İskenderun’dan Belen’e doğru dönüp yolu tırmanmaya başladığımızda hava da kararıyordu.

Yağmur çiselemeye başlamıştı. Belen’de hayat kendi akışında sürüyordu.

Yol kenarındaki dükkanlarda akşam alışverişi yapan insanlar, yollarda servislerle evlerine doğru yola konulmuş çalışanlar, kaldırımlarda üçlü beşli gruplar halinde sohbet eden gençler vardı.

★★★

Oysa tam bir yıl önce aynı yerden geçerken uzun bir araç kuyruğunu beklemek zorunda kalmıştık. Tam bir kaos vardı.

Canlarını kurtaran insanlar bulabildikleri araçlara atlayıp Hatay’dan uzaklaşmaya, güvenli bir yerlere gitmeye uğraşıyordu.

Binlerce araç ise felaketin vurduğu Hatay’a ulaşmak, yardım götürmek, arama kurtarma çalışmalarına katılmak istiyordu.

Jandarma Antakya tarafına giden araçları ve yardım tırlarını durduruyor, hepsini AFAD görevlilerinin kontrolünde şehre sokmaya çalışıyordu.

Oysa aynı saatlerde enkaz altında binlerce insan kurtarılmayı bekliyordu.

Binlerce gönüllü Antakya’ya Defne’ye, Samandağ’a ulaşsa da uygun araç gereç zamanında yetişmediği için o binlerce insan kurtulabilecekken kurtarılamadı ve yaşamını yitirdi.

★★★

Belen’i geçtikten sonra kıvrılarak Amik Ovası’na inen yoldan ilerledik. Düzlüğe çıktık ve şehre doğru ilerlemeye başladık.

“Ne gördün” diye sorarsanız tek söyleyebileceğim şey “Karanlık” olurdu.

“Bir yıl oldu insan hiç olmasa şu yolu aydınlatır” diye söylene söylene ilerledim.

Defne sınırları içindeki otelimize vardığımızda elektriklerin kesik olduğunu fark ettik.

Biraz sohbet ettikten sonra karnımızı doyurmaya karar verdik.

Daha önce Saray Caddesi’nde yer alan ünlü Salah Kebapçısı yol kenarındaki bir prefabrik çarşıda açılmış. Lokantadan içeri girdiğimizde oranın da karanlık olduğunu gördük.

Karanlığa rağmen doluydu.

Fener ışığında pişirdikleri muhteşem yemekleri telefonlarımızın ışığında yedik.

Diğer müşteriler bu duruma o kadar alışıktı ki “hep böyle mi” diye sorduğumuzda “Evet, Hatay’a hoş geldiniz” yanıtını aldık.

Bir süre sonra sevgili İsmail Saymaz yanımıza geldi. Kendisine “nerede kaldın gece yarısı oldu” diye sordum. “Yol mu var sanıyorsun, zıplaya zıplaya aralardan derelerden geldik” karşılığını verdi.

★★★

Haklıydı...

Aradan bir yıl geçmişti ama daha yollar dahi tam yapılmamıştı.

Geç saatlere kadar oturup sohbet ettik.

Saat 4:17’de onbinlerce insan Hatay meydanında toplanmıştı. Bir yıl önce o gece enkazdan panik halinde koştukları o yıkık sokaklarda dün aynı saatte sessizce yürümek o felaket gününü unutmadıklarını göstermek istiyorlardı.

CHP lideri Özgür Özel de etkinliğe katılıyordu. Oradaki varlığı Hataylılar için önemliydi.

Ancak Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş da oradaydı ve hem Savaş hem hükümet protestolardan nasibini alıyordu.

Kalabalık haklıydı.

Hükümeti protesto etme konusunda da haklıydı.

Lütfü Savaş’ı protesto etme konusunda da...

★★★

Hatay hem Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu hükümet tarafından yalnız bırakılmıştı hem Lütfü Savaş’ın başkanı olduğu Büyükşehir Belediyesi tarafından…

Gün ağardığında Hatay’ın yıkıntılarıyla yüzleştik hep beraber.

Enkazlar kaldırılmış, molozlar süpürülmüş ama acı aynı yerinde, hatta daha büyüyerek kalmıştı.

Bir yılda bir arpa boyu yol alınmamıştı.

Ne Ankara ne Belediye işini layıkıyla yapmıştı.

Üç gün önce Erdoğan Hataylılara nasıl seslenmişti?

“Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı.”

★★★

Aynen öyle olmuş.

Ancak Erdoğan’ın dediğinin aksine...

Erdoğan ve Savaş el ele vermiş, Hatay’ı GARİP bırakmış.

Hem Erdoğan’ın hem Savaş’ın Hatay’a Hataylılara büyük bir özür borcu var.

Bir yılda bir arpa boyu yol alamadıkları için.

İnsanları yurtlarına geri getirecek koşulları sağlayamadıkları için.

Millet felaketin yıkıntıları içinde sefalet içinde yaşarken onlar oy derdine düştüğü için...

Hepsinden önemlisi, Hatay’ı GARİP bıraktıkları için...

GARİP...

QOSHE - Garip! - Deniz Zeyrek
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Garip!

374 40
07.02.2024

İskenderun’dan Belen’e doğru dönüp yolu tırmanmaya başladığımızda hava da kararıyordu.

Yağmur çiselemeye başlamıştı. Belen’de hayat kendi akışında sürüyordu.

Yol kenarındaki dükkanlarda akşam alışverişi yapan insanlar, yollarda servislerle evlerine doğru yola konulmuş çalışanlar, kaldırımlarda üçlü beşli gruplar halinde sohbet eden gençler vardı.

★★★

Oysa tam bir yıl önce aynı yerden geçerken uzun bir araç kuyruğunu beklemek zorunda kalmıştık. Tam bir kaos vardı.

Canlarını kurtaran insanlar bulabildikleri araçlara atlayıp Hatay’dan uzaklaşmaya, güvenli bir yerlere gitmeye uğraşıyordu.

Binlerce araç ise felaketin vurduğu Hatay’a ulaşmak, yardım götürmek, arama kurtarma çalışmalarına katılmak istiyordu.

Jandarma Antakya tarafına giden araçları ve yardım tırlarını durduruyor, hepsini AFAD görevlilerinin kontrolünde şehre sokmaya çalışıyordu.

Oysa aynı saatlerde enkaz altında binlerce insan kurtarılmayı bekliyordu.

Binlerce gönüllü Antakya’ya Defne’ye, Samandağ’a ulaşsa da uygun araç gereç zamanında yetişmediği için o binlerce insan kurtulabilecekken kurtarılamadı ve yaşamını yitirdi.

★★★

Belen’i geçtikten sonra kıvrılarak Amik Ovası’na inen yoldan ilerledik. Düzlüğe çıktık ve şehre doğru ilerlemeye başladık.

“Ne gördün” diye sorarsanız tek söyleyebileceğim şey “Karanlık” olurdu.

“Bir yıl oldu insan hiç olmasa şu yolu........

© Sözcü


Get it on Google Play