Diğer

13 Kasım 2023

1973 yılında iş insanı Nejat Eczacıbaşı tarafından kurulan İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), halihazırda alanında Türkiye’nin en yerleşik kurumu. Bugün Türkiye’de sanat üreten ya da kültür alanında farklı biçimlerde emek veren çoğu kişinin yolunun İKSV ile şu ya da bu şekilde kesiştiğini biliyoruz. Bir süredir İKSV etrafında dönen tartışmaların kökeninde en çok da bu var sanki; İKSV ile yolu ayrı düşmüş olanlar dahi bu kurumun Türkiye’de özgür çağdaş üretim için hayati bir sorumluluk taşıdığını biliyor. Yaz aylarından beri İKSV’nin hedef olduğu eleştirilerin farklı boyutları olsa da İKSV yönetimine yapılanı “çağın ruhuna uygun bir değişim” çağrısı olarak özetlemek mümkün.

Seneye yapılacak 18. İstanbul Bienali için önerdikleri küratör, İKSV yönetimi tarafından tercih edilmeyen Danışma Kurulu bu karar üzerine istifa etmiş, İKSV de o Danışma Kurulu’nun bir üyesi olan Iwona Blazwick’i küratör olarak tayin etmişti. Ben de o günlerde İKSV’nin tercih etmediği küratör Defne Ayas ile yaşananları anlama hedefiyle bir söyleşi yapmıştım. Ayas ile söyleşimizin yayınlanmasının ardından İKSV Genel Müdürü Görgün Taner’i arayarak iddialara yanıt vermek isterse köşemin kendisine açık olduğunu iletmiştim. Taner, o görüşmede kendi içlerinde yapacakları değerlendirmenin ardından bana döneceklerini söylemekle yetindi. Üç aydır beklediğim o telefon geçen hafta geldi ve İKSV’nin Beyoğlu’ndaki Haliç manzaralı evi Deniz Palas’a davet edildim.

Eczacıbaşı ailesi ile İKSV yönetiminin uzun süren sessizliğin ardından biriken soru ve eleştirilere yanıt verebilmek için titiz bir çalışma yaptığından şüphem yoktu. Ancak Görgün Taner’in anlattıkları, eleştirileri tahminlerimin çok ötesinde ciddiye aldıklarını gösterdi ki bu Türkiye’de lider konumunda olan kişi ve kurumlarda alışık olduğumuz bir tavır değil. Geçirdikleri krizli yazdan kendilerine kalanları halı altına süpürmek yerine, bir değişim ve dönüşüm sürecine girme kararı almışlar. Görgün Taner altı ay sürecek bu çalışmaya hem uluslararası kültür sanat kurumlarının yöneticilerini hem de Türkiye’de kendilerini eleştiren paydaşları davet ettiklerini anlattı. İKSV’ye kızan ve kızdığını saklamayan sanatçı, küratör ve fikir insanları ile bizzat temas kurarak “Gelin siz de el verin, birlikte değişelim, dönüşelim” demişler.

Bu söyleşinin bana kalırsa en kritik boyutu, İKSV’nin Türkiye’deki kültür sanat alanını hükümetin olası müdahalelerine karşı koruyup koruyamayacağına ilişkin sorularıma Görgün Taner’in verdiği yanıtlardı. Hangi kurum ve kuruluş ne adım atarsa atsın, İKSV yaşadıkça İstanbul Bienali’nin İKSV’ye ait olacağını söyledi mesela. Bugüne kadar başta Bienal olmak üzere İKSV’nin projelerini dış etkiden korumayı başardıklarını, bundan sonra da farklı olacağını düşünmediğini ekledi. Umuyorum İKSV hem “şeffaf, çoğulcu ve daha kapsayıcı” olmak için çıktığı yolculuğu koyduğu hedeflere ulaşarak tamamlar, hem de sanatın, sanatçının özgürce ses verebildiği platformları kutuplaşmış siyaset ikliminden korumayı başarır.

Fotoğraflar: Ayşe Bulutgil

-Bundan yaklaşık üç ay önce -3 Ağustos’ta- İKSV “18. İstanbul Bienali küratörü Iwona Blazwick oldu” diye yazılı bir açıklama yaptı ve ortalık birbirine girdi. Basit bir bilgilendirme gibi duran bu açıklamanın arkasında çok başka bir süreç vardı. Zira küratörü seçmek için oluşturduğunuz Danışma Kurulu üyeleri, 2024'te düzenlenecek Bienal'de küratörlük için oybirliği ile önerdikleri Defne Ayas İKSV yönetimi tarafından kabul edilmeyince istifa etmişti. Dahası, o istifa eden kurulun bir üyesi olan ve kendisi de Defne Ayas’ın küratörlüğü için oy kullanan Iwona Blazwick, İKSV tarafından 2024’ün küratörü olarak tayin edildi. Türkiye’nin kültür sanat evrenini ayağa kaldıran bu durum tartışma yaratınca siz bir açıklama daha yaptınız ve “Danışma Kurulu’na sadece danışılıyor adı üstünde. Nihai karar bizimdir” dediniz. Bu da çok tepeden bakan bir üslup olarak algılandı?

Bu tepeden bakma meselesiyle ilgili tepeden bakmayarak bir şey söylemeye çalışacağım. “Bir bienal eşittir bir küratör” değildir. Evet, Danışma Kurulu’na danışılan şey küratörün seçimi ama Kurul’un tek görevi de küratörü seçmek değil. Bu kurulun görevinin küratör belirlenmesine indirgenmesi doğru olmuyor. Süreç boyunca bienalin önereceği yaklaşımlarla ilgili İKSV ile fikir alışverişinde bulunmak ve sürekli bir diyaloğun ve bir tartışma ortamının bir parçası olmak da Kurul’un görevleri arasında. Herkes bize diyalog çağrısı yapıyor ama diyalog çift taraflı bir şeydir, tek taraflı bir şey değildir. Biz bize bu süreçte seslenenlerin sesini duyduk. Eleştirilerin arasında bazı spekülatif olanlar olsa da geri bildirimlerin hepsini duyduk ve değerlendirdik. Ama bize seslenmenin yolu da işte bu süreçte yapıldığı gibi topluca bağırmak değildir.

