Günlerdir televizyon kanalları ve sosyal medyayı dikkatle bu yazıyı yazmak üzere izliyorum. Özellikle gündüz kuşaklarını…

Neredeyse antidepresana başlamak üzere olduğumu baştan söyleyeyim. “İyi ki var dediklerim” sayesinde kurtuldum, anlatacağım.

Gündüz kuşaklarında korkunç bir dünya seriliyor önümüze. Eşinin katilini haftalarca programda arayan kişinin katil olduğunu, ailelerinden kaçan gençlerin düştüğü yolları, ailelerin bakış açısındaki sakatlığı, kiminin sevgisizliğini, bize sunulan ‘Yalan Dünya’nın çaresizliğiyle izledim.

Geçmişte de bu kadar hüküm sürüyor muydu vasatlık, bilmiyorum. Bu kadar önümüzde yaşanmıyordu belki de… Yine de öyle olmadığı konusunda bir hissim var.

Türkiye’nin okumuşları dediklerimizin tartışmaları için sosyal medyaya bu gözle bakmaya başladığımdaysa yaşadığım hayal kırıklığı tarifsizdi.

En çok beğendiğim iki yönetmen Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan’ın tartışmaları beni karanlık bir odaya sokup, kendi halime dönmeye zorladı.

Sosyal medya kullanıcılarının memleketin her hali üzerinden sürekli beylik laflarla tartışma yürütmesinden gına geldi. O arada gördüğüm bir paylaşımla, yüzümde bir tebessüm belirdi: “Şu yaşadığımız hayatı, Hollanda’da ineğe yaşat, ikinci gün süt vermez” deniyordu.

Her gün bir kötülüğe maruz kalarak yaşıyor, maruz kaldıkça kanıksıyor, kanıksadıkça iyiden, iyilikten uzaklaşıp, üzerine bir de vasatlaşmayı ekleyip, sorunları daha çözümsüz hale getirecek, ayrı uçlara savrulup kompartımanlara ayrılacak bir dil geliştiriyoruz.

Birbirimizi anlamaktan uzağız. Okumuyor, anlamaya çalışmıyoruz.

Sonra da mutsuzluğu kişisel gelişim kitaplarında, iste-gelsin diyen gurularda arıyoruz.

Yapmayalım, bu yol yol değil, sonu iyi değil diye avaz avaz bağırmak istediğim bir zamanda çöldeki vahayla karşılaştım.

Vahanın adı: Akademi FR…

İlker Kocael’i çok uzun süredir sosyoloji ve felsefe alanında Fransızca’dan yaptığı çevirilerden takip ediyorum. İşte AKADEMİ FR’de, bu şahaneliği bir adım ileriye götürüyor. Sosyologlar, filozoflarla ufuk açıcı söyleşiler yapıyor. Albert Camus’yü anlamak, Jean-Paul Sartre: Bilinç, varoluşçuluk, özgürlük…, Sosyoloji Ne İşe Yarar, Durkheim ve İntihar, Marcel Proust Romanına Kısa Bir Giriş gibi birçok başlıkta video bulabileceğiniz bu platformun diğer bir özelliği de İlker’in ekibiyle birlikte roman okuyarak, haber metinleri irdeleyerek verdiği Fransızca dersler. Göz gezdirmeniz için Pazar tavsiyemdir. Ben platforma girdim, çıkamıyorum.

BU KİTABI KAÇIRMAYIN!

Bu haftanın kitap tavsiyesine gelince; sevgili meslektaşım Mert İnan, çok değerli komutan Ahmet Yavuz ile söyleşti. Ortaya İkinci Yüzyılda Yeniden Atatürk adlı bir kitap çıktı. Sizleri kitaptan bir bölümle baş başa bırakmak istiyorum.

