Diğer

16 Aralık 2023

Ünlüler ve sıradan insanlar… Ünlülerin merak edilen özel hayatları… Kendi ünsüzlüklerinden ürettikleri eziklik ve kötülükleri biriktirerek sağ ve hatta ölmüş kişilere bile ayar vermeye çalışan sıradan insanlar…

Çoktandır aklıma gelmeyen bu düşünceler, son Moskova seyahatimde birdenbire zihnimde canlandı.

Nerede mi? Çaykovski'nin yanında…

Moskova'ya her gidişimde vakit yaratıp Bolşaya Nikitskaya Sokağı'ndaki Çaykovski Konservatuvarı'nın komşusu olan o özel kafeye uğramak isterim. Bazen bunu başaramam, önemli ve ıvır ıvır işlerin arasında zaman yetmez. Bazense buraya gelip kısa süreliğine bile olsa gerçeklikten koparım.

Geçmiş yıllara giderim. Yıllar önce ölen ve buraya ilk başlarda hep beraber geldiğim bir dostumu hatırlarım. Hatta hatırlarken saçma bir şey yaparım: Fazla şekerli olmasından dolayı başka zamanlar hiç tercih etmediğim ama onun çok sevdiği bir kahveden (Raf coffee) içerim. Yaz ayları bile olsa o mekânın geniş çift camlarının gerisinde kar yağdığını hayal ederim. Yoldan geçen insanlara ve arabalara sanki ben ayrı bir gezegenden gelmişim gibi boş boş bakar, bazen de onlarla ilgili hikâyeler uydururum.

Çaykovski Konservatuvarı biraz içerde kalır. Başınızı binadan yola doğru çevirirseniz o görkemli heykelle karşılaşırsınız. Ve her an canlanıp size dönecek gibi oturan heykeldeki sırlarla dolu o dehayı görürsünüz. Yalnızca Rusya'nın değil, dünyanın da en büyük bestecilerinden biri olan Pyotr Çaykovski'yi.

Siz ona ne kadar dikkatli ve uzun bakarsanız bakın, heykel canlanmaz. Ama o arada kulaklarınız kafeden ve yoldan gelen uğultuları geride bırakır ve tanıdık bir melodinin sinyallerini beyninizle paylaşır: Kuğu Gölü Balesi.

Bu çok tanıdık müzik beni yumuşak hamlelerle acımasız bir tarihte gezdirir.

19 Ağustos 1991… Gorbaçov'un devrildiği darbe girişimi sırasında, tanklar Moskova caddelerine çıktıklarında Rusya devlet televizyonu hiç ara vermeden Kuğu Gölü'nü yayımlıyor…

"Kuğular"
, Ekim Devrimi'ne de, Stalin, Hruşçov ve Brejnev dönemlerine de tanıklık etmiş. İktidarlar, halkın moralini yükseltmek için nedense hep bu eserin sergilenmesine öncelik vermiş. Rusya'nın iç savaştan henüz çıktığı 1920'lerde de, İkinci Dünya Savaşı'nın salvo ateşi altında da...

Lenin
hariç bütün Sovyet liderlerinin Kuğu Gölü'nü çok sevdikleri söyleniyor. Lenin ise "düşünmeyi ve çalışmayı zaafa uğrattığı için" Çaykovski'nin müziğini "fazlaca burjuva" bulur ve evde kız kardeşlerinin yorumladıkları Beethoven'in Appassionata ve Ay Işığı Sonatı'nı dinlemeyi tercih edermiş.

Kremlin, Kuğu Gölü'nü güçlü bir devlet sembolü ve protokol unsuru haline getirmiş. Bale, her zaman Moskova'yı ziyaret eden yabancı devlet adamlarına ve politikacılara izlettirilmiş.

ABD'nin eski Moskova Büyükelçilerinden Llewellyn Thompson, 7 yıllık görev süresi içinde Kuğu Gölü'nü tam 132 kez izlemiş ve ne zaman bir Sovyet yöneticisinin ruh halini öğrenmek istese, o kişiyle Kuğu Gölü'nün antraktında görüşerek merakını gidermeye çalışmış.

Bu arada Kuğu Gölü, aynı zamanda önemli yas seremonilerinin değişmez fon müziği olmuş.

Brejnev'in, Andropov'un, Çernenko'nun cenazeleri bu müzik eşliğinde kaldırılmış.

Garip. Çok garip.

Çünkü Kuğu Gölü, ölümün ve siyasetin değil, hayatın ve sanatın yansıması. O bir aşk öyküsü aslında.

Evliliğe henüz hazır olmamasına rağmen, onuruna verilen baloda annesinin dileğiyle bir eş seçmek dayatmasıyla karşı karşıya kalan Prens Siegfried ile avlanmak üzere gittiği gölde, büyücü Rothbart'ın kuğu şekline soktuğu Prenses Odette arasındaki aşkın ve bu aşk sayesinde büyünün yok edilerek sevenlerin kavuşmasının öyküsü. Aynı zamanda iyi ile kötünün, aydınlık ile karanlığın mücadelesi.

