Ben İstanbul’da doğdum, babam, dedelerim, hepsi İstanbul’da doğdu…

Babaannem Arnavutköy’de otururdu. Çocukken kuzenlerimle oradan denize girer, şezlonglarımıza uzanır, dondurmamızı yerdik…

Yüzmeyi Seçkin Teyzem’in beni sandaldan atmasıyla öğrendim. Çocuktum, Seçkin teyzem cesurdu, ben de fena sayılmazdım.

Sonra ortaokul yıllarında Heybeliada’ya taşındık. Sadece Heybeliada’da değil, Büyükada, Burgaz, Sedef Adası, Kınalı, hatta sık sık Kaşık Adası’na gidip yüzdük.

Arkadaşlarımız eşyalarını bize verir, vapurdan atlar, kulübe gelirlerdi. Biz de eşyalarını taşırdık oraya. Heybeli Su Sporları Kulübü’ne…

Çok güzeldi, denizde büyüdük biz, Marmara Denizi’nde…

Şimdi o denize uzaktan bakamaz olduk. Kirinden, pisinden geçilmiyor. Müsilaj kaplamış her yeri.

Biz büyüdük ve kirlendi Marmara…

Deniz Bilimci Bayram Öztürk, bu işe kalbini, emeğini koyuyor. Diyor ki, “Biz kirlettik, biz temizleyeceğiz. Kirleten bedelini ödeyecek.”

Bayram Hoca’yı yıllardır takip ederim. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’nın (TÜDAV) desteğiyle Antarktika’ya ilk Türk seferini gerçekleştiren ve burada keşfedilen yeni bir türe ismi verilen Öztürk, Türkiye’nin önde gelen deniz bilimcilerinden biri. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’nın (TÜDAV) kurucusu ve başkanı. İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi’nde ana bilim dalı başkanı. Öğrencisi Ecem Kodak, su bilimleri mühendisi. Çocuklara yönelik yazdığı ilk kitabı “Deniz Dinozorunun Sırrı’nda müsilaja çare arayan iki lüfer kardeşin macerası üzerinden Türkiye’nin deniz biyoçeşitliliğini ve iklim krizinin su yaşamına etkisini anlatıyor. Ecem ve Bayram Hoca söyleştiler. Ben de köşemi onlara açtım. Buyurun iki su bilimcinin sohbetine.

Osman Atasoy’un büyük katkısı var bu işin başlamasında. Osman, Antarktika’dan dönmüştü o zaman. Şimdi TÜDAV’ın ekibinde bulunan insanlar vardı yanımızda. Bu işi yapmaya karar verdik. İlk seferi Ukraynalılarla yaptık. Sonra baktık yapabiliyoruz ve önemli makaleler çıkartıyoruz, öyleyse bu ulusal bir proje olmalı diye düşündük. Öyle de oldu. Türkiye’nin ilk Antarktika seferinin liderliğini ben üstlendim: TÜDAV’ın ve bazı üniversitelerin desteğiyle, bir grup Türk araştırmacıyla birlikte bu seferi gerçekleştirdik.

Şimdi bazı sağlık sorunlarım başladı. Doktorlar soğu hava koşullarından ötürü projeye devam etmemi sakıncalı buldu. Ben 2015-2016 yıllarında Japon Kutup Araştırma Enstitüsü’nde çalışırken Japonlarla birlikte Showa istasyonunda Antarktika’da kalmıştım. Bu yüzden deneyimliydim. Dönünce Neden Antarktika isimli önce Türkçe sonra da İngilizce birer kitap yazdım. Bugün Antarktika’ya gidecek olanlar hangi ilaçları kullanacaklar, ne yiyip içecekler bu kitaplardan öğrenebilirler. Ama en önemlisi makale yazmak. Evrensel standartta makale yazmıyorsanız boşuna masraf etmişsiniz demektir. Kamu kaynaklarını heder etmişsiniz demektir.

