İLKE Vakfı,1 desteklediği bir proje sonunda, 2023’te "Türkiye’de din eğitimi: Genel görünüm ve eğilimler (2012-2022)"2 raporunu yayımlamış.

Biri sosyolog ikisi ilahiyatçı olan akademisyenlerin hazırladığı bu raporun başlığında ve içeriğinde, bilerek din öğretimi denmeyip din eğitimi ifadesi kullanılarak önemli bir yanlış ve saptırma yapılıyor. Bilindiği gibi, sorgulamanın, tartışmanın, eleştirmenin, denemenin ve değişimin olmadığı öğretilere ‘eğitim’ değil, ‘öğretim’ deniyor. Oysa içlerinde ilahiyat fakültesi dekanlığı yapmış kişilerin de olduğu pek çok ilahiyatçı da yazılarında, ‘dini öğretim’ ifadesini kullanıyor.

Raporun "Takdim" sayfasında vakıf başkanı, “... Karar alıcılar ve uygulayıcılar için önemli tespit ve teklifler sunduğumuz çalışmalarımızın Türkiye'nin din eğitimi alanında daha güçlü bir geleceğe doğru ilerlemesine ve doğru politikaların temellerinin atılmasına katkı sağlamasını hedefliyoruz” diyor. Raporun "Yönetici Özeti"nde,

gibi bilgilere yer veriliyor.

"Yönetici Özeti" sayfasında, “Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile toplumun ihtiyaç duyduğu din görevlilerinin yetiştirilmesi amacıyla kuruluşunu ve korunmasını teminat altına aldığı imam hatip okullarından” söz ediliyor. Oysa bu ifade işin gerçeğini bile bile saptıran bir ifade oluyor. Çünkü Öğretim Birliği Yasası’nda ‘imam hatip okulu’ diye bir ifade geçmiyor. Bu yasada, din uzmanı yetiştirilmesi için ‘ilahiyat fakültesi’ açılacağı belirtilirken, din hizmeti görecek kişilerin yetiştirilmesi için ilkokul, ortaokul ya da lise açılacak denmiyor: ‘Ayrı okullar’ açılacak deniyor. Dolayısıyla bu yasanın koruduğu okullar, ortaokul ve lise düzeyinde açılıp üniversiteye öğrenci yetiştiren imam hatip okulları olmuyor.

"Yönetici Özeti" kısmında ayrıca, din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) derslerinin “zorunluluğu hukuki süreçlere konu olmuş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi muafiyet taleplerinin yürürlüğe konması yönünde kararlar vermiştir” deniyor. Oysa AİHM, muafiyet taleplerinin yürürlüğe konması yönünde değil, “en kısa sürede din ve ahlak kültürü derslerinin zorunlu olmaktan çıkartılıp, öğrencilerin muaf tutulabilecekleri bir sisteme geçilmesi gerektiğine” hükmetmiştir (ntv.com.tr, 16 Eylül 2014). Üstelik raporda, mahkeme kararlarının uygulanmadığına değinilmediği gibi, bu kararlara karşın, raporda, “zorunlu DKAB dersinin temel insan hak ve özgürlüklerini sınırlayıcı bir yönü bulunmamaktadır” (s.158) denebiliyor!

Raporun "Giriş" bölümünde, “1980 darbesi, Türkiye din eğitimi uygulamalarında toplumsal beklentilerin karşılanması açısından bir dizi önemli gelişmenin yaşandığı bir süreci başlatmıştır. Bu süreçte, din ve ahlak derslerinin anayasal düzenleme ile zorunlu hale getirilmesi din eğitimi alanında önemli köşe taşlarından birisidir” gibi bilgiler veriliyor. Ancak Giriş bölümünde, Öğretim Birliği Yasası’ndan “hemen sonra ilmiye medreselerin kapatılması yeni tesis edilen kurumlara da halkın şüphe gözüyle bakmasına neden olmuştur” denmesi de gerçeklerle bağdaşmayan bir ifadedir. Çünkü medreselerin ‘ilmiye’ niteliği çoktan kaybolduğu gibi öğrenci sayısı da çok azdır; halk yeni kurumlara sahip çıkmıştır ve okullaşma oranı da hızla artmaya başlamıştır.

Raporun 136 sayfa tutan "Mevcut Durum" bölümünde,

gibi bilgiler veriliyor, ‘dini öğretim’ açısından yetersiz olan durumlar irdeleniyor ve yorumlar yapılıyor.

Bu bölümde örneğin “araştırmalarda okulların tercih edilişinde öğrenciler ve ailelerinin birlikte karar verdiği ağırlıklı sonuç olarak zikredilmektedir” denmesi de gerçeklerle bağdaşmıyor. Üniversiteye giriş sınavında bile, 12 yıllık eğitim sonunda ne yapacağını bilemeyen kararsız öğrencilerin çoğunlukta olduğuna bakıldığında, 4’düncü sınıfı bitirenlerin sağlıklı seçim yapabileceğini düşünmek gerçekçi olmuyor. Bu bölümde, “konu dini yükseköğretimle ilgili olduğunda ciddi bir şekilde üniversitedeki eğitim kurumlarından rahatsızlık, itibarsızlaştırma ve alternatif oluşturma cabaları gözlenmektedir” (s. 121) denmesi de gerçeklerle bağdaşmıyor. Son yıllarda ilahiyat fakültesi sayısının 20’lerden 100 küsura çıkmış olması, üniversitelerdeki rektör ve dekanların hemen hepsinin AKP’li ya da yandaşı kişilerden seçilmesi ve de bazı üniversite rektörlerinin ilahiyatçı olması gerçeği, rapordaki bu ifade ile hiç bağdaşmıyor.