Kuğuları, daha doğrusu kuğuların müziğini ve estetiğini keşfeden Çaykovski'nin, bu eseri yaratırken, Rus masallarıyla ve özellikle de Puşkin'in Çar-Sultan'ından dizelerle beslendiği söyleniyor.

Kuğu Gölü ilk kez 4 Mart 1877'de, Bolşoy Tiyatro'da sahnelenmiş, sonrasında dünyanın her yerine yayılmış, neredeyse bütün bale sahnelerini fethetmiş bir eser.

Bir de Çaykovski'yi düşünüyorum "kuğular"ı izlerken.

1893'te, 53 yaşında ölürken arkasında 80'i aşkın eser (Kuğu Gölü, Uyuyan Güzel ve Fındıkkıran bale müzikleri, Yevgeni Onegin ve Maça Kızı operaları, piyano konçertoları, senfoniler, oda müziği vs.) bırakan büyük dehayı.

Bazen dünyanın ve tarihin kimi ünlüleri bugünkü Türkiye'de yaşasalardı nasıl olurdu diye hayal kurmaya çalışırım.

Mesela, Çaykovski aramızda olsaydı?..

Siyasetten sanata kadar her alanın uzmanı olan "büyüklerimiz" ne derdi onun için acaba?

Müziğini "kapı gıcırtısı" olarak adlandırıp bize aynı dönemde yaşamış Türk bestecileri mi örnek gösterilirdi? Söz gelimi, Hacı Arif Bey'i, Tanburi Ali Efendi'yi, Zekai Dede Efendi'yi, İbrahim Efendi'yi veya Hamparsum Limoncuyan'ı. Ah, affedersiniz, o sonuncusu –malum nedenden– olmazdı.

Çaykovski'nin dinle ilişkisini, hem durmadan İncil okuyup hem de eleştirmesini kınarlardı muhtemelen.

Fazla dil bilmesi ve çok okuması da (kişisel kütüphanesindeki kitap sayısı Külliye'deki oda sayısından fazlaydı) herhalde iyiye işaret olmazdı.

Müzik ve sanat alanında bir aktivist sayılması ve daha beteri, bir ara gazetecilik yapması da (müzik yazarı ve eleştirmeni olarak), Çaykovski'nin kötü puan hanesini kabartırdı.

Ama en büyük felâket bambaşka yerdeydi.

Büyük besteci, küçük yaştan son nefesine kadar eşcinseldi.

13 yaşındayken erkek lisesinde ilk ilişkisini yaşadı. Sonra buna sayısız macera eklendi.

Bir ara karşı cinsle ilişki kurarak kendini değiştirmeyi denedi. Ancak 25 yaşındayken tanıştığı Belçikalı şarkıcı Désirée Artôt, yoksulluğundan dolayı ona hiç yüz vermedi.

37 yaşındayken eski bir öğrencisiyle yaptığı evlilik ise fiilen birkaç hafta sürdü. Eşi Antonina Milyukova ile resmen ayrılamadı. Çeşitli erkeklerden çocuklar doğuran kadın, sonradan akıl hastanesine düştü.

Bir de yıllarca kendisini maddi açıdan destekleyen, 11 çocuk annesi, zengin bir dul olan Nadejda von Meck vardı. 14 yıl boyunca hiçbir zaman bir araya gelmeden birbirlerine 1200'ü aşkın mektup yazdılar. Çaykovski'den 9 yaş büyük olan Nadejda, görüşmemelerini şart koşmuştu.

Ölümü ani oldu. Koleradan dendi. Kimileri de intihar olduğunu, belki de ünlü bestecinin Saray'a yakın bir erkeği taciz etmesi sonucu intihara zorlandığını iddia etti.

"Yeni Türkiye"de yaşasa Çaykovski'nin hâli nice olurdu, bilemiyorum. Ya "yeni Rusya"da yaşasaydı?

Son zamanlarda zor, çok zor; ama eşcinsellik o dönemdeki Rusya'da da kolay değildi.

Ancak her şeye rağmen iktidar sanatçıya sahip çıkmıştı.

Rusya'da hâlâ Çaykovski'nin adını taşıyan kent, meydan, cadde ve kurumlar var.

Bazı Rusların çok sevdiği bir anekdot var:

Yine bir erkeği taciz ettiği gerekçesiyle Çaykovski'yi Çar III. Aleksandr'a şikâyet etmişler.

Canı sıkılan Çar şöyle cevap vermiş:

"Kesin yakınmayı! Rusya'da çok popo var, ama Çaykovski tek!.."


İşte böyle! Çaykovski büyük usta, bir deha. Ve tabii ki çok ünlü. Heykeli bile öyle görkemli ki…

O heykelin yanından geçenler acaba ne düşünüyor, neler merak ediyor Çaykovski'nin özel hayatıyla ilgili?

Kendi hayatları nasıldır?

Nasılsa nasıl! Bana ne onların özel hayatlarından!