Yaşam çok farklıydı, ilginç ve güzel deneyimlerim oldu. Ama buraya giden ilk Türk ben değilim. Kitap okudum kar fırtınalarında ve çok kötü hava şartlarında. 55 ve 56. enlemleri gemiyle geçmek oldukça yorucu ve bir o kadar da heyecanlıydı. Araştırmalar için bana verilen dört helikopter vardı. 2006 seferinde Türk ve Ukraynalı ekip yeni bulunan bir türe benim ismim verdiler Sagediopsis bayozturkii ismiyle. Prof. Gökhan Halıcı’nın mükemmel çalışmaları sayesinde Antarktika biyoçeşitliliği hakkında yeni şeyler öğrendik. Aylarca buzların arasında kaldık; internetin, gürültünün, trafiğin olmadığı bir yerde. Japonların Showa üssünde çalışırken sabah sporu ve fiziki mukavemet bence ilginç anılardı. Hibiki‘de işin süsüydü akşam toplantılarında.

Türkiye, Antarktika’da gözlemci statüsünde. Hala danışman değil. Antarktika Anlaşması’nda dahli yok. Çünkü kurucu ülkelerden değil. O yüzden bu konuda çok araştırma yapmamız, makaleler yazmamız lazım. Bu sayede danışman ülke olabiliriz. Makale yazarken de özgün çalışma şart. Bilineni tekrar değil. Aslında iyi bir planlamayla çoktan danışman ülke olunabilirdi. Hollanda örneği incelenmeye değer.

ANTARKTİKA, DÜNYANIN KORUMA ALANI OLABİLECEK TEK YER

Antarktika yeryüzünde iklimin ve canlı kaynakların anlaşılması açısından çok değerli bir alan… Türkiye’nin 13 kat büyüklüğünde. Ve en önemlisi, dünyada barışın hâkim olduğu, uğruna savaşılmamış, dünyanın koruma alanı olabilecek tek yer. Antarktika’da petrol çıkartacağız, avcılık yapacağız, iskele yapacağız gibi şeyler söylememek lazım. Orayı sadece korumamız gerek. Biz şu an arka masada oturuyoruz. İlk masaya geçmek için ciddi araştırma projeleri gerekiyor. İyi makale yazacak bilim insanlarının gitmesi lazım. Çok çalışmamız lazım.

Beykoz’daki İstanbul Denizcilik ve Su Ürünleri Meslek Lisesi’nin ilk mezunuyum. Babam o zamanlar Fenerbahçe gemisinde çalışıyordu. Ben de o zamanlar babamla birlikte Fenerbahçe gemisinde Adalar, Yalova, İstanbul Boğazı hattında gider gelirdim, balık tutardım. Okurken Et ve Balık Kurumu’nun bursunu kazandım. Kamu o dönem bugünkü gibi değildi. İyi ve başarılı öğrenciler burs alırdı ve bunun için hiçbir başka güce, çabaya gerek yoktu. Liseyi bitirdikten sonra bir süre kurumda çalışmaya başladım. Ardından Ege Üniversitesi’nin Biyolojik Oşinografi bölümünü bitirdim. Mezun olunca Et ve Balık Kurumu’na geri döndüm ama kurum özelleşiyordu; gemiler, fabrikalar satıldı, depolar kapatıldı. O yüzden ben de üniversitede çalışmaya karar verdim. İyi bir araştırmacı, deniz bilimci olmayı; okyanusları dolaşmayı, öğrenmeyi istedim. Dalış ve yelken öğrendim, kendimi bilimsel olarak geliştirmem şarttı. İstanbul Üniversitesi’nde ve daha sonra yurt dışındaki araştırma kurumlarında çalışmaya başladım.

