Diğer

13 Şubat 2024

Siyasetin 'pazarlıklara' sıkıştığı bir halin, toplumu uzun süredir 'seyreden' haline dönüştürdüğü açık. TÜİK (2023) verilerine göre nüfusun yaklaşık yüzde 85'i yoğun ya da orta yoğun kentlerde yaşıyor.

Siyasetsizlikten olsa gerek, kentte yaşayanların 'kent hakkı' gibi bir başlığı gündeme gelemiyor bile... Varsa yoksa; bir ürün, bir mala dönüştürülen kenti nasıl 'betonlaştırırız'...

31 Mart seçimlerine giderken, Hatay'dan, Van'dan, Diyarbakır'dan, Muğla'dan, Bursa'dan, İzmir'den, Aydın Söke'den ve başka illerden pek çok kurum temsilcisi "Demokrasi Yerelden Yükselir" başlıklı Yerel Demokrasi Konferansı'nda bir araya geldi.

Açılış konuşmasını, ömrünü 'kent hakkı'na, kentlerin sermayenin ihtiyaçlarına göre dönüşümüne karşı çıkmaya adayan Mücella Yapıcı yaptı. Boynunda boyunluğu ile konferansa gelen Yapıcı, Gezi'nin nasıl bir yerel demokrasi deneyimi olduğunu hatırlattı:

"Her örgütten her siyasetten her etnisiden her spor takımından insanlar olarak bir kent parkında bir araya geldik. Hiçbirimizin olmayan ama hepimizin olan bir parkta yerel demokrasi örneğini yaşadık. Demokrasi yerelden yükselir başka çaresi yoktur" diye konuştu.

Eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yargıcı Rıza Türmen de temsili demokrasinin ( 5 yılda bir halkın sandığa giderek temsilcilerini seçmesi) tıkandığını, halkla temsilciler arasında bir duvar örüldüğünü belirterek kutuplaşmanın panzehiri olarak yerel demokrasiyi savundu:

"Seçilenler seçildikten sonra halktan kopmaktadır. Böyle bir sistem halkı yönetimden uzaklaştırmakta ve siyaseti dar bir alana sıkıştırmaktadır. Katılımcı demokrasi sorun odaklı olduğu için toplumdaki kutuplaştırmayı da ortadan kaldırmayı sağlayabilir” dedi.

Yerel seçimlere haftalar kala 'Kent hakkı' kavramının 'yerel demokrasi' bağlamında konuşulabilmesi önemli.

Konferans bunun altını çizdi. Mevcut kent siyasetinde Bağcılar'da yaşayan ile Nişantaşı'da yaşayan bir kent insanını buluşturmak mümkün değil. Kutuplaşma, işte olası karşılaşmaların engellenmesiyle ya da kentin ortak sorunları karşısında birlikte ortak söz/karar alınmasını sağlayacak mekanizmaların kurulmamasıyla inşa ediliyor.

Oysa mevcut 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 13. maddesine göre "Herkes ikamet ettiği beldenin hemşerisidir. Hemşehrilerin, belediye karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme ve belediye idaresinin yardımlarından yararlanma hakları vardır."

"Kent hakkı" konusunda çalışan komisyonun, ki bu komisyonda partiler, odalar, sendikalar, kent konseyleri, hukukçular, sivil toplum yer alıyor, sunduğu raporda bir kentte yaşayan her canlının hakkı olduğu kabulü vardı.

Kentle ilgili meselelere soldan bakanların esin kaynağı olan dünyaca bilinen kuramcı David Harvey'in "Şehir hakkı şehir kaynaklarına bireysel olarak erişme özgürlüğünden çok fazlasıdır: şehri değiştirerek kendimizi değiştirme hakkıdır" tanımını atıf yapılan raporu güncele uyarlarsak Bağcılar'da yaşayan bir tekstil atölyesi işçisinin kentin kaynağı olan deniz kenarındaki mekanlara ulaşabilme ya da Atatürk Kültür Merkezi'ndeki bir etkinliğe gidebilme 'hakkı' ve 'eşitliği' nasıl sağlanacak? Ekrem İmamoğlu ya da Murat Kurum'un söylemlerinde bunu görebiliyor muyuz?

Oysa iç ve dış göçle birlikte kentlerin büyüdüğü, sorunların karmaşıklaştığı gerçeğinden yola çıkarsak, insanların mikro ölçekte 'vatanı' olan kentlere karşı işlenen suçlar neden beka sorunu olmuyor ya da olamıyor?