Raporda, ‘kerameti kendinden menkul’ değerlendirmelere de yer veriliyor. Örneğin, “Aydınlanma ve akabindeki modernizasyon süreçlerinde karşımıza çıkan katı pozitivist bilgi anlayışının ablukası giderek çözülmektedir. Artık dini, toplumdan ve bireyden uzak tutma çabalarının gevşediği bir sürece doğru gidilmektedir” (s. 174) deniyor. Bu tür satırları okuyanlar, “Bak sen!” demekten kendini alamıyor.

Raporda, tarikatlarla tarikat niteliğindeki vakıflar ve derneklerin gerçekleştirdiği dini öğretime de, sıbyan mektebi ve medrese adları altında açılan kaçak dini öğretimlere de değinilmiyor. Dini öğretimin sivilleşmesi savunuluyor; ancak farklı inanç sahipleriyle ateistlerden toplanan vergilerin devlet eliyle Hanefi hizmetleri ve öğretisi için harcandığına da değinilmiyor.

Bu raporun, eksikliklerine ve bile bile gerçekleri saptırıcı ifadelere yer verilmesine karşın, dini öğretim açısından gerçekten kapsamlı bir rapor olduğunu teslim etmek gerekiyor. Raporun "Öneriler" kısmında, “yapılan araştırmalarda akademik olarak nitelikli liselerdeki öğrencilerin dindarlık ve din anlayışları ile imam hatip liselerindeki öğrencilerin dindarlık ve din anlayışları arasında farkın giderek açıldığını göstermektedir” (s.187) deniyor! Rapor tam bu noktada devreye giriyor: Raporun, toplumun ve “nitelikli liselerdeki öğrencilerin dindarlık ve din anlayışlarının imam hatip liselerindeki gibi” olması amacıyla dini öğretimin güçlendirilip yaygınlaşması için hazırlandığı anlaşılıyor.

[email protected]

QOSHE - Bir din öğretimi raporu! - Rıfat Okçabol
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bir din öğretimi raporu!

14 10
23.02.2024

İLKE Vakfı,1 desteklediği bir proje sonunda, 2023’te "Türkiye’de din eğitimi: Genel görünüm ve eğilimler (2012-2022)"2 raporunu yayımlamış.

Biri sosyolog ikisi ilahiyatçı olan akademisyenlerin hazırladığı bu raporun başlığında ve içeriğinde, bilerek din öğretimi denmeyip din eğitimi ifadesi kullanılarak önemli bir yanlış ve saptırma yapılıyor. Bilindiği gibi, sorgulamanın, tartışmanın, eleştirmenin, denemenin ve değişimin olmadığı öğretilere ‘eğitim’ değil, ‘öğretim’ deniyor. Oysa içlerinde ilahiyat fakültesi dekanlığı yapmış kişilerin de olduğu pek çok ilahiyatçı da yazılarında, ‘dini öğretim’ ifadesini kullanıyor.

Raporun "Takdim" sayfasında vakıf başkanı, “... Karar alıcılar ve uygulayıcılar için önemli tespit ve teklifler sunduğumuz çalışmalarımızın Türkiye'nin din eğitimi alanında daha güçlü bir geleceğe doğru ilerlemesine ve doğru politikaların temellerinin atılmasına katkı sağlamasını hedefliyoruz” diyor. Raporun "Yönetici Özeti"nde,

gibi bilgilere yer veriliyor.

"Yönetici Özeti" sayfasında, “Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile toplumun ihtiyaç duyduğu din görevlilerinin yetiştirilmesi amacıyla kuruluşunu ve korunmasını teminat altına aldığı imam hatip okullarından” söz ediliyor. Oysa bu ifade işin gerçeğini bile bile saptıran bir ifade oluyor. Çünkü Öğretim Birliği Yasası’nda ‘imam hatip okulu’ diye bir ifade geçmiyor. Bu yasada, din uzmanı yetiştirilmesi için ‘ilahiyat fakültesi’ açılacağı belirtilirken, din hizmeti görecek kişilerin yetiştirilmesi için ilkokul, ortaokul ya da lise açılacak denmiyor: ‘Ayrı okullar’ açılacak deniyor. Dolayısıyla bu yasanın koruduğu okullar, ortaokul ve lise düzeyinde açılıp üniversiteye öğrenci yetiştiren imam hatip okulları olmuyor.

"Yönetici Özeti" kısmında ayrıca, din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) derslerinin “zorunluluğu hukuki süreçlere konu olmuş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi muafiyet taleplerinin yürürlüğe konması........

© soL


Get it on Google Play