“Başımıza gelenler, ardıllarının onu doğru anlamamasından kaynaklıdır. Gerçeği görelim, bu hatamız yüzünden devrimin kazançlarını önemli ölçüde kaybettik. Karşıdevrim başarıya ulaştı. Artık Atatürk’ün bağımsız kıldığı ülke yok. Egemenlik yeniden Saray’a verildi. Bireyi özgürleştirmek yerine köleleştirme programı yürürlükte. Bireyin eşitliği arayışı da kesintiye uğradı. AKP iktidarı Cumhuriyetin bağımsız ekonomi programıyla yarattığı bütün varlıkları sattı. Kapitalizmi bütün acımasızlığıyla uyguladı. Üniversiteler bilim yuvaları olmaktan çıktı. Ayakta kalmak için yeni kapitülasyonları yürürlüğe koydu. Ev satıyor. Toprak satıyor. Borçla ayakta kalma programı yeniden yürürlüğe sokuldu. Devlet tarikatların fink attığı alan haline getirildi. Müthiş bir din istismarı yapılmaktadır.

Bütün bu milletten ümmete dönüştürme programının başarısızlığa mahkum olacağını görünce de iki önemli adım attı. İlki, ülkenin sınırlarını Ortadoğululara açtı. Milletin dokusunu değiştirerek ayakta kalmayı amaçlıyor. İkincisi, sıkıştıkça Atatürk’ü kullanmasıdır. 15 Temmuz’un doğurduğu buhranı aşabilmek için devrimini kötürüm etmekte eline geleni yapanlar AKP genel merkezine Atatürk’ün posterini açtılar. Son dönemde de kendini Atatürkçü olarak takdim etmeyi başaran bazı tiplerin milletvekilliği heveslerinden yararlanarak Atatürkçü makyajıyla imaj yenilemeye çalıştıkları açıktır. Yürüttükleri program Atatürk’ü silip süpürme programıdır. Ama edinmeye çalıştıkları yeni imaj Atatürk’ün gücünü ve millet nezdindeki kuvvetli yerini kanıtlar mahiyettedir…”

Ahmet Yavuz, Mert İnan’a verdiği söyleşide başka söze gerek bırakmıyor.

QOSHE - Vasatlığa övgüyü bırak, çöldeki vahaya bak - İpek Özbey
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Vasatlığa övgüyü bırak, çöldeki vahaya bak

64 16
14.01.2024


Günlerdir televizyon kanalları ve sosyal medyayı dikkatle bu yazıyı yazmak üzere izliyorum. Özellikle gündüz kuşaklarını…

Neredeyse antidepresana başlamak üzere olduğumu baştan söyleyeyim. “İyi ki var dediklerim” sayesinde kurtuldum, anlatacağım.

Gündüz kuşaklarında korkunç bir dünya seriliyor önümüze. Eşinin katilini haftalarca programda arayan kişinin katil olduğunu, ailelerinden kaçan gençlerin düştüğü yolları, ailelerin bakış açısındaki sakatlığı, kiminin sevgisizliğini, bize sunulan ‘Yalan Dünya’nın çaresizliğiyle izledim.

Geçmişte de bu kadar hüküm sürüyor muydu vasatlık, bilmiyorum. Bu kadar önümüzde yaşanmıyordu belki de… Yine de öyle olmadığı konusunda bir hissim var.

Türkiye’nin okumuşları dediklerimizin tartışmaları için sosyal medyaya bu gözle bakmaya başladığımdaysa yaşadığım hayal kırıklığı tarifsizdi.

En çok beğendiğim iki yönetmen Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan’ın tartışmaları beni karanlık bir odaya sokup, kendi halime dönmeye zorladı.

Sosyal medya kullanıcılarının memleketin her hali üzerinden sürekli beylik laflarla tartışma yürütmesinden gına geldi. O arada gördüğüm bir paylaşımla, yüzümde bir tebessüm belirdi: “Şu yaşadığımız hayatı, Hollanda’da ineğe yaşat, ikinci gün süt vermez” deniyordu.

Her gün bir kötülüğe maruz kalarak yaşıyor, maruz kaldıkça kanıksıyor, kanıksadıkça iyiden, iyilikten uzaklaşıp, üzerine bir de vasatlaşmayı ekleyip, sorunları daha çözümsüz hale........

© Sözcü


Get it on Google Play