Diğer

28 Kasım 2023

19. yüzyılda Marx'ın meşhur lafının yerine bugün tam tersi bir siyasal görüş yerleşmeye başladı. Halkına yakın olduğunu iddia eden, milli bir millet kültürünü öne süren, hem bazen "sözde Avrupacı" hem de aslında "Avrupa şüpheci" olarak gözüken popülist siyasetçilerin etkisi gözükmekte.

Bunlar, Avrupa'da en son Hollanda'da seçmenlere göz kırpmaya başladı Hollanda, ekolojik krizle mücadele etmekte; skandallar birbirlerini kovalamakta. Kamyonlar ve inşaatlar yüzünden azotun nitrata dönüşmesiyle kirlenen doğa ve denizin dengesi bozulmakta; kirli yosunlar suları doğal bir felakete doğru taşımakta. Mide kanserlerinde artış hissedilmekte. Bunların etkisi tarım sektörüne de yansımakta. Bilhassa süt üretimi azot emisyonuyla zarar görmekte.

Hollanda'da Özgürlük Partisi sanki bu durumdan faydalanarak son seçimleri önde göğüsledi. Burada, Geert Wilders, Türkiye'ye karşı sözler sarf etmekte. Kendisi Avrupa Birliği'ne şüpheyle bakmasına rağmen, "AB'ye alınma imkânı olmayan" olarak nitelediği Türkiye'yi ve Türkleri kızdıracak laflarla, Avrupa'nın diğer sol ve sağ partilerinin, yani aslında AB'nin Türkiye'yi "kandırdığını, uyuttuğunu" söylemekte. Yeşillerin ve solun birlikte girdikleri seçimlerden zaferle çıkan bu aşırı sağ partisinden Geert Wilders, programında "mültecilere savaş" söylemiyle başarı kazanmakta. Uzun zamandan beri, Avrupa'da aşırı sağcı partiler "mülteci krizi ve güvenlik" söylemleriyle yükselmekte.

Yakından bakıldığında bugün Avrupa'ya gelen mülteciler arasında Türkiye'den gelenlerin az sayıda olmasına rağmen, bu anti-semit aşırı sağcılıktan devşirme partilerin "İslam düşmanlığı" üzerinden kurduğu sözlerine, bir şekilde, Türkiye'yi bağlamaktan çekinmemekte. "Hollanda'nın Trump'ı" olarak görülen Geert Wilders "tımarhaneye" dönen ülkesini mültecilerden arındırmak üzere, "göçü donduracağını" ilan etmekte.

İşin tuhaf yanı, daha önce var olan ekolojik felaketlere, kendisini iklim krizine şüpheyle bakan birisi olarak ortaya koymasına rağmen bu seçimlerdeki kazanımın nasıl ortaya çıkabildiği muamma olarak durmakta. İşin içinde bir de aşırı sağ ile yakınlaşmayı seçen ve son dakikada çark etmeye kalkan Dilan Yeşilgöz adlı siyasetçi var. Yönetmek için yeterli sayıda sandalyesi olmasa da Wilders'in koalisyon yapmak zorunda kalacağı malum. Burada dikkat çeken nokta Wilders'in partisinin önünde bir imajı olması.

Daha önce bireyleşme süreci üzerine yazmış olduğum gibi, siyasi partilere oy vermek yerine kişilere oy atmaya başlayan bir eğilim ortaya çıkmakta. Bunu takiben sadece Hollanda değil, Wilders'i hemen kutlayan "il-liberal" Orban, Le Pen vb. de aşırı sağın heyecanına eklenmekteler. Sadece Avrupa değil, Asya'dan Güney Amerika'ya ve hatta Trump'ın yeniden geri gelme etkilerini yazan Amerikan basınına kadar bu yeni küresel eğilim güçlenmekte.

"Ne oldu da buraya gelindi?" sorusu ise önümüzde durmakta. İdeolojilerin terakki üzerine kurulu bir bakışının yerine yerleşmeye başlayan bir nekahet devresi dünyanın hastalığını bu yöne doğru kaydırıyor.

19. yüzyılın sonunda "Wagner çevresi" olarak bilinen ve ırkçı bakışları bilimsel bir temele oturtmaya çalışan Fransız Arthur de Gobineau (1882 de öldü) veya İngiliz H. Stewart Chemberlain gibi düşünürlerin etkisi 20. yüzyıl Nazi ideolojisini hazırlamışlardı. Bu bilim adamlarının etkisinde Hitler'in iktidarı ve aynı dönemde İtalya'daki Mussolini ile SSCB'de Stalin'in iktidarları genel eğilimin arka yüzünü göstermekteydi.

