Diğer

13 Kasım 2023

Son haftalarda yayınlanan araştırmaların hemen hepsinde bir ortak bulgu var; toplum siyasetten uzaklaşıyor. Metropoll’ün kamuoyuna duyurduğu “Türkiye’nin Nabzı Ekim’23” araştırmasının siyasi bulgularına göre “Bu pazar bir milletvekili seçimi olsa hangi siyasi partiye oy verirsiniz” sorusuna yüzde 39.2 oranında “kararsızım”, “protesto oy”, “cevap yok” çıkmış. Üstelik bu oran bir önceki aya göre de 5.5 puan artmış durumda. Açıklanan bulgunun detaylarına bakıldığında 14 Mayıs’ta Ak Parti’ye oy verenlerin yüzde 60.6’sı yine Ak Parti derken yüzde 12.6’sı bugün başka bir parti adı vermiş. Yüzde 26.8’i partisinden de diğer partilerden de uzaklaşmış.

14 Mayıs’taki CHP seçmeninin yalnızca yüzde 46.1’i yine partisini işaret ederken, yüzde 17.4’ü başka partilere geçmiş, yüzde 36.5’i partisinden de siyasetten de uzaklaşmış. 14 Mayıs oylarına göre MHP’lilerin yüzde 32.4’ü, İyi Partililerin yüzde 46.8’i, Yeşil Sol Partililerin yüzde 56.1’i hala partilerini işaret edebiliyorlar.

Hatırlayalım ki son sekiz yılda 7 Haziran 2015, 1 Kasım 2015, 2018 ve 2023 olmak üzere 4 genel seçim, 2019’da yerel seçim, 2017’de referandum, 2018 ve 14 Mayıs ve 28 Mayıs 2023’te cumhurbaşkanlığı seçimi yaşamışız. Kısaca 8 yılda 9 kez sandığa gitmişiz. Sıkça kullandığım tespitle bu seçimlerde sayısal farklar olsa bile bir bakıma kimlik ve kutuplardaki taraftar sayımları yapmışız. Bu seçimlerin ortak karakteri, seçmen kimliğine ve Erdoğan yandaşlığı-karşıtlığı eksenine sıkışmış. Bu zihni ve ruhi esaret içinde oldukça politikleşmiş durumda. Tüm bunlara karşın, son derece gerilimli son seçimlerden bu yana yalnızca 5 ay geçmiş olmasına karşın seçmen siyasi tercihini sorgular hale gelmiş. Sorgularken de giderek yalnızca partisinden değil siyasetten de uzaklaşır halde olduğu tespitini yapabiliriz.

Muhalif seçmenin hayal kırıklığını ve umutsuzluğunu çıplak gözle bile izlemek, sosyal medyada ve ekranlarda görmek mümkündü. Özellikle de seçim gecesinden başlayarak muhalefet aktörlerinin söylemleri, öfkeleri, seçmenin tepkilerine duyarsızlıkları ve eskinin hesaplaşmalarından kurtulamamaları bu hayal kırıklığının öfkeye dönüşmesinde büyük rol oynadı. Muhalefet aktörleri suçlu olarak ortaklarını, diğer muhalifleri, araştırma şirketlerini hedef tahtasına koyarak kendilerini sorumluluktan kurtulabileceklerini sandılarsa da araştırmalar hiç de öyle söylemiyor. Seçmen doğal olarak oy verdiği partisine bakıyor, partisinin oyunu hak edip etmediğini sorguluyor. Metropolün araştırmasına göre de neredeyse seçmenin yarısı ya parti tercihini değiştirmiş ya da siyasi partilerin tümünden uzaklaşmış.

İstanbul Ekonomi Araştırma’nın Ekim’23 araştırması bulgularını geçen hafta gazetemizde yayınlanan Can Selçuki’nin yazısından öğrendik. Oradaki en çarpıcı bulgu bence “Yüz yıl sonrasını hayal ettiğinizde, Türkiye’nin sayacağım alanlarda ne kadar gerileme veya ilerleme yaşayacağını düşünüyorsunuz?” sorusunun cevaplarındaydı. Araştırmaya katılanların cevaplarının 100 yıl sonrasına dair beklentiyi değil araştırma günündeki ruh hallerinde gidişata dair baskın olan duygunun iyimserlik mi karamsarlık mı olduğunu gösterdiğini sanıyorum.

Araştırmaya göre katılımcıların yüzde 58’i ekonomide, yüzde 55’i göç sorununda, yüzde 52’si hukukun üstünlüğünde, yüzde 51’i ifade özgürlüğünde, yüzde 48’i din ve vicdan özgürlüğünde, yüzde 48’i kadın haklarında, yüzde 46’sı güvenlik alanında gerileme yaşayacağımızı düşünüyor. Bu bulguları benim anlamlandırmamla not edersem, toplumun yarıdan fazlası bugünkü gidişata ve iktidarın tercih ve politikalarına bakarak gelecek için son derece karamsar bir ruh hali içinde.