Ya da yüksek kiralar meselesine 'serbest piyasanın doğal sonucu' olarak mı bakacağız? Bir kent hakkı olan barınma hakkını yerel yönetimlerin acil gündemi kılamayacak mıyız?

Bunu başaran yereller varmış. Bursa Nilüfer Kent Konseyi'nden Neslihan Binbaş anlattı:

"Nilüfer'de 2009 yılından bu yana her 500 kişiyi bir kişinin temsil ettiği 64 mahalle komitemiz var. Bu komitelerde 1500'ten fazla gönüllümüz var. Şeffaflık, gönüllülük ve evrensel insan haklarına saygı temel ilkelerimiz. Muhtarlar doğal başkan ve mahalle dernekleri de doğal üyedir. Diğer üyeler seçimle geliyor. Örneğin Altınşehir Mahalle Komitesi, Nilüfer Belediyesi'nin bir okul alanını ticari alana çevirmek üzere karara istinaden direnişe geçtik, 'Ey Nilüfer Halkı Dikkat Et, Seçtiklerini Takip Et' diyerek karşı durdu. Yine bir kent çöp atığı tesisine karşı 5 mahalle bir araya geldi."

Hatay-Dikmece'den Hasan Özgün de Akbelen'de yaşananları hatırlatarak herkesin pür dikkat dinlediği bir konuşma yaptı:

"Bize de aynısı dayatıldı. 24 Temmuz günü Akbelen'le aynı anda düğmeye basıldı ve Dikmece'ye saldırıldı. Nenelerimiz, teyzelerimiz dikenli çalıların üzerinde sürüklendi. Coplandı, tartaklandı, biber gazı kullanıldı. Ardından zeytinliklere girmeye çalıştılar. Yüzbinlerce zeytin ağacını kesmeyi hedefliyorlar. Bu zeytinlerin önemli bir kısmı 400-500 yaşında. Onların planlarına göre temmuz ve ağustos aylarında kesim işleri tamamlanacak, kasım ayında da birinci etap TOKİ'ler teslim edilecek, nisan 2024'te ise bütün beton hamleleri tamamlanmış olacaktı. Şubat 2024'teyiz... Tek bir zeytin ağacını kestirtmedi Dikmece halkı. Zeytinliklerin olmadığı, açık tarım arazilerinde sürekli temeller atıyorlar inşaatlar yükseltiyorlar. Neo liberal saldırılar altında Dikmece. Şehrimizi kaybettik, yürüdüğümüz dolaştığımız anılar biriktirdiğimiz sokaklarımızı kaybettik, yönümüzü bulamıyoruz. Şimdi orayı 'rezerv konut alanları' adı altında şirketlerin yeni inşaat sahaları için bir laboratuvara dönüştürüyorlar. İstimlaklar, riskli bölgeler, acele kamulaştırmalar diyerek saldırıyorlar.

Bir yandan sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir kent rantı yaratmaya çalışıyorlar bir yandan da demografik yapıyı dönüştürmeye yönelik, sırf Arap Alevisi olduğumuz için o şehirden bizi sürmek istiyorlar.

Depremden bu yana Hatay'da iki slogan ortaya çıktı kolektif bir feryat şeklinde... Birisi; Unutmak yok, affetmek yok, helalleşmek yok. Diğeri ise Gitmedik, Buradayız sloganı. Bizi sürgün etmelerine karşı halkın kolektif bilincinin kolektif aksiyonunun simgesi oldu bu sözler. Susuzluğa, terk edilmişliğe, çaresizliğe, yoksulluğa, salgın hastalıklara, hastanelerin ve ulaşımın olmayışına, barınmanın olmayışına, her yağmurda selin basmasına, çadırları suların sürüklemesine rağmen insanlar oraya terk etmemek de ısrarlı.
Zeytinlikleri yok ediyorlar, tarım alanlarımızı geçici istimlak adı altında konteyner alanlarına dönüştürüp tarım yapılamaz hale getiriyorlar. Ve ne tesadüftür ki bunların hepsi Alevi bölgelerinde oluyor. Su kaynaklarımızın üzerine asbestli moloz dağları kurdular. Samandağ'da, Yeşilköy'de, Oğlakören'de, Harbiye'nin üst taraflarında, Çekmece'de, Serinyol'da bütün su kaynaklarının yüzey zeminlerine asbestli molozlar yığdılar. Bunu merkezi iktidar vardı. Yerel iktidar da bu faşizmi kurumsallaştırma hamlelerine stepnelik yaptı.

