Diğer

27 Kasım 2023

Son kırk yılın toplumsal bünyemizde yarattığı infialin sonuçlarını acı bir biçimde kusmaktayız. Değer yargılarımızı yerle bir ettikten sonra elimizde kalanlarla yola devam etmek durumundayız ve değişmenin hızının baş döndürücü olması nedeniyle de işimiz bir hayli zor. Kendi kendine yeterli ülke diye büyütülen Türkiye’nin içinden dünyanın parasını kendisine çeken ve zenginleşmenin bin bir yolunu keşfeden bambaşka bir Türkiye’ye geçiş yaptık. Her dönemin kendi zenginlerini yaratması alışkanlığımızı burada da fazlasıyla sürdürdük ve seksenlerin ikinci yarısından başlayarak her on yılda bir siyaset mekanizmasıyla abat olan kesimler hayatlarımıza dahil oldular. Bu noktada gündemi meşgul eden iki alanın birlikte ele alınması gerektiğini ve aslında birbirleriyle de çok yakından ilgili olduklarını göstermeye çalışacağım.

Gündemin ilk konusu Fatih Terim Fonu olarak adlandırılan ve son on beş gündür fazlasıyla konuştuğumuz hususu içermekte. Eski futbolcuların dahil olduğu bir ponzi davası ile karşı karşıyayız. Telaffuz edilen rakamların büyüklüğünü T24’teki köşesinde Mustafa Durmuş hocamız çok güzel ortaya koymuştu: Sadece Arda Turan’ın kaptırdığı para 377 milyon liraya karşılık gelmekteydi. Futbolda dönen para miktarının büyüklüğü karşısında insanın nutkunun tutulmaması mümkün değil. Tabii bu durumun ortaya çıkmasının arkasında da son otuz yıl içerisinde ülkenin ekonomik alanda yaşadığı dönüşümün nüveleri bulunmaktadır. Futbol dünyası siyaset ile yaşadığı yalancı baharla birlikte ekonomi ve medya alanlarında yaşanan gelişmeler sonrasında bambaşka bir aşamanın içerisine geçiş yapıverdi. Bu nokta son derece önemli çünkü daha sonra Televoleleşme diye nitelendirmiş olduğumuz dönem ile hem zenginleşme hayatlarımızın içerisine dahil oldu hem de sporcu idoller aracılığıyla toplumsal hayatın içerisine değerler transfer edilmesi mümkün kılındı. Sosyal medya ile yaşayacağımız görünür olma halinin ilk biçimi ünlüler ile birliktelik biçiminde televizyon ekranları ve gazeteler aracılığıyla hayatlarımıza sokuldu. Artık geçmişte olmadığımız kadar başkalarının hayatlarına müdahil olur hale gelmiştik ve ünlüler ile olan beraberliğimizde futbol ve moda dünyası bu iş için biçilmiş bir zemini bize sunmaktaydı. Televole işte bu zeminin adıydı ve onunla futbol artık bu topraklarda başka bir kapının adı haline de dönüşecekti: Futbol artık hem zenginliğin hem de toplumsal hayat içerisinde statü kazanmanın alameti farikalarından bir tanesiydi. Bize özgü olan takım tutma ve tüm ülkede taraftarlarının olma meselesi bu yeni dönemdeki futbol gazeteleri ile futbol programları açısından müthiş bir kolaylık sağlamaktaydı. İşin bu tarafını fark eden medya yöneticileri de bunun üzerine oynamayı çok ama çok iyi becerdiler ve Televole mantığı ile takım taraftarlığı arasındaki ilişkiyi her fırsatta kullanmak suretiyle ülke içinde futbolun başka bir yere karşılık gelmesine omuz verdiler.

