Diğer

03 Mayıs 2024

Tasarruf konusuna şuradan geldik; iktidar, neredeyse bir yıldır enflasyonu düşürmeye çalışan önlemler ve politikalar açıklıyor. Bu açıklamalarda enflasyonun önde gelen nedeni olarak iç talebin yüksekliği belirtiliyor ve bu, örneğin, reel ücretlerin düşürülmesi için gerekçe olarak gösteriliyor.

Peki, hükümet harcamaları iç talebin önemli bir parçası değil mi? Evet öyle. Öyleyse hükümet (veya ekonomi yönetimi) ücret dışı harcamalarında tasarruf yapacağını neden çok gecikmeli, bir yıl sonra açıklıyor? Bu soruyu daha önce de birkaç kez sordum.

Bu yazıda tasarrufu birkaç yönden ele alıyorum. Tasarrufu, kamu ve özel ayrımı da yaparak, öncelikle gelir-tüketim harcaması farkı şeklinde ve bir makroekonomik büyüklük olarak ele alıyorum. Tasarrufa ayrıca demokrasi, hukuk ve yasa anlamında da bakıyorum.

Tasarruf, bir ekonomik değişken olarak, genellikle geleceği düşünerek yapılır. Gelecekte ihtiyaç olur düşüncesiyle gelirin tümü harcanmaz, bir bölümü tasarruf edilir. Kısacası tasarruf, kişiler için de kurumlar için de, geleceğin belirsizliğine ve risklerine karşı alınmış bir önlemdir.

Bu açıdan bakıldığında “İtibardan tasarruf olmaz” sözü çok anlamsızdır. İtibar peşinde koşarken ilerde bir zamanda muhtaç olabilirsiniz. Ama elbette harcanan para sizin değilse, fazlasıyla da harcayabilirsiniz. Ama bu etik, düzgün bir davranış olur mu? Olmaz, yazıktır.

Şimdi hükümetin veya ekonomi yönetiminin çok gecikmeli tasarruf söylemine bakalım. İlginç olan şu ki, hükümet tasarrufa yönelecekmiş, ama önce bir hazırlık yapacakmış. Tasarruf yapılacak alanlar belirlenip, yazdan sonra tasarruf önlemleri uygulanacakmış. Yani bir yıl sonra bile tasarrufun yalnızca sözü ediliyor.

Kamu harcamalarının, özellikle ücret dışı olanların bu kadar gecikmeli olarak gündeme getirilmesinin önemli bir nedeni, 31 Martta yapılan yerel seçimlerdir. Seçimler için harcamalar bol miktarda yapıldı, enflasyon konusu seçimden sonraya bekledi.

Halbuki alınabilecek önlemlerin bir gün bile gecikmesi yüksek enflasyonun değişik kanallardan beslenerek daha uzun sürmesi demektir. Enflasyonu düşürmenin ekonomiye maliyeti ve riskleri büyüyor demektir.

Bu gecikmeli tasarruf söylemini vatandaşlar elbette anlıyor. Bu nedenle bu “yereller” veya “yerliler” enflasyon beklentilerini düşürmüyor. Ekonomi yönetimindeki arkadaşlarımıza soralım: Partili bir cumhurbaşkanı yola düşüp partisi için oy isterse ve oy almak için harcama yapmaya hazır izlenimi ve sözü verirse, vatandaş olarak ne düşünürsünüz? Enflasyon düşecek beklentisine girer misiniz?

Üstelik, oy isteyen yalnızca Cumhurbaşkanı Erdoğan da değildi. Tüm bakanlar ve bürokrasinin önemli bir bölümü de yola sürülmüştü. Bu yaklaşım, popülizmin, oy avcılığının en alâsı değil midir? “Enflasyonu ciddiye almıyorlar” izlenimi vermez mi bu davranış?

Bu yaklaşım ve davranış, yalnızca kamuda harcama tasarrufu ile ilgili değil. Konu demokrasi ve hukuk olduğunda sıkı bir tasarruf yapıldığını görüyoruz. Şöyle ki, 1 Mayıs kutlanacak bir bayram olarak ilan edilmiş. Ne güzel. Neden insanlar bu bayramı istedikleri yerde kutlama özgürlüğünde olmasın? Neden kolluk güçleri uzun uzun dizilip belli alanları yasaklasın?

Burada demokrasiden tasarruf edildiği ortaya çıkıyor. Ancak şöyle bir nokta var; demokraside tasarruf yaptığınızda ülke belirsizlikler ve riskler içine giriyor. Demokrasinin nerelerinden tasarruf edilecek diye bir ortam yaratılıyor. Bu ekonomi için hiç de istenen bir sonuç değildir.