Üçüncü bir araştırma bulgusundan da söz etmeliyim. Yine Metropoll’ün yayınladığı Eylül’23 araştırması, “siyasilerin beğeni düzeyi” bulgularına göre Erdoğan’ı beğeniyorum diyenler yüzde 45.4 iken, İmamoğlu’nu yüzde 40.1, Bahçeli’yi yüzde 35.2, Kılıçdaroğlu’nu yüzde 32.3, Babacan’ı yüzde 29, Akşener’i yüzde 27.6, Karamollaoğlu’nu yüzde 22.7 katılımcı beğendiğini söylemiş.

Hiçbir partinin lideri Cumhurbaşkanı dahil toplumun yarısının beğenisini bile kazanamamış durumda.
Bu üç araştırmanın farklı bulgularını bir arada düşündüğümde şunu söylemek mümkün. Toplum siyasilerden, partilerden giderek uzaklaşıyor. Elbette seçim günü gidip bir partiye veya lidere oy veriyor ama gönülsüzce, bir bakıma seçenekler içinden kendi kimliğine yakın gördüğüne veriyor. Ama o oy geleceğe dair bir umudu temsil etmiyor.

Bulgular paradoksal olarak bir tıkanma ve soruna işaret ederken fırsatı da ima ediyor. Bu psikolojik iklim iktidara yarıyor. İktidar “siyasetsizleşmeyi” kendine hedef seçmiş durumda uzun süredir ve giderek bugün siyasetsizleşmek konusunda toplumsal rızayı da sağlamış gibi bir tablo var karşımızda. İktidar bir yandan yargı marifetiyle her türlü itirazı sindirmeye çalışıyor, diğer yandan kendi yandaşı olmayan her bir sivil toplum örgütüyle ilişkiyi kesmiş durumda. Hemen hiçbir konuda görüş alışverişine açık olmadığı gibi meclisteki partilerle bile bir mutabakat aramıyor. Eğer kendi önerisi ve ihtiyacı değilse muhalefet partilerinden gelen hiçbir öneri dikkate alınmıyor, meclis gündemine giremiyor.

İktidarı oluşturan zihni koalisyon disiplin ve itaat temelli bir rejim kurmaya yönelmiş durumda, disiplinli ekonomi, disiplinli medya, disiplinli akademik hayat, disiplinli toplumsal hayat. Eleştiriler kapalı kapılar ardında yapılsın ama aleniyet kazanmasın, hiçbir hak veya protesto temelli eylem olmasın isteniyor. Gerçek bulanıklaştırılarak toplumsal psikolojide devletin bekasının gerçekten tehlikede olduğu duygusu baskın olsun isteniyor. Temsili demokrasinin krizi de ekonomik tufan da disiplinli bir hayat ile, güvenlik temelli politikalarla ve siyasetsizleşmeyle çözülmeye çalışılıyor. Toplumun umutsuzluktan beslenen siyasetten uzaklaşması küresel ve bölgesel gerilimlerin ürettiği risklerle de birleşerek daha da büyüyor zihinlerde.

Öte yandan ekonomik kriz kadar toplumsal hayatta ortak yaşama iradesinin zayıfladığını, hukukun üstünlüğüne inancın neredeyse kalmadığını, tümüyle bozulan fırsat eşitsizliğinin ortak ufka inancı törpülediğini, kuralları ve kurumları zayıflatılmış ekonomik politikaların sürdürülemez olduğunu herkes biliyor. İktidar da biliyor, hissediyor. Çünkü toplumsal mutabakat da bozuldu, devlet ile yurttaşın güven ilişkisi de bozuldu. “Biz” duygusu parçalandı, eksildi.

Her istediğini, istediği anda ve biçimde yapabilme kapasitesi, yaptıklarını ülkeye dayatabilme mahareti olan iktidar bile yeni anayasa diyor. İktidar mensuplarının ağzında kekre bir dil ve tat var. Muhalefet ise bir türlü gidişatı çevirecek politikayı da seçmenin siyasete güvenini de artıracak yolları bulamadı henüz.
Bir yandan yeni anayasa için zemin yoklayan diğer yandan siyasetsizleşmeyi hedefleyen iktidarın bakış açısını TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un bazı açıklamalarından görmek mümkün. Kurtulmuş’un Sivas Kongresi’nin 104’üncü yıldönümü dolayısıyla Sivas’ta bulunduğu sırada katıldığı bir programda söyledikleri önemli ipuçları veriyor. Medyadaki haberlere göre Kurtulmuş bir yandan, 6’sı siyasi parti grubu olmak üzere 15 partinin bulunduğu TBMM’nin gücünün yüksek olduğunu, yeni bir anayasa yapma fırsatı olduğunu söylüyor. Diğer yandan, öncelikle Meclis iç tüzüğünün yapılması gerektiğine işaret ederek, Meclis’teki ihtisas komisyonlarının çok güçlü bir şekilde çalışması, kendi alanlarıyla ilgili çalışmalara öncülük etmeleri gerektiğini, yasalarla ilgili uzun müzakerelerin komisyonlarda yapılması gerektiğini, sonrasında da Meclis’te direkt oylamaya geçilerek yasaların oylanmasını öneriyor.

