Askeri-sınai kompleks kavramı daha önce kullanılmıştı ama ABD Başkanı Eisenhower’ın 1961’de başkanlıktan ayrılırken yaptığı veda konuşmasında dile getirmesi ile ünlendi ve emperyalizmi tanımlayan bir kategori haline geldi. Eisenhower konuşmasının bir yerinde şöyle diyordu: “Askerî-sınai kompleksin hükümet kurumları içinde kanunî dayanağı olmayan etkilerine izin verilmemelidir.

Kim bilir kendisi de eski bir asker ve ABD emperyalizminin önemli uygulayıcılarından biri olmasına rağmen ağzı silah tekellerinden ne kadar yandıysa veda konuşmasının içine bu yakınmayı sıkıştırmış.

Kanuni dayanağı olmayan etkiler”! E zaten tekeller kanunları kendi çıkarlarına göre yapıyor. Sonra kendi yaptıkları kanunlara uyup uymamak da kendi bilecekleri bir iş oluyor.

Öte yandan ABD veya başka bir emperyalist devleti sadece silah tekellerinin yönettiğini düşünmek de aşırıya varan bir yaklaşım olur. Sonuçta emperyalist devlet banka tekellerinden enerjiye, hizmetten iletişime bütün tekellerin ortak aracıdır.

Buna rağmen kârlarını artırmaktan başka bir endişesi olmayan silah tekellerinin özellikle ABD dış politikasına yön verdiğini düşünmek insanın tüylerini ürpertiyor. Sadece 1961’den sonra ABD’nin işlediği cinayet, işgal, darbe ve katliamların bir listesini yapsak ne bir köşe yazısına ne kitaplara sığar.

Şimdi Türkiye’ye bakalım biraz.

Türkiye sermaye birikiminin evreleri içinde bir süredir silah tekelleri kendini gösterdi ve inşaat sektöründen sonra Türkiye’nin başlıca sermaye biriktirdiği ve ihraç ettiği alan olmaya başladı.

İkinci Dünya Savaşı öncesi silah üretimi devlet fabrikalarında yapılıyordu, eğer planlama ve kamucu yaklaşım devam etseydi Türkiye kendi silah üretme kapasitesini kazanabilirdi. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası sınıfsal tercihler nedeniyle Türkiye’nin ABD hegemonyasına girmesi sermayenin modern silah üretme kapasitesine ket vurdu. ABD askeri-sınai kompleksinin bir işi de hegemonyası altına aldığı ülkeleri silah açısından kendine bağımlı kılmasıydı.

Bir komplo kuramı olarak kalmasına rağmen arka arkaya Aselsan mühendislerinin intihar etmiş olarak bulunmasında ABD parmağı aranmıştı.

Türkiye sermayesi özellikle 2000’li yıllarda kamu mallarını yağmalayarak bir sermaye birikimi elde etti. ABD hegemonyasının dünya genelinde zayıflamasından yararlanarak yayılmacı, hegemonyacı politikalara yöneldi. “21. Yüzyılın Türkiye Yüzyılı” ilan edilmesi başka anlama gelmiyordu.

Büyük devlet desteği ile askeri alanda hatırı sayılır bir tekelleşmenin olduğu izlendi. Aşağıdaki grafik bu konuda Türkiye’nin yerine ilişkin önemli veriler içeriyor.

Grafik silah ihracatına katılan ülkelerin 2013-2017 yılları arasındaki satış değerleri ile 2018-2022 arasındaki değerlerin değişim miktarını yüzde olarak gösteriyor. En sağdaki sütun ise ülkelerin dünya silah ihracatındaki yüzde olarak payını gösteriyor. Türkiye bütün bu ülkelerin içinde oran olarak az ihracat yapmasına karşın önceki döneme göre değişim açısından Güney Kore’den sonra dünya ikincisi olarak gözüküyor.

Türkiye dünya silah satışının %1,1’ini gerçekleştirirken silah ihracatçıları arasında 2023’de 12. sıraya yükseliyor. Buna paralel olarak silah ithalatı da azalıyor. 2018-2022 döneminde önceki dört yıla göre silah ithalatı %49 oranında azalmış.

Türkiye’de sadece insansız hava araçları üreten tekellerin etrafında vidadan lazer okuyucuya çok çeşitli ara ürünler üreten 2000 kadar şirket olduğu söyleniyor. Bu veriyi tekelci sermayenin daha küçük sermaye gruplarını nasıl yönlendirdiğinin ve aralarında çıkar birliği kurulduğunun da önemli bir göstergesi olarak alabiliriz.

Türkiye silahlı insansız hava araçları (SİHA), zırhlı araçlar, elektronik savaş donanımı içinde olmak üzere birçok ürünü ihraç ediyor. Rakamlar çok ama biz başlıktaki esas soruya gelelim.

İşçi sınıfı siyaseti mücadelesiz bir barış söylemi tutturmaz. Eninde sonunda sosyalist devrimin emperyalizme karşı savunulmasında silaha ihtiyaç olduğunu biliriz. Bir devrimci bu nedenle silah üretemeyen bir ülke yerine silah üreten bir ülkede olmayı tercih eder.