Üstelik Anayasa Mahkemesi vatandaşların istedikleri yerde kutlama yapabileceğini aldığı kararla duyurmuş. Neden ülkenin en önemli hukuk kurumu olan Anayasa Mahkemesinin aldığı kararlar uygulanmasın?

Anayasa Mahkemesi başka konularda da kararlar aldı ama uygulanmadığı görülüyor. Ben buna “hukukta tasarruf var” diyorum. Aynen demokraside olduğu gibi, tasarrufu hukukta yaparsanız geleceği belirsiz ve riskli kılarsınız. Bu, iktisatta da yerleşmiş, iyi bilinen bir kuraldır.

Demokraside ve hukukta tasarrufa giderseniz, ekonominin iki bacağı eksik kalır. Bunu uzunca boylu anlatabiliriz ama enflasyon bağlamında kısaca açıklayayım. Demokrasi ve hukukta aksama olduğunda, enflasyonu düşürmek için gerekli olan bağımsız kurumsal yapılar da aksayabilir demektir.

Daha önemlisi şudur; enflasyonu düşürmek için hem kamuda hem özel kesimde gelirlerin ve harcamaların kurallara uygun olup olmadıklarının denetlenmesi gerekir. Özellikle kamu tarafında yeterli denetleme yoksa, her türlü yolsuzluk ve usulsüzlük beklenir ve bunlar saklanabilir. Böyle bir ortamda enflasyon ancak sınırlı bir ölçüde düşebilir.

Demokrasinin eksik olması zaten yeterli siyasi denetim yok demektir. Hele bir de kararları tek kişi alıyorsa, iyiden denetimsiz bir sistem var demektir. Benzer şeyleri hukuk için de söyleyebiliriz. Bu konuyu fazla uzatmadan bir de eğitim konusuna bakalım.

Milli Eğitim Bakanlığı “Maarif Modeli” adı altında bir “müfredat taslağı“ hazırlayıp açıkladı. Bu taslağın ne olduğu kullanılan kelimelerden belli. “Maarif” kelimesini sanırım yaşı 60’ın altında olanlar çoğunlukla bilmez.

Adı “Milli Eğitim” olan bakanlık, eğitim, öğretim diyemiyor da maarif diyor. İçerik diyemiyor, müfredat diyor. Amaç, seçilen kelimelerle bile tarihi geri döndürmek. Bir okur şöyle diyor:

“Aklı başında bir kişiye benziyorsun, bu memleketi düze çıkarmak için Osmanlı modelini kabul etmeliyiz.”

Osmanlı modeli nasıl düze çıkaracak? Osmanlıda nasıl geri bir eğitim, öğretim sistemi vardı? Okula, ki medresedir, gidebilen insanlarımız bilimden ve teknolojiden asırlarca habersiz kalmışlardı. Eğitim Arapça ezbere dayanıyordu. Şimdi bu sisteme geri mi döneceğiz?

Açıklanan taslakta bir kez daha “dinci eğitim” öne çıkarılıyor. Bu, sanıyorum 2002’den sonra getirilen üçüncü model. Her defasında dincilik yükseltilip, matematik ve fen konuları geri plana atılıyor. Diyorlar ki, dinciliği de, matematik ve feni de öğretiriz. Öyle olmuyor. Yine iktisadın bir kuralını hatırlatayım; alternatif maliyet. Her yaptığınızın, her önerinizin bir alternatif maliyeti var.

Dinciliğe yer verdiğiniz ölçüde, diğer konular ister istemez geri düşüyor. Bunu bilmiyor olamazsınız. Matematik dersinden integrali çıkarmak ne demektir? Bakanlar kurulunda, diğer kurumlarda matematik alanlar, konuya yakın olanlar yok mu? Elbette var. Ama seslerini çıkaramıyorlar. Neden acaba?

Milli Eğitim Bakanlığı'nı tarikatlara teslim edip medrese yaklaşımı ile nereye varacaksınız acaba?

Konuyu yine enflasyona getireyim. Bu eğitim sistemi ile Türkiye istenen düzeyde nitelikli ve teknolojiye yakın işgücü yetiştiremez. Böylece rekabet edemez. Rekabet edemediğinde teknolojiyi ithal ediyor, geri teknoloji ile ürettiğini ihraç etmeye çalışıyor.