19. yüzyılın bilimsel çalışmalarının, "ırk ve kafatası" üzerine kurulu araştırmaların etkisi 20. yüzyılın ilk yarısında "entelektüel etki" olarak kendisini göstermekteydi. Avrupa'nın ekonomik ve sosyal krizleriyle etki alanını genişleten ve Yahudi düşmanlığıyla beslenen bu düşüncelerin siyasete yansıması o dönemin açıklanmasını kimi bakışlar açısından anlamaya çalışmakta.

Ancak bugün terakki kriziyle, ufuk çizgisinin ortadan kalkmasıyla birlikte bilim de kendi krizini yaşamakta değil mi? 19. yüzyılın bilimsel bakışıyla kurulan ırk ve kafatası teorileri Nazizm'e imkân tanımıştı. Alman Nazizm'i tarafından yanlış yunluş okunan Nietzsche de, tam tersini söylediği halde ve 1888'de Wagner'i "kök Hıristiyanlığa dönmekle" suçlamasına, idollerini çekiçle kırmak istemesine rağmen, aksine kız kardeşinin sansürleriyle onun Almanya eleştirileri bir kenara bırakıldığında, Nazilerin onu Aryan ırkına yaslanmış felsefi bir temele oturtmaya çalıştıkları malum.

Ünlü müzisyen öldükten sonra, 1882'de, Wagner'in "Bayreuth"ü, "Alman ruhunu" şekillendirmeye yetmekteydi. H. Stewart Chamberlain Wagner'in kızıyla evlenmişti. Hitler, Chamberlain'ın 1927'de ölmesinden evvel Chamberlain'ın "elini öpmeye" gitmişti. Bu ilişkilerin birlikteliğinden çıkan ağların Nazizm'i ve Germanizm'i beslediğini biliyoruz.

Antropoloji o dönemde bilimsel olarak yükselmekte olan bir daldı, tıpkı filoloji gibi. Germanizm'in kökenlerini Roma İmparatorluğu'nda, bugünkü Almanya coğrafyasına ait olmasa bile, Romalı tarihçi, İsa'dan sonra 58 yılında doğup 120 yılında ölen Tacite'nın "Germania" kitabında bulan bir kök Almanları heyecanlandırabilmekteydi.

Bugün ne beslemekte bilimsel veya sanatsal olarak bu aşırı sağcı politikacıları? Neo-romantizmde, Almanlar bir "volk yükselişi" öne sürebilmekteydiler. Kant'ın antropolojisinde bazı ırka ait laflar bulabilmekteydiler. Kant'ın "şeylerin özünde" böyle bir nüve bulunabileceğini görebilmekteydiler.

Peki, bugün ne bulunmakta? Bu siyasetçiler hangi bilimsel veya sanatsal temellere dayanmaktalar? Avrupa'yı nerdeyse olduğu gibi ele geçirebilecek başarıyı nasıl kazanabilmekteler? Yoksa siyasetçiler bugün, dış görünüşlerinin ve yüzlerindeki maskeleri sayesinde, söylediklerinin arkasında saklananlar olarak gerçek insanlar gibi durmalarına rağmen aslında değiller mi? Nietzsche buna benzer bir şey söylemişti: "Paltolarınızı atın ve olduğunuz gibi olun!"

Bugün, bu temelden ve bilimsellikten yoksun siyasetin, sadece popülist bir yaklaşımın bu kadar kuvvetli olarak ortaya çıkabilmesini açıklamak bana çok zor geliyor. Terakki veya ufukta bir umut olmadan buraya mı geliyoruz? Bu kadar yakına mı bakabiliyor, daha uzaklara bakmaktan aciz mi kalıyoruz? Bilim yerine yalanla mı? Kandırmacalarla mı? Bu soruların cevabının verilmesi lazım değil mi? Bilim ve modernliğin yerine kök ve kaynak düşüncesini canlandırmak, güç istenci yerine gücün gücünü getirmek, yaşama gücü yerine ölüm güdüsünü koymak, yaşamın yerine hayatı koruma altına almaya kalkmak, dünyaya karşı başka reaksiyoner bir dünyayı öne sürmek bugünün yeni hayaleti iktidarları açıklayabilir mı?

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır.

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır.