Öte yandan Türkiye’de bir askeri-sınai kompleksinin oluşumunun birçok handikabı gelişiyor, gelişecek.

Bir kere depremde yıkılsa da inşaat sektörü içinde oturulabilecek bir meta üretiyordu. Oysa ihraç edilen silahlar dünyanın şu anda her yerinde süren adaletsiz, sömürüye ve zorbalığa dayalı süreçlerde kullanılıyor. Silah tüccarları bundan besleniyorlar ve devletle kurdukları ilişki bölgesel hegemonya alanları yaratmaya yarıyor. Türkiyeli emekçi sınıfları hiç ilgilendirmeyen adaletsiz savaşların parçası yapıyor Türkiye’yi.

İkincisi, yerel egemenlerin kasıtlı veya özensizlik nedeniyle işledikleri cinayetlerin yükünü Türkiye’ye yüklüyor. Örneğin, Nijerya’ya satılan SİHA’ların 85 sivilin ölümüne neden olduğundan şüpheleniliyor.

Üçüncüsü, Türkiye nasıl F-16 bağımlısı ise çeşitli ülkeleri Türkiye sermayesine ve devletine bağımlı hale getiriyor. Örneğin, SİHA satın alan bir devlet bunlardan ateşlenen füzeleri de almak zorunda kalıyor. Program yenileme, modernizasyon gibi birçok başlık askeri alanda bir bağımlılık ilişkisine dönüşüyor.

Öte yandan askeri-sınai kompleks sadece dış siyasetle ilgili değil, iç siyasette de sermayenin bir kliğini daha sinsi ve saldırgan kılıyor. Bu saldırganlık hem sermaye içi çatışmalara hem işçi sınıfına dönme potansiyeli taşıyor. Ayrıca Türkiye’nin diğer ülkelerin içişlerine karışan, onları bağımlı hale getiren bu yayılmacı halini emekçi halkın aklına zarar veren düzen övücü bir ideolojik aygıta çevirme potansiyeli de bulunuyor.

Ayrıca askeri-sınai kompleks Türkiye’nin emperyalist hiyerarşide tepe ülkelerin peşinden bir savaşa sürüklenme potansiyeli azaltmıyor, aksine artırıyor.

Türkiye’de sınıf mücadelesi giderek farklı özellikler kazanıyor. Bunun içinde deviniyoruz.

QOSHE - Türkiye’de askeri-sınai kompleks ne anlama geliyor? - Erhan Nalçacı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Türkiye’de askeri-sınai kompleks ne anlama geliyor?

13 8
20.01.2024

Askeri-sınai kompleks kavramı daha önce kullanılmıştı ama ABD Başkanı Eisenhower’ın 1961’de başkanlıktan ayrılırken yaptığı veda konuşmasında dile getirmesi ile ünlendi ve emperyalizmi tanımlayan bir kategori haline geldi. Eisenhower konuşmasının bir yerinde şöyle diyordu: “Askerî-sınai kompleksin hükümet kurumları içinde kanunî dayanağı olmayan etkilerine izin verilmemelidir.

Kim bilir kendisi de eski bir asker ve ABD emperyalizminin önemli uygulayıcılarından biri olmasına rağmen ağzı silah tekellerinden ne kadar yandıysa veda konuşmasının içine bu yakınmayı sıkıştırmış.

Kanuni dayanağı olmayan etkiler”! E zaten tekeller kanunları kendi çıkarlarına göre yapıyor. Sonra kendi yaptıkları kanunlara uyup uymamak da kendi bilecekleri bir iş oluyor.

Öte yandan ABD veya başka bir emperyalist devleti sadece silah tekellerinin yönettiğini düşünmek de aşırıya varan bir yaklaşım olur. Sonuçta emperyalist devlet banka tekellerinden enerjiye, hizmetten iletişime bütün tekellerin ortak aracıdır.

Buna rağmen kârlarını artırmaktan başka bir endişesi olmayan silah tekellerinin özellikle ABD dış politikasına yön verdiğini düşünmek insanın tüylerini ürpertiyor. Sadece 1961’den sonra ABD’nin işlediği cinayet, işgal, darbe ve katliamların bir listesini yapsak ne bir köşe yazısına ne kitaplara sığar.

Şimdi Türkiye’ye bakalım biraz.

Türkiye sermaye birikiminin evreleri içinde bir süredir silah tekelleri kendini gösterdi ve inşaat sektöründen sonra Türkiye’nin başlıca sermaye biriktirdiği ve ihraç ettiği alan olmaya başladı.

İkinci Dünya Savaşı öncesi silah üretimi devlet fabrikalarında yapılıyordu, eğer planlama ve kamucu yaklaşım devam etseydi Türkiye kendi silah üretme kapasitesini kazanabilirdi. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası sınıfsal tercihler nedeniyle Türkiye’nin ABD hegemonyasına girmesi sermayenin modern silah üretme kapasitesine ket vurdu. ABD askeri-sınai kompleksinin bir işi de hegemonyası........

© soL


Get it on Google Play