-Detaylara girmeden önce en sonda sorulacak şeyi en başta sormak istiyorum; siz kendi içinizde “Hata yaptık” diyebildiniz mi?

Benim bütün bunlardan çıkarttığım ders şu; 51 yaşındaki bir kurumun, daha doğrusu bütün kurumların dönem dönem kendilerine bakmaları lazım. Bu bazen içeriden inisiyatiflerle, bazen dışarıdan dürtülerle, bazen kurumun kendi içinde yönetim kademesinde olmayanların bazı seslenişleriyle olabiliyor. Dışardan birileri tarafından sorgulama yapılmasının bizlerin içe bakma süreci açısından olması gereken bir şey olduğuna inanıyorum. Değişim nasıl bir şey biliyor musun? Değişim için önce değişmeye karar vermiş olmak lazım. Bunun kararını vermediysen sonuç ne olursa olsun “Biz ne kadar iyi şeyler yapıyormuşuz” noktasına dönersin. Aynı şeyleri tekrar tekrar yaparsın. Bu nedenle de ben bütün yaşananları bizim zaten ikinci 50 yıl için aklımızda olan ama şu ya da bu sebeple hayata geçirmediğimiz bir sürecin başlangıcı olarak görüyorum.

Biz bu süreçte kendimizi daha iyi anlatmakta eksik kaldık. Sanatçılar, izleyiciler ve paydaşlarımızla daha iyi iletişim kurabilmenin yollarını aramamız gerektiğini gördük. Tüm bu tartışmalar aslında kültür-sanat alanının gelişimi için gerekli. İKSV’ye gösterilen ilgi ve herkesin açıkça fikirlerini ifade ettiği bu ortam bizi memnun ediyor. Bu tartışmaların İKSV’yi daha da ileriye taşıyacağına inanıyoruz. Ayrıca bu tartışmalar İKSV’nin karar mekanizmalarının daha şeffaf hale getirilmesi ve açık bir diyalog kurulması ihtiyacını da vurguladı. Bu nedenle değişim yönünde planlar yaptık ve adımlar atıyoruz.

-Değişimden kast ettiğiniz tam olarak nedir? Danışma kurulunu güçlendiren bir yönetmelik değişikliğini zaten geçen ay açıklamıştınız. Ama gelinen noktada bu adımınız yeterli bulunmamıştı. Zira söz konusu değişikliğin 2024 Bienali için geçerli olmadığı anlaşılınca sizi zaten eleştirenler, bunu “Bir zihniyet değişikliği olarak değil, kozmetik bir değişiklik” gibi yorumladı.

Bizim bu kararı alırken tek amacımız başarılı bir bienal için gerekli koşulları oluşturmaktı. Danışma Kurulu bir “seçici kurul” olmadığı için, kurul üyelerinden birinin küratör olarak belirlenmesinin çıkar çatışması yaratmayacağını düşündük ve mevcut yönetmelik çerçevesinde hareket ederek bu kararı aldık. Ama Danışma Kurulu üyelerinden birine küratörlük teklif edilmesinin yol açtığı etik sorunları anladık ve saygıyla karşıladık. Sanat dünyası ve kamuoyundan gelen geri bildirimleri de dikkate alarak, küratör seçim sürecimizi ve yönetmeliklerimizi detaylıca yeniden değerlendirdik. Sürecin şeffaflık ve tarafsızlığını daha da güçlendirmek amacıyla yönetmeliğimizde bazı değişiklikler yaptık. Yeni yönetmeliğe göre, 2026 yılından itibaren İKSV yönetimi sadece Danışma Kurulu’nun önerdiği üç aday arasından birini küratör olarak davet edecek. Eğer sunulan yaklaşımlar vakfın vizyonuyla örtüşmüyorsa, İKSV yönetimi Danışma Kurulu’ndan farklı adaylar önermesini isteyebilecek.

-Peki aynı süreç neden 2024 İstanbul Bienali için işletilemedi? Danışma Kurulu’nun önerisini bir çırpıda neden reddettiniz? Defne Ayas’ın yaklaşımını mı beğenmediniz? Aradığınız şey neydi ve neden Ayas’ta bulamadınız?

Biz her bienali bir öncekinden farklı kılmak amacıyla, geniş bir ekip olarak hep birlikte çalışıyoruz. Her yeni bienal için güncel koşullara göre değişen, farklı beklentiler ve yeni bir vizyon belirliyoruz. Bir önceki bienal, pandemi döneminin ruhunu yansıtan, sorgulayan, geleneksel sergi formatlarının dışına çıkan, çok disiplinli, içerdiği projelerle sanatın dışına taşan bir bienaldi. Sonraki bienali düşünürken, daha farklı bir yaklaşım benimseyerek, sanatsal ve estetik açıdan güçlü, yeni sanat eserlerinin üretilmesine öncelik veren, metinlerin eserlerin önüne geçmediği bir sergi hayal ettik. Danışma Kurulu’nun önerdiği adayların proje önerileri, vakfın bu edisyondan beklediği vizyonu tam olarak yansıtmıyordu.

Danışma Kurulu’muzun son toplantısından kısa bir süre sonra, 6 Şubat depremiyle karşılaştık. Bu olay, hepimizi derinden etkiledi ve hassas bir döneme girdik. Depremler nedeniyle zaten bir süre durmuş olduk. Sonra da değerlendirme sürecinin hızlandırılması gerekti, ki Bienal 2024’ün Eylül ayına yetişsin. Hızlı kararlar almamız gerekiyordu. Yeni adayları belirleme, teklifler götürme ve projelerin geliştirilmesini beklemeden, bienali iyi tanıyan, hayal ettiğimiz geleceğe taşıyabileceğine inandığımız yeni bir küratörle çalışma fikrine odaklandık.

-Iwona Blazwick’in hayalinizdeki bienali yapacağından emindiniz o zaman.

İstanbul Bienali’ni yakından tanıyan, uzun yıllar boyunca farklı bienal edisyonlarını izlemiş ve 2015, 2017, 2019 ve 2022 yıllarında Danışma Kurulu üyesi olarak farklı boyutlarda katkıda bulunmuş, sanatsal vizyonu güçlü, zeki ve sağduyulu bir isim olarak gördüğümüz Iwona Blazwick, bu edisyonda beklentilerimize uygun bir küratör adayıydı.

