19 Mart 2021 Cuma, Yeni Şafak gazetesinin başlığı: Bu operasyonu kimin adına çektiniz?

Ne olmuştu, hatırlamakta fayda var.

Temmuz 2018 ve Kasım 2020 tarihleri arasında Hazine ve Maliye Bakanlığı görevini Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak yürütmüştü. Ancak daha bu dönem öncesinde 2013 yılından itibaren Türk ekonomisi tıkanma sinyalleri vermeye başladı.

2009-2013 yılları arasında Amerikan Merkez Bankası FED’in bastığı bol ve ucuz dolardan da güç alarak Türkiye’de inşaat rantında bir patlama yaşanmıştı.

İnşaat rantı o kadar tatlıydı, o kadar büyük zenginler yaratıyordu ki, sanayiciler bile fabrikalarını taşıyarak konut işine girmeye başlamışlardı.

Sorulduğunda herkes mutluydu, zira üretimde kullanılan ham maddeler, yarı mamuller, ucuz dolar sayesinde rahatça ithal ediliyor, teknolojiye yatırım yapan Çin, Almanya, Kore gibi ülkeler ukala tavırlarla eleştirilerek, Türkiye’nin yarı mamul üretecek tesisleri kurma hamallığına girmeyerek ne kadar akıllı işler yapıldığı ballandıra ballandıra anlatılıyordu.

Ama 2013 dedik ya, rüzgar tersine esmeye başladı…

Amerikalılar 2008 Konut Krizi sonrası bastıkları paraların 900 milyar dolardan 4,5 trilyon dolara ulaşması ile 2013’de alarm vermeye başladılar. Dönemin FED Başkanı Bernanke faiz artırıp, fiziki doları geri çekerek olası enflasyonu önleme kararı verdi.

Amerika’da faizlerin artması ile Türkiye’de kur bir anda artmaya başladı ve maliyetler uzun yıllardan sonra ilk kez yükseldi.

***

O dönemde Türkiye zaten ‘Orta Gelir Tuzağı’na da düşmüştü.

Yani ekonomi, inşaat+tekstil ile yaratacağı en büyük kişi başına geliri yaratmış, bundan sonrası için ek yatırımlar ve yeni üretim modeline ihtiyaç duyuyordu. Bu da reformlar demekti.

Ancak AKP yönetimi ekonomideki bu büyük değişimi algılayamadı ve elde ettiği güçle topluma dayatmalar yapmaya başladı, Gezi Olayları patlak verdi ve bütün suçlu da “Geziciler” ilan edildi.

Ekonomi dolar artışı ile artık yokuş aşağı kaymaya başlamıştı. Reform çağrısı yapanlar duyulmadı ve büyük bir kibirle Türk ekonomisinin güçlü olduğu, sorunun dış güçler olduğu savunması yapıldı.

Türk siyasetini elde tutanların yaptığı deneme yanılma işlerle ‘Çözüm Süreci’, ‘Suriye Savaşı’ gibi başarısız politikalar ‘Hendek Savaşları’, ‘Suriye Başarısızlığı ve Göçmen Akını’ gibi sonuçlar doğurmaya başladı.

Agresifleşen ve Müslüman Kardeşler ekolüne yakınlaşan Türkiye; AB, ABD, Körfez Bölgesi ile çatışmalara girdi.

Bu çatışmalarda tek suçlunun Türkiye olduğunu söylemek de ülkemize haksızlık olur ancak AKP yönetiminin bir ‘Güç Zehirlenmesi’ne girdiği de gerçekti.

Türkiye’nin 15 Temmuz 2016’da yaşadığı hain darbe girişimi sonrası sermaye çıkışları daha da arttı. Ekonomi büyük bir durgunluğa sürüklenirken, yanlış bir üretim modelinde dış girdiye bağlı çalışan firmaları kurtarmak için ilk büyük paket de açıklandı.