Bu sistem bir noktada tıkanıyor. Çünkü ihracatın sürmesi için TL’nin değer kaybı kaçınılmaz oluyor. Bu da sonunda enflasyon demektir. Yani bu sistemde ve siyasi ortamda enflasyon yine kalıcı olarak düşemez. Enflasyonu düşürmek için orta uzun vadede rekabet edebilmek gerekir. Koşullarından biri de iyi eğitilmiş ve teknolojiye yakın insanlar yetiştirmektir. Dinci yandaşlar yetiştirdiğinizi sanarak bunu yapamazsınız.

Bu konuyu Tablo 1 eşliğinde ele alalım. Tablo 1’de üç yılın Gayrisafi Milli Hasılası (GSMH), ki Gayrisafi Milli Gelire (GSMG) eşittir, yer alıyor. Kişi başına geliri hesaplarken kullanılması gereken doğru değişkenler bunlardır ve yurtiçi hasıladan (GSYH) biraz daha düşüktürler.

Tablo 1: Harcanabilir gelir, tasarruf ve tasarruf açığı, Milyar/TL Kaynak: DİE

Tabloda ayrıca şirketler, hane halkı ve devlet kesimlerinin harcanabilir gelirleri yer alıyor. Görüldüğü gibi en yüksek harcanabilir gelir hane halkındadır. Tabloda ayrıca bu üç kesimin tasarrufları bulunuyor. Kamu kesimi genellikle açık veriyor ve bu açık seçim yıllarında artıyor.

2018 bir seçim yılıdır, 2023 seçimi için de 2022’de kamu açıkları yükselmeye başlamıştır. Sanıldığının aksine, en büyük tasarrufu şirketler kesiminin yaptığı görülüyor. Ancak bu kesimin yatırımları nedeniyle tasarruf açıkları da yüksektir.

2018’de az da olsa tasarruf fazlası olan özel kesim, 2022’de önemli açık vermiştir. Bu yılda devlet ve özel kesimler tasarruf açığı verdiğinden önemli bir cari açık da ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, bu yılda üçüz açık vardır. Üçüz açık 2023’te de sürmüştür.

Türkiye’yi üçüz açıklara götüren 2021 sonundan başlayarak uygulanmış olan yanlış politikalardır. Kamu (veya devlet) kesiminde tasarruf yapılması gereklidir. Bu tasarrufun başlaması gereken alan, “itibar“ adı altında yapılan büyük harcamalardır. Verilen çoklu maaşlar da tasarruf için durdurulmalıdır.

Türkiye kendine istikrarlı bir gelecek hazırlayacaksa, devlet kesiminde tasarruf gereklidir ama sistemin de değişmesi gerekir. Özel kesimin de tasarrufa dönmesi gerekir, ancak bunu yanlış politikalarla sağlayamayız.

Bu konuya, gelir dilimlerine de bakarak hane halkı tasarruf davranışı ile devam edeceğim.

Türkiye'nin önde gelen ekonomistleri arasında yer alan Prof. Dr. Ercan Uygur, 1969'da ODTÜ'yü bitirdi. Mezuniyetinin ardından Devlet Planlama Teşkilatı'nda (DPT) 'uzman yardımcılığı' sınavına girdi. Ancak, Uygur'un da aralarında olduğu sınavda başarılı olan üç kişi göreve başlatılmadı.

Uygur, daha sonra sınavına girdiği Maliye Bakanlığı'nda göreve başladı. Bir yıl sonra iki yıllık lisansüstü öğrenim bursu için OECD'ye yaptığı başvuru, davet edildiği mülakatın ardından kabul edildi. İngiltere Warwick Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi aldı. Doktorasını East Anglia Üniversitesi'nde yaptı; bu sırada bir yıl 'ekonometri' dersi verdi. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat ve Maliye Bölümü'ndeki 'ekonometri' kürsüsünde asistanlık sınavına girdi; aynı yıl bu kürsüde göreve başladı.

Doçentlik çalışmaları için 1981'de dokuz aylık Norveç Hükümeti bursu ile bu ülkeye gitti, Prof. Dr. Leif Johansen ile çalıştı. Türkiye'deki doçentlik sözlü sınavının yapılacağı gün, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile iki jüri üyesi, Prof. Dr. Tuncer Bulutay ve Prof. Dr. Nuri Karacan üniversiteden uzaklaştırılınca yapılamayan jüri toplantısı yedi ay sonra gerçekleştirilebildi. 12 Eylül 1980 darbesini izleyen süreçte üniversiteden uzaklaştırılan Türkiye'nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Bulutay'ın "Bizleri temsilen Mülkiye'de kalacaksın" dediği Uygur, 1983'te 'doçent' unvanını aldı.