-Iwona Blazwick’in bir anda “seçen”den “seçilen”e tranfer etmenizin etik açıdan bir “çıkar çatışması” yaratacağını hiç düşünmediniz mi?

Düşünülmedi, çünkü İstanbul Bienali Danışma Kurulu bir seçici kurul değil. O yüzden de biz bunu bir çıkar çatışması olarak görmedik. Daha önce de küratörlerin Danışma Kurulu’nun ilk aşamada önerdiği isimlerden seçilmediği oldu. Yani bu ilk kez olan bir durum değil. Mevcut yönetmelikte de aykırı bir madde yoktu. Dolayısıyla bu kararı verirken gerçekten daha iyi bir bienal yapmak, hızlı karar vermek ve 2024 eylülüne yetişmesini sağlamak dışında bir konumuz yoktu.

Biz Danışma Kurulu’nun önerisinin 2024 için öngördüğümüz Bienal vizyonuna uygun olmadığına karar verdiğimizde ocak ayıydı. Zaten İKSV, Danışma Kurulu’nun önerisi için “Beklentilerimizle örtüşmüyor” diyebilir. Bizim açımızdan konu buydu ama şu an konuştuğumuz ve aylardır süren tartışmayı takip ettik elbette. Etik tartışmayı da saygıyla karşıladık ve değerlendirdik. Zaten bu yüzden, bu tartışmalar bir daha olmasın diye de yönetmeliğimizi elden geçirdik.

-Yeni yönetmelik Danışma Kurulu’nu güçlendirmiş olabilir ama nihayetinde Danışma Kurulu’nun gelecek seneki Bienal’de devre dışı kaldığı gerçeği değişmedi.

Biz Iwona Blazwick’in tecrübesi, yetkinliği ve saygınlığıyla çok iyi bir İstanbul Bienali yapacağına güveniyoruz. Şimdi geriye dönüp baktığımız zaman bütün bu detaylardan belli noktalara varabiliriz ya da bizim kararlarımız üzerine türlü yorum yapabilirsiniz. Ayrıca hatasız kul olmaz. Kişiler gibi kurumlar da hata yapabilir, yapıyoruz da zaten. Bu hataları görüp düzeltmeye kalkmak erdem değil midir zaten? Şimdi İKSV olarak, bu süreçte bize geri bildirim veren herkese “Gelin buyurun, siz de el atın, bazı şeyleri beraber değiştirelim” diyoruz. Ama bir konu var ki, iptal kültürü… Asıl itirazım ona. “Şuna vuralım, buna vuralım…” Bu yaklaşım kimsenin yararına değil. Ama maalesef, şu anda sosyal medya ekosistemi bunun üzerine kurulu. Ayrıca, herkes geriye dönüp eski bavulları açmaya kalkarsa çok fazla şey çıkar, ki bana göre buna hiç gerek yok. Geçmişte ne olduğunu tartışmanın kimse açısından bir anlamı yok, o kavganın bir kazananı olmaz. Biz şimdi geleceğe bakmak, sansasyonel haberleri ve polemikleri geride bırakmak istiyoruz. Sizi duyduk ve eleştirilerinize hakikaten saygı duyduk. Düşündük, düşünüyoruz ve adımlar atıyoruz.

-Eleştirileri duydunuz ve aksiyon aldıysanız neden hala Iwona Blazwick tercihinde ısrar ediyorsunuz?

Çünkü biz Iwona’yı seçmeye iyi bir bienal yapacağına emin olarak ve takvimi gözeterek karar verdik. Evet, onu değiştirmiyoruz çünkü bugün artık “Iwona ile yapmıyoruz” demek “2024’te Bienali yapamıyoruz” demektir. Yani bienalin 2026’ya kalması anlamına gelir.

-Ağustosta kriz patladığında harekete geçseydiniz, Eylül 2024’e kadar önünüzde net bir sene olmayacak mıydı önünüzde?

Öyle değil. Bak birçok kimse şöyle zannediyor; bir küratör seçildi, konuşuldu, karar verildi ve ertesi gün her şey hazırlanmaya başlandı. Ama süreç böyle ilerlemiyor. Bunun kaynağı var, pazarlaması var, başvuruları var, sanat eserlerinin üretilmesi var. Biz Iwona kararımızı ağustosta duyurduk ama süreç çoktan başlamıştı. Tema belirlendi, sanatçılara davetler gitti. Bienal için eser üretecek 20 sanatçı İstanbul’a geldi, eserleri üretecekleri mekanlara gittiler ve prodüksiyonlara başladılar. Bir sürü fona başvuruldu. Yeni bir küratör seçim süreci için artık çok geç, ağustos da çok geçti. Dört sene önceye dönsek aynı kararları aynı şekilde mi verirdik? Bu tür sorulara yanıt vermek çok zor. Aynı soruların etrafında dönmek çözüm de olmuyor. Sonuçta elimizde bir tane gerçeğimiz var ve biz ona yönelik olarak belli adımları attık. Bu adımları atarken de tek derdimiz iyi bir Bienal yapmaktı. Eleştirileri duyduk, anladık, şimdi hepsi için adım atmaya çalışacağız. Biz İKSV olarak her alandaki mevcut pozisyonumuzu, konumumuzu, kurullarımızı, kurallarımızı, her şeyimizi sorgulayacağımız bir sürece girdik şimdi. Böyle bir karar aldık. Altı aylık bir süreç olacak.

-Aldığınız bu karar ne anlama geliyor? İKSV nasıl bir süreç geçirecek?