Başbakan Binali Yıldırım hükümeti 200 milyarlık KGF kredilerini açıklayarak piyasalara büyük bir destek verdi.

Bundan sonraki gelişmelere baktığımızda yinelenen iki eylemi gördük:

1-Talebi düşük faizli kredilerle uyararak, kredi maliyetlerini de kamu bankalarına görev zararı yazdırma pahasına konut satışlarını artırmak.

2-Teknoloji yoğunluğu az olan ihracat ürünlerinin üretilmesi için firmalara sürekli uygun faizli krediler ve rahat ithalat yapabilmek için düşük kur düzeyi sağlamak.

Bu iki destekle çarklar dönerken, maliyetlerin rezerv yakarak ya da bütçeden karşılandığı bir dönemde kimsenin aklına Türkiye’nin üretim modelini değiştirmek gelmedi. Gelse de bunun yaratacağı iflaslar ve işsizlik gibi bir maliyeti AKP yüklenmek istemedi.

Berat bey dönemine dönecek olursak, “Kasım 2020'de ABD'li yatırım bankası Goldman Sachs'ın tahminlerine göre Merkez Bankası Türkiye'de faizlerin düşük tutulması için 100 milyar dolardan fazla rezerv harcadı. Kerim Rota'nın tahminlerine göre ise 128 milyar dolarlık TCMB döviz rezerv satışına Mart 2019'da yerel seçimler öncesi başlandı. Döviz rezervlerinin satışı 2020 Kasım’da dönemin Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın istifası ve dönemin TCMB Başkanı Murat Uysal'ın görevden alınması ile sona erdi.”

Murat Uysal sonrası TCMB Başkanı olan Naci Ağbal durumu toplamak için faiz artışına gitti. Böylece liradaki değer kaybını rezerv satmadan önlemek, yabancı sermayeye güven vererek fon akımlarını ülkeye çekmek istedi. Bir söylentiye göre de TCMB’nin sattığı 130 milyar doların kimlere ve hangi fiyattan satıldığına dair de bir araştırma başlattı.

***

Ancak faiz artışından sonra Albayrak Medyası tarafından yazımıza başlık olan sürmanşetle çıkan Yeni Şafak bu işlerin kimin için yapıldığını sorarak Naci Ağbal ve bakan Lütfü Elvan’a adeta savaş açtı.

Ekonomin temel esaslarını yerine getiren Elvan ve Ağbal ikilisi görevden alınarak, 2021’de Şahap Kavcıoğlu TCMB başkanı, Nureddin Nebati de bakan oldular.

Bu dönemde Türkiye’nin kura basmak için rezerv satışlarına tekrar başladığı ve yaklaşık rakamın 200 milyar dolara dayandığına dair iddialar ortaya atıldı. Merkez Bankası rezervleri çılgın faiz indirimleri sonucunda bitmekle kalmayıp swap denilen borçlarla eksiye döndü.

Kur Korumalı Mevduat ile geçici olarak tutulan kurun maliyeti olarak trilyonu aşan para tefecilere örtülü faiz olarak ödendi. Maliye bu yükü kaldıramadı ve mecburen Merkez Bankası para basmaya başladı…

Bu modelin, yani rezerv satarak, borç alarak kuru tutmanın mümkün olmadığı anlaşıldığında Nebati yerine dış sermaye ile köprü olabilecek bir isim, Mehmet Şimşek uzun ve zorlu bir ikna süreci ardından bakanlık koltuğuna geçti.

Ancak siyasi kanadın 2013 yılındaki Gezi Olayları ile hesaplaşması bitmediği için Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay kararları dinlenmedi. Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay ve Cumhur İttifakı karşı karşıya geldi.

Bütün bu gerginlikler ve geçmişte yatırımcı güvenini bitiren bakan ve merkez bankası başkanlarının görevden alınması gibi kötü bir miras da Şimşek’in peşini bırakmadı. Yabancı sermaye girişleri yeterince sağlanamadı.