1988'de Fulbright bursu ile ABD'ye gitti, Prof. Dr. Lawrence Klein ile LINK projesinde çalıştı. 1989'da 'profesör' unvanını aldı. 1994-2012 döneminde Koç Üniversitesi'nde yaz dersleri verdi.

Mülkiye'den 2010 sonunda erken emekli oldu. Mülkiye'de öğretim üyesiyken şu kurumlara danışmanlık yaptı: - İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (1986-1994) - Wharton Econometric Forecasting Associates (1988-1991) - T. C. Merkez Bankası (1988-1993 ve 1997-1998) - Devlet İstatistik Enstitüsü, TÜİK (1990-1996) - ILO / Uluslararası Çalışma Örgütü (proje danışmanı, 1990) - T. C. Hazine Müsteşarlığı (proje danışmanı, 1992-1993 ve 1997-1999) - Dünya Bankası (proje danışmanı, 1999, 2002, 2009, 2010-2011) - Birleşmiş Milletler ECE (proje danışmanı, 1999-2000) - Third World Network (2009)

Yeni Yüzyıl gazetesinde köşe yazarlığı (1995-1998), Mülkiye'de İktisat Bölümü Başkanlığı (1996-2008), Ankara Üniversitesi Bilim Kurulu üyeliği (2002-2010), Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanlığı (2003 -2019), Ekonomi-Tek dergisi editörlüğü (2012-2020), Uluslararası Final Üniversitesi Rektör Yardımcılığı ve İİBF Dekanlığı (2016-2021) yaptı.

2011'de Uluslararası Ekonomi Birliği (IEA) Danışma Kurulu üyeliğine seçildi, bu görevi halen devam ediyor. 2012'de Kyoto Ödülü Danışma Kurulu üyeliğine davet edildi; editörlüğünü yaptıkları dahil olmak üzere Türkçe ve İngilizce 12 kitabı yayımlandı, 50'nin üzerinde bilimsel makale yazdı. Eylül 2021'den itibaren, Mülkiye'den öğrencilerinin kurup yönettiği T24'te köşe yazısı yazıyor. Prof. Dr. Ercan Uygur, 38 yıllık üniversite hayatını; 18 Mayıs 2017'de davet edildiği Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri'nde Prof. Dr. Tuncer Bulutay'ın konuşması için koyduğu başlıkla özetliyor: "ODTÜ'de Öğrenci, Mülkiye'de Hoca…"

TCMB, 500 baz puanlık artışın etkisini “bekleyip görelim” mi dedi? Hangi değişkene, değişkenlere etkisini bekleyip görecekti? Zaten bakabileceği göstergeler yok mu?

Şimdilerde tartışmayı ve çelişkiyi yoğunlaştıran iki gelişme yaşanıyor. Birincisi, yine başkan seçilmeye çalışan Trump’ın, seçilirse, ABD’nin Çin’den yaptığı tüm ithalata yüzde 60 vergi uygulayacağını açıklaması. İkincisi, ABD Hazine Bakanı Janet Yellen’in Çin’i ziyaret edip şöyle bir uyarıda bulunması

SPEC-2024’ün başladığı günlerde, finansın en önde olduğu iktisat dünyasında konu şuydu: ABD faiz oranı Euro Bölgesi ve diğer bölgelerdeki faize göre yüksek kalacak mı?

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Tasarruflar ve geleceğimiz - Ercan Uygur
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Tasarruflar ve geleceğimiz

10 1
03.05.2024

Diğer

03 Mayıs 2024

Tasarruf konusuna şuradan geldik; iktidar, neredeyse bir yıldır enflasyonu düşürmeye çalışan önlemler ve politikalar açıklıyor. Bu açıklamalarda enflasyonun önde gelen nedeni olarak iç talebin yüksekliği belirtiliyor ve bu, örneğin, reel ücretlerin düşürülmesi için gerekçe olarak gösteriliyor.

Peki, hükümet harcamaları iç talebin önemli bir parçası değil mi? Evet öyle. Öyleyse hükümet (veya ekonomi yönetimi) ücret dışı harcamalarında tasarruf yapacağını neden çok gecikmeli, bir yıl sonra açıklıyor? Bu soruyu daha önce de birkaç kez sordum.

Bu yazıda tasarrufu birkaç yönden ele alıyorum. Tasarrufu, kamu ve özel ayrımı da yaparak, öncelikle gelir-tüketim harcaması farkı şeklinde ve bir makroekonomik büyüklük olarak ele alıyorum. Tasarrufa ayrıca demokrasi, hukuk ve yasa anlamında da bakıyorum.