ÇALIŞMALARIMIZI 130 ÜLKE TAKİP EDİYOR

1996’da fakültede bazı arkadaşlara vakıf projesini açtım. Bir kısmı olumlu dönüş yaparken bir kısmı da gereksiz ve zaman kaybı diye ilgilenmedi. Konuyu rahmetli kaptan ve hukukçu Gündüz Aybay’a açtım. Ben kuruluşa yardımcı olayım ama para lazım dedi. Bunun için o dönem beş yüz bin liraya ihtiyaç vardı. Paranın toplanması gerekti ve iş bana düştü. Mezun olduğum denizcilik lisesindeki parası olan yakın arkadaşlarımı topladım bir gece. “Bir projem var” dedim. “Vakıf kuracağız. Para lazım”. Onlar biraz para toplayıp bana verdiler hiç unutmam. Eşim, ailem ve yakın dostlarım da katkıda bulundular. Ama yetmedi tabii. UNEP’e o zaman proje yazdım ve vakfı kurmak için gereken parayı böylece toplamış oldum. Yirmi yedi yıl önce bu ciddi bir paraydı. Ardından Taksim’de toplandık, Gündüz Abi’ye “Abi vakfı kuruyoruz” dedik. “Tamam” dedi, kuruluş sürecinde bizi o destekledi. İşte 1997 ‘de TÜDAV’ı böyle kurduk. Bugün yirmi yedinci senesinde, yayımlanmış yetmiş tane kitabı var. Yüz otuz ülke bizim ne yaptığımıza bakıyor. Çalışmalarımız bütün dünyada ilgiyle izleniyor.

Birincisi, biz vakfı kurduğumuz günden beri, tüm araştırmacıları denizel biyoçeşitliliğin korunmasıyla ilgili yönlendiren, destekleyen bir İngilizce dergi çıkartıyoruz. Bizi farklı kılan işlerden biri bu. Ülkemizde hiçbir sivil toplum örgütü dünyada bilimsel veri tabanlarında taranan sürekli bir dergi çıkartmıyor. Bu zaten zor bir iş. Biz denizel biyoçeşitlilik ve deniz çevresi konusunda hem Karadeniz hem de Akdeniz ülke bilim insanları için bir nefes borusuyuz. Araştırmalar, bulgular kolayca burada yayımlanıyor. İkincisi Türkiye’de denizle ilgili hiçbir kurumun bizimki kadar kitap çıkarttığını sanmıyorum. Vakfın kurucusu ve başkanı olarak bununla gurur duyuyorum. Birçok fakülte ve üniversite bile doğru düzgün dergi ve kitap çıkartamıyor. Bu biraz adanmışlık ve kadro gerektiriyor. Youtube kanalımızda da özgün deniz koruma videoları var. Biz bir Enstitü gibi çalışıyoruz. AB fonları yanında birçok uluslararası ve ulusal kurumla bilgi paylaşıyoruz.

İNGİLTERE’NİN EN İYİ EDİTÖRLERİ OKURLARINA KİTABIMIZI ÖNERDİ

Avrupa Birliği ufuk ötesi projelerinde ortağız. 2023’ün sonunda 21m’lik bir araştırma gemisi aldık. Bu gemi ile Marmara Denizi ve boğazlarda gerçek zamanlı ölçümler yapmayı planlıyoruz. Türkiye gibi bir ülkenin boğazlar gibi stratejik bir bölgesinde gerçek zamanlı ölçüm yapılmaması çok büyük bir bilimsel eksiklik ve ayıp. Türkiye’nin nüfusuna, teknolojisine, bütçesine, bilimsel birikimine bakıldığında bunun elli yıldır yapılması gerekirdi. Marmara Denizi bizim yatak odamız. Biz kirlettik biz temizleyeceğiz. Kirleten bedelini ödeyecek.

Yaptığımız tüm işleri İngilizce ve Türkçe yayımlıyoruz. Deniz mağaraları ile ilgili bir kitap çıkarttık. Bu kitabı İngiltere’nin en iyi kitap editörleri okurlarına önerdi. TÜDAV’ın internet sitesinde hepsi var (https://tudav.org/). Bütün yayınlarımız ücretsiz indiriliyor. Okullarda deniz okuryazarlığı öğretiyoruz. Denizlerin ve deniz çayırlarının korunması için çok ciddi çaba sarf ediyoruz. Ülkemizin denizlerinin korunması sayesinde refahtan pay alacağına inanıyoruz. Deniz bereket ve büyük bir ulusal servettir. Bu serveti yönetmek, bilgiyle, bilimle ve yetişmiş insan gücüyle olur. Mavi büyüme ve mavi ekonomi için Türk insanının denizleri koruması ve sürdürülebilir olarak kullanması gerekiyor.