Dikmece'de halkı bölmek için, direncini kırmak için bir sürü provokasyon denediler, başaramadılar. Neden biliyor musunuz? Çünkü halkı özneleştiren bir yöntemle direniyor herkes. Sorunları birlikte tartışıyoruz, birlikte karar alıyoruz ve birlikte uyguluyoruz. Dikmece halkı zeytinliklerime, yaşam alanlarıma dokunma diyor, demografik yapımı bozma, ırkçılık yapma, ötekileştirme beni diyerek taleplerini anayasal güvenceye alınmasını istiyor, kendi anayasasını yazıyor."

Termik santrallere ve maden arama faaliyetlerine karşı yaşam alanlarını savunan Muğla Milas'tan İkizköy Çevre Komitesi'nden Necla Işık da 'yerelin sözünü' taşıdı konferansa:

"İki buçuk yıl uyumadık. Meclis yollarına düştük. Sularımız, toprağımız, zeytinliklerimiz gitmesin diye... İktidar gözünü Akbelen'e dikmiş durumda. İnsanların umudunu kırarsak her yeri kolayca alacağız düşüncesi vardı. 24 Temmuz'da altı gün gibi kısa sürede Akbelen ormanı katledildi. 90 yaşındaki ninelerimizin, çocuklarımızın gözlerine biber gazı sıkıldı. Adaletin, hukukun olmadığını gördük. Her gece geri kalan topraklarımıza çökecekler diye korkuyoruz. Şu an 40 üzerinde köy tehdit altında. Onlarca kızılçam çam ormanı var. Bodrum susuz, iki baraj kurudu. Termik santrallere soğutma suyu için içme sularımız veriyorlar. Göçe zorlanıyoruz. Mezarlarımız orada, insanların ne ölülerine ne dirilerine saygıları var. Şu anda dinamit patlatıyorlar, her gün depremi yaşıyoruz. Köylü orayı terk etsin diye her şeyi yapıyorlar. İlçe Tarım'a gidip zeytin kanunu var dediğim için Terörle Mücadele'den ifadeye çağırıyorlar. İzinsiz afiş astığımız gerekçesiyle 40 bin ceza kesildi. Tozun dumanın altında yaşamak imkansız neredeyse. Her birimiz anti depresan kullanıyoruz, kanser vakaları artmış durumda ama evlerimizin altında kalsak bile, ata topraklarımızı, zeytinliklerimizi terk etmeyeceğiz."

Merkezdekilerin kararları ya da yereldeki yönetimlerin merkezi kararları gerçek anlamda yerele böyle yansıyor.

"Kent hakkı"nın bir yaşam hakkı olduğunu görmeyen her yönetim anlayışı, insana, doğaya ve bütün canlılara rağmen aldığı kararları uyguladığında ortaya çıkan sonuç her anlamda bir yıkım...

Candan Yıldız, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu.

Gazeteciliğe HBB'de On'da On Haber Program editörlüğü ile başladı.

Kanal D, TV 8, Birgün Gazetesi, CNNTürk, İMC TV, Halk TV'de muhabirlik, editörlük, ana haber editörlüğü ve haber program koordinatörlüğü yaptı.

Haber kanallarında çeşitli program formatları yarattı. Radyo ve Gazetecilik Ödülleri En İyi Program Ödülü/(1997), Çağdaş Gazeteciler Derneği En İyi Haber Program Ödülü/ (2002) ödülünü aldı.

Avustralya'da SBS Türkçe Radyo Haberler servisine haber yaptı.

"Öteki Sesler" isimli belgesel yaptı. "Dicle'nin Göz Yaşları" ile "Şiddete Karşı Anlatılar-Ayakta Kalma ve Dayanışma Deneyimleri" ortak çalışmalarda yazarlık yaptı.

T24'le birlikte internet gazeteciliğine adım attı.

Yargı süreçleri sonuçlansa da istismara maruz kalan çocukların süreçleri hiç bitmiyor.

DEM İstanbul'da aday çıkaracak. Ama Başak Demirtaş'tan sonra hangi ismin aday gösterileceği 'Kazan-kazan' siyasetine paralel gelişecek.

Vali Gül, gasilhane önünde annesinin cenazesini gözyaşları içinde bekleyen Dilfiraz Karataş'ın kızına taziyelerini iletirken "Annemi, canım annemi neden kurtaramadınız" cümleleri döküldü ağzından...

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Bağcılar ve Nişantaşı'nda yaşayanları buluşturabilmek mümkün mü? - Candan Yıldız
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bağcılar ve Nişantaşı'nda yaşayanları buluşturabilmek mümkün mü?

