Diğer

26 Mart 2024

Nasuh Mahruki… Everest Dağı’na tırmanan ilk Türk ve Müslüman dağcı. Sadece Everest’e değil, dünyadaki 7000 metreden yüksek beş dağa birden tırmanarak ‘Kar Leoparı’ unvanı almış bir insan. Dağcılıktaki başarılarının ardından yaptığı her işte fark yaratmayı, ses getirmeyi bildi. Kurucuları arasında olduğu AKUT, afetlerde arama kurtarma meselesini birkaç nesle öğreten bir okul, toplumsal farkındalık için kaldıraç işlevi gören bir sivil toplum hareketi oldu. Şimdi yeni bir iddia ile karşımızda. Kızsa da küsse de gönül bağını asla kopartmadığı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), kendisini “ailece üç göbektir buralıyız” dediği Beşiktaş’ta belediye başkanlığı için aday göstermeyince bağımsız aday oldu.

31 Mart yerel seçimleri öncesindeki son hafta, bir Beşiktaş sakini olarak kendime torpil geçip ilçemizin ‘wild card’ adayı Nasuh Mahruki’ye kulak vermek istedim. Beşiktaş’ın seçimi, ülke siyasetinin gidişatına etki edecek bir konu olmasa da kimlik siyaseti, rant düzeni, CHP belediyeciliğindeki statükonun kökenleri gibi türlü hassas meseleyi içinde barındıran bir mevzu.

Gördüğüm - ama genel olarak anketlere mesafeli olduğum için rakamlarla atıfta bulunmak istemediğim- bazı anketlere göre Nasuh Mahruki ciddi bir ivme yakalamış durumda. CHP’nin Beşiktaş adayı Rıza Akpolat’ın bu kez yüzde 75 ile seçilmesinin mümkün olmadığını net biçimde söyleyebiliriz. Nasuh Mahruki’nin CHP’li seçmenden alacağı oy oranının kendisine siyasette nasıl bir yol açacağını kestirmek zor. Mahruki CHP’den vazgeçmiş değil, kanımca CHP içinde var olabilmek için başka bir yöntem deniyor. Zaten kendisine oy isterken, İBB için de Ekrem İmamoğlu’na oy istemeye devam ediyor.

Türlü çelişkiler de var Mahruki’nin söylemlerinde. En belirgin çelişki Ekrem İmamoğlu ile köprüleri atmadan buz üstünde yürümeye çalışırken, seçim kampanyasının belkemiği olan ‘Beşiktaş’ta rant düzeniyle mücadele’ konusunun suçluları arasında İBB’yi de sayıyor olması. Hatta bir adım daha ileri giderek, Beşiktaş’ta rant düzeni sürsün diye imar planlarını Çevre Bakanlığı’nın İBB ve Beşiktaş Belediyesi ile birlikte değiştirdiğini söylüyor.

Yerel siyaset konuşmak için oturduk ama Nasuh Mahruki’nin hayat görüşüne, ideolojik duruşuna ve ulusal siyasetin kapsama alanına giren iddialarına değmeyen bir söyleşi doğaldır ki yapamadık. Pazar günü karşılaşacağımız tablo ne olursa olsun, hissiyatım odur ki Nasuh Mahruki siyasetten vazgeçmeyecek. Zaten kendisi bu yolculuğu ‘siyasete girmek’ diye değil ‘memleketten vazgeçmemek’ diye tanımlıyor.

- Bu söyleşiyi seçime bir hafta kala yapıyoruz. Sizin açınızdan durum nasıl görünüyor? Hiç anket yaptırdınız mı?

Bu hafta yaptırtıyoruz. Ona göre sonucu net göreceğim. Bir kere, sokak inanılmaz pozitif. Sokakta gördüğümüzün yarısı sandığa yansısa büyük olay. Beşiktaş, Türkiye’nin bir numaralı ilçesi ve Beşiktaş halkı çok bilinçli bir halk. Doğruyu yanlışı görüyor Beşiktaş halkı. Buradaki mahalle kültürünün giderek zora girmiş olmasından rahatsızlar. Yeni yapılan devasa gökdelenler, otellerin bir kentsel dönüşümün değil rantsal dönüşümün parçası olduğunu gören ve bundan rahatsızlık duyan bir halk Beşiktaş halkı. Beşiktaş aslında yeşil bir ilçe ama biz bu rantsal dönüşüm nedeniyle yeşilimizi kaybetmeye başladık. Beşiktaş’ta yaşamanın maliyeti de çok arttı, artmaya devam ediyor. Polis Okulu’nun oraya Mandarin Oriental tarafından yapılan üç devasa blok aslında Beşiktaş’a geleceklerin habercisi. Oradaki her bir daire 50 milyondan satılacak. İşte Suudi Arabistanlı, Katarlı, Arap, Rus ya da iktidarın türedi zenginleri bunlar yerleşecekler. Bu tür bir demografik değişikliğin olduğu her yerde

sosyoekonomik yapı da değişiyor. Bu sürecin yaşatıldığı Beşiktaş’ta da maalesef bu gidişle yerli halk artık tutunamayacak hale gelecek. Beşiktaş'ın yerli halkının aleyhine bir plan işliyor.

- Siz güncel siyasete dair analiz yaparken hep 16 Nisan 2017’de başkanlık sisteminin oylandığı referandumuna dönüyorsunuz. Neden?

16 Nisan gecesi birdenbire iki buçuk milyon kişi sisteme girildi. Bunların hepsinin adı soyadı var, kimlik numarası var. İki buçuk milyon insan son anda sisteme girildi ve yüzde 1 ile rejimi değiştirdiler. Muhalefet de dizayn edilmiş, ses çıkartmadılar. 2023 seçimlerinde de garanti bir kısım son dakika müdahalesi olmuştur. Türkiye’de 5- 6 milyon sahte seçmen var. Hatırlar mısınız, 2010 referandumunda Fethullah Gülen “Mezardakileri kaldırıp oy kullandırın” demişti. İşte bunlar da ölülere bile oy kullandırıyorlar. Türkiye'de nüfus sayımı yapılmıyor yıllardır. Adrese dayalı nüfus gibi bir kayıt sistemi gibi yürüyorlar. Siz kendiniz e- devlet'ten istediğiniz yere alabiliyorsunuz adresinizi. Eskiden bu işlemi muhtarlar yapardı. Bugün kendiniz yapıp geçiyorsunuz, kimsenin kontrolünde değil. Sizin apartmanınızda yaşamayan 20 kişinin kaydı olabilir mesela. Dikkatlice araştırıp izini sürmüyorsunuz haberiniz olmaz. Bugün Türkiye’nin gerçek nüfusunun kaç kişi olduğunu sadece iktidarın içindeki küçük bir azınlık biliyor, başka hiç kimse bilmiyor. O sayıyı bilen iktidarın içindeki azınlık da bunu kendi çıkarlarına göre manipüle ediyor.

- Nasıl manipüle ediyorlar?

Türkiye'nin nüfus hareketlerini seçimlerde kullanarak. Bunlar neler yapıyorlar biliyorsunuz. Belediyenin sınırlarını değiştiriyorlar. Mesela Maslak ile Sarıyer’in sınırlarını kendilerine yarayacak şekilde değiştirdiler. Bakın, bunlar 2002'de bir daha gitmemek üzere iktidara geldiler. Herkesin asıl gözden kaçırdığı ama mutlaka yakalanması gereken en önemli detay o. Türkiye’de siyasal İslam bir daha gitmemek üzere iktidara geldi.

- ‘Siyasal İslam’ dediğiniz ekol de kendi içinde çok değişti, dönüştü ama. Aydınlıkçı Doğu Perinçek ekibinin destek verdiği bir Adalet Kalkınma Partisi var bugün. Keza yine kendini Kemalist ve ulusalcı olarak gören askerler, paşalar özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kendileri kumpas davalarda içerde yatmış olmalarına rağmen Erdoğan’a açık kredi verdiler uzunca bir süre. Klasik manada siyasal İslamcı bir rejimden ziyade Türk- İslam sentezinden beslenen güvenlikçi bir otoriter rejim yok mu karşımızda? Size benzer biçimde kendisini ‘Atatürk milliyetçisi’ olarak tanımlayan Sinan Oğan keza, Tayyip Erdoğan’ın yanında hizalandı mesela Mayıs 2023 seçimlerinde.

