ANALİZ

AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın “Bu benim son seçimim” sözlerine rağmen aslında 2027’de meclisin alacağı bir erken seçim kararı ile üçüncü kez (aslında dördüncü) adaylığını koymak istediğini size anlatmıştım.

Gerçi bunun devreye sokulması için öncelikle 13 gün sonra yapılacak yerel seçimin sonuçlarını görmek gerekir.

Dün de yazdığım gibi Erdoğan bu seçimde oy kaybeder üstelik İstanbul’u da kazanamazsa bu plan suya düşer.

Erdoğan bir kez daha aday olmak için neye güveniyor?

Güvendiği şey “milli irade” kavramı.

2002’de yapılan seçimde halkın üçte birinin desteğini alarak iktidara geldi.

Ancak seçim sisteminin azizliği sayesinde mecliste üçte iki oranında bir temsil kabiliyetine kavuştu.

Sonraki seçimlerde ise oyunu yüzde 49’a kadar çıkararak mecliste tek başına iktidar olacak gücü yakaladı.

Cumhurbaşkanlığı döneminde ise aldığı diğer parti destekleriyle her seferinde yüzde 50’nin üzerinde oy toplamayı da başardı.

Bakın, önceki gün Rusya’da seçim yapıldı.

Putin oyların yüzde 87’sini toplayarak yeniden devlet başkanı seçildi.

Şubat ayında Azerbaycan’da yapılan seçimlerde Aliyev yüzde 92 oy aldı.

Mısır’daki Sisi ise yüzde 97 oyla seçilmişti.

Erdoğan’ın yöntem olarak bu üç devlet başkanından bir farkı yok, tıpkı onlar gibi ülkeyi tek başına yönetiyor, kanun yerine geçen kararnameler çıkarabiliyor.

Burada fark Türkiye’dir.

Bütün örselemelere, dönüştürme çabalarına rağmen Türkiye hâlâ Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in temel ilkeleri ile yönetiliyor.

Erdoğan padişahlık özlemi içinde olsa bile Rusya’daki, Mısır’daki, Azerbaycan’daki gibi anormal oylar alarak seçilmiyor.

Bu da dış dış dünyada Türkiye’ye farklı bir yer sunuyor.

Dışarıdan bakınca Türkiye diktatörlükle yönetilen ülkelerin aksine muhalefetin sesinin çok çıkabildiği, demokratik sistemin ve hukuk kurallarının geçerli olduğu bir ülke gibi görülüyor.

Erdoğan da diğer ülkelerin aksine demokratik bir ülkede milli iradeye dayanan bir güç gibi algılanıyor.

Aslında bu durumdan Erdoğan ve çevresinin hiçbir şikayeti yok.

Türkiye Rusya, Azerbaycan, Mısır ve diğer bazı antidemokratik ülkeler gibi yönetiliyor ama görünümü çok farklı.

İşte muhalefet bütün olumsuzluklara rağmen önümüzdeki yerel seçimde bu görüntüyü değiştirmek zorunda.

Bu seçim sonucunda muhalefetin toplam oyu artık yüzde 50’yi geçmek zorunda.

Kim nerede kazanmış; AKP kaç belediye başkanlığı almış, bana göre bunların hiçbir önemi yok artık.

Seçmen sayısı 60 milyonun üzerinde, yüksek katılımla 55 milyon seçmenin oy kullanması mümkün.

Bu 55 milyonun yarıdan fazlası muhalefetteki partilere oy verirse Erdoğan’ın elindeki “milli iradeyi temsil ediyoruz” silahı alınacaktır.

Muhalefet açısından bakınca bu oranın yüzde 50’yi biraz geçmesi değil, yüzde 60’lara dayanması hedef olmalıdır.

BUNU YAZMAK GEREK

Türkiye’nin dönüm noktalarından biri 2002’de yapılan genel seçimlerdir.

O seçimlerde, seçim sisteminin bir cilvesi sonucu AKP ve CHP dışındaki bütün partiler baraja takılmıştı.

Böylelikle halkın üçte birinden oy alabilen AKP mecliste üçte iki çoğunluğu yakalayarak anayasayı bile (referanduma götürmek koşuluyla) değiştirebilecek güce kavuşmuştu.

Durum 2007 seçiminde biraz değişti ve üçüncü parti olarak MHP de devreye girdi.

Çeşitli isimler altında siyaset yürüten şimdinin DEM Partisi ise 2015’e kadar “barajı aşamama” endişesi ile seçime bağımsız adaylarla katıldı ve bazı bölgelerde kazandığı milletvekilleri ile mecliste grup kuracak güce alıştı.

MHP 2002’den 2015’e kadar hep muhalefette kaldı, AKP’ye karşı amansız bir mücadele verdi.

Her şey 2015’te değişti, HDP’nin ilk kez barajı geçerek meclise girmesinden sonra Bahçeli’nin tavrı iktidardan yöne evrildi.

Bahçeli partisini 2018 ve 2023 seçimlerine AKP’nin payandası olarak soktu.

