Diğer

16 Kasım 2023

Gündemin hızla akıp gittiği bir ülkede yazdıklarınızın aynı zamanda tarihe not düşmek anlamına gelmesi durumu, yazılanların geleceğe dair ipuçları içermesi anlamında daha da önemli hale dönüştürüyor. Tabii bir de işin içerisine yazılanlar ve yazıl(a)mayanlar durumu girdiğinde halimiz çok daha tuhaf bir görünüm almaya başlıyor. Bu yazıda birkaç konu üzerinden üniversite dediğimiz heyulayı biraz daha tartışmamız gerektiğinin altını çizmeye çalışacağım. Bu konulardan ilki üzerinde özellikle düşünmeye çalışsanız dahi aklınıza gelmeyecek cinsten bir habere ilişkin. Söz konusu haber sosyal medya mecralarında çok tartışıldı ve ülkenin içinden geçmekte olduğu duruma ilişkin farklı açılardan yaklaşanların ilgisini üzerine fazlasıyla çekiverdi. ‘Fabrikada işe girmek için üniversite diplomasını iptal ettirmek isteyen kişi gündem oldu: Türkiye Yüzyılı’. Bu haber ve habere dair yapılan yorumları eğitim olgusunun içinden geçmekte olduğumuz dönem itibariyle nasıl bir yere karşılık gelmekte olduğu üzerinden okuduğunuzda durum netleşmeye başlıyor. Çünkü toplumsal hayatımızın pek çok alanında olduğu gibi eğitim alanında da niceliğin fetiş hale dönüştürüldüğü ve sayılar üzerinden algının yapıldığı bir dönemin içinden geçmekteyiz. Eğitime dair yaşadıklarımız son yirmi yıllık iktidarın ortaya çıkartmış olduğu bir durum olmamakla birlikte başta eğitimin vasatlaştırılması olmak üzere eğitimin dikey toplumsal hareketlenmedeki önemine olan inancın zayıflatılmasında bu dönemin büyük etkisi söz konusu. Tabii bir de son kırk yılın ‘benim vatandaşım işini bilir’ anlayışı ile şekillendirilen iş bitirici insan tipinin bu topraklarda kökleşmesini ve yaşanan derin ahlaki yozlaşmayı da göz ardı etmemeliyiz.

Üniversite mezunu olmayı ilkokuldan hatta anaokulundan başlayarak hedefe koyan anlayış sayesinde elimizde her geçen gün biraz daha fazla artan üniversite mezunumuz mevcut buna karşın ara eleman diye nitelendireceğimiz meslek dalları ise her geçen yıl biraz daha kan kaybetmekte. Tüm ülkeye pıtrak gibi saçılan üniversitelerle birlikte- ki bunlara eskiden bir tane olan şimdi üçe yükselen (Eskişehir-İstanbul-Erzurum) Açık öğretim fakültelerini de eklemeliyiz-sistem hızla mezun verme üzerine kuruldu ve bu durum yüksek lisans, doktora eğitimlerine de yansıdı. Hatta bu duruma doçentlik sisteminde sürekli olarak yapılan düzenlemeleri de eklediğinizde resmin tamamlandığını görebilirsiniz. İşte bu noktadan sonra ülkenin üniversite mezunlarının büyük bir kısmı açısından diplomanın herhangi bir ağırlığı söz konusu olmaktan çıkmaya başlamıştır. Zaten özel sektör yetkililerinin de birkaç üniversitenin dışında kalan üniversitelerden gelen başvurulara bakmadıklarını da geçtiğimiz yıllarda yapılan haberlerden öğrenmiştik. Kimsenin mezun olduğu alanda çalışamadığı ve hayatını idame ettirebilmek için farklı alanlarda çalışmak zorunda olduğu bir ülke var karşımızda. İşte bütün bu saçmalıklar arka arkaya eklendiğinde bu kez de fabrikada işe girebilmek için lisans diplomasını iptal ettirebilir mi? Sorusunun sorulduğu bir noktaya gelmiş olduk. Bazen tek bir cümle sonrasında bütün yapıp ettikleriniz elinizin altından kayıp gidiverir ya işte tam bu haldeyiz. Yıllardır sağını solunu makyajlayıp durduğumuz üniversite sistemimizin gerçekten başarılı olup olmadığı sorusunun cevabı hiç ama hiç beklenilmeyen bir yerden geliverdi. Yaldız döküldü ve kontenjanlardan tutun da dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasına girmeye çalışmaya veyahut ülkedeki tuhaf araştırma üniversiteleri safsatasına kadar-sanki diğerleri başka üniversitelermiş ve onlar araştırma yapmayacaklarmış gibi-bütün söylemler bir anda boşa düşüvermiş oldu.

