Çocukluğumda mart ayını çok severdim.

Buzlar çözülmeye, karlar erimeye başlardı.

Kapıdaki kürünün (Büyük bir ağacın içi oyularak hayvanlar için yapılmış su yalağı) yüzeyindeki buz gidince, kağıttan kayıklarımı yüzdüreceğim kocaman bir su birikintisi bulmuş olurdum.

Sadece kürün mü?

Ayrıca yol kenarlarında eriyen buzların arasından kıvrıla kıvrıla, şırıl şırıl sular akardı.

Amcamın 70’lerin sonunda evimizde misafir ettiği devrimci bir arkadaşından öğrenmiştim kağıttan kayık yapmayı.

Mart geldiğinde, buzlar çözülmeye başladığında kağıttan kayıklar yüzdürmek benim için “baharı karşılama ayini” gibi kıymetli ve aynı zamanda eğlenceliydi.

★★★

Bir de neyi çok severdim bilir misiniz?

Kış aylarında doğan ama ahırdan çıkmadığı için hiç gün yüzü görmeyen buzağıların, kaz ve tavuk cücelerinin, kuzuların dışarıya adım attığı o ilk günü.

Erimeye başlayan, yumuşayan ve son günlerini yaşayan kar birikintileri üzerinde koşuşturmalarını (Kars’taki deyişiyle cırtiklemelerini) izlemeye bayılırdım.

Bir de hayvanları sulamak için kovalarla ahıra su taşıma döneminin bitmiş olması beni ziyadesiyle mutlu ederdi.

Çiğindirik dediğimiz omuzluğun iki ucuna 12 litrelik kovaları asıp çeşmeden ahıra yürümek, ahıra gelince içindeki suyu dökmeden kovaları omuzdan indirmek ve hayvanları tek tek sulamak, kışın en zor faaliyetlerinden biriydi.

Mart gelince, kapıdaki kürün de evin aşağı tarafından akan dere de çözülür, bu sayede hayvanları sulamaya götürebilirdim.

★★★

Mart ayında sevmediğim tek şey vardı.

O da kış boyu maaile yaşadığımız tek göz odadaki sobayı kaldırmak.

Boruları sökmekten ve temizlemekten nefret ederdim.

Hele bacadaki kurumu temizlemek benim için tam bir eziyetti.

Kış boyunca sobanın dibine dökülmüş külleri almak için kullandığımız o küçük soba küreğini (namı diğer külçekeni) defalarca bacaya sokup, orada birikmiş kapkara kurumla doldurup kolumda zar zor tuttuğum kovaya boşaltmak...

Aklıma geldikçe hala gülerim o trajik halime...

Ellerim, yüzüm gözüm kapkara olurdu iş bitene kadar.

O kurum lekelerinden öyle nefret ederdim ki yüzümü küründeki su birikintisine sokar, soğuktan donmama rağmen temizlenene kadar çıkarmazdım.

Külçeken

★★★

Ben bacadaki kurumlardan söz ettiğim bu yazıyı yazarken, yan taraftaki televizyonda başka bir Kurum’dan söz ediyorlardı ve peşi sıra AK Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Murat Kurum konuşuyordu:

“31 Mart’ta bir tarafta Gazze’ye yardım ulaştırmak için mücadele edenler, bir tarafta da kirli pazarlıklarla kapı arkasında ülkenin birliğine beraberliğine kastedenler var.”

Dinlerken içimden “yok daha neler” dedim.

Nereden tutsan elinde kalacak bir cümle.

Kendilerini “Gazze’ye yardım ulaştırmak için mücadele edenler” diye sınıflandırmış. Oysa kendileri Gazze’yi o hale getirenlerle, yani İsrail’le her türlü ticari ilişkiyi ve alışverişi sürdürüyor. Açın saldırıların başladığı 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’le yapılan ihracat ve ithalatın rakamlarına ve İsrail’e mal götüren gemilerin kimlere ait olduğuna bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Diğer tarafta da “ülkenin birliğine beraberliğine kastedenler” varmış.