Bahçeli usta bir politika ile yönetimde hiçbir şekilde yer almadı ama 2016’dan bu yana iktidarın tüm nimetlerinden yararlanmayı başardı.

Son olarak Erdoğan’a “Millet seni seviyor, biz seviyoruz, bırakıp gidemezsin” diye çıkış yapan Bahçeli’ye pek çok muhalif “Bu kadar seviyorsan AKP ile MHP’yi birleştir o zaman” diye seslenmeye başladı.

Peki MHP önümüzdeki dönemde AKP’ye katılır mı?

Bu mümkün değil.

Çünkü MHP hazineden sadece yerel seçimler için 582 milyon lira aldı, gelecek seçimlere kadar 1.5 milyar lira daha alacak, AKP ile birlemesi halinde böyle bir yardım alamaz.

Aynıca Bahçeli’nin AKP’ye katılarak ya da resmen koalisyon kurarak yola devam etmesi iktidar nimetlerinden yararlanma faktörünü çok zayıflatacaktır.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Kimse mazeret aramasın, bir şeylerin arkasına sığınmasın.

Trabzon’da maçtan sonra yaşananlar korkunçtur.

Gerçi maç boyunca sahaya sürekli yabancı madde fırlatılması böyle korkunç bir olayın yaşanacağının haberiydi aslında.

Elbette Trabzon’daki olayları küçük bir kendini bilmez sözde taraftar grubu çıkarmıştır, buradan hareketle Trabzonspor’u suçlamak doğru olmaz.

Ancak ne olursa olsan bu maçın namusu öncelikle Trabzonspor’a emanettir ve siyasi kaygılar olmadan en şiddetle ceza verilmelidir.

Maç sonrası izlediğim bazı televizyon yayınlarında sunucular “Fenerbahçe maç sonunda orta sahada toplanıp sevinç gösterileri yaparak seyirciyi tahrik” etti dediler.

Böyle saçma şey olur mu?

Çok güçlü bir rakibi kendi sahasında yenmek ve sevinmek tahrik sayılabilir mi?

Ayrıca kasım ayında İstanbul’daki maçta Trabzon üstelik aynı sonuçla Fenerbahçe’yi 3-2 yenmişti ve maç bitince orta sahada toplanan Trabzonlu futbolcular dakikalarca sevinç gösterileri yapmıştı.

Fenerbahçe taraftarı ise tahrik olmamış hatta bazıları Trabzon’u alkışlamıştı.

Son olarak şunu belirtmek isterim; Sadece Trabzon’a ceza vermek olmaz. Olaylara karşı hiç bir şey yapamayan Trabzon valisi, emniyet müdürü ve tabii artık federasyon başkanı da görevden alınmalıdır.

DEDİKODU

Son dönemde toplum vicdanını en sızlatan olay Eylem Tok isimli bir kadının kaza yapıp ölüme neden olan 17 yaşındaki oğlunu anında yurtdışına kaçırması oldu.

Halen Amerika’da olan anne oğulun New York sokaklarında gülerken çekilmiş fotoğrafları öfkeyi daha da artırdı.

İlk günlerde “anne yüreği” bahanesi arkasına sığınanlar bile bu fotoğrafları görünce müthiş öfkeye kapıldılar.

Fotoğraflar New York’a giden ve yolda tesadüfen bu anne oğulu gören bir Türk tarafından çekilmiş.

Bu kişinin kimliğini bilmiyorum, ancak olayın bir başka yüzü de olabilir.

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Eylem Tok ve oğlunun Amerika’dan isteneceğini duyurdu.

Amerika bu iki kişiyi iade edebilir mi?

Amerika ile daha önce yapılan anlaşmalar gereği böyle bir iade gerçekleşebilir.

Çocuğun Amerikan vatandaşı da olması aslında işleri zorlaştırıyor ancak bu tür olaylarda ülkeler daha rahat davranabiliyor.

İşte o gülen fotoğraflar burada devreye girmiş olabilir.

Fotoğrafların yayınlanması toplumda müthiş bir öfkeye neden oldu.

Hem yaygın medyada hem sosyal medyada bu öfke patlaması çok açık biçimde görülüyor.

Anne Eylem Tok bu yayınları bir rapor halinde Amerikan yargısına sunarak “Olay bir kaza olmakla birlikte Türkiye’de ben ve oğlum hakkında çok ağır bir kampanya başlatıldı. İade edilmemiz halinde Türk mahkemelerinde adil biçimde yargılanmamız çok zordur. Bu nedenle iade talebinin reddedilmesini istiyoruz” diyebilir.

Amerikan Adalet Bakanlığı da bu gerekçeye dayanarak en azından çocuğun iade edilmemesine karar verebilir.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Türkiye İşçi Partisi Hatay’da büyükşehir için gösterdiği Gökhan Zan’ı adaylıktan çekti.

Zan bana göre acemiliğinin kurbanı oldu Gökhan Zan.