İKSV olarak, mevcut süreçleri gözden geçireceğimiz kapsamlı bir değişim programı başlatma kararı aldık. 50 yılı geride bıraktığımız bu dönemde, vakfın vizyonunu, stratejik önceliklerini ve yönetişim modelini eleştirel bir şekilde değerlendirerek, vakfın gelecekteki gelişimine katkıda bulunmayı umuyoruz. Hedeflerimizden yönetim yapımıza ve iş gücümüze, sanatsal programlarımızdan iletişim stratejilerimize kadar farklı alanlara odaklanacak bu programa aralık başında başlayacağız. İsmini vermekte bir sakınca görmüyorum çünkü seninle paylaşmadan önce kendisine sordum. Herkesin gayet iyi tanıdığı Sabancı Üniversitesi Arama Kürsüsü Başkanı Prof. Dr. Oğuz Babüroğlu ve ekibiyle birlikte çalışacağız. Kapalı bir süreçte ilerleyecek bu çalışmada kurum dışındaki uzmanların ve paydaşlarımızın da görüşleri alınacak ve çıkacak olan eylem planı da kamuoyuna açıklanacak. Ancak eylem planı çıkana kadar da ara ara gidişata dair sizleri bilgilendireceğiz. Bu projenin sonunda, ideal olarak nisan 2024’te farklı ülkelerden kültür-sanat alanında çalışan kurum, dernek ve vakıfları davet edeceğimiz, deneyimlerin ve iyi uygulamaların paylaşılacağı, uluslararası bir sempozyum düzenlemeyi de planlıyoruz.

Venedik Bienali Vakfı, Stavros Niarchos Vakfı, Sharjah Sanat Vakfı, Theaster Gates Dorchester Projects gibi kurumlar var. Tabii biz Venedik Bienali’ni ilk sıraya yazmıştık ama onların da başına bir şey geldi. Biliyorsun Venedik Bienali’nin başına aşırı sağcı eski bir gazeteci geldi. İlk açıklamasını da “Burası meğerse solcuların derebeyliğiymiş. Ben bunu yıkmaya geldim” diye yaptı. Bizim planlarımız da biraz karman çorman oldu ama sonuçta Venedik Bienali Vakfı çok köklü bir kurum ve bizim sempozyuma katılacak profesyonel birileri olacaktır. Heralde bizim irtibatta olduğumuz bütün kadro birden tasfiye edilmeyecektir. Biz bize benzediğini düşündüğümüz bu uluslararası kuruluşlara “Senin başına neler geldi ve neler yaptın?” diye sormak istiyoruz. Kolektif bir düşünce pratiği içinde yaşadığımız süreci doğru atlatıp İKSV’yi de İstanbul Bienali’ni de daha iyi bir noktaya taşımak istiyoruz çünkü.

-Uluslararası kültür sanat evrenindeki paydaşlarınızı davet etmişsiniz, peki ya bu sizin altı aylık değerlendirme sürecinde Türkiye içindeki paydaşlarınızı da davet ettiniz mi? Mesela İKSV’ye o “açık mektubu” yazıp eleştiri ve sorularını sıralayanları da davet ettiniz mi oturup beraber tartışmaya?

O açık mektuptan yazanların içinde görüştüklerim var, başkaları da var. Mesela oradan üç kişi davetimi kabul etti, şimdi isim vermeyeyim onların gıyabında. Bizimle ilgili çeşitli şüpheleri olan pek çok arkadaşımı aradım. Tanımadıklarımı da aradım. Hepsine kendi pozisyonumuzu anlatmaya çalıştım. Bazı şeyleri kabul ettiler, bazı şeyleri etmediler. Ama zaten tartışma ve dönüşüm süreçleri böyle olur. Bu aslında birlikte dönüşme sürecidir. Bir de şunu unutmayalım; bakın dünyanın hali belli, aşağıda bir kamplaşma, yukarda bir kamplaşma. Keza Türkiye de kamplaşmalardan nasibini almış durumda. Bütün bunların ortasında yaşarken yepyeni kamplaşmalara ihtiyaç yok. Biz İKSV olarak artık bazı şeyleri düzeltmek konusunda adımlar atıyoruz. Bu adımları atarken de kimin ne fikri varsa onları da bu adımların içine dahil etmeyi istiyoruz. Bizimle ilgili eleştirisi olan herkesi dahil etmek istiyoruz. Tabii beş yüz altı yüz kişilik bir şeyden bahsetmiyorum. Ama bizim davet edeceklerimiz dışındaki herkes de bize yazabilir, ulaşıp kafasındaki sorabilir. Şimdi bu yeni dönemde geri bildirimlerin şekli de değişti ve biz ona ayak uydurmaya çalışıyoruz.

-Bir de tabii size yönelik eleştirilerinin içindeki “Siz de mi yahu!” imasını konuşmak lazım. Kültür sanat evrenini bir özgürleşme alanı olarak genç nesil devlet yöneten müesses nizamdan gördüğü tavra benzetti biraz sizin iş yapma şeklinizi.

Genç kuşaklar zaten bu ekosistemin içinde konuşamıyorlar, boğulmuşlar ve diyorlar ki “Konuşacağımız birtakım güvenli alanlar var. Bunlardan bir tanesi de İKSV. Siz de ne olur öyle olmayın.” Haklılar ama biz de diyoruz ki; “Siz de o beğenmediğiniz dili bazen bize karşı kullanıyorsunuz.” Karşılıklı olarak bundan vazgeçelim istiyoruz. Bize “iptal kültürü” ile yaklaşmak her şeyi daha iyi yapmaz. Bu iptal kültürüne kapılanların sırtında yumurta küfesi yok ama bizim sırtımızda küfeler var. Sadece güncel sanat alanı da değil, farklı disiplinlerde verdiğimiz onca destek var. Marifet bizim küfemizdeki yumurtaları kırmak değil, o yumurtaları beraber taşımak. Bu sürece herkesi ortak edebilirsek o zaman biz daha çok motive olacağız. Çünkü biz bu süreci geçirdikten sonra her şey eskisi gibi devam etsin istemiyoruz. Genç insanlar söz hakları olmasını ve sözlerinin dikkate alınmasını istiyor. Bizim belki şimdiye kadar yeterince yapmadığımız şey de buydu. Bundan sonra yapacağımız şey bu olacak.

-Bu son krizin düşündürdüğü başka şeyler de oldu. Nihayetinde İKSV, cumhuriyetçi bir gelenekten gelen, Atatürk değerlerini sahiplenen bir kurum. Türkiye’nin kültür sanat evrenindeki egemen konumu da malum. Hal böyleyken, bir noktada hükümetin bu alanı da kontrol etmek için devreye girmesi ya da İstanbul Bienali’nin elinizden alınması yönünde adımlar atılması gibi kaygılarınız var mı?