Türkiye’de paranın ve para dolayımıyla yaratılan zenginliğin takip edilmesi gereken yerlerden bir tanesi hiç şüphesiz futbolun yarattığı iktidardır. Çünkü futbol, bu ülkede en az futbol olandır ve futboldan çok daha fazlasına karşılık gelmesi nedeniyle de pek çok kapının açılmasına da vesile olabilmektedir. İşte o kapıdan geçmesini bilenler açısından futbolun 1990’ların ortasından itibaren gerek mafyatik ilişkilerle gerek siyasal bağlantılarla ve gerekse de ekonomik saiklerle fazlasıyla futbol dışı alanlarla birlikteliğinin söz konusu olduğunu göreceklerdir. Hatta eli bir adım daha yükselterek meşhur 2010-11 sezonunu sonunda yaşadığımız meşhur 3 Temmuz 2011 depremi ve beraberindeki olup bitenleri de yine bu açıdan değerlendirmemiz gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Olan bitenlere sürekli olarak Fenerbahçe-Galatasaray veya Trabzonspor-Beşiktaş gibi takımlar üzerinden bakmak yerine futbolun burada nelerin üzerini örtmekte olduğuna odaklandığımız takdirde taşlar yerine oturacaktır. Futbol, bu ülkede son otuz ila otuz beş yılın olmazsa olmaz malzemelerinin başında gelmektedir ve bunun farkında olan kesimler açısından son derece kullanışlı bir aparattır. Zaten böyle olduğu için de futbolun içerisindeki iş adamlarından, sanayicilere oradan çok sayıda medya mensubuna ve hukuk insanlarına kadar pek çok alanın varlığı hiç ama hiç tesadüf değildir! Araya siyasileri de eklemeyi hiçbir zaman unutmamalıyız çünkü onlar açısında da futbol, geniş kitleler ile bağlantı kurmanın en kolay yollarından bir tanesini teşkil etmektedir.

Bu kadar büyük paraların konuşulduğu bu meşhur dava hakkında konuşulmakta olanlar bile durumun bizde ne kadar tuhaf bir görünüm arz etmekte olduğunu ortaya koymaktadır. Tıpkı Polat’lar, Candan’lar vakalarında olduğu gibi para miktarı ve ihtişam kamuoyunun dikkatini bambaşka bir tarafa doğru cezbetmektedir. Bir tarafta milyonlarca insanın yerlerinde olmak için can attıkları bir hayat söz konusudur öte tarafta ise bu hayatların göze batan veyahut hala bünyede karşılık bulmayan yanları önümüze düşüvermektedir. Velhasıl kelam para miktarı arttıkça bu paranın yarattığı dedikodu ağı da beraberinde artmakta ve etkisi çok daha geniş kesimleri beraberine takıp sürükleyebilmektedir. İşte bu iki farklı gündemde de durum bu açıdan benzer bir görünüm arz etmektedir. Hem futbolcuların dolandırılması ki burada kelimeleri de doğru kullanmak gerekiyor gerçekten bir dolandırma mı söz konusu yoksa birilerinin çok daha kolay yoldan para kazanma arzuları mı? Burası yanıtlanması gereken soruların başında geliyor ve görünen o ki bu işin sonucunda olaya adı karışanlar, bir şekilde paralarını kurtaracaklar gibi gözüküyor.

Gündemin ikinci kısmını oluşturan fenomenlerin iktidarına geçen yazımda da değinmiştim. Bu iki konu arasındaki bağlantı ise yukarıda televoleleşme dediğimiz noktada saklı. 1990’lı yıllar özel televizyonlar aracılığıyla toplumsal hayatın farklı kesimlerinin ekranlar karşısında ünlü olmalarının önünün açılmasına da vesile olmuştur. Ünlü olmak beraberinde kamuoyuna mal olmayı ve ilgiye mazhar olmayı da getirmektedir ki bu noktada yolu futbol/spor ile kesişen ünlülerin durumları çok daha ilgi çekecektir. Aradan geçen yıllar sonrasında devreye sosyal medyanın girişiyle birlikte hayatlarımızın içerisine dahil olan ve artık bütün yapıyı şekillendirmeyi başarabilen sosyal medya sonrasında ise durum çok daha farklı bir görünüm arz etmektedir. Fenomenlerin yarattığı gıpta etkisini hayatın her alanında fazlasıyla iliklerimize kadar hissediyoruz. Etrafımız bir örnek kızlardan ve erkeklerden geçilmiyor ve ilginç bir biçimde bu rol modeller geriden gelmekte olan binlerce kişiyi etkisi altında bırakmayı başarabiliyor. Herkesin ‘yırtmayı’ arzuladığı bir ülkede emek vermeden kısa yoldan bunun başarabilmek için önlerinde bulunan bütün düğmelere aynı anda basmayı arzu eden gençlerle karşı karşıyayız. Elimizdeki bütün göstergeler ve parametreler bu yeni zenginlik karşısında çaresizliğimizi daha da körüklemekteler. Eskiden okuyup adam olmak, iyi bir yere gelmek ve hayatını şekillendirmek için hayaller kurabilen bir ülkeydik bugün ise hayaller ve gerçekler arasındaki makas açıldığı için bir taraftan kapağı yurt dışına atmayı planlayanlar ile öte tarafta kalıp kısa yoldan köşeyi dönmek isteyenler arasında sıkışıp kalmış durumdayız. Arada geniş bir kitlenin varlığı söz konusu ancak onlar da bu gidişi nasıl sonlandırabileceklerini çözebilmiş değiller ve onlara çıkışta yardımcı olabilecek kişiler de kurumlar da ne yazık ki işlevlerini yerine getirmenin çok ama çok uzağındalar.