Sinan Oğan Türk milliyetçisi olsaydı böyle davranmazdı. Onlar Türk milliyetçisi falan değil. Ahmet Necdet Sezer, cumhurbaşkanlığı koltuğunu Abdullah Gül'e bırakırken bir konuşma yaptı ve dedi ki “Ilımlı İslam diye bir şey yoktur. Ilımlı İslam'ın bir sonraki durağı mutlaka radikal İslam olmak zorundadır çünkü bu durmaz” dedi. Türkiye böyle bir hatalı yola girdi. İşte ‘ılımlı İslam’ diye başladı, şu anda 5 yaşındaki çocuklar sıbyan mekteplerine gidiyor. Tarikatlar, cemaatler inanılmaz güçlenmiş durumda. Menzil, kendisine adeta yeni bir cumhuriyet kurdu Adıyaman'da. İş ‘ılımlı İslam’ diye başladığında bizim 'liboşlar' da büyük bir destek verdi bunlara. Arkalarında Avrupa Birliği vardı, Amerika vardı. Ekonomi de çok rahattı. Onlar da bu rahat ortamda önlerine gelen her şeyi ‘özelleştirme’ adı altında sattılar. Ne demişti dönemin Maliye Bakanı? “Babalar gibi satarım!” Babasının malı sanki. Atatürk’ün kurduğu bütün fabrikaları, arazileri, devletin üzerine tapulu malların hepsini sattılar. Zimmetlerine geçirdiler ya da yandaşlara sattılar. Dolayısıyla anormal bir ekonomik güce de ulaştılar. Bu süreçte inanılmaz büyük suçlar işlediler. ‘Vatana ihanet’ suçları işlediler.

- Mesela?

Ege’deki Türk adalarının Yunanistan’a terk edilmesi direkt vatana ihanet suçudur. Bize ait olan 22 ada ve kayalık var Ege'de. Türk adası onlar. Ege'de aidiyeti bilinmemiş adalar da var ama tapusu bizde olan adalar da var. Avrupa Birliği ile karşılıklı bir anlaşma bu. Onların Yunanistan tarafından kullanılmasına ses çıkartılmıyor.

- Resmen açıklanmış böyle bir pozisyon yok, anlaşma da yok.

E ama 2004’ten beri fiili durum bu. Öte yandan Tayyip Erdoğan'a mültecileri tutuyor burada biliyorsunuz.

- Evet, o resmi olarak açıklanmış anlı şanlı bir anlaşma. Sizin öne sürdüğünüz gibi Türk ada ve kayacıkları ya da ihtilaflı kayacıklar, Yunanistan’a bırakılmış olsa bunu Yunanistan derhal ‘bir zafer’ olarak açıklamaz mı?

Ben bununla ilgili olarak beş yıl hapis cezası istemiyle yargılandım.

- Yargılandığınızı biliyorum ama onun sebebi ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçlaması değil miydi?

Tehdit ve hakaret.

- O şekilde yargılandınız ama asıl motivasyonun Ege’deki adacıklar hakkında söyledikleriniz olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Evet, çünkü A Haber'de bir televizyon programında İMKANDER Genel Başkanı Murat Özer ile Lozan’ı tartışıyorduk. Murat Özer siyasal İslamcı bir militandır. “Lozanda Türk Adaları'nı verdiniz” diye bir laf etti ortaya. O adalar, Lozan’da Atatürk tarafından değil 1912’de Osmanlı döneminde Uşi Anlaşması ile verildi İtalya’ya. Lozan imzalandığında da Osmanlı'nın imzaladığı bütün anlaşmalar kabul edildi. Bunu yalan yanlış konuşuyorlar ama 2004’ten veri bunların Yunanistan’a verdiği adalardan Türkiye Cumhuriyeti'nde kimsenin haberi yok.

- Bunu neden saklasın Avrupa Birliği tarafı? Ben Brüksel'de de gazetecilik yaptım. Onlar için bu tür şeyler bir başarıdır, hemen açıklarlar. Bir de hangi adalardan bahsediyorsunuz, isim verir misiniz rica etsem?

Eski haritalarda, Amerikan haritalarında, Avrupa'nın haritalarında, Osmanlı haritalarında o adalar Türk adası olarak gösterilir. Bulamaç Adası, Eşek Adası, Hurşit Adası, Nergisçik, Bulamaç, Keçi, Koyun…İsimleri bile Türk ismidir bunların. Yunanistan peyderpey işgal etti bunları. Adamlar çıkıyor üzerinde mangal yapıyor adanın, Yunan Savunma Bakanı diyor ki, “Sıkıyorsa gelin alın.” Saklamıyorlar yani. Halbuki onların hepsinin tapusu bizdedir. Ümit Yalım bunları çok iyi anlatır. Burada yapılması gereken şey şu; Kardak'ta nasıl Tansu Çiller SAT komandolarını yolladı. Yunanlar bayrak dikmişti. Bizim Ali Tükşenler ‘şak’ diye girdi, o işi bitirip bayrağı indirdiler, Yunanlılar da kaçmak zorunda kaldı. Biz nasıl 6 milin 12 mile çıkartılmasını ‘savaş sebebi’ sayarız diyoruz, bunu da saymak durumundayız.

- Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege’deki tüm sorunların çözümü için taraflar zaten yıllardır diplomatik olarak masada. Hatta bu pazarlıkların yapıldığı toplantı mekanizmasının ismi de çok tartışıldı bir ara; istikşafi görüşmeler. Yani Yunanistan 6- 12 mil meselesinde kafasına göre hareket edemez.

Ama ona hazırlanıyor şimdi, Yunanistan ve deneyebilir o hareketi. Bu adalarla alakalı da Tansu Çiller’in gösterdiği kararlılığı AKP gösteremedi. Devlet Başkanı askere direktif verecek, ‘Git al şu adaları’ diyecek ve asker çıkacak o adalara. Ama öyle gözüküyor ki Tayyip Erdoğan Avrupa Birliği'ne şu sözü verdi; “Ege’deki adaların Yunanistan tarafından işgal edilmesine ses etmeyeceğim, Türk ordusunu durduracağım. Siz de beni Türkiye'deki Atatürkçü kesimi baskılama sürecinde beni destekleyeceksiniz.” Ege adalarını öyle kaybettik. Bunlar iktidara geldikleri zaman o sözü verip, diğer sözü aldılar. Sonrasındaki süreçte sınırlardaki mayınlar söküldü, “tarım yapılacak” diye. Suriye'deki mayınlar söküldü, Suriye'den insanlar girdi. Şimdi İran sınırındaki mayınlar söküldü, Afganistan'dan insanlar girdi. Bunların hepsi Türkiye'nin önümüzdeki süreçte çok çok çok tehlikeli bir yere gittiğini gösteriyor. Yani ülkedeki 16- 17 milyon sığınmacıyla beraber iç savaşa doğru gidiyoruz. Ve tabii bunlar İslamcı sığınmacılar, hepsi asker, hepsi 18 ila 25 yaş aralığında.

- Ümit Özdağ ile aynı şeyleri söylüyorsunuz.

Aynen, tamamen aynı şeyi söylüyorum.

- O zaman neden kendisiyle birlikte Zafer Partisi’nde siyaset yapmıyorsunuz?

Ben çok kuvvetli milliyetçi değerlere sahibim ama hayatı sosyal demokrat anlayışla yaşıyorum.

- Bana göre siyaseten yollarınız Ümit Özdağ ile çoktan kesişmiş, size göre asla kesişemez mi?

Kesişebilir de çok seviyorum, çok saygılıyım.

- Gerçi Ümit Özdağ’ın kişisel popülaritesine rağmen ulusal düzeyde partisinin rakamları çok yükseliyor gibi de gözükmüyor.

Ben şu anda başka bir şeyle uğraşıyorum. Ulusal siyasetle şu anda uğraşacak halim yok.

- Ama ulusal siyasete dair çok kritik şeyler söylüyor, çok büyük iddialarda bulunuyorsunuz. O yüzden de bende sanki ilçe belediye başkanlığı seçimi sizin siyasetteki nihai durağınız olmayacak duygusu uyandırıyor söyledikleriniz ve yaptıklarınız.

Bakalım, beş seneye kim öle kim kala.

- Biraz önce Menzil tarikatının Adıyaman’da adeta kendine has bir cumhuriyet kurduğunu söylediniz. Menzilcilerin 6 Şubat depremlerinde ve sonraki süreçte çok etkili olduğunu hem siz söylediniz hem de sahada aktif çalışan bazı STK’lardan benzer izlenimler dinledim. Menzilciler 6 Şubat’a ne şekilde damga vurdular?