İKSV kurulduğundan itibaren, yani 1970’lerden beri farklı festivaller yapıyor. Hepsini teker teker büyüttü ve sonra Bienal geldi 1987’de. İstanbul Bienali, İKSV yaşamaya devam ettikçe İKSV tarafından yapılacak bir faaliyettir. Buna benzer faaliyetler çok çeşitli kurumlar, kuruluşlar, kamu da dahil herkes tarafından yapılabilir. Zaten kültür sanat faaliyetlerinin çeşitlenmesi, çoğalması bizim istediğimiz bir şey. Ama İKSV’nin bu faaliyetleri yaparken bazı değerleri ve bazı prensipleri var. İKSV yönetimi bu değerli prensiplerden hiçbir şekilde vazgeçmeyecek.

-“Bize kayyum atanamaz” diyorsunuz.

Biz bir vakıfız. Kâr amacı gütmeyen kamu yararına bir vakıfız. Bizim internet sayfamızda her türlü faaliyetimiz ve hesabımız şeffaf biçimde yer alıyor. Bu arada, bizi eleştiren arkadaşlar da açıp bakabilir. Başka hangi kurumun hesaplarını bizim kadar açıkça sergilediğini de çok merak ediyorum doğrusu. Ayrıca şunu da söyleyeyim; İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın bir yönetimi ve yazılı bir tüzüğü var. Yani hiçbir çekincemiz yok. İstanbul Bienali artık bir dünya markası ve Bienal’i bu markayı yaratan İKSV yapıyor. Bugün başkaları da İstanbul adını kullanarak benzer şeyler elbette yapabilirler. Ama 1987’den bu yana emek emek İstanbul’u güncel sanatın merkezlerinden biri hâline getiren, yüzlerce sanatçının, yapım aşamalarında bizimle birlikte çalışan onlarca genç insanın ve milyonlarca izleyicinin kişisel tarihinin de bir parçası olan “İKSV’nin İstanbul Bienali”nin hem İstanbullular ve Türkiye’deki sanatseverler açısından hem de dünya açısından yerinin başka olduğunu düşünüyorum.

-Yaşadığınız bu son küratör krizi sırasında İKSV yönetiminin Defne Ayas ile çalışmak istememesinin arkasında, 2015’teki Venedik Bienali Türkiye Pavyonu sırasında kendisiyle yaşadığınız deneyim olduğu çok fazla speküle edildi. Ayas’ın küratörlüğünü yaptığı Sarkis’in Respiro sergisine dair katologda yer alan bir yazıdaki “1915 Ermeni Soykırımı” ifadesi son dakikada sorun olunca başka katalog basılmıştı.

Bu konunun dönüp dönüp tekrar irdelenmesi sadece bizi değil, Türkiye’deki birçok topluluğu da derinden yaralıyor.

-“Birçok topluluk” derken Türkiye’deki Ermeni Cemaati’ni kastediyorsunuz sanırım.

Tabii, her zaman temasımız olan bir topluluk. Hrant Dink Vakfı ile dayanışarak ortak işler yapıyoruz. Dolayısıyla ben bu konuyu yeniden gündeme getirmenin faydadan çok zarara neden olabileceğini düşünüyorum. Ama genel prensip olarak şunu anlatabilirim; Venedik Bienali ulusal katılıma dayanan bir bienal, eserler ülke pavyonlarında sergileniyor. Almanya Pavyonu, İngiltere Pavyonu, Fransa Pavyonu gibi. Türkiye Pavyonu, Dışişleri Bakanlığımız himayesinde düzenleniyor, Kültür Bakanlığı da katkı sağlıyor. Nihayetinde burada bir ülke temsili var ve dolayısıyla da o ülkenin hukuki çerçevesinin dışında herhangi bir şeyi yapmak çok da söz konusu değil.

Biz İKSV olarak burada düzenlenecek sergilerin koordinasyonunu üstleniyoruz. Serginin sanatsal içeriği tamamen İKSV koordinasyonunda şekilleniyor. Bakanlıkların serginin gerçekleştirilmesine yönelik destekleri dışında serginin sanatsal içeriğine dair bir müdahalesi bulunmuyor. Biz de her sene Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’na seçilen sanatçıya ve onun seçtiği küratöre baştan hukuki çerçeveyi hatırlatıp serbest bırakıyoruz. Sanatçı hangi yolda ilerleyecekse tamamen kendi karar veriyor, neden bahsedip neden bahsetmeyeceğine kendisi karar veriyor. 2015’te de ne bizim ne de Kültür Bakanlığı’nın serginin içeriğine bir müdahalesi olmadı. Tüm içerik de projenin web sitesinde yer alıyor. Biz, Türkiye Pavyonu’nda Defne Ayas’ın küratörlüğünde Sarkis’i ağırlamaktan ve onun projesi Respiro’yu tüm sanat dünyasıyla paylaşmaktan da gurur duyduk. Bienalin başlangıcından beri İstanbul Bienali olarak Sarkis ile de yakın temastayız. Ayrıca, bir eserini bağışlayarak İKSV’nin 2022 yılında oluşturduğu 50. Yıl Genç Sanatçı Fonu’na da katkıda bulundu.

-“Serginin sanatsal içeriği tamamen İKSV koordinasyonunda şekilleniyor. Bakanlıkların serginin gerçekleştirilmesine yönelik destekleri dışında serginin sanatsal içeriğine dair bir müdahalesi bulunmuyor” dediniz. Hatta 2015’re de devlet tarafından bu tarz bir müdahale gelmediğini eklediniz. Bundan sonraki süreçlerde bir müdahale olabileceğini düşünüyor musunuz?

Bugüne kadar Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nu biz düzenledik, iki bakanlığa da sadece bilgi verdik. Bir müdahale görmedik. Önümüzdeki dönemlerde de bakanlıkların bu konuyla ilgili farklı bir karar alacağını ya da tutum değişikliğine gideceğini hiç zannetmiyorum doğrusu.