19 2
13.02.2024

Diğer

13 Şubat 2024

Siyasetin 'pazarlıklara' sıkıştığı bir halin, toplumu uzun süredir 'seyreden' haline dönüştürdüğü açık. TÜİK (2023) verilerine göre nüfusun yaklaşık yüzde 85'i yoğun ya da orta yoğun kentlerde yaşıyor.

Siyasetsizlikten olsa gerek, kentte yaşayanların 'kent hakkı' gibi bir başlığı gündeme gelemiyor bile... Varsa yoksa; bir ürün, bir mala dönüştürülen kenti nasıl 'betonlaştırırız'...

31 Mart seçimlerine giderken, Hatay'dan, Van'dan, Diyarbakır'dan, Muğla'dan, Bursa'dan, İzmir'den, Aydın Söke'den ve başka illerden pek çok kurum temsilcisi "Demokrasi Yerelden Yükselir" başlıklı Yerel Demokrasi Konferansı'nda bir araya geldi.

Açılış konuşmasını, ömrünü 'kent hakkı'na, kentlerin sermayenin ihtiyaçlarına göre dönüşümüne karşı çıkmaya adayan Mücella Yapıcı yaptı. Boynunda boyunluğu ile konferansa gelen Yapıcı, Gezi'nin nasıl bir yerel demokrasi deneyimi olduğunu hatırlattı:

"Her örgütten her siyasetten her etnisiden her spor takımından insanlar olarak bir kent parkında bir araya geldik. Hiçbirimizin olmayan ama hepimizin olan bir parkta yerel demokrasi örneğini yaşadık. Demokrasi yerelden yükselir başka çaresi yoktur" diye konuştu.

Eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yargıcı Rıza Türmen de temsili demokrasinin ( 5 yılda bir halkın sandığa giderek temsilcilerini seçmesi) tıkandığını, halkla temsilciler arasında bir duvar örüldüğünü belirterek kutuplaşmanın panzehiri olarak yerel demokrasiyi savundu:

"Seçilenler seçildikten sonra halktan kopmaktadır. Böyle bir sistem halkı yönetimden uzaklaştırmakta ve siyaseti dar bir alana sıkıştırmaktadır. Katılımcı demokrasi sorun odaklı olduğu için toplumdaki kutuplaştırmayı da ortadan kaldırmayı sağlayabilir” dedi.

Yerel seçimlere haftalar kala 'Kent hakkı' kavramının 'yerel demokrasi' bağlamında konuşulabilmesi önemli.

Konferans bunun altını çizdi. Mevcut kent siyasetinde Bağcılar'da yaşayan ile Nişantaşı'da yaşayan bir kent insanını buluşturmak mümkün değil. Kutuplaşma, işte olası karşılaşmaların engellenmesiyle ya da kentin ortak sorunları karşısında birlikte ortak söz/karar alınmasını sağlayacak mekanizmaların kurulmamasıyla inşa ediliyor.

Oysa mevcut 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 13. maddesine göre "Herkes ikamet ettiği beldenin hemşerisidir. Hemşehrilerin, belediye karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme ve belediye idaresinin yardımlarından yararlanma hakları vardır."

"Kent hakkı" konusunda çalışan komisyonun, ki bu komisyonda partiler, odalar, sendikalar, kent konseyleri, hukukçular, sivil toplum yer alıyor, sunduğu raporda bir kentte yaşayan her canlının hakkı olduğu kabulü vardı.

Kentle ilgili meselelere soldan bakanların esin kaynağı olan dünyaca bilinen kuramcı David Harvey'in "Şehir hakkı şehir kaynaklarına bireysel olarak erişme özgürlüğünden çok fazlasıdır: şehri değiştirerek kendimizi değiştirme hakkıdır" tanımını atıf yapılan raporu güncele uyarlarsak Bağcılar'da yaşayan bir tekstil atölyesi işçisinin kentin kaynağı olan deniz kenarındaki mekanlara ulaşabilme ya da Atatürk Kültür Merkezi'ndeki bir etkinliğe gidebilme 'hakkı' ve 'eşitliği' nasıl sağlanacak? Ekrem İmamoğlu ya da Murat Kurum'un söylemlerinde bunu görebiliyor muyuz?

Oysa iç ve dış göçle birlikte kentlerin büyüdüğü, sorunların karmaşıklaştığı gerçeğinden yola çıkarsak,........

© T24


Get it on Google Play