Tekbirci bir grup çıktı ortaya ya. Dünyada bir deprem kurtarma sürecinde ilk defa böyle saçma sapan bir şey çıktı, yaşandı. Enkazdan insan kurtarıyorlar, itfaiye çıkartıyor, başka STK'lar çıkartıyor. Hop bu Menzilciler geliyorlar, “Biz çıkartacağız” deyip kameraları çağırıyorlar. O kadar insan aşağıda 30- 40 saat çalışmış can kurtarmak için, tam çıkaracaklar kurtardıkları kişiyi, yukarda bu adamlar sağlı sollu barikat gibi diziliyorlar. Kurtarılan insan zaten kendi şokunu, kendi küçük kıyametini yaşıyor. Travmanın zirvesinde. “Allah- u ekber, Allah- u ekber” diye bağırarak adamı çıkartıyorlar. Böyle korkunç bir şey olabilir mi? Adam zaten hayatın en büyük travmasını yaşıyor. Belki çoluğunu, çocuğunu, eşini kaybetti. Kendi canını kurtarmış ama belki sakat kalacak. O insan açısından o en kritik anda İslamo- faşist bir şov yapıyorlar. Bu ahlaka aykırı, hukuka aykırı, insan haklarına aykırı bir şey. Bir sürü yabancı kurtarma ekibi bunlar yüzünden erken ayrıldılar Türkiye’den. Onları alandan kovdu bu gruplar çünkü. Böyle bir sürü adam bir araya gelmiş, tekbir tekbir çekiyor. Afganistan mı burası? Gelen ve ülkeyi tanımayan yabancı, o tekbir getirmelerin arkasından ne olacak diye merak ediyor.

- Beşiktaş’taki rakibiniz, CHP’nin adayı Rıza Akpolat, geçenlerde Mayıs seçimlerinden önce size Kemal Kılıçdaroğlu ekibinin kazanmaları halinde size AFAD’ın yönetimini vermeyi planladıkları yönünde bir mesaj gönderdiğini, sizin kabul etmeyip bakanlık istediğinizi söyledi. Siz de bunun üzerine dediniz ki “AFAD’ın yönetimini istemem. O kadar Menzilci doldurulmuş ki orası kurtarılamaz…” Tam kelimeleriniz bu değildi tabii ama bunu demeye getirdiniz.

Orası kurtarılır da ben değilim onu kurtaracak.

- Uzun zamandır sağlık sektöründeki arkadaşlardan dinliyoruz; Sağlık Bakanlığı ve Türkiye'deki sağlık hizmeti veren kurumların çok büyük bir bölümü Menzil Tarikatı tarafından yönetiliyor. Sizin AFAD’da gördüğünüz durum da bu mu?

Ben televizyonda gördüğümü söylüyorum. Bu tekbirciler ilk defa çıktı ortaya. Onların tamamı Menzilci. AFAD'ın içinde çok güçlüler. Başındaki Diyanet'ten gelmeydi zaten. Zaten AFAD'ın bu 6 Şubat'ı yönetmeye çalışması çok büyük bir fiyaskoyla sonuçlandı, yönetemediler. Ne iletişim kurulabildi doğru düzgün ne insani yardım yapılabildi ne arama kurtarma düzgün yapılabildi. Yabancı ekipler haberi aldıktan sonra sekiz saat içinde yurt dışından geliyor, Türkiye’ye iniyor. 70 küsur kişilik ekipleri, bilmem kaç ton malzemeyle saatlerce İstanbul Havalimanı'nda beklettiler. Hepsini bölgeye geç kalarak yolladılar. Bizim Türk kurtarmacılar, “Siz gidin malzemeniz sonradan gelecek” dediler. Adamlar gittiler, e malzeme yok. Kitlendiler kaldılar. Bir sürü yanlış şey oldu. Çünkü AFAD kitledi. Daha dün kurulmuş bir kurum, ehliyesiz ve liyakatsizlerle doldurmuş içi. Başındaki bile konudan habersiz. Bu arama kurtarma bir kere uzmanlık gerektiren bir alan. Ne işi varmış Diyanet’ten gelen birisinin böyle bir kurumun başında? Bunları sorgulamazsak bu tür olaylarda daha beter can kaybı yaşamaya devam ederiz. Normalde afetlerde mücadelenin asli unsuru Silahlı Kuvvetler idi. Askeri sistemden çıkarttılar.

- Askerin en kritik 48 saatte arama- kurtarma faaliyetlerinde kullanılmamış olması çok tartışıldı. Kimse de tam bir izahat getiremedi hükümetin bu konudaki tavrına. Acaba “Biz askeri kışlasına zor soktuk, bu kadar kritik bir anda sokağa çıkartırsak bize karşı bir hareket örgütlerler” türünden bir kaygı mıydı hükümetin tavrını yönlendiren?

Ondan ziyade şu bence; halkla ordunun arasını 15 Temmuz'da açmayı başardılar. Hatırlayın, sivillerin askerleri pata küte dövdüğü o fotoğraflar servis edildi hep. Hatta iki askerin boğazını kestiler Boğaziçi Köprüsü’nde. Dolayısıyla halkla askerin arasına bir bariyer soktular. Asker Mehmetçik’tir, aslında her Türk erkeği Mehmetçiktir. Şimdi askerliği de sulandırdılar. Paralı askerliğe bağladılar. Suriyeliler şu anda asker oluyor. Yabancılara askerliği yolunu açtılar. Milli orduyu ortadan kaldırmaya çalışıyorlar, hedef o. Kurtuluş Savaşı'ndaki gibi bir milli ordu ölene kadar yerini teslim etmez. Paralı askerden ya da Suriyeliden böyle bir milli ordu çıkartamazsınız. Ordusu olan bir millet değil, milleti olan bir ordudur önemli olan. Her Türk asker doğar ya… Gerektiğinde çoluk çocuk, kadın, yaşlı erkek savaşabilecek çok az milletten biri Türkler. Türk milletinin ordusuyla, askeriyle olan o tarihsel bağını kopartmak için yapılan hamleler yaşadıklarımız. Önümüzdeki yaşayacağımız çatışmalı süreçte de Türk milletini çok ciddi zafiyete düşürecek şeyler bunlar.

- Çatışmalı süreç dediğiniz nedir? Ne bekliyorsunuz?

Türkiye bir yere doğru savruluyor şu anda. Düğmeye basılsa iç savaş çıkar Türkiye'de. O kadar gergin bir ortam var ki. İktidar, bütün tarikatlar, cemaatler, dinciler, devletin her şeyleri ele geçirmişler. Seçimlerde iktidardan düşme riski ortaya çıksa ve bir mahkeme süreci işletilmeye çalışılsa, herhalde her şey yapılabilir. Her şey ellerinde sonuç olarak.

- Bu seçimde beklediğiniz gibi yüksek oy alırsanız, bağımsız siyasete yönelmek isteyen metropol insanları açısından yeni bir model haline dönüşebilirsiniz belki de…

Bir önümü açsalar kralını olacağım da….

- Beşiktaş CHP seçmeni açısından çok garantili bir yer.

Burası en zor yer.

- Evet sizin için çok zor çünkü siz şu anda adayı olmak istediğiniz partiye karşı bir mücadele veriyorsunuz. Mücadelenizi azımsadığım için ‘garantili yer’ demedim. Ama seküler hayat tarzını savunan seçmen açısından bütün Türkiye içerisinde parmakla sayılan üç beş yerden birisi Beşiktaş. Normal şartlarda AKP’nin burayı alma ihtimali yok. Zaten onlar da buradan kendi adaylarını göstermek yerine MHP’li Serkan Toper’i aday gösterdiler Cumhur İttifakı olarak. Kimlik siyaseti üzerinden bakıldığında Beşiktaşlı seçmenin CHP’li aday Rıza Akpolat yerine size oy vermesi iktidara seçim kazandırmaz. O açıdan ‘garantili’ değil mi?

Ama karşı taraf benim için “Oyları bölüyor” kara propagandasını yapıyor hala. İnsanlar bundan çok korkuyorlar. Hala ikna edemediğimiz insanlar var. Dört kişiden üçü CHP'li. Sonuçta iki tane CHP'li adam yarışacak burada ki asıl CHP'li de benim yani. Gerçek altı ok değerleriyle hayatı yaşayan ve onu savunan benim. Ya Rıza kazanacak ya Nasuh kazanacak. Her iki durumda da CHP anlayışı kazanacak zaten. Başka bir şey kazanmayacak yani. Ben bağımsızım ama ben de CHP ilkeleriyle hayatını yaşayan birisiyim. CHP'den başka kimseye oy vermedim hayatımda. Hayatımda ilk ve tek siyasi parti üyeliği CHP'dir. Bağımsız olmaya karar vermek zorunda kaldığım gün üyelikten çıktım. Ben de CHP'liyim yani.