Yüzüncü yılını eda ettiğimiz cumhuriyetin özgül yanlarından bir tanesinin eğitime verdiği önem olduğunun altını bir kez daha çizmek isterim. Cumhuriyet okulu sever ve akla büyük önem verir. Yıllarca çalışıp bir lisans programından mezun olan kişinin bütün bu emeğini çöpe atacak bir noktaya gelmiş olması gerçekten trajik bir durumdur. Üniversite mezunlarının, nitelikli liselerden mezun gençlerin ülkelerini terk etmeyi ciddi ciddi düşünüyor olmaları, geleceğimiz açısından endişe vericidir. Ülkenin nitelikli insan kaynaklarını kaybetmemesi için iktidara aday olan bütün partilerin geleceğe dönük nasıl bir eğitim sistemini hayata geçireceklerini şimdiden kamuoyu ile paylaşmaları gerekmektedir. Bunda yaklaşan yerel seçimlerde yerel yönetimlerin de bu alanda neler yapabileceği hususunu da eklemeliyiz.

Bir diğer ilgi çekici karar geçtiğimiz günlerde Yüksek Öğrenim Kurulu (YÖK) tarafından verildi. 6 Kasım tarihli karara göre, Türkçe lisansüstü programlarda da yabancı dillerde tez yazılmasına izin verilecek. Buna göre Türkçe programlarda da bazı şartları taşıması halinde yabancı dille tez yazımı mümkün olacak. Yabancı dilde tez yazan bir öğrenci, tezinin dörtte biri kadar geniş bir Türkçe özete yer verecek. Aslında bu karar daha önce İngilizce tez yazımını içeriyordu ve uluslararasılaşma ile özellikle Afrika ve Ortadoğu ülkelerinden gelen öğrencilerin lisansüstü programlarda daha fazla yer almasıyla bu durum diğer dilleri de kapsayacak bir hale dönüştürülmüş oldu. Bilim dili olarak Türkçenin geliştirilmesi adına yapmamız gerekenler orta yerde durmayı sürdürürken uzun bir süredir rotayı tamamen İngilizceye kırmış ve yabancı dergilerde yapılan yayınları diğer bütün yayınlardan üstün kılmıştık! Şimdi buna diğer yabancı dilleri de ekleyebileceğimizi ancak tezin dörtte bir oranında Türkçe özetinin verilmesi halinde izin verileceği şeklinde bir kararla karşı karşıyayız. Niceliğin içinde çırpınıp duran Türk akademisi için bu karar tıpkı bundan önceki İngilizce yazılabilir kararı gibi bir noktayı işler hale sokacaktır. Tabii bu arada şekilselliğin önü açıldığı ölçüde etrafından dolaşanların da bu yeni hale hızla uyum sağlayacaklarını da göz ardı etmemeliyiz.