Ve bana ne Çaykovski'nin özel hayatından!

Bana ne, size ne!

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

Putin başkanlık seçimleri için adaylığını koyunca, bazı "muhalif" partiler “onu biz aday olarak göstermek istiyoruz” diye açıklamalar yaptı

Horoz dediğin öter kardeşim, zamanı mı değil mi diye düşünmez. Gazeteci de ne görüyorsa onu yazar. Bu işlerin zamanı, sırası yoktur

Kim bilir kaç gösteri ve filmde “milletin sinir uçlarıyla oynayan” subliminal mesajlar vererek milyonlarca saf ve temiz seyirciyi yoldan çıkarmaya çalıştı

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Çaykovski'nin özel hayatından bana ne, size ne! - Hakan Aksay
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Çaykovski'nin özel hayatından bana ne, size ne!

33 1
16.12.2023

Diğer

16 Aralık 2023

Ünlüler ve sıradan insanlar… Ünlülerin merak edilen özel hayatları… Kendi ünsüzlüklerinden ürettikleri eziklik ve kötülükleri biriktirerek sağ ve hatta ölmüş kişilere bile ayar vermeye çalışan sıradan insanlar…

Çoktandır aklıma gelmeyen bu düşünceler, son Moskova seyahatimde birdenbire zihnimde canlandı.

Nerede mi? Çaykovski'nin yanında…

Moskova'ya her gidişimde vakit yaratıp Bolşaya Nikitskaya Sokağı'ndaki Çaykovski Konservatuvarı'nın komşusu olan o özel kafeye uğramak isterim. Bazen bunu başaramam, önemli ve ıvır ıvır işlerin arasında zaman yetmez. Bazense buraya gelip kısa süreliğine bile olsa gerçeklikten koparım.

Geçmiş yıllara giderim. Yıllar önce ölen ve buraya ilk başlarda hep beraber geldiğim bir dostumu hatırlarım. Hatta hatırlarken saçma bir şey yaparım: Fazla şekerli olmasından dolayı başka zamanlar hiç tercih etmediğim ama onun çok sevdiği bir kahveden (Raf coffee) içerim. Yaz ayları bile olsa o mekânın geniş çift camlarının gerisinde kar yağdığını hayal ederim. Yoldan geçen insanlara ve arabalara sanki ben ayrı bir gezegenden gelmişim gibi boş boş bakar, bazen de onlarla ilgili hikâyeler uydururum.

Çaykovski Konservatuvarı biraz içerde kalır. Başınızı binadan yola doğru çevirirseniz o görkemli heykelle karşılaşırsınız. Ve her an canlanıp size dönecek gibi oturan heykeldeki sırlarla dolu o dehayı görürsünüz. Yalnızca Rusya'nın değil, dünyanın da en büyük bestecilerinden biri olan Pyotr Çaykovski'yi.

Siz ona ne kadar dikkatli ve uzun bakarsanız bakın, heykel canlanmaz. Ama o arada kulaklarınız kafeden ve yoldan gelen uğultuları geride bırakır ve tanıdık bir melodinin sinyallerini beyninizle paylaşır: Kuğu Gölü Balesi.

Bu çok tanıdık müzik beni yumuşak hamlelerle acımasız bir tarihte gezdirir.

19 Ağustos 1991… Gorbaçov'un devrildiği darbe girişimi sırasında, tanklar Moskova caddelerine çıktıklarında Rusya devlet televizyonu hiç ara vermeden Kuğu Gölü'nü yayımlıyor…

"Kuğular"
, Ekim Devrimi'ne de, Stalin, Hruşçov ve Brejnev dönemlerine de tanıklık etmiş. İktidarlar, halkın moralini yükseltmek için nedense hep bu eserin sergilenmesine öncelik vermiş. Rusya'nın iç savaştan henüz çıktığı 1920'lerde de, İkinci Dünya Savaşı'nın salvo ateşi altında da...

Lenin
hariç bütün Sovyet liderlerinin Kuğu Gölü'nü çok sevdikleri söyleniyor. Lenin ise "düşünmeyi ve çalışmayı zaafa uğrattığı için" Çaykovski'nin müziğini "fazlaca burjuva" bulur ve evde kız kardeşlerinin yorumladıkları Beethoven'in Appassionata ve Ay Işığı Sonatı'nı dinlemeyi tercih edermiş.

Kremlin, Kuğu Gölü'nü güçlü bir devlet sembolü ve protokol unsuru haline getirmiş. Bale, her zaman Moskova'yı ziyaret eden yabancı devlet adamlarına ve politikacılara izlettirilmiş.

ABD'nin eski Moskova Büyükelçilerinden Llewellyn Thompson, 7 yıllık görev süresi içinde Kuğu Gölü'nü tam 132 kez izlemiş ve ne zaman bir Sovyet yöneticisinin ruh halini öğrenmek istese, o kişiyle Kuğu Gölü'nün antraktında görüşerek merakını gidermeye çalışmış.

Bu........

© T24


Get it on Google Play