- Tam da bu yüzden, CHP’li olup da CHP’nin bugünkü çizgisi nedeniyle derin bir hayal kırıklığı içinde olan seçmende bir karşılığınız olabilir. Geleneksel olarak CHP’ye oy veren ama CHP’nin kendileri cepte görmesinden bezginlik duyan ciddi bir kesim var. Bu sandığa yansır mı, yoksa yine 20 senelik refleksler mi baskın gelir? Sizin sahadan edindiğiniz izlenim ne yönde?

Sokakta büyük karşılık gördük. Tanıdığım tanımadığım, gönüllü olarak çalışan çok insan var. İnanılmaz. Bir dip dalgası altta oynuyor. Ama CHP'den de çok çekiniyor insanlar. O yüzden göstere göstere yapamıyorlar bunu. Mesela iki hafta önce bu cumartesi günü için bir kahvaltı ayarladık Arnavutköy'de bir restoranda. 60 kişilik bir davet organize ettik, ağırlıklı olarak iş insanlarını çağırdık. Davete iki gün kala restoranın sahibi aradı ve “Kusura bakmayın çok büyük baskı var üzerimde, beni tehdit ediyorlar. Ben veremeyeceğim restoranı size” dedi. İki gün kala daveti iptal etmek zorunda kaldık. Ama orası sadece 20 kişi alabiliyordu ve biz 40 kişiye özür telefonu etmek zorunda kaldık. Öbür yanda afiş meselesi var. İnsanlar gönüllü olarak gidiyorlar, uğraşıyorlar gece afiş asıyorlar. Ertesi gün bir bakıyoruz, hepsi gitmiş, sökmüşler. Şimdi bir de bizim afişlerin ölçüsüne göre ürettikleri afişleri gelip bizimkilerin üzerine yapıştırma işi çıktı. Bunu kim yapıyor? Parasını kim ödüyor bunların?

- Bundan bir buçuk ay öncesine kadar bir parçası olmak için aday adaylığına başvurduğunuz CHP yönetiminin talimatı mı bunlar?

Bunları İBB değil de ilçe teşkilatı yapıyor büyük ihtimalle. Ben Ekrem Başkan'a da söyledim; “Bizim pankartlar, afişler sökülüyor. Buna müdahale etmeniz lazım” dedim. Şaşırdı, “Bizimkiler yapmaz öyle şey” dedi. Ben de “Sizinkiler yani ilçe yapıyor büyük ihtimalle” dedim.

- Sonuçta Beşiktaş ilçesi için Rıza Akpolat’ı yeniden aday gösteren irade Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel ikilisinin iradesi değil mi? Şunu da sorayım yeri gelmişken; CHP'nin geçen seneki seçim sonrasında yaşadığı tartışmayı nasıl buldunuz? Yönetim değişikliği size samimi geldi mi, bir değişim oldu mu gerçekten CHP'de?

Bence kafalarda bir zihniyet değişikliği olmadı. Levent Gültekin’in anlattığı gibi bir durum var; “Aman düzen değişmesin, statüko değişmesin, iktidar yerinde kalsın, biz yerimizde kalalım. Kadıköy'ün, Beşiktaş'ın, Bakırköy'ün rantı bize yetiyor zaten. Tamamen yerel belediyelerin rantına odaklı bir örgütlenme modeli var.” Şimdi Kılıçdaroğlu ekibi gitti, yeni bir ekip geldi. Onlar da aynısını yapıyorlar. Banko ellerinde olan belediyelerin rantıyla partiyi de besliyorlar, kendileri de bir şekilde çıkar elde ediyorlar. “Aman düzen değişmesin” modundalar yani.

- Geçen seneki seçim CHP yönetimi ve Altılı Masa’daki ortakları tarafından bir ‘otokrasiden önceki son çıkış’ seçimi olarak sunuldu ve kaybedildi.

Öyleydi gerçekten.

- O halde demokrasi rotasından çıktık, o iş bitti, öyle mi?

Son çıkıştı ve maalesef bitti.

- Mesela bugün de şöyle bir senaryo üzerinden benzer bir hikâye yazılmaya çalışılıyor; “Ekrem İmamoğlu bu seçimi 2028’te Erdoğan'a karşı aday olur. Ve Türkiye'nin son çıkışı da bu olabilir." Yani bir son çıkış senaryosu daha konuluyor önümüze.

Eğer ki Ekrem İmamoğlu ve diğerleri, parti meclisi, MYK, kurultayda söz verdikleri gibi ön seçim, eğilim yoklaması, anket yaparak belediye adaylarını belirleselerdi bu dedikleri olabilirdi. Yapmadılar. İnanılmaz mutsuz ettiler herkesi. En başta Beşiktaş seçmenini mutsuz ettiler. Ben de onun için çıktım zaten. Benim çıkışım haklı, doğru ve meşru bir karar. Bağımsız olarak seçime girme kararımı açıkladıktan sonra sosyal medya çalkalandı arkasından muhalefetteki neredeyse bütün partiler beni aradı. Zafer Partisi, Memleket Partisi, İYİ Parti, Büyük Türkiye Partisi, hepsi geldiler. “Gel bizim adayımız ol” dediler.

- Büyük Türkiye Partisi mi…?

DEVA, Gelecek, Saadet, İYİ falan da geldiler. Onlar da dediler ki “Biz bütün sağ büyük partiler sizi ortak aday olarak çıkartmak istiyoruz.” Hepsine "Hayır" dedim.

- Hepsini ret ettiğinize göre söylediğinizden şu çıkıyor; siz illa ki CHP içinde siyaset yapmak ve daha büyük bir hedefe yürümek istiyorsunuz. Doğru mu?

CHP'siz Türkiye'nin kurtuluşu olmaz.

- Kendi siyasi kariyeriniz için de CHP’den başka bir siyasi parti asla düşünmediğinizi anlıyorum ben.

Düşünmedim açıkçası. Ben siyaseti şu an Beşiktaş belediye başkanlığı olarak görüyorum, öbür tarafı sonraya bırakıyorum. Ama eğer Türkiye'yi kurtarmak istiyorsak, CHP'nin mutlaka kuruluş ayarlarına geri dönmesi lazım. Yaşadığımız sıkıntıların tamamının kökünde aslında adam gibi bir muhalefet yapamıyor olmamız var. CHP altı ok ilkelerinin partisi değil artık, başka bir şeye dönüşmüş durumda.

- Nedir o, ‘başka şey’?

CHP’nin birçok yeri çıkar grupları tarafından ele geçirilmiş. Düşünebiliyor musunuz, benim kariyerimde birisinin CHP’de siyaset yapmasına izin verilmiyor! Üç göbekli Beşiktaşlı, yedi göbek İstanbulluyum. Bütün Beşiktaş halkı, İstanbul halkı, benim sivil hayatımda, sivil toplum örgütlerinde gönüllü olarak neler başardığımı biliyor. CHP'de siyaset yapmamı istiyorlar, CHP'de istiyor aslında. CHP bana 15 sene önce genel başkan yardımcılığı ve Parti Meclisi üyeliği teklif etti. Daha önceden de çok gelirdi teklifler ama ilk defa genel başkan yardımcılığı gibi çok üst düzey bir şey söylediler. Gürsel Tekin'le buluştuk, konuştuk. Bir şekilde olmadı. Sonra, 10 sene önce Kadıköy belediye başkanlığını teklif ettiler, uygun bulmadım. Yani CHP beni istiyor zaten ama bir şekilde partinin içerisinde bir takım başka türlü dengeler var. Bana Kadıköy’ü teklif ettikleri seçimde kimsenin tanımadığı birisi, son dakikada Beşiktaş’ta damdan düşer gibi aday nasıl ilan edildi? Beşiktaşlı olmayı bırak, burada yaşamamış birisi ‘şak’ diye son gece aday yapıldı. Nasıl olsa ceketimi koysam seçiliyor Beşiktaş'ta! Beş sene önce yine aynısı yapıldı. Rıza Akpolat, Bahçelievler Gençlik Teşkilatı Başkanı iken neden Bahçelievler’de belediye başkanlığı için değil de Beşiktaş için aday gösterildi? Çünkü burada bir rant düzeni var, buradaki rant düzenini engelleyecek hiç kimse istemiyorlar.

- O zaman şunu söylemiş oluyorsunuz; ideolojik boyutu işin içinden çıkartırsanız CHP’nin iş yapma biçimi ve öncelediği konular Adalet ve Kalkınma Partisi’nden çok farklı değil. Rant düzeninin devamı açısından AKP ile CHP’nin bir farkı yok, öyle mi?