Ancak daha gerçekçi bir ekonomi politikası izleyen Şimşek yönetimi Türkiye kredi notunda artış ve KKM tutarını azaltma konusunda yol da aldı. Fakat yüksek seyreden enflasyon ve bütçe açığı gibi konularda yapılması gerekenler bitmedi.

Şimdi şu soruyu malum çevrelere sormak gerek: Zamanında Ağbal’ı görevden aldıran operasyonu tetikleyen manşeti kimin adına yazdınız? Şu an faiz artarken neden aynı başlığı atmıyorsunuz?

Yanlışlarınızın bedelini 32 lira olmuş dolar, fiiliyatta 100’ü geçmiş enflasyonla halk öderken mutlu musunuz?

QOSHE - Bu operasyonu kim adına çektiniz? - Evren Devrim Zelyut
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bu operasyonu kim adına çektiniz?

57 5
20.03.2024

19 Mart 2021 Cuma, Yeni Şafak gazetesinin başlığı: Bu operasyonu kimin adına çektiniz?

Ne olmuştu, hatırlamakta fayda var.

Temmuz 2018 ve Kasım 2020 tarihleri arasında Hazine ve Maliye Bakanlığı görevini Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak yürütmüştü. Ancak daha bu dönem öncesinde 2013 yılından itibaren Türk ekonomisi tıkanma sinyalleri vermeye başladı.

2009-2013 yılları arasında Amerikan Merkez Bankası FED’in bastığı bol ve ucuz dolardan da güç alarak Türkiye’de inşaat rantında bir patlama yaşanmıştı.

İnşaat rantı o kadar tatlıydı, o kadar büyük zenginler yaratıyordu ki, sanayiciler bile fabrikalarını taşıyarak konut işine girmeye başlamışlardı.

Sorulduğunda herkes mutluydu, zira üretimde kullanılan ham maddeler, yarı mamuller, ucuz dolar sayesinde rahatça ithal ediliyor, teknolojiye yatırım yapan Çin, Almanya, Kore gibi ülkeler ukala tavırlarla eleştirilerek, Türkiye’nin yarı mamul üretecek tesisleri kurma hamallığına girmeyerek ne kadar akıllı işler yapıldığı ballandıra ballandıra anlatılıyordu.

Ama 2013 dedik ya, rüzgar tersine esmeye başladı…

Amerikalılar 2008 Konut Krizi sonrası bastıkları paraların 900 milyar dolardan 4,5 trilyon dolara ulaşması ile 2013’de alarm vermeye başladılar. Dönemin FED Başkanı Bernanke faiz artırıp, fiziki doları geri çekerek olası enflasyonu önleme kararı verdi.

Amerika’da faizlerin artması ile Türkiye’de kur bir anda artmaya başladı ve maliyetler uzun yıllardan sonra ilk kez yükseldi.

***

O dönemde Türkiye zaten ‘Orta Gelir Tuzağı’na da düşmüştü.

Yani ekonomi, inşaat tekstil ile yaratacağı en büyük kişi başına geliri yaratmış, bundan sonrası için ek yatırımlar ve yeni üretim modeline ihtiyaç duyuyordu. Bu da reformlar demekti.

Ancak AKP yönetimi ekonomideki bu büyük değişimi algılayamadı ve elde ettiği güçle topluma dayatmalar yapmaya başladı, Gezi Olayları patlak verdi ve bütün suçlu da “Geziciler” ilan edildi.

Ekonomi dolar artışı ile artık yokuş aşağı kaymaya başlamıştı. Reform çağrısı yapanlar duyulmadı ve büyük bir kibirle Türk ekonomisinin güçlü olduğu, sorunun dış güçler olduğu savunması yapıldı.

Türk siyasetini elde tutanların yaptığı deneme yanılma........

© Sözcü


Get it on Google Play