Buzdağının üzerinde zenginliğin, ihtişamın, renkli gece hayatının ve akıl almaz paraların konuşulduğu sanal bir dünyadan söz ediyoruz ve bu dünyanın arka planında futbol ile hayatlarımıza dahil edilen fenomenler de yer almakta. Bu iki alanın yarattığı akıl almaz etkinin boyutlarını ve yarattığı tahribatın büyüklüğünü görebilmemiz için söz konusu iki alanın dahil olduğu başta siyaset, medya ve ekonomi üçgeni olmak üzere toplumsal hayatın farklı veçheleri arasındaki bağlantıya odaklanmamız gerekecektir. Konuşmakta olduklarımızın aslında hepimizin akıllarından geçmekte olanlar olduğu gerçeği bu noktada bize yol gösterebilecek bir anahtar konumundadır. Buzdağının altında oluşan büyük kitlenin yarattığı infialin arkasında söz konusu duygu halinin etkisi bulunmaktadır. Fırsatını bulduğu anda aynı şeyleri yaşamak isteyen milyonlarca insanın olduğu yerde ahlakın, adaletin ve hakkaniyetin yerine bambaşka kavramlar alacaktır. Yaşadıklarımız da tam bu noktanın ete kemiğe bürünmüş halinden başka bir şeye karşılık gelmediği için önümüzdeki günlerde durum çok daha vahim bir hale bürünecektir. Paçalarımızdan sızıyor derken anlatmak istediğim işte tam da bu hallerimize karşılık gelmektedir.

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı.

1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi" başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı.

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı.

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir.

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır.

Kitapları

-Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

-Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

-Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

-Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

-Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

-Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

-İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

-Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan-2012, Moss Spor)

-Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

-Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)

Artık Chris Rojek’in muhteşem çalışması Şöhret’teki gibi şöhret ve şöhretimsilerimizin devrede olduğu yeni bir zamanın içerisindeydik. Şöhretler daha önceden hayatlarımızda vardılar ancak kısa süreli geçici şöhretler olarak nitelendirebileceğimiz şöhretimsilerle ilk kez karşılaşıyorduk

İktidarıyla muhalefetiyle biraz daha fazla bu gençleri dinlememiz gerektiğini ve onlara kulak vermek suretiyle içinde yaşadıkları ülkeye dair düşüncelerinin neler olduğunu sormamızın, hepimizin yararına olduğunu görmek zorundayız

Farklı oturumlarda konuşan tarihçi hocalarımızın ve söz alan diğer bütün katılımcıların üzerinde durduğu nokta ülkemizin akademik yapısında yaşanan sıkıntıların etik ihlallerini ve buna mukabil akademik dünyaya zarar verdiğini beyan etmiş olmalarıdır

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Paçalarımızdan sızıyor - Ahmet Talimciler
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Paçalarımızdan sızıyor

28 20
27.11.2023

Diğer

27 Kasım 2023

Son kırk yılın toplumsal bünyemizde yarattığı infialin sonuçlarını acı bir biçimde kusmaktayız. Değer yargılarımızı yerle bir ettikten sonra elimizde kalanlarla yola devam etmek durumundayız ve değişmenin hızının baş döndürücü olması nedeniyle de işimiz bir hayli zor. Kendi kendine yeterli ülke diye büyütülen Türkiye’nin içinden dünyanın parasını kendisine çeken ve zenginleşmenin bin bir yolunu keşfeden bambaşka bir Türkiye’ye geçiş yaptık. Her dönemin kendi zenginlerini yaratması alışkanlığımızı burada da fazlasıyla sürdürdük ve seksenlerin ikinci yarısından başlayarak her on yılda bir siyaset mekanizmasıyla abat olan kesimler hayatlarımıza dahil oldular. Bu noktada gündemi meşgul eden iki alanın birlikte ele alınması gerektiğini ve aslında birbirleriyle de çok yakından ilgili olduklarını göstermeye çalışacağım.