Siyaseti oyuncak sandı muhtemelen, deprem sırasında tüm ülkeyi ağlatan konuşmasının yarattığı sevgi selinin sihrine kapıldı.

Hangi partiden aday olursa olsun kazanacağını sandı.

Siyasetin ayak oyunlarını bilmediği için sağdan soldan gelen çoğu maddi vaatlerin doğru olduğunu düşünerek özensiz davrandı.

Sonuçta üzerinde temizlemesi çok güç bir leke yapışmasına neden oldu.

Bana kalırsa Gökhan Zan hem onurunu hem itibarını korumak için artık direnmemeli, iktidarın algı operasyonlarına konu olmaktan uzak kalmalı.

Gökhan Zan etrafında koparılan şiddetli bir fırtına var.

Ama artık hedef “Kimin ne yaptığı” değil, Gökhan Zan’ın kırmadan dökmeden bu badireden çıkmasıdır.

Bana göre siyasete acemice atılan bir sporcunun yaşamaması gereken şeylerdi bunlar.

QOSHE - Muhalefet Erdoğan’ın elinden milli irade silahını almak zorunda - Can Ataklı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Muhalefet Erdoğan’ın elinden milli irade silahını almak zorunda

150 28
19.03.2024

ANALİZ

AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın “Bu benim son seçimim” sözlerine rağmen aslında 2027’de meclisin alacağı bir erken seçim kararı ile üçüncü kez (aslında dördüncü) adaylığını koymak istediğini size anlatmıştım.

Gerçi bunun devreye sokulması için öncelikle 13 gün sonra yapılacak yerel seçimin sonuçlarını görmek gerekir.

Dün de yazdığım gibi Erdoğan bu seçimde oy kaybeder üstelik İstanbul’u da kazanamazsa bu plan suya düşer.

Erdoğan bir kez daha aday olmak için neye güveniyor?

Güvendiği şey “milli irade” kavramı.

2002’de yapılan seçimde halkın üçte birinin desteğini alarak iktidara geldi.

Ancak seçim sisteminin azizliği sayesinde mecliste üçte iki oranında bir temsil kabiliyetine kavuştu.

Sonraki seçimlerde ise oyunu yüzde 49’a kadar çıkararak mecliste tek başına iktidar olacak gücü yakaladı.

Cumhurbaşkanlığı döneminde ise aldığı diğer parti destekleriyle her seferinde yüzde 50’nin üzerinde oy toplamayı da başardı.

Bakın, önceki gün Rusya’da seçim yapıldı.

Putin oyların yüzde 87’sini toplayarak yeniden devlet başkanı seçildi.

Şubat ayında Azerbaycan’da yapılan seçimlerde Aliyev yüzde 92 oy aldı.

Mısır’daki Sisi ise yüzde 97 oyla seçilmişti.

Erdoğan’ın yöntem olarak bu üç devlet başkanından bir farkı yok, tıpkı onlar gibi ülkeyi tek başına yönetiyor, kanun yerine geçen kararnameler çıkarabiliyor.

Burada fark Türkiye’dir.

Bütün örselemelere, dönüştürme çabalarına rağmen Türkiye hâlâ Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in temel ilkeleri ile yönetiliyor.

Erdoğan padişahlık özlemi içinde olsa bile Rusya’daki, Mısır’daki, Azerbaycan’daki gibi anormal oylar alarak seçilmiyor.

Bu da dış dış dünyada Türkiye’ye farklı bir yer sunuyor.

Dışarıdan bakınca Türkiye diktatörlükle yönetilen ülkelerin aksine muhalefetin sesinin çok çıkabildiği, demokratik sistemin ve hukuk kurallarının geçerli olduğu bir ülke gibi görülüyor.

Erdoğan da diğer ülkelerin aksine demokratik bir ülkede milli iradeye dayanan bir güç gibi algılanıyor.

Aslında bu durumdan Erdoğan ve çevresinin hiçbir şikayeti yok.

Türkiye Rusya, Azerbaycan, Mısır ve diğer bazı antidemokratik ülkeler gibi yönetiliyor ama görünümü çok farklı.

İşte muhalefet bütün olumsuzluklara rağmen önümüzdeki yerel seçimde bu görüntüyü değiştirmek zorunda.

Bu seçim sonucunda muhalefetin toplam oyu artık yüzde 50’yi geçmek zorunda.

Kim nerede kazanmış; AKP kaç belediye başkanlığı almış, bana göre bunların hiçbir önemi yok artık.

Seçmen sayısı 60 milyonun üzerinde, yüksek katılımla 55 milyon seçmenin oy kullanması mümkün.

Bu 55 milyonun yarıdan fazlası muhalefetteki partilere oy verirse Erdoğan’ın elindeki “milli iradeyi temsil ediyoruz” silahı alınacaktır.

Muhalefet açısından bakınca bu oranın yüzde 50’yi biraz geçmesi değil, yüzde 60’lara........

© Sözcü


Get it on Google Play