Valla yine Levent Gültekin'in söylemine geleceğim. Benim gördüklerimle uyumlu. Türkiye'den umudu kesmişler.

- Kim?

Herkes. Yani şöyle bir şey; siyasette öyle bir rant var ki, sizin benim hayalini bile kuramayacağınız kadar büyük bir rant var. Dört katlı binaların olduğu Levent'te beşinci kata izin vermiyorsunuz ama Polis Okulu’nun orada 50 kata izin veriyorsunuz, Hukuka da ahlaka da aykırı ama bir şekilde yasaya uygun hale getiriliyor. Burada çok ciddi bir dönüşüm yapmaya çalışıyorlar. Ama bu arzu ettiğimiz dönüşüm bu değil ki. Buraya Arap sermayesi mi girsin yani? Sonradan görme zenginler mi gelsin buraları ele geçirsin? O zaman yerli halk ne yapacak? Buradaki mahalle kültürü ne olacak? Tamamen rant olarak bakılınca da haliyle yerli halk eziliyor burada. Yerli halk giderek ekonomik olarak burada tutunamaz, dayanamaz hale geliyor. Beşiktaş'ı Beşiktaş yapan bir tarihi, iki kültürü, üç doğası, dört insanı. Beşiktaş aslında yeşil bir ilçe ama yeşilimiz giderek azalıyor. Şu anda Beşiktaş'ta vahşi bir sömürge inşaatçılığı yapılıyor. Bunların da ‘dur’ demeye niyeti yok.

- ‘Bunların’ dediğiniz CHP mi?

Yok. Ya bir dolaşın... Bütün binalar yönetmelikleri aykırı ve en uçlarda yapılıyor. Ve bu düzen devam etsin isteniyor. İnşaat şirketleriyle bir düzen kurulmuş burada. Büyükşehir Belediyesi, ilçe Belediyesi, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı beraber çalışıyor. Sıkıntı bu. Birlikte değiştiriyorlar imar planlarını. Ve bizim ilçe belediyesi de tabii ki itiraz etmiyor bunlara.

- Adalet Kalkınma Partisi'nin İBB adayı Murat Kurum, bir zamanlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘çılgın projemiz’ diye pazarladığı Kanal İstanbul sorulduğunda “İstanbul'un gündeminde olmayan şey, bizim gündemimizde yok” diye yanıt veriyor. Bu yanıt “Benim gündemimde yok” demek değil midir? Öyle değilse ne anlama geliyor sizce?

Yalan söylüyor.

- 22 senedir ülkeyi yöneten ve özellikle son dönemde demir yumrukla yöneten bir hükümet neden yapacağı işi saklamak durumunda hissetsin ki gerçekten rafa kalkmadıysa Kanal İstanbul?

Satıldı oradaki arazilerin hepsi. Şimdi Araplar da 31 Mart'ı dört gözle bekliyorlar. Erdoğan'dan yanıt talep ediyorlardır. “Hadi bize sattığın yerleri ver” diyecekler. Erdoğan İstanbul'da seçimi alamazsa işi çok zor.

- Sizin teoriniz doğru ise neden gizlemeye çalışıyorlar Kanal İstanbul'u yapacaklarını? Murat Kurum kazanırsa, Kanal İstanbul için hemen düğmeye basılır mı?

Hemen düğmeye basılır, ertesi sabah. Ama Türkiye biter. Deprem riski var, ulusal savunma riski var. Montrö'yü sulandırır. Montrö'yü sulandırmak Türkiye Cumhuriyeti'nin yapacağı en büyük hata olur. Karadeniz barış denizi o sayede. Ha tabii Kanal İstanbul yapılırsa, ekonomi toparlar. Yeni bir şehir kurulacak, üç beş milyon kişilik. Hiçbirimiz tutunamayacağız oraya. Tamamen yabancı zenginler gelecek. Türedi zenginler gelecek. Dubai gibi bir şey yapacaklar.

- Kanal İstanbul’un inşası hakikaten ekonomiyi toparlayacak olsa o zaman yerel seçim kampanyasında neden kullanmasınlar böyle bir kozu?

Ekonomiyi günlük kurtaracak. Bu, evdeki halılar, tabloları satmaya benziyor. Zaten o para bize gelmeyecek ki. Polis Okulu’nun rantı size mi geliyor, Beşiktaş halkına mı geliyor? İnşaat sektöründeki oligarklar kiminle anlaşırlarsa orada dönecek rant. Ama halk bunun bir yıkım projesi olduğunun da farkında. O yüzden bunu saklıyorlar halktan.

- Halk rant projelerini hakikaten istemiyorsa, geçen sene ülkedeki bütün rantı yöneten siyasi parti nasıl oldu da seçimlerden yine birinci parti olarak çıkabildi? Ülke tarihinin en büyük depremlerini yaşandı, depremde o kadar can kaybına neden olan yapılaşmayı engellemeyen, bilakis kaçak yapılaşmayı normalleştiren siyasetçilerden hesap sormadı halk. Rant düzeninden beslenen siyasetçi bedel ödemedi. Bu seçimde halkın yaklaşımı neden değişsin ki?

Beşiktaş halkının ne kadar akıllı davranacağını, duyarlı davranacağını göreceğiz. Ben Beşiktaş'ın rantının Beşiktaş halkı için kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Beşiktaş'ın rantını, Beşiktaş'ı afetlere dirençli, depreme hazırlıklı hale getirmek gerekiyor. Ama mevcut sistem bunu yapmıyor. Beşiktaş’ın en büyük sorunları hep o ranttan kaynaklanan sorunlar. Çünkü buranın altyapısı müsait değil ona. Polis Okulu’nun oraya o binaları diktiğiniz zaman o bölgede kaldırım falan kalmayacak mesela.

- Bağımsız aday olacağınızı ilan etmenizden kısa bir süre sonra çıktığınız bir televizyon programında kadınların örtünmesi konusunda söyledikleriniz çok tepki çekti. Kullandığınız ifade şuydu; “Türban, bir siyasal İslam ve emperyalizm sembolüdür.” CHP’li kadın siyasetçilerden dahi tepki gördünüz. Size gelen tepkilerde gördüğüm kadarıyla “Nasuh Mahruki 90’larda kalmış” gibi bir ortak söylem vardı. Bu sözleri ideolojik bir yerden söylemiş olmanızı bir kenara koyarak şunu sormak istiyorum; Türkiye’nin hala böyle bir sorunu mu var ki bunu gündeme getiriyorsunuz?

Artık Türkiye’de bir vali, emniyet müdürü, bakan, savcı, hâkim türban takabiliyor. Bu bambaşka bir mahalle baskısı yaratacak bir konu. Çünkü devlet otoritesindeki üst düzey insanlar kafasını örterse Kuran'da olmayan ve İslam'da olmayan bir şekilde, bu vatandaş üzerinde mahalle baskısı yaratır. Türban diye bir şey Kuran'da yok, Müslümanlıkta da yok. Türban, 40 yıllık bir konu. Oysa İslamiyet’te 1400 sene boyunca türban diye bir mesele olmamış. Son 40 yılda Türkiye'de çıktı böyle bir şey. Türkiye'de çıkartıldı. Emperyalizm çıkarttı bunu. Saçının tek teli gözükmeyecek şekilde, içine de bone takarak takacaksın o türbanı. O türban tarikatların ve siyasal İslam'ın sembolü. Müslümanlıkla alakası olan bir şey değil. Ama bunu Müslümanlık diye yutturuyorlar. Bunu Müslümanlık diye yutturunca 5 yaşındaki kız çocuğunu da başına örttürmenin yolu açılıyor. Sorun bu. Normalleştiriyorlar bunu yani.

- Yani size göre Türkiye toplumu bu konuyu çözemedi, öyle mi? Bu sizin için neden bir sorun?

Çözülmek ne kelime! Normalde hakim türban takamazdı, bugün takabiliyor. Avrupa'da da böyledir; kamu görevlileri, dini sembolleri görev esnasında kullanamaz.

- Bunun yorumu her ülkede farklı olabiliyor. İngiltere'de farklı, Amerika'da farklı. Fransa'da sizin söylediğiniz kadar katı bir şekilde uygulanır. Hatta Fransa geçen sene başörtülü öğrencilerin derse girmesini yasakladı. Ama bütün batı ülkeleri sizin söylediğiniz kadar sert bir uygulama yapmıyor?