-O zaman bugüne kadar böyle bir işaret almadınız hükümet cephesinden, öyle mi?

Öyle bir işaret olmadığı gibi geçtiğimiz dönemlerde bu sistemin nasıl işlediği, küratör seçimlerin nasıl yapıldığı gibi konularda bakanlıklara her zaman da bilgi verdik. Hatta geçtiğimiz sene Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Füsun Onur’un Venedik’teki “Evvel Zaman İçinde…” sergisinin açılışına geldi, beraber gezdik. Kendisi bizlere bu Pavyon’un İKSV tarafından yapılmasından mutlu olduğunu söyledi. Çünkü bakanlıklarımız ve devlet, İKSV’nin Venedik Bienali’nde Türkiye Pavyonu’nun yer alması ve buradaki kalıcı mekânını kazanması konusundaki rolünü çok iyi biliyor.

-Onu da bir hatırlatır mısınız, nasıl başlamıştı bu iş?

Vasıf Kortun’un bir gün beni arayıp, “Venedik’te Türkiye Pavyonu kurmayı düşünür müsünüz? Bu işle ilgilenir misiniz?” demesiyle başladı aslında. Ben de kendisine, “Düşünürüz, sen küratörlüğünü yapar mısın?” diye yanıt verdim. Böyle yola çıkıldı. Ama ilk başta orada belli bir yerimiz yoktu, neresi gösterilirse orada bir şey yapmaya çabalıyorduk. Belli maddi sıkıntılarımız da vardı Pavyon’un hazırlanması konusunda. Bülent Eczacıbaşı, 2010 yılında İKSV’nin Yönetim Kurulu Başkanı olduktan sonra kolları sıvadı. 2012’de tam 21 destekçiyi arayıp her birinin 120 bin euro koymalarını sağladı. Böylece Pavyon’un 20 sene boyunca finansal giderlerini karşılamayı taahhüt edebildik ve bunun İKSV tarafından düzenleneceğine ilişkin imzayı ancak böyle attık. Sanki bizden önce de bu Pavyon varmış ve başından beri her şey güllük gülistanlıkmış gibi bir durum yok. Orası; İKSV’nin alandaki tecrübesi, Bülent Bey’in şahsi çabası ve 21 destekçinin katkısıyla kurulmuş bir yer. Bakanlıklarımız da bunu gayet iyi bilmektedir.

-Biraz önce “Her kurum ya da kuruluş, elbette bizim İstanbul Bienali’ne benzer işler yapabilir ama bu bizim konumumuzu değiştirmez dediniz. Geçen hafta Ertuğrul Özkök, Kültür Bakanı Ersoy ile sohbetini yazdı. Bakan Bey’in bir “Avrasya Bienali” hayali varmış ve bunu gerçekleştirmek için de Haydarpaşa ve Sirkeci Garları kullanılacakmış. İleriki yıllarda Kültür Bakanlığı himayesinde düzenlenecek bir Avrasya Bienali, İKSV’nin İstanbul Bienali’ne rakip olur mu?

Daha önce de söylediğim gibi kültür sanat faaliyetlerinin çeşitlenmesi ve çoğalması, bizi ancak memnun edebilir. Umuyorum İstanbul ve Türkiye için çok olumlu sonuçları olur Avrasya Bienali’nin. Biz doğrusu “rakip”ten çok “paydaş” kelimesine odaklanıyoruz. Bizce kültür sanat alanında kâr amacı olmaksızın çalışan kurumlar, etkinlikler birbirine rakip olamaz. Bugün artık İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın hem yerel hem uluslararası alandaki 51 yıllık tecrübesiyle düzenlenen bir etkinlik İstanbul Bienali… Burada da anahtar kelime “sürdürülebilirlik” galiba. Bir sanat etkinliğinin olup biten bir sergiden ibaret olmadan, alanını dönüştüren, alanıyla birlikte de değişen, dönüşen bir yapı haline gelmesi de kıymetli diye düşünüyorum.

Cansu Çamlıbel, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor.

NTV'de diplomasi muhabirliği, 2005- 2008 arasında da Brüksel muhabirliği yaptı. 2008'den Şubat 2019'a kadar Hürriyet ve Hürriyet Daily News gazetelerinde muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü, köşe yazarlığı görevlerini üstlendi.

Yaklaşık 5 sene boyunca, "Yüz Yüze Pazartesi" köşesinde, Hürriyet'in haftalık siyasi söyleşilerini yaptı. 2015- 2016 döneminde ABD'de Harvard Üniversitesi'nin Nieman Bursu'nu kazandı.

Nisan 2017- Şubat 2019 döneminde ise Hürriyet Washington Temsilcisi olarak görev yaptı.

Gazetenin, siyasi baskı sonucu el değiştirmesinden sonra istifa ederek, Türkiye'ye döndü. Gazete Duvar'daki köşesinde, dış politika alanında yazılar kaleme almaya başladı. Eşzamanlı olarak Gazete Duvar'ın İngilizce edisyonu Duvar English'in kurucu Yayın Yönetmeni oldu. Bu görevi, Ekim 2021'e kadar sürdürdü.

Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Türkiye Ulusal Komitesi üyesi olan Çamlıbel, IPI için hazırlayıp sunduğu, "Özgür Sohbetler" isimli podcast serisinde, günümüz Türkiyesi'nde gazetecilik yapmanın bedeline, içeriden bir bakış sunmaya çalışıyor.
Ocak 2023'te, T24 ekibine katıldı.
Lulu'nun annesidir.