Bugün belki siyasi partiler hâlâ kalabalıkları sokağa dökebiliyor; ama bir o kalabalık kadar veya tabii ki daha fazlası bu mitinglerden çok uzakta durmaktalar. "Kim?" sorusu "Hangi partiden?" sorusunun önüne geçme yolunda gelecek seçimler için

Orhan Taylan hem konuşmalarıyla hem resimleriyle hep akılda kalacak ve ardında hep güzel gülüşüyle ve nazik sohbetleriyle, sözleri ve rakıyı paylaşmasıyla ve insanları davet edişiyle hatırlanacak. Gülüşü zihinlerde yaşamaya devam edecek, ailesi ve yakın arkadaşları kadar onu tanıyan herkes onun bu yakışıklı, muzip ve mizahi yüzünü hatırlayacak…

Sorun belki de siyasi olarak ve ekonomik ilişkilerde sömürge-sonrası ilişkilerin yerel burjuvaziyi yozlaştırarak yeni sömürgeci adı verilen bir ekonomi-politiğin sürdürülmesi oldu. İkinci sorun ise değerler değişmekteyken sömürge sonrasında sömürge ilişkilerinin, göçle başlayan bir karmaşanın dünya çapında savaşlara doğru yeniden dönmeye başlayan yüzü oldu

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Avrupa'da bir hayalet kol geziyor - Ali Akay
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Avrupa'da bir hayalet kol geziyor

41 1
28.11.2023

Diğer

28 Kasım 2023

19. yüzyılda Marx'ın meşhur lafının yerine bugün tam tersi bir siyasal görüş yerleşmeye başladı. Halkına yakın olduğunu iddia eden, milli bir millet kültürünü öne süren, hem bazen "sözde Avrupacı" hem de aslında "Avrupa şüpheci" olarak gözüken popülist siyasetçilerin etkisi gözükmekte.

Bunlar, Avrupa'da en son Hollanda'da seçmenlere göz kırpmaya başladı Hollanda, ekolojik krizle mücadele etmekte; skandallar birbirlerini kovalamakta. Kamyonlar ve inşaatlar yüzünden azotun nitrata dönüşmesiyle kirlenen doğa ve denizin dengesi bozulmakta; kirli yosunlar suları doğal bir felakete doğru taşımakta. Mide kanserlerinde artış hissedilmekte. Bunların etkisi tarım sektörüne de yansımakta. Bilhassa süt üretimi azot emisyonuyla zarar görmekte.

Hollanda'da Özgürlük Partisi sanki bu durumdan faydalanarak son seçimleri önde göğüsledi. Burada, Geert Wilders, Türkiye'ye karşı sözler sarf etmekte. Kendisi Avrupa Birliği'ne şüpheyle bakmasına rağmen, "AB'ye alınma imkânı olmayan" olarak nitelediği Türkiye'yi ve Türkleri kızdıracak laflarla, Avrupa'nın diğer sol ve sağ partilerinin, yani aslında AB'nin Türkiye'yi "kandırdığını, uyuttuğunu" söylemekte. Yeşillerin ve solun birlikte girdikleri seçimlerden zaferle çıkan bu aşırı sağ partisinden Geert Wilders, programında "mültecilere savaş" söylemiyle başarı kazanmakta. Uzun zamandan beri, Avrupa'da aşırı sağcı partiler "mülteci krizi ve güvenlik" söylemleriyle yükselmekte.

Yakından bakıldığında bugün Avrupa'ya gelen mülteciler arasında Türkiye'den gelenlerin az sayıda olmasına rağmen, bu anti-semit aşırı sağcılıktan devşirme partilerin "İslam düşmanlığı" üzerinden kurduğu sözlerine, bir şekilde, Türkiye'yi bağlamaktan çekinmemekte. "Hollanda'nın Trump'ı" olarak görülen Geert Wilders "tımarhaneye" dönen ülkesini mültecilerden arındırmak üzere, "göçü donduracağını" ilan etmekte.

İşin tuhaf yanı, daha önce var olan ekolojik felaketlere, kendisini iklim krizine şüpheyle bakan birisi olarak ortaya koymasına rağmen bu seçimlerdeki kazanımın nasıl ortaya çıkabildiği muamma olarak durmakta. İşin içinde bir de aşırı sağ ile yakınlaşmayı seçen ve son dakikada çark etmeye kalkan Dilan Yeşilgöz adlı siyasetçi var. Yönetmek için yeterli sayıda sandalyesi olmasa da Wilders'in koalisyon yapmak zorunda kalacağı malum. Burada dikkat çeken nokta Wilders'in partisinin önünde bir imajı olması.

Daha önce bireyleşme süreci üzerine yazmış olduğum gibi, siyasi partilere oy vermek yerine kişilere oy atmaya başlayan bir eğilim ortaya çıkmakta. Bunu takiben sadece Hollanda değil, Wilders'i hemen kutlayan "il-liberal" Orban, Le Pen vb. de aşırı sağın heyecanına eklenmekteler. Sadece Avrupa değil, Asya'dan Güney Amerika'ya ve hatta Trump'ın yeniden geri gelme etkilerini yazan Amerikan basınına kadar bu yeni........

© T24


Get it on Google Play