Diğer

25 Kasım 2023

Diyelim ki taksiye bindin. Veya bakkalda, manavda öyle bir ortam doğdu…

Ve laf ola beri gele, sohbet edeceksin…

Ne var ki bunda demeyin. Hiç kolay değil.

Bir şey söylersin, söz uzar, dallanıp budaklanarak başka yerlere gidebilir.

Karşındakinin siyasi, ideolojik, dinsel, yöresel, sportif vs. hassasiyetlerine toslayabilirsin.

Eskiden olsaydı genellikle sorun olmazdı, dağıttığın yeri kolayca toplayıp yoluna devam edebilirdin.

Şimdi öyle mi! Dikkat etmezsen vallahi kan bile çıkabilir.

O kadar kutuplaşmış bir toplum olduk ki, kimse kendine benzemeyene gram tahammül göstermiyor.

Hele hele tanımadığın insanların yanında siyasi fikir açıklamak, gladyatör arenasına çıkmak gibi.

Çünkü siyaset el yakıyor.

Siyaset çoğu zaman büyük harfli.

İri cüssesiyle dikkat çekiyor.

Haberi başta geliyor.

Yorumu ateşli tartışmalar çıkarıyor.

İki kötü huyu var siyasetin:

Birincisi, toplumu bölüyor, parçalıyor, kamplaştırıyor.

İkincisi, yoruyor, bıktırıyor, usandırıyor.

Siyasetin devasa gürültüsüne esir olanlar bunu pek fark etmese de, milyonlarca insan siyasi gelişmeleri kendi hayatının dışında görüyor, etki edemeyeceği şeylerle zaman kaybetmek istemiyor.

Ama illaki siyaset konuşmak zorunda değilsiniz.

En kolayı ve en risksizi, hava durumudur.

Çünkü hava durumu herkesi ilgilendirir.

Politika tutkunlarını da, apolitikleri de.

Yağmur herkesi ıslatır çünkü.

Güneş herkesi ısıtır.

Rüzgâr herkesi üşütür.

Hava durumu o kadar önemlidir ki...

En güçlü siyasi liderler bile ona boyun eğmek zorundadır.

Hatta bazen hava durumuna göre plan yaparlar:

"Seçimleri yaz tatilinde ya da kışın en soğuk döneminde mi yapsak? Yoksa bahar aylarında mı?"

Havanın kafası bozulursa politik eylemler de bozulabilir.

Lise yıllarımdan unutmadığım bir anıdır, "Tam boykot yapacaktık, yağmur planımızı bozdu" yakınması.

Bir keresinde Twitter'da okumuştum şu cümleyi:

"İnsanlar iyi ve onurlu olabilirler, ama sonuçta cenazeye gelen kişi sayısı hava durumuna bağlıdır."

Tam burada aklıma "bilimsel komünizm" geldi.

Ne alaka demeyin, mesele çok mühim.

80'li yıllarda Leningrad Üniversitesi'nde en önemli derslerimizden biriydi bu.

Aynı adı taşıyan, tuğla kalınlığında bir ders kitabımız vardı.

Kitabın en sevdiğim bölümü "Bilimsel komünizmin gelecekle ilgili beklentileri" başlığını taşıyordu.

Bu beklentiler arasında "iklim koşullarının ve meteorolojik gelişmelerin denetim altına alınması" da vardı.

Komünizm geldiğinde iklimi insanlar, yani onların komünist yöneticileri belirleyecekti.

Yağmur, kar, rüzgâr öyle gelişigüzel ortaya çıkmayacaktı; saptanan yer ve zamanlarda planlı olarak "üretileceklerdi".

Bugün güneş... Yarın bir parça yağmur... Sonra istek üzerine iki saat lapa lapa kar... Ardından tekrar güneş... Gel keyfim gel!

Ama olmadı, bilimsel komünizm kazanamadı.