"Bu davayı bir şekilde devam ettireceklerini anladığım anda da çok net bir karar aldım: Ben bekleme insanı olmayacağım. Bir nevi itaattir beklemek"

“Atatürk’e sahip çıkan kesimler kültürel alanda itici güç olduklarını gösterdi. Atatürk ile Cumhuriyet arasındaki özdeşlik pasif direnişle korunmaya çalışılıyor”

"Hamas'ın 7 Ekim saldırısı tümüyle meşrudur, bunun meşruiyetini tartışmak abesle iştigaldir"

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - İKSV Genel Müdürü Görgün Taner: Sizi duyduk, düşündük; değişim için harekete geçtik - Cansu Çamlıbel
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İKSV Genel Müdürü Görgün Taner: Sizi duyduk, düşündük; değişim için harekete geçtik

15 8
13.11.2023

Diğer

13 Kasım 2023

1973 yılında iş insanı Nejat Eczacıbaşı tarafından kurulan İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), halihazırda alanında Türkiye’nin en yerleşik kurumu. Bugün Türkiye’de sanat üreten ya da kültür alanında farklı biçimlerde emek veren çoğu kişinin yolunun İKSV ile şu ya da bu şekilde kesiştiğini biliyoruz. Bir süredir İKSV etrafında dönen tartışmaların kökeninde en çok da bu var sanki; İKSV ile yolu ayrı düşmüş olanlar dahi bu kurumun Türkiye’de özgür çağdaş üretim için hayati bir sorumluluk taşıdığını biliyor. Yaz aylarından beri İKSV’nin hedef olduğu eleştirilerin farklı boyutları olsa da İKSV yönetimine yapılanı “çağın ruhuna uygun bir değişim” çağrısı olarak özetlemek mümkün.

Seneye yapılacak 18. İstanbul Bienali için önerdikleri küratör, İKSV yönetimi tarafından tercih edilmeyen Danışma Kurulu bu karar üzerine istifa etmiş, İKSV de o Danışma Kurulu’nun bir üyesi olan Iwona Blazwick’i küratör olarak tayin etmişti. Ben de o günlerde İKSV’nin tercih etmediği küratör Defne Ayas ile yaşananları anlama hedefiyle bir söyleşi yapmıştım. Ayas ile söyleşimizin yayınlanmasının ardından İKSV Genel Müdürü Görgün Taner’i arayarak iddialara yanıt vermek isterse köşemin kendisine açık olduğunu iletmiştim. Taner, o görüşmede kendi içlerinde yapacakları değerlendirmenin ardından bana döneceklerini söylemekle yetindi. Üç aydır beklediğim o telefon geçen hafta geldi ve İKSV’nin Beyoğlu’ndaki Haliç manzaralı evi Deniz Palas’a davet edildim.

Eczacıbaşı ailesi ile İKSV yönetiminin uzun süren sessizliğin ardından biriken soru ve eleştirilere yanıt verebilmek için titiz bir çalışma yaptığından şüphem yoktu. Ancak Görgün Taner’in anlattıkları, eleştirileri tahminlerimin çok ötesinde ciddiye aldıklarını gösterdi ki bu Türkiye’de lider konumunda olan kişi ve kurumlarda alışık olduğumuz bir tavır değil. Geçirdikleri krizli yazdan kendilerine kalanları halı altına süpürmek yerine, bir değişim ve dönüşüm sürecine girme kararı almışlar. Görgün Taner altı ay sürecek bu çalışmaya hem uluslararası kültür sanat kurumlarının yöneticilerini hem de Türkiye’de kendilerini eleştiren paydaşları davet ettiklerini anlattı. İKSV’ye kızan ve kızdığını saklamayan sanatçı, küratör ve fikir insanları ile bizzat temas kurarak “Gelin siz de el verin, birlikte değişelim, dönüşelim” demişler.

Bu söyleşinin bana kalırsa en kritik boyutu, İKSV’nin Türkiye’deki kültür sanat alanını hükümetin olası müdahalelerine karşı koruyup koruyamayacağına ilişkin sorularıma Görgün Taner’in verdiği yanıtlardı. Hangi kurum ve kuruluş ne adım atarsa atsın, İKSV yaşadıkça İstanbul Bienali’nin İKSV’ye ait olacağını söyledi mesela. Bugüne kadar başta Bienal olmak üzere İKSV’nin projelerini dış etkiden korumayı başardıklarını, bundan sonra da farklı olacağını düşünmediğini ekledi. Umuyorum İKSV hem “şeffaf, çoğulcu ve daha kapsayıcı” olmak için çıktığı yolculuğu koyduğu hedeflere ulaşarak tamamlar, hem de sanatın, sanatçının özgürce ses verebildiği platformları kutuplaşmış siyaset ikliminden korumayı başarır.

Fotoğraflar: Ayşe Bulutgil

-Bundan yaklaşık üç ay önce -3 Ağustos’ta- İKSV “18. İstanbul Bienali küratörü Iwona Blazwick oldu” diye yazılı bir açıklama yaptı ve ortalık birbirine girdi. Basit bir bilgilendirme gibi duran bu açıklamanın arkasında çok başka bir süreç vardı. Zira küratörü seçmek için oluşturduğunuz Danışma Kurulu üyeleri, 2024'te düzenlenecek Bienal'de küratörlük için oybirliği ile önerdikleri Defne Ayas İKSV yönetimi tarafından kabul edilmeyince istifa etmişti. Dahası, o istifa eden kurulun bir üyesi olan ve kendisi de Defne Ayas’ın küratörlüğü için oy kullanan Iwona Blazwick, İKSV tarafından 2024’ün küratörü olarak tayin edildi. Türkiye’nin kültür sanat evrenini ayağa kaldıran bu durum tartışma yaratınca siz bir açıklama daha yaptınız ve “Danışma Kurulu’na sadece danışılıyor adı üstünde. Nihai karar bizimdir” dediniz. Bu da çok tepeden bakan bir üslup olarak algılandı?

Bu tepeden bakma meselesiyle ilgili tepeden bakmayarak bir şey söylemeye çalışacağım. “Bir bienal eşittir bir küratör” değildir. Evet, Danışma Kurulu’na danışılan şey küratörün seçimi ama Kurul’un tek görevi de küratörü seçmek değil. Bu kurulun görevinin küratör belirlenmesine indirgenmesi doğru olmuyor. Süreç boyunca bienalin önereceği yaklaşımlarla ilgili İKSV ile fikir alışverişinde bulunmak ve sürekli bir diyaloğun ve bir tartışma ortamının bir parçası olmak da Kurul’un görevleri arasında. Herkes bize diyalog çağrısı yapıyor ama diyalog çift taraflı bir şeydir, tek taraflı bir şey değildir. Biz bize bu süreçte seslenenlerin sesini duyduk. Eleştirilerin arasında bazı spekülatif olanlar olsa da geri bildirimlerin hepsini duyduk ve değerlendirdik. Ama bize seslenmenin yolu da işte bu süreçte yapıldığı gibi topluca bağırmak değildir.

