ticaretinin büyük bir yüzdesinin sağlanmasında kritik rolü olan Süveyş Kanalını ulusallaştırmaya karar verdiler.

1956’da bu ulusallaştırma girişimi emperyalist dünyada bir kıyamete yol açtı, İngiltere ve Fransa şiddetle karşı çıktılar. Hem kanal sahip oldukları hisse senetleri aracılığıyla sermaye sınıfına büyük kârlar bırakıyordu hem de bir emperyalist hegemonya unsuruydu.

Burada İsrail’in emperyalizmin nasıl bir aracı olduğunu da anlayabiliyoruz. İngiltere ve Fransa İsrail’i Ortadoğu’da bir kiralık katil gibi kullanıyordu.

Üç devlet –İngiltere, Fransa-İsrail- Mısır’a saldırmak için gizli bir plan yaptılar. Yapılan anlaşmaya göre İsrail Mısır’a Sina Yarımadasında Ekim 1956’da saldırdı. Mısır’ın hava kuvvetleri imha edildi. İngiltere ve Fransa Mısır’ı işgale başladılar ve Kahire başta olmak üzere Mısır şehirlerini barbarca bombaladılar. Mısır halkı direniyor, Arap coğrafyasında ve dünyada emekçiler protesto ediyorlardı. Öte yandan durum neredeyse bugün Gazze’nin durumu kadar umutsuzdu. Birleşmiş Milletlerde işgali sonlandırma çağrıları Fransa ve İngiltere’nin vetosuyla engelleniyordu.

Ancak günümüzden farklı olarak güçlü bir işçi sınıfı devletinin varlığı durumu değiştirdi. Sovyetler Birliği Fransa ve İngiltere’ye ültimatom verdi, diplomatçası nasıldı bakmak gerekir ama tercüme edersek “Çabuk tasınızı tarağınızı toplayıp Mısır’dan çıkın, yoksa ben gelip savaşacağım, Londra ve Paris ise güvende olmayacak” diyorlardı.

Burada ABD olayın yatışmasını tercih etti, hem emperyalist hegemonyanın İngiltere’den ABD’ye geçtiği hem de eski sömürgecilikten modern emperyalist strateji ve taktiklere geçilen bir tarihsel makas ayrımındaydı dünya.

Bu tarihten sonra Süveyş Kanalı Mısır’a ait oldu, İngiltere Falkland Savaşını saymazsak bir daha ABD’den bağımsız savaşa giremedi ve ABD’nin kirli bir yamağı haline geldi.

İsrail’in ipi de ABD’ye geçti.

Türkiye burjuvazisinin sefil karakteri bu olayda dışarı vurmuştu ve Süveyş Kanalının ulusallaştırılmasına karşı çıkan birkaç ülkeden biriydi Türkiye.

Şimdi İsrail’i hiç kimse durduramıyor. Tüm hızıyla soykırıma varan seri cinayet devam ediyor.

Çünkü ortada herhangi bir güçlü işçi sınıfı devleti yok, buna karşın hemen hemen her ulusta tekelci sermayenin egemenliği söz konusu. Türkiye’de dâhil hemen hiçbir devlet İsrail ile olan ekonomik ilişkisini kesmedi, bir yandan kan akıyor, bir yandan tatlı ticaret devam ediyor.

Türkiye’de işçi sınıfının siyasi öncüsü olan TKP dün İsrail ile Türkiye arasında katliamdan hiç etkilenmeyen iktisadi ilişkileri sorgulayan bir dizi soru yöneltti.

Tekelci sermayenin egemenliğindeki hiçbir ülke bugün Filistin sorununa gerçek anlamıyla müdahale edemez, sağlayabilecekleri en iyi seçenek Filistinli ve İsrailli emekçilerin serbest bölgelerde sömürülmeye devam edecekleri bir emperyalist barış olabilir.

Oysa işçi sınıfı dünyanın birçok yerinde kendi sermaye sınıflarına karşı kitlesel gösteriler düzenliyor. Washington ve Londra’da yüz binlerin katıldığı çok büyük eylemler yapıldı. Aşağıda işçi sınıfı örgütlerinin de çağrıcısı olduğu Washington mitingi görülüyor.