Başörtüsü, Anadolu'da Sümerlerden beri kullanılan bir gelenek. Başörtüsüyle sorunumuz zaten yok. Türbanla sorun var. Türban çünkü doğrudan Cumhuriyet'e başkaldırı, laikliğe başkaldırı. Türban, siyasal İslam'ın bayrağı. 100 yıl önce türban diye bir şey var mıydı? 50 sene önce Türkiye'de türban diye bir konu var mıydı yani? 40 yıldır İstanbul'da konuştuğumuz bir konu bu. Hatta bunu ilk kez İngiliz ajanı bir kadın takıyor Türkiye’de, öyle normalleştiriliyor. Yani bu tamamen emperyalizmin uydurduğu bir şey, İslamiyet'i sulandırmak için yaptıkları bir şey.

- ‘Siyasal İslam’ dediğiniz hattı Türkiye’nin ve dünyanın gündemine sokan erkekler olduğu halde o tartışmanın hala kadınların kafasındaki üzerinden yapılmasına şahsen itirazım var. Soruyu da öyle bir yerden yeniden sormak isterim; Türkiye'de siyasal İslam'ın bir konu olmasının sebebi kadınların kullandıkları örtünün şekli mi yoksa erkeklerin uyguladığı siyasalar mı?

Evet ama mesele kadını kapatmak, kadını durdurmak. Çünkü kadın çocuğuna öğretiyor. Kadının zihni kapalıysa, kafa kapalıysa çocuğunu da öyle yetiştiriyor. Ve çocukluktan itibaren o çocuk, başını kapatması gerektiğine inandırılarak büyüyor. Küçücük kız çocuklarına “Saçının tek teli gözükmeyecek” diyorlar. Bunlar, kısa vadeli plan yapmıyorlar. Bunlar 50 yıllık planlar yapıyorlar.

- Beşiktaş'ta Adalet Kalkınma Partisi'nin oyu düşük olabilir ama yüzde 75 alan CHP’ye oy veren türbanlılar yok mu? Bu söylediklerinizi okuyacak olan CHP seçmeni türbanlı kadınların yine de size oy verebileceğini düşünür müsünüz?

Bu konu seçilmekten bağımsız bir konu. Ben doğru olduğuna inandığım bir şeyi söylüyorum. Türban, Kuran'da yok. Türban, Müslümanlığın bir emri değil. Saçının bir tek teli gözükmemecesine başını örteceksin, içine bone takacaksın. Bu, hani “Allah ile aldatmak” var ya Yaşar Nuri Öztürk’ün söylediği, odur. Bu maalesef, hele şimdi artık devlet otoritesindeki insanların da başını türbanla kapattığı bir dönemde kız çocukları üzerinde çok büyük bir baskıdır. Bir vali türban takarsa, savcı türban takarsa, emniyet müdürü türbanla dolaşmaya başlarsa normal insanlar da, normal kadınlar da saçını açık dolaşmaktan rahatsızlık duyacak pozisyona düşerler.

Mesela bir konu daha var; Andımız. Andımız'ı yasakladılar. Çünkü Andımız, “Türküm, doğruyum, çalışkanım” diye başlıyor. O Türk'ü ırkçı olarak görünüyorlar. 40 sene boyunca İslamcı kesim davalar açtı. Her seferinde davayı kaybetti. Çünkü Andımız'daki ‘Türk'üm’ kelimesinin ifade ettiği şey, ırkçı bir Türk değil. Anayasal vatandaşlık bağıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı olan herkes Türk’tür. Ama sonunda kendilerine uygun bir mahkeme buldular, mahkeme kararı çıkarttılar, Andımız yasaklandı. Aynı şey türban için de geçerli, yasayı değiştirdiler. Nasıl ‘Türk’ kelimesini ‘ırkçı’ yaptılar, türbanı da Müslüman yaptılar.

- Türkiye siyasetinde “İddia ne kadar büyükse, harcanan para da o kadar büyük olmalı” gibi bir görüntü var. Parasız siyaset yapılabiliyor mu? Yapılabiliyorsa ancak hangi koşullarda yapılabiliyor?

Parasız çok çok zor. Çünkü ne olursa olsun görünür olmak zorundasınız. Sosyal medyada, afişlerde, billboardlarda, reklamda olmak zorundasınız. Ama işte bol gezerek, sizin için çalışan pek çok sayıda insanın hareket halinde sahaya çıkmasıyla, insanlara dokunmasıyla arayı kapatmaya çalışıyoruz. Devasa bir mekanizmamız var aslında. Bizde herkes gönüllü tabii. Bu ofiste bir tek ofisin bakımını yapan arkadaşımız profesyonel, onun dışında herkes gönüllü. Gönüllü destek veren insanların hepsi çok eğitimli; aralarında iş insanları var, siyasal iletişimciler var. Hemen hemen hepsi CHP'li. Vallahi herhalde 150 civarında insan, deli gibi çalışıyor. Müthiş motiveler. Ben de hayranlıkla takip ediyorum hepsini.

- Nasıl toplandı bu ekip?

Ben CHP'den aday adayı olduğumu ilan ettikten sonra bir grup bana bir telefonla ulaştı. Sanatçılar Parkı’nda buluştuk. Sonra yeniden Sanatçılar Parkı’nda buluşmak istedik, izin vermediler. Anlattım ya Beşiktaş'ta her taraftan önümüz kapatılıyor. Bize destek verecek olan insanlar tehdit ediliyor. Benim bir sürü tanınmış arkadaşım var. Benden daha meşhur bir dünya arkadaşım var. Bir tanesi bile benim yanımda fotoğraf veremiyor. Sağ olsun Suat Suna seçim kampanyamızın müziğini yaptı ve söyledi. Süper bir beste yaptı. Çok az insan onun gibi açık açık yanımda durabiliyor. Çünkü herkesin belli belediyelerle işi var. Arka planda tehdit ediliyorlar.

Cansu Çamlıbel, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor.

NTV'de diplomasi muhabirliği, 2005- 2008 arasında da Brüksel muhabirliği yaptı. 2008'den Şubat 2019'a kadar Hürriyet ve Hürriyet Daily News gazetelerinde muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü, köşe yazarlığı görevlerini üstlendi.

Yaklaşık 5 sene boyunca, "Yüz Yüze Pazartesi" köşesinde, Hürriyet'in haftalık siyasi söyleşilerini yaptı. 2015- 2016 döneminde ABD'de Harvard Üniversitesi'nin Nieman Bursu'nu kazandı.

Nisan 2017- Şubat 2019 döneminde ise Hürriyet Washington Temsilcisi olarak görev yaptı.

Gazetenin, siyasi baskı sonucu el değiştirmesinden sonra istifa ederek, Türkiye'ye döndü. Gazete Duvar'daki köşesinde, dış politika alanında yazılar kaleme almaya başladı. Eşzamanlı olarak Gazete Duvar'ın İngilizce edisyonu Duvar English'in kurucu Yayın Yönetmeni oldu. Bu görevi, Ekim 2021'e kadar sürdürdü.

Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Türkiye Ulusal Komitesi üyesi olan Çamlıbel, IPI için hazırlayıp sunduğu, "Özgür Sohbetler" isimli podcast serisinde, günümüz Türkiyesi'nde gazetecilik yapmanın bedeline, içeriden bir bakış sunmaya çalışıyor.
Ocak 2023'te, T24 ekibine katıldı.
Lulu'nun annesidir.

"Ankara ve İstanbul'da yarış başa baş gidiyor"

"TÜSİAD memleket derdini kendine dert edinen, iş alemi içindeki en önemli burjuvazi hareketi oldu. Parlamenter değil, militer demokrasi ortamındayken gündeme bomba gibi düşen ve çok ses getiren ‘Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifi’ raporunu hatırlayın. Ya da yine TÜSİAD’ın hazırladığı anayasa paketi ve yargı reformu raporu... Bunların hiçbirisi iş aleminin cebi ile ilgili meseleler değildi. Türkiye’nin bütün meselelerini iş alemi mi çözecek? Hep TÜSİAD mı konuşacak?"

"İmamoğlu 2019’da bizim sayemizde kazandı ama 50 belediyemize kayyım atanınca tek açıklama yapmadı"

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Bağımsız Beşiktaş Belediye Başkan adayı Nasuh Mahruki: Evet, Ümit Özdağ ile tamamen aynı şeyleri söylüyorum ama sosyal demokrat anlayışla yaşıyorum! - Cansu Çamlıbel
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bağımsız Beşiktaş Belediye Başkan adayı Nasuh Mahruki: Evet, Ümit Özdağ ile tamamen aynı şeyleri söylüyorum ama sosyal demokrat anlayışla yaşıyorum!