Yani Meclis’te, 600 milletvekilinin katıldığı toplu tartışmalara gerek olmadığını, özellikle de ekranlarda yayınlanarak tüm seçmenin de bir biçimde bilgili ve haberdar olduğu meclis müzakereleri yerine doğrudan oylama öneriyor. Bu öneri bile kendi başına siyaseti olabildiğince uzmanlarına ve siyaset esnafına sıkıştırmak, siyaseti toplumdan uzaklaştırmak anlamına geliyor. Halbuki ülke yeni bir siyaseti, siyaset tarzını ve liderleri, kadroları arıyor. Çünkü tüm yaşanan sorunların çözümünün başlangıç noktası siyaset. Örgütlenmek, müzakere etmek, ikna ve uzlaşma süreçlerinin çalışması. Dayatmaların, zorlamaların değil temasların, diyaloğun, ilişkinin, empatinin var olduğu siyasi zeminin güçlenmesi.

Paradoksal olarak bugünün siyasetsizleşme süreci ya da toplumun siyasetten uzaklaşma süreci bir yaratıcı yıkım fırsatı da veriyor. Partilerden uzaklaşma, liderlerin beğeni düzeylerinde gerileme, geleceğe dair karamsarlığın artması aynı zamanda yeni bir söze, sese, yüze de fırsat alanı açıyor. Ama bir gerçek var, Türkiye yalnızca yeni bir lider aramıyor. Karşı karşıya olduğumuz riskler, varlığını tanımaktan, mağduriyetini görmekten, sorunlarını çözmekten kaçındığımız her bir kültürel ve sınıfsal kümenin ve meselenin kendi ürettiği siyasal ve toplumsal riskler nedeniyle daha da ağırlaşacak. Gerçek beka sorunu da budur.

Yüz yıllık deneyimden sonra artık şunu öğrenmiş olmamız gerekiyor, yeniyi oluşturma süreçlerine dahil etmediğimiz her kültürel kimliğin, ekonomik sınıfın sorunları o yeniyi inşa etmenin önündeki en büyük zihni bariyeri oluşturuyor. Bu sorunları çözmenin tek bir yolu da siyaset marifetiyle toplumsal uzlaşmalar üretmek, ortak ufka inancı, ortak yaşama iradesini yükseltmekten geçiyor. Yeter ki yeni siyaseti arayanlar meseleyi yalnızca tepkiyi örgütlemek değil, yeniyi tanımlamak, yeni hikayeyi yazmak, fikri örgütlemek ve peşine düşmek olduğunu anlamış olsunlar.

Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Cumhuriyet’in hedefi, ekonomide ve toplumsal yaşamda, kurum ve kurallarıyla muasır medeniyete ulaşmaktı, bir uygarlık tercihiydi. Zihin haritasını tümden değiştirmekti. Kabul edelim ki Cumhuriyet’in başlangıcındaki mutabakat ve “Biz tahayyülü” bozuldu. Cumhuriyeti yeniden ilk günün heyecanıyla anmaya, düşünmeye, sahiplenmeye ihtiyaç var

Kendini yeniden yaratmayı simgeleyen sembol bugün kendini yok etmeyi simgeliyor artık bence

İsrail, güvenliğini gerekçe göstererek, coğrafi olarak genişlemek amacıyla Filistinlileri yok etme politikalarını sürdüren, bunun için de yöntem olarak terörü esas almış bir devlet. Hamas da Filistin için mücadele ederken terörü siyaset biçimi olarak benimsemiş bir örgüt. İsrailliler ile Filistinliler, İsrail Devleti ile Hamas’ın terörü arasına sıkışmış durumda. Her iki tarafın seçtiği terör politikalarının gerisinde acıları yarıştırma var. Acıları yarıştırarak barışa varılamaz, aksine herkes giderek düşmanına benzer hale gelir

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Çare, inadına siyaset - Bekir Ağırdır
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Çare, inadına siyaset