Kesinlikle. 1998 yılında Gökçeada’da da koruma alanı oluşturduk. Bizim koruma alanı ilan ettiğimiz yer pırıl pırıl, balıktan geçilmiyor. Diğer yerlerse çöl, çorak, çöplük, plastik suyun altında aklınıza ne gelirse var. Yeni koruma alanları ilanı için çaba gösteriyoruz. Mesela Karadeniz’de hiç deniz koruma alanımız yok. Büyük bir eksiklik. Son on senede köpek balıkları ve mercanlar başta olmak üzere 18 türün koruma altına alınmasına doğrudan katkıda bulunduk. Ölüdeniz’in korunmasıyla ilgili çalışmalarımız var. En son Türk Boğazları’nın korunması ve köpek balıklarıyla ilgili iki belgesel yayımladık. TÜDAV’ın Youtube kanalından izleyebilirsiniz.

GAYRİ SAFİ MİLLİ HÂSILA YENMİYOR, BUNU PANDEMİDE GÖRDÜK!

Deyim yerindeyse insanoğlu kendi ayağına sıkıyor. Biyoçeşitliliğin yok olması insanın yok olmasına sebep oluyor. Bunu sadece faydacı bir bakış açısıyla, felsefeyle açıklamıyorum. Esas demek istediğim şu: Doğanın düzenini bozuyoruz. Doğa odaklı bir bakışla bu işleri takip etmemiz lazım. Şimdiye dek yaptığımız işlerde hep insan odaklı bir bakış açısı hâkim oldu ama sonuçta gayri safi milli hâsıla yenmiyor bunu pandemide gördük. Onun için bu işi doğada ekolojik, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirliğin sağlanmasıyla, bir uyum ve uzlaşmayla çözebiliriz. Su canlılarının korunması sadece gelecek kuşakların haklarının korunması değil, ekosistemin korunması açısından da şart.

Ben Kanal İstanbul’un neden yanlış olduğunu 2011 yılında yayımlanan Deniz Yazıları isimli kitabımda bilimsel temelleriyle yazdım. Panellerde bilimsel açıklamalar yaptım. Fatih, bu şehri alırken bilim insanlarından yararlandı. Hocasına sordu, zaman zaman ters düştü ama danıştı. Kanal İstanbul’u destekleyenlerin bilimsel araştırmalar yaptığını, bilim insanlarından görüş aldığını duymadım. Her projenin bilim temelli olması lazım. Sadece bu günü değil geleceği de öngörmek şart. Şimdi bu yanlıştan vazgeçiliyor herhalde.

QOSHE - ''Marmara Denizi bizim yatak odamız'' - İpek Özbey
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

''Marmara Denizi bizim yatak odamız''

60 1
24.03.2024

Ben İstanbul’da doğdum, babam, dedelerim, hepsi İstanbul’da doğdu…

Babaannem Arnavutköy’de otururdu. Çocukken kuzenlerimle oradan denize girer, şezlonglarımıza uzanır, dondurmamızı yerdik…

Yüzmeyi Seçkin Teyzem’in beni sandaldan atmasıyla öğrendim. Çocuktum, Seçkin teyzem cesurdu, ben de fena sayılmazdım.

Sonra ortaokul yıllarında Heybeliada’ya taşındık. Sadece Heybeliada’da değil, Büyükada, Burgaz, Sedef Adası, Kınalı, hatta sık sık Kaşık Adası’na gidip yüzdük.