Tasarruf, bir ekonomik değişken olarak, genellikle geleceği düşünerek yapılır. Gelecekte ihtiyaç olur düşüncesiyle gelirin tümü harcanmaz, bir bölümü tasarruf edilir. Kısacası tasarruf, kişiler için de kurumlar için de, geleceğin belirsizliğine ve risklerine karşı alınmış bir önlemdir.

Bu açıdan bakıldığında “İtibardan tasarruf olmaz” sözü çok anlamsızdır. İtibar peşinde koşarken ilerde bir zamanda muhtaç olabilirsiniz. Ama elbette harcanan para sizin değilse, fazlasıyla da harcayabilirsiniz. Ama bu etik, düzgün bir davranış olur mu? Olmaz, yazıktır.

Şimdi hükümetin veya ekonomi yönetiminin çok gecikmeli tasarruf söylemine bakalım. İlginç olan şu ki, hükümet tasarrufa yönelecekmiş, ama önce bir hazırlık yapacakmış. Tasarruf yapılacak alanlar belirlenip, yazdan sonra tasarruf önlemleri uygulanacakmış. Yani bir yıl sonra bile tasarrufun yalnızca sözü ediliyor.

Kamu harcamalarının, özellikle ücret dışı olanların bu kadar gecikmeli olarak gündeme getirilmesinin önemli bir nedeni, 31 Martta yapılan yerel seçimlerdir. Seçimler için harcamalar bol miktarda yapıldı, enflasyon konusu seçimden sonraya bekledi.

Halbuki alınabilecek önlemlerin bir gün bile gecikmesi yüksek enflasyonun değişik kanallardan beslenerek daha uzun sürmesi demektir. Enflasyonu düşürmenin ekonomiye maliyeti ve riskleri büyüyor demektir.

Bu gecikmeli tasarruf söylemini vatandaşlar elbette anlıyor. Bu nedenle bu “yereller” veya “yerliler” enflasyon beklentilerini düşürmüyor. Ekonomi yönetimindeki arkadaşlarımıza soralım: Partili bir cumhurbaşkanı yola düşüp partisi için oy isterse ve oy almak için harcama yapmaya hazır izlenimi ve sözü verirse, vatandaş olarak ne düşünürsünüz? Enflasyon düşecek beklentisine girer misiniz?

Üstelik, oy isteyen yalnızca Cumhurbaşkanı Erdoğan da değildi. Tüm bakanlar ve bürokrasinin önemli bir bölümü de yola sürülmüştü. Bu yaklaşım, popülizmin, oy avcılığının en alâsı değil midir? “Enflasyonu ciddiye almıyorlar” izlenimi vermez mi bu davranış?

Bu yaklaşım ve davranış, yalnızca kamuda harcama tasarrufu ile ilgili değil. Konu demokrasi ve hukuk olduğunda sıkı bir tasarruf yapıldığını görüyoruz. Şöyle ki, 1 Mayıs kutlanacak bir bayram olarak ilan edilmiş. Ne güzel. Neden insanlar bu bayramı istedikleri yerde kutlama özgürlüğünde olmasın? Neden kolluk güçleri uzun uzun dizilip belli alanları yasaklasın?

Burada demokrasiden tasarruf edildiği ortaya çıkıyor. Ancak şöyle bir nokta var; demokraside tasarruf yaptığınızda ülke belirsizlikler ve riskler içine giriyor. Demokrasinin nerelerinden tasarruf edilecek diye bir ortam yaratılıyor. Bu ekonomi için hiç de istenen bir sonuç değildir.

Üstelik Anayasa Mahkemesi vatandaşların istedikleri yerde kutlama yapabileceğini aldığı kararla duyurmuş. Neden ülkenin en önemli hukuk kurumu olan Anayasa Mahkemesinin aldığı kararlar uygulanmasın?

Anayasa Mahkemesi başka konularda da kararlar aldı ama uygulanmadığı görülüyor. Ben buna “hukukta tasarruf var” diyorum. Aynen demokraside olduğu gibi, tasarrufu hukukta yaparsanız geleceği belirsiz ve riskli kılarsınız. Bu, iktisatta da yerleşmiş, iyi bilinen bir kuraldır.

Demokraside ve hukukta tasarrufa giderseniz, ekonominin iki bacağı eksik kalır. Bunu uzunca boylu anlatabiliriz ama enflasyon bağlamında kısaca açıklayayım. Demokrasi ve hukukta aksama olduğunda, enflasyonu düşürmek için gerekli olan bağımsız kurumsal yapılar da aksayabilir demektir.

Daha önemlisi şudur; enflasyonu........

© T24


Get it on Google Play