36 12
26.03.2024

Diğer

26 Mart 2024

Nasuh Mahruki… Everest Dağı’na tırmanan ilk Türk ve Müslüman dağcı. Sadece Everest’e değil, dünyadaki 7000 metreden yüksek beş dağa birden tırmanarak ‘Kar Leoparı’ unvanı almış bir insan. Dağcılıktaki başarılarının ardından yaptığı her işte fark yaratmayı, ses getirmeyi bildi. Kurucuları arasında olduğu AKUT, afetlerde arama kurtarma meselesini birkaç nesle öğreten bir okul, toplumsal farkındalık için kaldıraç işlevi gören bir sivil toplum hareketi oldu. Şimdi yeni bir iddia ile karşımızda. Kızsa da küsse de gönül bağını asla kopartmadığı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), kendisini “ailece üç göbektir buralıyız” dediği Beşiktaş’ta belediye başkanlığı için aday göstermeyince bağımsız aday oldu.

31 Mart yerel seçimleri öncesindeki son hafta, bir Beşiktaş sakini olarak kendime torpil geçip ilçemizin ‘wild card’ adayı Nasuh Mahruki’ye kulak vermek istedim. Beşiktaş’ın seçimi, ülke siyasetinin gidişatına etki edecek bir konu olmasa da kimlik siyaseti, rant düzeni, CHP belediyeciliğindeki statükonun kökenleri gibi türlü hassas meseleyi içinde barındıran bir mevzu.

Gördüğüm - ama genel olarak anketlere mesafeli olduğum için rakamlarla atıfta bulunmak istemediğim- bazı anketlere göre Nasuh Mahruki ciddi bir ivme yakalamış durumda. CHP’nin Beşiktaş adayı Rıza Akpolat’ın bu kez yüzde 75 ile seçilmesinin mümkün olmadığını net biçimde söyleyebiliriz. Nasuh Mahruki’nin CHP’li seçmenden alacağı oy oranının kendisine siyasette nasıl bir yol açacağını kestirmek zor. Mahruki CHP’den vazgeçmiş değil, kanımca CHP içinde var olabilmek için başka bir yöntem deniyor. Zaten kendisine oy isterken, İBB için de Ekrem İmamoğlu’na oy istemeye devam ediyor.

Türlü çelişkiler de var Mahruki’nin söylemlerinde. En belirgin çelişki Ekrem İmamoğlu ile köprüleri atmadan buz üstünde yürümeye çalışırken, seçim kampanyasının belkemiği olan ‘Beşiktaş’ta rant düzeniyle mücadele’ konusunun suçluları arasında İBB’yi de sayıyor olması. Hatta bir adım daha ileri giderek, Beşiktaş’ta rant düzeni sürsün diye imar planlarını Çevre Bakanlığı’nın İBB ve Beşiktaş Belediyesi ile birlikte değiştirdiğini söylüyor.

Yerel siyaset konuşmak için oturduk ama Nasuh Mahruki’nin hayat görüşüne, ideolojik duruşuna ve ulusal siyasetin kapsama alanına giren iddialarına değmeyen bir söyleşi doğaldır ki yapamadık. Pazar günü karşılaşacağımız tablo ne olursa olsun, hissiyatım odur ki Nasuh Mahruki siyasetten vazgeçmeyecek. Zaten kendisi bu yolculuğu ‘siyasete girmek’ diye değil ‘memleketten vazgeçmemek’ diye tanımlıyor.

- Bu söyleşiyi seçime bir hafta kala yapıyoruz. Sizin açınızdan durum nasıl görünüyor? Hiç anket yaptırdınız mı?

Bu hafta yaptırtıyoruz. Ona göre sonucu net göreceğim. Bir kere, sokak inanılmaz pozitif. Sokakta gördüğümüzün yarısı sandığa yansısa büyük olay. Beşiktaş, Türkiye’nin bir numaralı ilçesi ve Beşiktaş halkı çok bilinçli bir halk. Doğruyu yanlışı görüyor Beşiktaş halkı. Buradaki mahalle kültürünün giderek zora girmiş olmasından rahatsızlar. Yeni yapılan devasa gökdelenler, otellerin bir kentsel dönüşümün değil rantsal dönüşümün parçası olduğunu gören ve bundan rahatsızlık duyan bir halk Beşiktaş halkı. Beşiktaş aslında yeşil bir ilçe ama biz bu rantsal dönüşüm nedeniyle yeşilimizi kaybetmeye başladık. Beşiktaş’ta yaşamanın maliyeti de çok arttı, artmaya devam ediyor. Polis Okulu’nun oraya Mandarin Oriental tarafından yapılan üç devasa blok aslında Beşiktaş’a geleceklerin habercisi. Oradaki her bir daire 50 milyondan satılacak. İşte Suudi Arabistanlı, Katarlı, Arap, Rus ya da iktidarın türedi zenginleri bunlar yerleşecekler. Bu tür bir demografik değişikliğin olduğu her yerde

sosyoekonomik yapı da değişiyor. Bu sürecin yaşatıldığı Beşiktaş’ta da maalesef bu gidişle yerli halk artık tutunamayacak hale gelecek. Beşiktaş'ın yerli halkının aleyhine bir plan işliyor.

- Siz güncel siyasete dair analiz yaparken hep 16 Nisan 2017’de başkanlık sisteminin oylandığı referandumuna dönüyorsunuz. Neden?

16 Nisan gecesi birdenbire iki buçuk milyon kişi sisteme girildi. Bunların hepsinin adı soyadı var, kimlik numarası var. İki buçuk milyon insan son anda sisteme girildi ve yüzde 1 ile rejimi değiştirdiler. Muhalefet de dizayn edilmiş, ses çıkartmadılar. 2023 seçimlerinde de garanti bir kısım son dakika müdahalesi olmuştur. Türkiye’de 5- 6 milyon sahte seçmen var. Hatırlar mısınız, 2010 referandumunda Fethullah Gülen “Mezardakileri kaldırıp oy kullandırın” demişti. İşte bunlar da ölülere bile oy kullandırıyorlar. Türkiye'de nüfus sayımı yapılmıyor yıllardır. Adrese dayalı nüfus gibi bir kayıt sistemi gibi yürüyorlar. Siz kendiniz e- devlet'ten istediğiniz yere alabiliyorsunuz adresinizi. Eskiden bu işlemi muhtarlar yapardı. Bugün kendiniz yapıp geçiyorsunuz, kimsenin kontrolünde değil. Sizin apartmanınızda yaşamayan 20 kişinin kaydı olabilir mesela. Dikkatlice araştırıp izini sürmüyorsunuz haberiniz olmaz. Bugün Türkiye’nin gerçek nüfusunun kaç kişi olduğunu sadece iktidarın içindeki küçük bir azınlık biliyor, başka hiç kimse bilmiyor. O sayıyı bilen iktidarın içindeki azınlık da bunu kendi çıkarlarına göre manipüle ediyor.

- Nasıl manipüle ediyorlar?

Türkiye'nin nüfus hareketlerini seçimlerde kullanarak. Bunlar neler yapıyorlar biliyorsunuz. Belediyenin sınırlarını değiştiriyorlar. Mesela Maslak ile Sarıyer’in sınırlarını kendilerine yarayacak şekilde değiştirdiler. Bakın, bunlar 2002'de bir daha gitmemek üzere iktidara geldiler. Herkesin asıl gözden kaçırdığı ama mutlaka yakalanması gereken en önemli detay o. Türkiye’de siyasal İslam bir daha gitmemek üzere iktidara geldi.

- ‘Siyasal İslam’ dediğiniz ekol de kendi içinde çok değişti, dönüştü ama. Aydınlıkçı Doğu Perinçek ekibinin destek verdiği bir Adalet Kalkınma Partisi var bugün. Keza yine kendini Kemalist ve ulusalcı olarak gören askerler, paşalar özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kendileri kumpas davalarda içerde yatmış olmalarına rağmen Erdoğan’a açık kredi verdiler uzunca bir süre. Klasik manada siyasal İslamcı bir rejimden ziyade Türk- İslam sentezinden beslenen güvenlikçi bir otoriter rejim yok mu karşımızda? Size benzer biçimde kendisini ‘Atatürk milliyetçisi’ olarak tanımlayan Sinan Oğan keza, Tayyip Erdoğan’ın yanında hizalandı mesela Mayıs 2023 seçimlerinde.