Son bir not da yurtlarda yaşanan inanılmaz aymazlıkların sonucu kaybettiğimiz gençlerimiz için açmalıyız. Bakın şunu net bir biçimde ortaya koyayım, karşımızda bir zamanlar YÖK’ü protesto eden, tartışan ve ülkenin içinde olduğu sorunlar karşısında hızla pozisyon alan öğrenci kuşağı bulunmuyor! Çok farklı öncelikleri ve beklentileri söz konusu bu yeni kuşağın, ayrıca sembolik tarihlerle de araları çok iyi değil! Örneğin 6 Kasım tarihinin YÖK’ün kuruluş yıldönümü olduğunu bile büyük bir kısmı bilmiyor. Öte yandan bütün bu farklara rağmen özelikle Kredi Yurtlar Kurumlarında yaşanan rezaletler karşısında tepkilerini haykırmaktan geri durmuyorlar. Çünkü biliyorlar ki o çakılan asansörde can veren kişi kendileri de olabilirdi. İktidarıyla muhalefetiyle biraz daha fazla bu gençleri dinlememiz gerektiğini ve onlara kulak vermek suretiyle içinde yaşadıkları ülkeye dair düşüncelerinin neler olduğunu sormamızın, hepimizin yararına olduğunu görmek zorundayız. Farklı yerden bakmaları, baktıklarını görmeye engel olmadığı gibi içinden geçmekte olduğumuz teknoloji çağı sayesinde dünyada olanlar karşısında da fikirleri var. Daha rahat yaşamak istiyorlar ve hayatlarına müdahil olunmasından hoşlanmıyorlar. Üniversitede verilen eğitim konusunda da neyin ne olduğunun veyahut ne olmadığının farkındalar. Sadece bunu dile getirme konusunda geçmişteki öğrencilerden farklı tutum takınmaktalar. Burada çok daha bireysel bir kuşakla karşı karşıyayız ve birbirleri ile dahi kesiştikleri noktalar dışında irtibatları son derece sınırlı. İşte tam bu noktada sevgili dostum Tanıl Bora’nın sözleri ile “Üniversite, genç insanın kendi olağan, sıradan, yerel dünyasından başka dünyalara yolculuk yapması anlamına gelmeli”. Bunu inşa etmek için öğrenciler kadar öğretim üyelerinin de katkı vermesi ve buna ilaveten başta YÖK olmak üzere bütün sivil toplum örgütlerinin de kendi alanları ile üniversite arasında stratejik iş birliklerinin ötesinde birliktelikleri hayata geçirebilmesi gerekmektedir. Aksi halde hepimiz yavaş yavaş kaybetmeye devam ederiz.

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı.

1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi" başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı.

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı.

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir.

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır.

Kitapları

-Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

-Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

-Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

-Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

-Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

-Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

-İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

-Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan-2012, Moss Spor)

-Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

-Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)

Farklı oturumlarda konuşan tarihçi hocalarımızın ve söz alan diğer bütün katılımcıların üzerinde durduğu nokta ülkemizin akademik yapısında yaşanan sıkıntıların etik ihlallerini ve buna mukabil akademik dünyaya zarar verdiğini beyan etmiş olmalarıdır

Cumhur, kendi cumhuriyetinin ne kadar kıymetli ve bir o kadar da müstesna olduğunu, yüzüncü yılda çevresinde olup bitenler karşısında çok daha iyi anlamış oldu

Masumiyetin yok edildiği bir dönemde yaşamaya mahkûm olmak gerçekten son derece ağır bir yük, hiç değilse bu yükü mazlum olan ve eziyet gören bütün insanlardan yana kullanmayı başarabilelim

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Üniversiteye bir de bu noktalardan yaklaşmak - Ahmet Talimciler
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Üniversiteye bir de bu noktalardan yaklaşmak

