Öncelikle öğretmenler gününü kutlarım.

Sevgili öğretmenim, bilirsin! Bir şeriat devleti olan Osmanlı, 250 yıl kadar önce, var olan askeri eğitimin yetmediğini görünce, Batıdan esinlenerek askeri okullar açmıştır. 1839’da da, sıbyan mektebiyle medresenin de yetmediğinin ayrımına varınca, Batıdan esinlenerek rüştiye (ortaokul) açmaya başlamıştır. Rüştiyedeki derslerin imamlarla/hocalarla yürütülemeyeceğini anlayınca da,1848’de, hoca/imam değil ‘öğretmen’ yetiştirmeye girişmiştir.

Öğretmenim, senin de bildiğin gibi her ülkede tarih, coğrafya, fizik, … gibi dersleri öğretenlere öğretmen deniyor. Topluma dinini öğretenlere de din adamı, Müslüman ülkelerde hoca/imam deniyor. Gelişmiş ve çağdaş hemen hiçbir ülkede din adamı öğretmenliğe, öğretmen de din adamlığına soyunmuyor.

Bilirsin öğretmenim! Din adamının işlevi ile öğretmenin işlevi, dağlar kadar farklıdır. Din adamı, yalnız o dine inanalar için öğretim yapar. Genelde öğrettikleri, farklı inançtakiler için bir şey ifade etmez. Öğretmenin öğrettikleri ise, hangi inançta olursa olsun herkes için geçerli bilgilerdir. Din adamı yüzyıllardır değişmeyen bilgileri aktarırken, öğretmenin anlattığı bilimsel bulgulara göre ve yeni gerçekler ortaya çıktıkça yenilenebilmektedir. Din adamının anlattığı tartışılmaz, eleştirilmez ve değişmez bilgilerken, öğretmenin anlattıkları bunun tamamen tersidir. Din adamının amacı, öğrenen kişiyi o inanca bağımlı hale getirmek, öğrettiği inanç doğrultusunda düşünüp davranmasını sağlamaktır. Öğretmenin amacı ise öğrenenin ne düşüneceğini öğretmek değil ona düşünmeyi öğretmektir; öğrencinin bilgisini ve vicdanının geliştirerek onu kendi egemenliğinin ayrımında olan özgür bir bireye dönüştürmektir. Dini öğretimden geçenler, genelde her konuda kendilerine öğretildiği şekilde davranırken, bilimsel eğitimden geçenler ise genelde öğrendiklerini, akıllarını ve vicdanlarını kullanarak hareket etmektedir. Dini öğretimden geçenler genelde dininin davacısı olurken, bilimsel eğitimden geçenlerin davası bilimdir-gerçeklerdir, akıldır, vicdandır.

Ayrıca hemen hiçbir çağdaş ülkede, o ülkede yaşayanların kendi egemenliklerinin ayrımına varıp özgür yurttaşlar olması için öğretmenlere görev veren bir lider yoktur!

Anımsarsın öğretmenim! Ülkeyi düşman işgalinden kurtardıktan sonra, padişahlık, diktatörlük, krallık gibi tek adam rejimini değil de, halk egemenliğine dayalı Cumhuriyet’i kuran Mustafa Kemal, öğretmenlerden, “Fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür” ve “fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar” yetiştirilmesini istemiştir.

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım öğretmenim: Biz öğretmenler bu görevi ne denli yerine getirdik, getiriyoruz?

Öğretmenlik yaşamım üzerinden bu soruyu yanıtlamaya kalkarsam, ancak sınıfta kaldığımızı söyleyebilirim. Ben 1964’te Konya’daki Astsubay Sınıf Hazırlama Okulunda ve 1966’da da Alanya lisesinde öğretmenliğe başladım. Bu okullarda Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet değerlerine karşı olan öğretmene de öğrenciye de rastlamadım. 1969’da bakanlık merkez örgütüne tayin olduktan kısa süre sonra bakanlıkta MHP’li olduğu belli olan kişiler artmaya başlasa da, onların da Cumhuriyet ile bir dertleri yoktu.

Benim öğretmenliğe başladığım yıllarda, Cumhuriyet, laiklik, bilimsellik, bağımsızlık karşıtı, padişah, Osmanlıca ve hilafet hayranı, karma eğitime karşı, çok evliliği savunan öğretmen yok gibiydi. Okullarda etkinlik yapabilen gerici kuruluşlar yoktu. Hangi bakanın, rektörün, akademisyenin, öğretmenin, polisin ya da hakimin hangi tarikatın üyesi olduğu gibi durumlar insanın aklına bile gelmezdi. Öğretmenliğe başladığımda, bazı yörelerde kaçak Kuran kursları varsa da, tarikat okulları tarikat yurtları diye bir şey yoktu. Okula giden kızlar giderek çağdaş giysileri kullanmaya başlarlardı.

Öğretmenleri çoğu halktan ve bağımsızlıktan yanaydı. Öğretmenlerin çoğunluğunun üye olduğu Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) 1968’de düzenlediği ‘Demokratik Eğitim Kurultayı’nda içilen ant şöyleydi: “Türküm, doğruyum, devrimciyim./ Yasam iç ve dış gavuru dışarı atmak,/ Yurdumu tez elden kalkındırmaktır.../ Ülküm, işçiye iş,/ Köylüye toprak,/ Bebeye süt,/ Yavruya ekmek ve kitap,/ Gence gelecek sağlamaktır.../ Varlığım ulusal kurtuluşumuza ve bağımsızlığımıza armağan olsun... .”