Arkadaşlarımız eşyalarını bize verir, vapurdan atlar, kulübe gelirlerdi. Biz de eşyalarını taşırdık oraya. Heybeli Su Sporları Kulübü’ne…

Çok güzeldi, denizde büyüdük biz, Marmara Denizi’nde…

Şimdi o denize uzaktan bakamaz olduk. Kirinden, pisinden geçilmiyor. Müsilaj kaplamış her yeri.

Biz büyüdük ve kirlendi Marmara…

Deniz Bilimci Bayram Öztürk, bu işe kalbini, emeğini koyuyor. Diyor ki, “Biz kirlettik, biz temizleyeceğiz. Kirleten bedelini ödeyecek.”

Bayram Hoca’yı yıllardır takip ederim. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’nın (TÜDAV) desteğiyle Antarktika’ya ilk Türk seferini gerçekleştiren ve burada keşfedilen yeni bir türe ismi verilen Öztürk, Türkiye’nin önde gelen deniz bilimcilerinden biri. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’nın (TÜDAV) kurucusu ve başkanı. İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi’nde ana bilim dalı başkanı. Öğrencisi Ecem Kodak, su bilimleri mühendisi. Çocuklara yönelik yazdığı ilk kitabı “Deniz Dinozorunun Sırrı’nda müsilaja çare arayan iki lüfer kardeşin macerası üzerinden Türkiye’nin deniz biyoçeşitliliğini ve iklim krizinin su yaşamına etkisini anlatıyor. Ecem ve Bayram Hoca söyleştiler. Ben de köşemi onlara açtım. Buyurun iki su bilimcinin sohbetine.

Osman Atasoy’un büyük katkısı var bu işin başlamasında. Osman, Antarktika’dan dönmüştü o zaman. Şimdi TÜDAV’ın ekibinde bulunan insanlar vardı yanımızda. Bu işi yapmaya karar verdik. İlk seferi Ukraynalılarla yaptık. Sonra baktık yapabiliyoruz ve önemli makaleler çıkartıyoruz, öyleyse bu ulusal bir proje olmalı diye düşündük. Öyle de oldu. Türkiye’nin ilk Antarktika seferinin liderliğini ben üstlendim: TÜDAV’ın ve bazı üniversitelerin desteğiyle, bir grup Türk araştırmacıyla birlikte bu seferi gerçekleştirdik.

Şimdi bazı sağlık sorunlarım başladı. Doktorlar soğu hava koşullarından ötürü projeye devam etmemi sakıncalı buldu. Ben 2015-2016 yıllarında Japon Kutup Araştırma Enstitüsü’nde çalışırken Japonlarla birlikte Showa istasyonunda Antarktika’da kalmıştım. Bu yüzden deneyimliydim. Dönünce Neden Antarktika isimli önce Türkçe sonra da İngilizce birer kitap yazdım. Bugün Antarktika’ya gidecek olanlar hangi ilaçları kullanacaklar, ne yiyip içecekler bu kitaplardan öğrenebilirler. Ama en önemlisi makale yazmak. Evrensel standartta makale yazmıyorsanız boşuna masraf etmişsiniz demektir. Kamu kaynaklarını heder etmişsiniz demektir.

Yaşam çok farklıydı, ilginç ve güzel deneyimlerim oldu. Ama buraya giden ilk Türk ben değilim. Kitap okudum kar fırtınalarında ve çok kötü hava şartlarında. 55 ve 56. enlemleri gemiyle geçmek oldukça yorucu ve bir o kadar da heyecanlıydı. Araştırmalar için bana verilen dört helikopter vardı. 2006 seferinde Türk ve Ukraynalı ekip yeni bulunan bir türe benim ismim verdiler Sagediopsis bayozturkii ismiyle. Prof. Gökhan Halıcı’nın mükemmel çalışmaları sayesinde Antarktika biyoçeşitliliği hakkında yeni şeyler öğrendik. Aylarca buzların arasında kaldık; internetin, gürültünün, trafiğin olmadığı bir yerde. Japonların Showa üssünde çalışırken sabah sporu ve fiziki mukavemet bence ilginç anılardı. Hibiki‘de işin süsüydü akşam........

© Sözcü


Get it on Google Play