Sinan Oğan Türk milliyetçisi olsaydı böyle davranmazdı. Onlar Türk milliyetçisi falan değil. Ahmet Necdet Sezer, cumhurbaşkanlığı koltuğunu Abdullah Gül'e bırakırken bir konuşma yaptı ve dedi ki “Ilımlı İslam diye bir şey yoktur. Ilımlı İslam'ın bir sonraki durağı mutlaka radikal İslam olmak zorundadır çünkü bu durmaz” dedi. Türkiye böyle bir hatalı yola girdi. İşte ‘ılımlı İslam’ diye başladı, şu anda 5 yaşındaki çocuklar sıbyan mekteplerine gidiyor. Tarikatlar, cemaatler inanılmaz güçlenmiş durumda. Menzil, kendisine adeta yeni bir cumhuriyet kurdu Adıyaman'da. İş ‘ılımlı İslam’ diye başladığında bizim 'liboşlar' da büyük bir destek verdi bunlara. Arkalarında Avrupa Birliği vardı, Amerika vardı. Ekonomi de çok rahattı. Onlar da bu rahat ortamda önlerine gelen her şeyi ‘özelleştirme’ adı altında sattılar. Ne demişti dönemin Maliye Bakanı? “Babalar gibi satarım!” Babasının malı sanki. Atatürk’ün kurduğu bütün fabrikaları, arazileri, devletin üzerine tapulu malların hepsini sattılar. Zimmetlerine geçirdiler ya da yandaşlara sattılar. Dolayısıyla anormal bir ekonomik güce de ulaştılar. Bu süreçte inanılmaz büyük suçlar işlediler. ‘Vatana ihanet’ suçları işlediler.

- Mesela?

Ege’deki Türk adalarının Yunanistan’a terk edilmesi direkt vatana ihanet suçudur. Bize ait olan 22 ada ve kayalık var Ege'de. Türk adası onlar. Ege'de aidiyeti bilinmemiş adalar da var ama tapusu bizde olan adalar da var. Avrupa Birliği ile karşılıklı bir anlaşma bu. Onların Yunanistan tarafından kullanılmasına ses çıkartılmıyor.

- Resmen açıklanmış böyle bir pozisyon yok, anlaşma da yok.

E ama 2004’ten beri fiili durum bu. Öte yandan Tayyip Erdoğan'a mültecileri tutuyor burada biliyorsunuz.

- Evet, o resmi olarak açıklanmış anlı şanlı bir anlaşma. Sizin öne sürdüğünüz gibi Türk ada ve kayacıkları ya da ihtilaflı kayacıklar, Yunanistan’a bırakılmış olsa bunu Yunanistan derhal ‘bir zafer’ olarak açıklamaz mı?

Ben bununla ilgili olarak beş yıl hapis cezası istemiyle yargılandım.

- Yargılandığınızı biliyorum ama onun sebebi ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçlaması değil miydi?

Tehdit ve hakaret.

- O şekilde yargılandınız ama asıl motivasyonun Ege’deki adacıklar hakkında söyledikleriniz olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Evet, çünkü A Haber'de bir televizyon programında İMKANDER Genel Başkanı Murat Özer ile Lozan’ı tartışıyorduk. Murat Özer siyasal İslamcı bir militandır. “Lozanda Türk Adaları'nı verdiniz” diye bir laf etti ortaya. O adalar, Lozan’da Atatürk tarafından değil 1912’de Osmanlı döneminde Uşi Anlaşması ile verildi İtalya’ya. Lozan imzalandığında da Osmanlı'nın imzaladığı bütün anlaşmalar kabul edildi. Bunu yalan yanlış konuşuyorlar ama 2004’ten veri bunların Yunanistan’a verdiği adalardan Türkiye Cumhuriyeti'nde kimsenin haberi yok.

- Bunu neden saklasın Avrupa Birliği tarafı? Ben Brüksel'de de gazetecilik yaptım. Onlar için bu tür şeyler bir başarıdır, hemen açıklarlar. Bir de hangi adalardan bahsediyorsunuz, isim verir misiniz rica etsem?

Eski haritalarda, Amerikan haritalarında, Avrupa'nın haritalarında, Osmanlı haritalarında o adalar Türk adası olarak gösterilir. Bulamaç Adası, Eşek Adası, Hurşit Adası, Nergisçik, Bulamaç, Keçi, Koyun…İsimleri bile Türk ismidir bunların. Yunanistan peyderpey işgal etti bunları. Adamlar çıkıyor üzerinde mangal yapıyor adanın, Yunan Savunma Bakanı diyor ki, “Sıkıyorsa gelin alın.” Saklamıyorlar yani. Halbuki onların hepsinin tapusu bizdedir. Ümit Yalım bunları çok iyi anlatır. Burada yapılması gereken şey şu; Kardak'ta nasıl Tansu Çiller SAT komandolarını yolladı. Yunanlar bayrak dikmişti. Bizim Ali Tükşenler ‘şak’ diye girdi, o işi bitirip bayrağı indirdiler, Yunanlılar da kaçmak zorunda kaldı. Biz nasıl 6 milin 12 mile çıkartılmasını ‘savaş sebebi’ sayarız diyoruz, bunu da saymak durumundayız.

- Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege’deki tüm sorunların çözümü için taraflar zaten yıllardır diplomatik olarak masada. Hatta bu pazarlıkların yapıldığı toplantı mekanizmasının ismi de çok tartışıldı bir ara; istikşafi görüşmeler. Yani Yunanistan 6- 12 mil meselesinde kafasına göre hareket edemez.

Ama ona hazırlanıyor şimdi, Yunanistan ve deneyebilir o hareketi. Bu adalarla alakalı da Tansu Çiller’in gösterdiği kararlılığı AKP gösteremedi. Devlet Başkanı askere direktif verecek, ‘Git al şu adaları’ diyecek ve asker çıkacak o adalara. Ama öyle gözüküyor ki Tayyip Erdoğan Avrupa Birliği'ne şu sözü verdi; “Ege’deki adaların Yunanistan tarafından işgal edilmesine ses etmeyeceğim, Türk ordusunu durduracağım. Siz de beni Türkiye'deki Atatürkçü kesimi baskılama sürecinde beni destekleyeceksiniz.” Ege adalarını öyle kaybettik. Bunlar iktidara geldikleri zaman o sözü verip, diğer sözü aldılar. Sonrasındaki süreçte sınırlardaki mayınlar söküldü, “tarım yapılacak” diye. Suriye'deki mayınlar söküldü, Suriye'den insanlar girdi. Şimdi İran sınırındaki mayınlar söküldü, Afganistan'dan insanlar girdi. Bunların hepsi Türkiye'nin önümüzdeki süreçte çok çok çok tehlikeli bir yere gittiğini gösteriyor. Yani ülkedeki 16- 17 milyon sığınmacıyla beraber iç savaşa doğru gidiyoruz. Ve tabii bunlar İslamcı sığınmacılar, hepsi asker, hepsi 18 ila 25 yaş aralığında.

- Ümit Özdağ ile aynı şeyleri söylüyorsunuz.

Aynen, tamamen aynı şeyi söylüyorum.

- O zaman neden kendisiyle birlikte Zafer Partisi’nde siyaset yapmıyorsunuz?

Ben çok kuvvetli milliyetçi değerlere sahibim ama hayatı sosyal demokrat anlayışla yaşıyorum.

- Bana göre siyaseten yollarınız Ümit Özdağ ile çoktan kesişmiş, size göre asla kesişemez mi?

Kesişebilir de çok seviyorum, çok saygılıyım.

- Gerçi Ümit Özdağ’ın kişisel popülaritesine rağmen ulusal düzeyde partisinin rakamları çok yükseliyor gibi de gözükmüyor.

Ben şu anda başka bir şeyle uğraşıyorum. Ulusal siyasetle şu anda uğraşacak halim yok.

- Ama ulusal siyasete dair çok kritik şeyler söylüyor, çok büyük iddialarda bulunuyorsunuz. O yüzden de bende sanki ilçe belediye başkanlığı seçimi sizin siyasetteki nihai durağınız olmayacak duygusu uyandırıyor söyledikleriniz ve yaptıklarınız.

Bakalım, beş seneye kim öle kim kala.

- Biraz önce Menzil tarikatının Adıyaman’da adeta kendine has bir cumhuriyet kurduğunu söylediniz. Menzilcilerin 6 Şubat depremlerinde ve sonraki süreçte çok etkili olduğunu hem siz söylediniz hem de sahada aktif çalışan bazı STK’lardan benzer izlenimler dinledim. Menzilciler 6 Şubat’a ne şekilde damga vurdular?

Tekbirci bir grup çıktı ortaya ya. Dünyada bir deprem kurtarma sürecinde ilk defa böyle saçma sapan bir şey çıktı,........

© T24


Get it on Google Play