Bazen Moskova'da geçit töreni düzenlenen bayramlarda, özel uçaklarla gökyüzündeki yağmur bulutlarını dağıtmak amacıyla milyonlarca dolar maliyetinde operasyonlar yapılıyor; hepsi o kadar!..

Ancak uçakların kanatlarında orak çekiç yok artık...

Televizyonlar, gazeteler, internet siteleri mutlaka hava durumuna yer vermek zorunda.

Bunu görmezden gelenler veya laf olsun diye yapanlar, seyirci ve okuyucu ilgisinden yoksun kalmaya mahkûm.

Çünkü herkes havadan etkileniyor.

"Sıkı gasteciler" her yıl duyduğumuz haberi patlatınca hepimiz göz ucuyla da olsa bakıyoruz:

"Yüzyılın en soğuk kışı geliyor!"

Taksiye bindiğin zaman şoförle mutlaka konuşacaksan işte bunu konuş.

Yeni tanıştığın herkesle "havadan sudan" bahsedebilirsin.

Politika da geri tepebilir, spor da öyle; sen havadan git!

Bir kısmımız "bu boş sohbetlerden bıkmış" olabilir: Yağmurdan, kardan konuşsan ne olur, konuşmasan ne olur!..

Doğru tabii, doğru da...

Bir toplum olarak kendi aramızda gerginlik yaşamadan konuşabileceğimiz o kadar az şey kaldı ki... Onun da kıymetini bilelim bence.

Hava durumu duygularımıza tercümandır çoğu kez, en azından aracıdır.

İnsanlar kendi hayatlarının "sonbaharında" veya "kışında" olduklarını düşünürler bazen.

"Kışın ocak başı, yazın dağlar başı" ya da "Rüzgârlı havanın kuytusu, yağmurlu havanın uykusu" gibi atasözlerinden bilgelik devşirirler.

Hayal kırıklığını "nisan yağmuru gibi" benzetmesiyle sergilemeye çalışırlar.

Hayatla yenilenip bozkırlardan denizlere uzanırken "Bak işte yaklaşıyor fırtına" diye coşarlar.

Vivaldi'nin Dört Mevsimi ile zamanlara bağlı olarak havaları, ruh halleri değişir durmadan.

Orhan Veli biraz da buna işaret etmiştir belki, "Öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın" derken.

Tabii hava durumunu zorladınız mı, oradan da sakıncalı siyasi mesajlara kapı aralanabilir ki, aman dikkat!

"Hadi gülümse, bulutlar gitsin" deyip bir de üstüne "İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse" ekledik mi "buluttan nem kapanlar" üşüşebilir üstümüze.

Ve "bir bardak suda fırtınalar koparabilirler".

İyisi mi, biz siyasetten uzaklaşarak aşka sığınalım, "yağmurdan kaçarken doluya tutulma" tehlikesine aldırmadan.

Ve Cemal Süreya'nın Dört Mevsim adlı şiiriyle noktalayalım bu yazıyı:

Bahar mezarına gömsünler sizi
Yapraklar gibi buluştunuzdu
Kokular gibi seviştinizdi
Bahar mezarına gömsünler sizi

Yaz mezarına gömsünler sizi
İlk kezmiş gibi buluştunuzdu
Son kezmiş gibi seviştinizdi
Yaz mezarına gömsünler sizi

Güz mezarına gömsünler sizi
Salkımlar gibi buluştunuzdu
Ağular gibi seviştinizdi
Güz mezarına gömsünler sizi

Kış mezarına gömsünler sizi
Sokaklar gibi buluştunuzdu
Çarşılar gibi seviştinizdi
Kış mezarına gömsünler sizi

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

Putin seçimlere katılır ve kazanırsa 2030’a kadar, sonraki seçimleri de alırsa 2036’ya kadar başta kalabilir. Rus lider 2036’da 84 yaşında olacak