48 1
13.11.2023

Diğer

13 Kasım 2023

Son haftalarda yayınlanan araştırmaların hemen hepsinde bir ortak bulgu var; toplum siyasetten uzaklaşıyor. Metropoll’ün kamuoyuna duyurduğu “Türkiye’nin Nabzı Ekim’23” araştırmasının siyasi bulgularına göre “Bu pazar bir milletvekili seçimi olsa hangi siyasi partiye oy verirsiniz” sorusuna yüzde 39.2 oranında “kararsızım”, “protesto oy”, “cevap yok” çıkmış. Üstelik bu oran bir önceki aya göre de 5.5 puan artmış durumda. Açıklanan bulgunun detaylarına bakıldığında 14 Mayıs’ta Ak Parti’ye oy verenlerin yüzde 60.6’sı yine Ak Parti derken yüzde 12.6’sı bugün başka bir parti adı vermiş. Yüzde 26.8’i partisinden de diğer partilerden de uzaklaşmış.

14 Mayıs’taki CHP seçmeninin yalnızca yüzde 46.1’i yine partisini işaret ederken, yüzde 17.4’ü başka partilere geçmiş, yüzde 36.5’i partisinden de siyasetten de uzaklaşmış. 14 Mayıs oylarına göre MHP’lilerin yüzde 32.4’ü, İyi Partililerin yüzde 46.8’i, Yeşil Sol Partililerin yüzde 56.1’i hala partilerini işaret edebiliyorlar.

Hatırlayalım ki son sekiz yılda 7 Haziran 2015, 1 Kasım 2015, 2018 ve 2023 olmak üzere 4 genel seçim, 2019’da yerel seçim, 2017’de referandum, 2018 ve 14 Mayıs ve 28 Mayıs 2023’te cumhurbaşkanlığı seçimi yaşamışız. Kısaca 8 yılda 9 kez sandığa gitmişiz. Sıkça kullandığım tespitle bu seçimlerde sayısal farklar olsa bile bir bakıma kimlik ve kutuplardaki taraftar sayımları yapmışız. Bu seçimlerin ortak karakteri, seçmen kimliğine ve Erdoğan yandaşlığı-karşıtlığı eksenine sıkışmış. Bu zihni ve ruhi esaret içinde oldukça politikleşmiş durumda. Tüm bunlara karşın, son derece gerilimli son seçimlerden bu yana yalnızca 5 ay geçmiş olmasına karşın seçmen siyasi tercihini sorgular hale gelmiş. Sorgularken de giderek yalnızca partisinden değil siyasetten de uzaklaşır halde olduğu tespitini yapabiliriz.

Muhalif seçmenin hayal kırıklığını ve umutsuzluğunu çıplak gözle bile izlemek, sosyal medyada ve ekranlarda görmek mümkündü. Özellikle de seçim gecesinden başlayarak muhalefet aktörlerinin söylemleri, öfkeleri, seçmenin tepkilerine duyarsızlıkları ve eskinin hesaplaşmalarından kurtulamamaları bu hayal kırıklığının öfkeye dönüşmesinde büyük rol oynadı. Muhalefet aktörleri suçlu olarak ortaklarını, diğer muhalifleri, araştırma şirketlerini hedef tahtasına koyarak kendilerini sorumluluktan kurtulabileceklerini sandılarsa da araştırmalar hiç de öyle söylemiyor. Seçmen doğal olarak oy verdiği partisine bakıyor, partisinin oyunu hak edip etmediğini sorguluyor. Metropolün araştırmasına göre de neredeyse seçmenin yarısı ya parti tercihini değiştirmiş ya da siyasi partilerin tümünden uzaklaşmış.

İstanbul Ekonomi Araştırma’nın Ekim’23 araştırması bulgularını geçen hafta gazetemizde yayınlanan Can Selçuki’nin yazısından öğrendik. Oradaki en çarpıcı bulgu bence “Yüz yıl sonrasını hayal ettiğinizde, Türkiye’nin sayacağım alanlarda ne kadar gerileme veya ilerleme yaşayacağını düşünüyorsunuz?” sorusunun cevaplarındaydı. Araştırmaya katılanların cevaplarının 100 yıl sonrasına dair beklentiyi değil araştırma günündeki ruh hallerinde gidişata dair baskın olan duygunun iyimserlik mi karamsarlık mı olduğunu gösterdiğini sanıyorum.

Araştırmaya göre katılımcıların yüzde 58’i ekonomide, yüzde 55’i göç sorununda, yüzde 52’si hukukun üstünlüğünde, yüzde 51’i ifade özgürlüğünde, yüzde 48’i din ve vicdan özgürlüğünde, yüzde 48’i kadın haklarında, yüzde 46’sı güvenlik alanında gerileme yaşayacağımızı düşünüyor. Bu bulguları benim anlamlandırmamla........

© T24


Get it on Google Play