Yok daha neler!

Ülkenin sınırlarını yol geçen hanına dönüştürüp milyonlarca göçmenle birlikte her türlü mafyanın, suç ve terör örgütünün ülkeye doluşmasına neden olan bir iktidarın mensubunun dediğine bakın!

2019 yerel seçimlerinden önce de “pazar günü Sisi mi diyeceğiz Binali Yıldırım mı” demişti aynı iktidarın mensupları. Sonra da Sisi’nin ayağına gitmişlerdi.

Lafı uzatmaya gerek yok.

Murat Kurum’un dili de “Sisi mi Binali mi” karşılaştırmasını yapanların dili de küçükken bacadan temizlediğimiz kurum gibi simsiyah.

Bu dile son vermek lazım.

Aksi takdirde bu dile gerçekten bir KÜLÇEKEN gerek!

Murat Kurum’un danışmanları, Kurum’dan “sempatik, şarkı söyleyebilen, dans edebilen, espri yapabilen” bir siyasetçi profili çıkarmaya çalışıyorlar ama olmuyor.

Radyoda türkü söylerken en az Binali Yıldırım kadar kötü ve detoneydi.

İmamoğlu’nun Kafkas oyunu ve horonundan sonra Kurum’un Konya’da sahnelediği oyun sadece komikti.

Kurum’un “şimdi biz neyi açıyoruz” esprisinin espri mi gaf mı olduğunu anlayabilen beri gelsin!

Benim danışmanlara tavsiyem şu: Bırakın en iyi bildiği şeyi yapsın, inşaattan falan söz etsin, temel atsın. Şarkı söyletip, dans ettirip komik duruma düşürmeyin.

QOSHE - Bu dile KÜLÇEKEN gerek! - Deniz Zeyrek
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bu dile KÜLÇEKEN gerek!

402 49
04.03.2024

Çocukluğumda mart ayını çok severdim.

Buzlar çözülmeye, karlar erimeye başlardı.

Kapıdaki kürünün (Büyük bir ağacın içi oyularak hayvanlar için yapılmış su yalağı) yüzeyindeki buz gidince, kağıttan kayıklarımı yüzdüreceğim kocaman bir su birikintisi bulmuş olurdum.

Sadece kürün mü?

Ayrıca yol kenarlarında eriyen buzların arasından kıvrıla kıvrıla, şırıl şırıl sular akardı.

Amcamın 70’lerin sonunda evimizde misafir ettiği devrimci bir arkadaşından öğrenmiştim kağıttan kayık yapmayı.

Mart geldiğinde, buzlar çözülmeye başladığında kağıttan kayıklar yüzdürmek benim için “baharı karşılama ayini” gibi kıymetli ve aynı zamanda eğlenceliydi.

★★★

Bir de neyi çok severdim bilir misiniz?

Kış aylarında doğan ama ahırdan çıkmadığı için hiç gün yüzü görmeyen buzağıların, kaz ve tavuk cücelerinin, kuzuların dışarıya adım attığı o ilk günü.

Erimeye başlayan, yumuşayan ve son günlerini yaşayan kar birikintileri üzerinde koşuşturmalarını (Kars’taki deyişiyle cırtiklemelerini) izlemeye bayılırdım.

Bir de hayvanları sulamak için kovalarla ahıra su taşıma döneminin bitmiş olması beni ziyadesiyle mutlu ederdi.

Çiğindirik dediğimiz omuzluğun iki ucuna 12 litrelik kovaları asıp çeşmeden ahıra yürümek, ahıra gelince içindeki suyu dökmeden kovaları omuzdan indirmek ve hayvanları tek tek sulamak, kışın en zor faaliyetlerinden biriydi.

Mart gelince, kapıdaki kürün de evin aşağı tarafından akan dere de çözülür, bu sayede hayvanları sulamaya........

© Sözcü


Get it on Google Play