4 Kasım’da Washington’da 300 binden fazla göstericinin katıldığı dev miting görülüyor. Çağrıcıların içinde ABD işçi sınıfının siyasi öncülerinden Sosyalizm ve Kurtuluş İçin Parti (PSL) de bulunuyor.

ABD bugün işçi sınıfının emperyalist bir paylaşım savaşını iç savaşa evriltme olasılığının yüksek olduğu başlıca ülkelerden biri.

İşçiler Kanada’da, Belçika’da, İtalya’da, Yunanistan’da İngiltere’de ve birçok yerde İsrail için silah üreten şirketleri ve ticaret yapılan limanları kuşattı ve protesto etti.

Filistin sorununun kendisi bir sınıf mücadelesi olarak sunulmuyor veya bu yanı gizleniyor. Oysa Gazze’nin işgali bütün dünyada sınıf mücadelesini şiddetlendiren ve taraflaşmayı yükselten bir olaya dönüştü.

O zaman tekrarlayalım, duyarlı olmak yetmez, Filistin sorununun eşitlikçi bir çözümü için kendi ülkenizde işçi sınıfı siyasetini güçlendirmelisiniz.

QOSHE - İşçi sınıfı siyaseti Filistin sorununa müdahale ediyor - Erhan Nalçacı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İşçi sınıfı siyaseti Filistin sorununa müdahale ediyor

41 24
18.11.2023

Bundan birkaç hafta önce bu köşede ”Filistin sorununun çözümü için duyarlılık yetmez kendi ülkenizde işçi sınıfı siyasetini güçlendirin” diye yazdığımda bir öğretmenden itiraz geldi. “Tek tek ülkelerde işçi haklarının güçlendirilmesi ile Filistin sorununu arasında ilişki olmadığını” söylüyordu.

Bu itiraz bir kişiye özel değil, çok daha geniş emekçi kesimlerin aklını yansıtmış olmalı.

Bir kere sınıf ile ilgili bir anlaşılma sorunu çok yaygın, sınıf deyince sadece mesleği işçi olanları değil, ücretli emekle yaşayan öğretmeni, sağlıkçısı, mühendisi, avukatı, yazılımcısı, büro çalışanı ile bütün toplumsal katmaları kast ediyoruz. İkincisi, işçi sınıfını sınıf haline getiren şey sadece düzen içinde haklar için mücadele etmesi değil, kendi iktidarı için mücadele etmesidir.

İşçi sınıfının iktidarı meselesi çoğu kez göz ardı ediliyor ve belli ki geçen yüzyılda yaşanan işçi sınıfı iktidarları ve işçi sınıfı devletlerinin hatırası soluyor.

Bu yüzden günümüzde işçi sınıfının Filistin’de yaşanan katliama müdahalesinden önce geçen yüzyılda işçi sınıfı devletinin Ortadoğu’da bir soruna nasıl müdahale ettiğine bakalım.

Süveyş Kanalının ulusallaştırılması etrafında gelişen olaylar bugünü yorumlamamızda çok iyi bir egzersiz sunuyor.

Mısır İngiliz emperyalizmi ile işbirliği yapan feodal bir sınıf tarafından yönetiliyor ve bu haliyle 1923 öncesi Türkiye’sine çok benziyordu. 1952’de ilerici askerler tarafından gerçekleştirilen bir darbe ile burjuva devrimine adım attı. Feodalizme ve emperyalist bağımlılığa karşı gerçekleşen devrim geniş halk kitlelerinin katılımı ile sömürge çağı sonlanırken parlak bir deneyim olarak yerini aldı.

Nasır liderliğindeki yönetim ABD ve İngiltere ile anlaşmaya çalışıyor, Asvan Barajı için kredi almak ve silah temin etmek için uğraşıyordu. Ancak emperyalist devletler her iki başlıkta da kibirli ve uzlaşmaz davrandılar. Mısır burjuvazisi bağımsızlığın ancak o dönemde işçi sınıfının iktidarda olduğu devletlerin lideri olan Sovyetler Birliği’nin desteğini alarak sağlanacağını........

© soL


Get it on Google Play