Ancak bakanlık bursuyla doktora yapmak için gönderildiğim yurt dışından Ağustos 1980’de döndüğümde, bazı Talim ve Terbiye Kurulu üyelerinin koridorlardan takunya ile geçerek tuvalete gidip abdest almalarını ve kapısı açık ofislerinde namaz kılmalarını gördükçe şaşırmıştım.

Bakanlığın izniyle Mayıs 1982’de Boğaziçi Üniversite’sine (BÜ) geçtiğimde de hem akademik kadro ile öğrencilerin büyük çoğunluğu Cumhuriyet ile sorunu olmayan kimselerdi ve türban kullananlar yoktu. Ancak yıllar içinde, okudukları dergi ve gazetelerden ya da sınıf içi konuşmalarından tarikatçı (ağırlıklı olarak Fetöcü) olduğu anlaşılan öğrencilerle türban kullanan öğrenciler artmaya başladı. Hatta öğrenciler içinde, “Kuran’a sadık kalsak hiçbir sorunumuz kalmaz, beni Cumhuriyetin yasaları yargılayamaz” diyenler bile çıkmaya başlamıştı.

Bakanlığın izniyle Mayıs 1982’de Boğaziçi Üniversite’sine (BÜ) geçtiğimde de hem akademik kadro ile öğrencilerin büyük çoğunluğu Cumhuriyet ile sorunu olmayan kimselerdi ve türban kullananlar yoktu. Ancak yıllar içinde, okudukları dergi ve gazetelerden ya da sınıf içi konuşmalarından tarikatçı (ağırlıklı olarak Fetöcü) olduğu anlaşılan öğrencilerle türban kullanan öğrenciler artmaya başladı. Hatta öğrenciler içinde, “Kuran’a sadık kalsak hiçbir sorunumuz kalmaz, beni Cumhuriyetin yasaları yargılayamaz” diyenler bile çıkmaya başlamıştı.

BÜ’den 2008’de yaş haddinden emekli olsam da, 2021 Haziran ayına kadar yarı zamanlı ders vermeye devam ettim. Bu günlerde, Cumhuriyetin 100. yılında, örneğin Ekim ayında,

benim 57 yıllık öğretmenlik yaşantım boşa gitmiş, bana verilen görevi yerine getirememişim demek değil midir öğretmenim?

Bu gerçekler ışığında öğretmenler gününü kutlamak kolay mı?

Aman desem öğretmenim, öğretmenlikle din adamlığını karıştırma; Cumhuriyete, toplumuna, mesleğine ve insanlığına yabancılaşma. Yukarıda özetlenen ya da benzeri olumsuzlukların faili olma; gericilerin taşeronluğuna soyunma. Çünkü öğretmenim, bu ülke senin sayende ya laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olarak devam edecek ya da Afganistan’a benzer bir ülkeye dönüşecek.

[email protected]

QOSHE - Sevgili öğretmenim - Rıfat Okçabol
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sevgili öğretmenim

19 1
24.11.2023

Öncelikle öğretmenler gününü kutlarım.

Sevgili öğretmenim, bilirsin! Bir şeriat devleti olan Osmanlı, 250 yıl kadar önce, var olan askeri eğitimin yetmediğini görünce, Batıdan esinlenerek askeri okullar açmıştır. 1839’da da, sıbyan mektebiyle medresenin de yetmediğinin ayrımına varınca, Batıdan esinlenerek rüştiye (ortaokul) açmaya başlamıştır. Rüştiyedeki derslerin imamlarla/hocalarla yürütülemeyeceğini anlayınca da,1848’de, hoca/imam değil ‘öğretmen’ yetiştirmeye girişmiştir.

Öğretmenim, senin de bildiğin gibi her ülkede tarih, coğrafya, fizik, … gibi dersleri öğretenlere öğretmen deniyor. Topluma dinini öğretenlere de din adamı, Müslüman ülkelerde hoca/imam deniyor. Gelişmiş ve çağdaş hemen hiçbir ülkede din adamı öğretmenliğe, öğretmen de din adamlığına soyunmuyor.

Bilirsin öğretmenim! Din adamının işlevi ile öğretmenin işlevi, dağlar kadar farklıdır. Din adamı, yalnız o dine inanalar için öğretim yapar. Genelde öğrettikleri, farklı inançtakiler için bir şey ifade etmez. Öğretmenin öğrettikleri ise, hangi inançta olursa olsun herkes için geçerli bilgilerdir. Din adamı yüzyıllardır değişmeyen bilgileri aktarırken, öğretmenin anlattığı bilimsel bulgulara göre ve yeni gerçekler ortaya çıktıkça yenilenebilmektedir. Din adamının anlattığı tartışılmaz, eleştirilmez ve değişmez bilgilerken, öğretmenin anlattıkları bunun tamamen tersidir. Din adamının amacı, öğrenen kişiyi o inanca bağımlı hale getirmek, öğrettiği inanç doğrultusunda düşünüp davranmasını sağlamaktır. Öğretmenin amacı ise öğrenenin ne düşüneceğini öğretmek değil ona düşünmeyi öğretmektir; öğrencinin bilgisini ve vicdanının geliştirerek onu kendi egemenliğinin ayrımında olan özgür bir bireye dönüştürmektir. Dini öğretimden geçenler, genelde her konuda kendilerine öğretildiği şekilde davranırken, bilimsel eğitimden geçenler ise genelde öğrendiklerini, akıllarını ve vicdanlarını kullanarak hareket etmektedir. Dini öğretimden geçenler genelde dininin davacısı olurken, bilimsel eğitimden geçenlerin davası bilimdir-gerçeklerdir, akıldır, vicdandır.

Ayrıca hemen hiçbir çağdaş ülkede, o ülkede yaşayanların kendi egemenliklerinin ayrımına........

© soL


Get it on Google Play