Gündemin ilk konusu Fatih Terim Fonu olarak adlandırılan ve son on beş gündür fazlasıyla konuştuğumuz hususu içermekte. Eski futbolcuların dahil olduğu bir ponzi davası ile karşı karşıyayız. Telaffuz edilen rakamların büyüklüğünü T24’teki köşesinde Mustafa Durmuş hocamız çok güzel ortaya koymuştu: Sadece Arda Turan’ın kaptırdığı para 377 milyon liraya karşılık gelmekteydi. Futbolda dönen para miktarının büyüklüğü karşısında insanın nutkunun tutulmaması mümkün değil. Tabii bu durumun ortaya çıkmasının arkasında da son otuz yıl içerisinde ülkenin ekonomik alanda yaşadığı dönüşümün nüveleri bulunmaktadır. Futbol dünyası siyaset ile yaşadığı yalancı baharla birlikte ekonomi ve medya alanlarında yaşanan gelişmeler sonrasında bambaşka bir aşamanın içerisine geçiş yapıverdi. Bu nokta son derece önemli çünkü daha sonra Televoleleşme diye nitelendirmiş olduğumuz dönem ile hem zenginleşme hayatlarımızın içerisine dahil oldu hem de sporcu idoller aracılığıyla toplumsal hayatın içerisine değerler transfer edilmesi mümkün kılındı. Sosyal medya ile yaşayacağımız görünür olma halinin ilk biçimi ünlüler ile birliktelik biçiminde televizyon ekranları ve gazeteler aracılığıyla hayatlarımıza sokuldu. Artık geçmişte olmadığımız kadar başkalarının hayatlarına müdahil olur hale gelmiştik ve ünlüler ile olan beraberliğimizde futbol ve moda dünyası bu iş için biçilmiş bir zemini bize sunmaktaydı. Televole işte bu zeminin adıydı ve onunla futbol artık bu topraklarda başka bir kapının adı haline de dönüşecekti: Futbol artık hem zenginliğin hem de toplumsal hayat içerisinde statü kazanmanın alameti farikalarından bir tanesiydi. Bize özgü olan takım tutma ve tüm ülkede taraftarlarının olma meselesi bu yeni dönemdeki futbol gazeteleri ile futbol programları açısından müthiş bir kolaylık sağlamaktaydı. İşin bu tarafını fark eden medya yöneticileri de bunun üzerine oynamayı çok ama çok iyi becerdiler ve Televole mantığı ile takım taraftarlığı arasındaki ilişkiyi her fırsatta kullanmak suretiyle ülke içinde futbolun başka bir yere karşılık gelmesine omuz verdiler.

Türkiye’de paranın ve para dolayımıyla yaratılan zenginliğin takip edilmesi gereken yerlerden bir tanesi hiç şüphesiz futbolun yarattığı iktidardır. Çünkü futbol, bu ülkede en az futbol olandır ve futboldan çok daha fazlasına karşılık gelmesi nedeniyle de pek çok kapının açılmasına da vesile olabilmektedir. İşte o kapıdan geçmesini bilenler açısından futbolun 1990’ların ortasından itibaren gerek mafyatik ilişkilerle gerek siyasal bağlantılarla ve gerekse de ekonomik saiklerle fazlasıyla futbol dışı alanlarla birlikteliğinin söz konusu olduğunu göreceklerdir. Hatta eli bir adım daha yükselterek meşhur 2010-11 sezonunu sonunda yaşadığımız meşhur 3 Temmuz 2011 depremi ve beraberindeki olup bitenleri de yine bu açıdan değerlendirmemiz gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Olan bitenlere sürekli olarak Fenerbahçe-Galatasaray veya Trabzonspor-Beşiktaş gibi takımlar üzerinden bakmak yerine futbolun burada nelerin üzerini örtmekte olduğuna odaklandığımız takdirde taşlar yerine oturacaktır. Futbol, bu ülkede son........

© T24


Get it on Google Play