Yıllar önce "insan" kavramı altında kadın ve erkeği aynı paydada birleştirmenin yanıltıcı olabileceğini, sahip oldukları ortak özelliklere karşın kadın ve erkeğin bambaşka türler olduğunu savunmuştum

Ukrayna taarruzunun başarılı olamadığı ve Batı'nın askerî-ekonomik yardımları azalttığı koşullarda, ülke içinde siyasi kriz çıkması ihtimali var

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Havadan konuşmak pek havalı olmasa da çok önemlidir aslında - Hakan Aksay
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Havadan konuşmak pek havalı olmasa da çok önemlidir aslında

40 20
25.11.2023

Diğer

25 Kasım 2023

Diyelim ki taksiye bindin. Veya bakkalda, manavda öyle bir ortam doğdu…

Ve laf ola beri gele, sohbet edeceksin…

Ne var ki bunda demeyin. Hiç kolay değil.

Bir şey söylersin, söz uzar, dallanıp budaklanarak başka yerlere gidebilir.

Karşındakinin siyasi, ideolojik, dinsel, yöresel, sportif vs. hassasiyetlerine toslayabilirsin.

Eskiden olsaydı genellikle sorun olmazdı, dağıttığın yeri kolayca toplayıp yoluna devam edebilirdin.

Şimdi öyle mi! Dikkat etmezsen vallahi kan bile çıkabilir.

O kadar kutuplaşmış bir toplum olduk ki, kimse kendine benzemeyene gram tahammül göstermiyor.

Hele hele tanımadığın insanların yanında siyasi fikir açıklamak, gladyatör arenasına çıkmak gibi.

Çünkü siyaset el yakıyor.

Siyaset çoğu zaman büyük harfli.

İri cüssesiyle dikkat çekiyor.

Haberi başta geliyor.

Yorumu ateşli tartışmalar çıkarıyor.

İki kötü huyu var siyasetin:

Birincisi, toplumu bölüyor, parçalıyor, kamplaştırıyor.

İkincisi, yoruyor, bıktırıyor, usandırıyor.

Siyasetin devasa gürültüsüne esir olanlar bunu pek fark etmese de, milyonlarca insan siyasi gelişmeleri kendi hayatının dışında görüyor, etki edemeyeceği şeylerle zaman kaybetmek istemiyor.

Ama illaki siyaset konuşmak zorunda değilsiniz.

En kolayı ve en risksizi, hava durumudur.

Çünkü hava durumu herkesi ilgilendirir.

Politika tutkunlarını da, apolitikleri de.

Yağmur herkesi ıslatır çünkü.

Güneş herkesi ısıtır.

Rüzgâr herkesi üşütür.

Hava durumu o kadar önemlidir ki...

En güçlü siyasi liderler bile ona boyun eğmek zorundadır.

Hatta bazen hava durumuna göre plan yaparlar:

"Seçimleri yaz tatilinde ya da kışın en soğuk döneminde mi yapsak? Yoksa bahar aylarında mı?"

Havanın kafası bozulursa politik eylemler de bozulabilir.

Lise yıllarımdan unutmadığım bir anıdır, "Tam boykot yapacaktık, yağmur planımızı bozdu" yakınması.

Bir keresinde Twitter'da okumuştum şu cümleyi:

"İnsanlar iyi ve onurlu olabilirler, ama sonuçta cenazeye gelen kişi sayısı hava durumuna bağlıdır."

Tam burada aklıma "bilimsel komünizm" geldi.

Ne alaka demeyin, mesele çok mühim.

80'li yıllarda Leningrad Üniversitesi'nde en önemli derslerimizden biriydi bu.

Aynı adı taşıyan, tuğla kalınlığında bir ders kitabımız vardı.

Kitabın en sevdiğim bölümü "Bilimsel komünizmin gelecekle ilgili beklentileri" başlığını taşıyordu.

Bu beklentiler arasında "iklim koşullarının ve meteorolojik gelişmelerin denetim altına........

© T24


Get it on Google Play