22 12
16.11.2023

Diğer

16 Kasım 2023

Gündemin hızla akıp gittiği bir ülkede yazdıklarınızın aynı zamanda tarihe not düşmek anlamına gelmesi durumu, yazılanların geleceğe dair ipuçları içermesi anlamında daha da önemli hale dönüştürüyor. Tabii bir de işin içerisine yazılanlar ve yazıl(a)mayanlar durumu girdiğinde halimiz çok daha tuhaf bir görünüm almaya başlıyor. Bu yazıda birkaç konu üzerinden üniversite dediğimiz heyulayı biraz daha tartışmamız gerektiğinin altını çizmeye çalışacağım. Bu konulardan ilki üzerinde özellikle düşünmeye çalışsanız dahi aklınıza gelmeyecek cinsten bir habere ilişkin. Söz konusu haber sosyal medya mecralarında çok tartışıldı ve ülkenin içinden geçmekte olduğu duruma ilişkin farklı açılardan yaklaşanların ilgisini üzerine fazlasıyla çekiverdi. ‘Fabrikada işe girmek için üniversite diplomasını iptal ettirmek isteyen kişi gündem oldu: Türkiye Yüzyılı’. Bu haber ve habere dair yapılan yorumları eğitim olgusunun içinden geçmekte olduğumuz dönem itibariyle nasıl bir yere karşılık gelmekte olduğu üzerinden okuduğunuzda durum netleşmeye başlıyor. Çünkü toplumsal hayatımızın pek çok alanında olduğu gibi eğitim alanında da niceliğin fetiş hale dönüştürüldüğü ve sayılar üzerinden algının yapıldığı bir dönemin içinden geçmekteyiz. Eğitime dair yaşadıklarımız son yirmi yıllık iktidarın ortaya çıkartmış olduğu bir durum olmamakla birlikte başta eğitimin vasatlaştırılması olmak üzere eğitimin dikey toplumsal hareketlenmedeki önemine olan inancın zayıflatılmasında bu dönemin büyük etkisi söz konusu. Tabii bir de son kırk yılın ‘benim vatandaşım işini bilir’ anlayışı ile şekillendirilen iş bitirici insan tipinin bu topraklarda kökleşmesini ve yaşanan derin ahlaki yozlaşmayı da göz ardı etmemeliyiz.

Üniversite mezunu olmayı ilkokuldan hatta anaokulundan başlayarak hedefe koyan anlayış sayesinde elimizde her geçen gün biraz daha fazla artan üniversite mezunumuz mevcut buna karşın ara eleman diye nitelendireceğimiz meslek dalları ise her geçen yıl biraz daha kan kaybetmekte. Tüm ülkeye pıtrak gibi saçılan üniversitelerle birlikte- ki bunlara eskiden bir tane olan şimdi üçe yükselen (Eskişehir-İstanbul-Erzurum) Açık öğretim fakültelerini de eklemeliyiz-sistem hızla mezun verme üzerine kuruldu ve bu durum yüksek lisans, doktora eğitimlerine de yansıdı. Hatta bu duruma doçentlik sisteminde sürekli olarak yapılan düzenlemeleri de eklediğinizde resmin tamamlandığını görebilirsiniz. İşte bu noktadan sonra ülkenin üniversite mezunlarının büyük bir kısmı açısından diplomanın herhangi bir ağırlığı söz konusu olmaktan çıkmaya başlamıştır. Zaten özel sektör yetkililerinin de birkaç üniversitenin dışında kalan üniversitelerden gelen başvurulara bakmadıklarını da geçtiğimiz yıllarda yapılan haberlerden öğrenmiştik. Kimsenin mezun olduğu alanda çalışamadığı ve hayatını idame ettirebilmek için farklı alanlarda çalışmak zorunda olduğu bir ülke var karşımızda. İşte bütün bu saçmalıklar arka arkaya eklendiğinde bu kez de fabrikada işe girebilmek için lisans diplomasını iptal ettirebilir mi? Sorusunun sorulduğu bir noktaya gelmiş olduk. Bazen tek bir cümle sonrasında bütün yapıp ettikleriniz elinizin altından kayıp gidiverir ya işte tam bu haldeyiz. Yıllardır sağını solunu makyajlayıp durduğumuz üniversite sistemimizin gerçekten başarılı olup olmadığı sorusunun cevabı hiç ama hiç beklenilmeyen bir yerden geliverdi. Yaldız döküldü ve kontenjanlardan tutun da dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasına girmeye çalışmaya veyahut ülkedeki tuhaf araştırma üniversiteleri safsatasına kadar-sanki diğerleri başka üniversitelermiş ve onlar araştırma yapmayacaklarmış gibi-bütün söylemler bir anda boşa........

© T24


Get it on Google Play