-Detaylara girmeden önce en sonda sorulacak şeyi en başta sormak istiyorum; siz kendi içinizde “Hata yaptık” diyebildiniz mi?

Benim bütün bunlardan çıkarttığım ders şu; 51 yaşındaki bir kurumun, daha doğrusu bütün kurumların dönem dönem kendilerine bakmaları lazım. Bu bazen içeriden inisiyatiflerle, bazen dışarıdan dürtülerle, bazen kurumun kendi içinde yönetim kademesinde olmayanların bazı seslenişleriyle olabiliyor. Dışardan birileri tarafından sorgulama yapılmasının bizlerin içe bakma süreci açısından olması gereken bir şey olduğuna inanıyorum. Değişim nasıl bir şey biliyor musun? Değişim için önce değişmeye karar vermiş olmak lazım. Bunun kararını vermediysen sonuç ne olursa olsun “Biz ne kadar iyi şeyler yapıyormuşuz” noktasına dönersin. Aynı şeyleri tekrar tekrar yaparsın. Bu nedenle de ben bütün yaşananları bizim zaten ikinci 50 yıl için aklımızda olan ama şu ya da bu sebeple hayata geçirmediğimiz bir sürecin başlangıcı olarak görüyorum.

Biz bu süreçte kendimizi daha iyi anlatmakta eksik kaldık. Sanatçılar, izleyiciler ve paydaşlarımızla daha iyi iletişim kurabilmenin yollarını aramamız gerektiğini gördük. Tüm bu tartışmalar aslında kültür-sanat alanının gelişimi için gerekli. İKSV’ye gösterilen ilgi ve herkesin açıkça fikirlerini ifade ettiği bu ortam bizi memnun ediyor. Bu tartışmaların İKSV’yi daha da ileriye taşıyacağına inanıyoruz. Ayrıca bu tartışmalar İKSV’nin karar mekanizmalarının daha şeffaf hale getirilmesi ve açık bir diyalog kurulması ihtiyacını da vurguladı. Bu nedenle değişim yönünde planlar yaptık ve adımlar atıyoruz.

-Değişimden kast ettiğiniz tam olarak nedir? Danışma kurulunu güçlendiren bir yönetmelik değişikliğini zaten geçen ay açıklamıştınız. Ama gelinen noktada bu adımınız yeterli bulunmamıştı. Zira söz konusu değişikliğin 2024 Bienali için geçerli olmadığı anlaşılınca sizi zaten eleştirenler, bunu “Bir zihniyet değişikliği olarak değil, kozmetik bir değişiklik” gibi yorumladı.

Bizim bu kararı alırken tek amacımız başarılı bir bienal için gerekli koşulları oluşturmaktı. Danışma Kurulu bir “seçici kurul” olmadığı için, kurul üyelerinden birinin küratör olarak belirlenmesinin çıkar çatışması yaratmayacağını düşündük ve mevcut yönetmelik çerçevesinde hareket ederek bu kararı aldık. Ama Danışma Kurulu üyelerinden birine küratörlük teklif edilmesinin yol açtığı etik sorunları anladık ve saygıyla karşıladık. Sanat dünyası ve kamuoyundan gelen geri bildirimleri de dikkate alarak, küratör seçim sürecimizi ve yönetmeliklerimizi detaylıca yeniden değerlendirdik. Sürecin şeffaflık ve tarafsızlığını daha da güçlendirmek amacıyla yönetmeliğimizde bazı değişiklikler yaptık. Yeni yönetmeliğe göre, 2026 yılından itibaren İKSV yönetimi sadece Danışma Kurulu’nun önerdiği üç aday arasından birini küratör olarak davet edecek. Eğer sunulan yaklaşımlar vakfın vizyonuyla örtüşmüyorsa, İKSV yönetimi Danışma Kurulu’ndan farklı adaylar önermesini isteyebilecek.

-Peki aynı süreç neden 2024 İstanbul Bienali için işletilemedi? Danışma Kurulu’nun önerisini bir çırpıda neden reddettiniz? Defne Ayas’ın yaklaşımını mı beğenmediniz? Aradığınız şey neydi ve neden Ayas’ta bulamadınız?

Biz her bienali bir öncekinden farklı kılmak amacıyla, geniş bir ekip olarak hep birlikte çalışıyoruz. Her yeni bienal için güncel koşullara göre değişen, farklı beklentiler ve yeni bir vizyon belirliyoruz. Bir önceki bienal, pandemi döneminin ruhunu yansıtan, sorgulayan, geleneksel sergi formatlarının dışına çıkan, çok disiplinli, içerdiği projelerle sanatın dışına taşan bir bienaldi. Sonraki bienali düşünürken, daha farklı bir yaklaşım benimseyerek, sanatsal ve estetik açıdan güçlü, yeni sanat eserlerinin üretilmesine öncelik veren, metinlerin eserlerin önüne geçmediği bir sergi hayal ettik. Danışma Kurulu’nun önerdiği adayların proje önerileri, vakfın bu edisyondan beklediği vizyonu tam olarak yansıtmıyordu.

Danışma Kurulu’muzun son toplantısından kısa bir süre sonra, 6 Şubat depremiyle karşılaştık. Bu olay, hepimizi derinden etkiledi ve hassas bir döneme girdik. Depremler nedeniyle zaten bir süre durmuş olduk. Sonra da değerlendirme sürecinin hızlandırılması gerekti, ki Bienal 2024’ün Eylül ayına yetişsin. Hızlı kararlar almamız gerekiyordu. Yeni adayları belirleme, teklifler götürme ve projelerin geliştirilmesini beklemeden, bienali iyi tanıyan, hayal ettiğimiz geleceğe taşıyabileceğine inandığımız yeni bir küratörle çalışma fikrine odaklandık.

-Iwona Blazwick’in hayalinizdeki bienali yapacağından emindiniz o zaman.

İstanbul Bienali’ni yakından tanıyan, uzun yıllar boyunca farklı bienal edisyonlarını........

© T24


Get it on Google Play